Ordu Caddesi’nin güneyinde bulunan Bodrum Camii, eski bir Bizans kilisesi olup cami olarak kurucusunun adıyla “Mesih Paşa Camii” olarak tanınır. Bodrum Camii’nin, 10. yüzyılda VII. Konstantinos Porfirogennetos’un yanında taht ortağı olan I. Romanos Lekapenos tarafından kurulan Mirelaion Manastırı’nın kilisesi olarak yapıldığı düşünülür. Romanos, özel sarayını manastıra dönüştürmüştü. Bu manastırın esasında daha eski ve 8. yüzyılda var olduğu, İkonoklazma döneminde, bu akımın taraftarı imparator V. Konstantinos’un, kokulu yağ, misk anlamına gelen “Mirelaion” adını, “Psarelaion”a (balık kızartma yağı) dönüştürmesini çok sonraları İkonoklazma düşmanları tarafından uydurulduğu açıkça bellidir.

Bu manastırın kurulmasının bir diğer nedeni de aile mezarlığı olarak da kullanılmak istenmesidir. İlk olarak Romanos’un karısı Teodora 922’de buraya gömülmüştür. Söylentiye göre 602’de öldürülen imparator Mavrikios ile çocuklarının lahitleri de Romanos’un emri ile buraya taşınmıştı. 932’de ölen büyük oğlu Kristoforos ve 948’de sürgün olduğu Kınalıada’da ölümünden sonra Romanos buraya gömülmüştür. Daha sonra Romanos’un kızı ve VII. Konstantinos’un karısı Helena’da 961’de babasının yanına gömüldü.

II. Romanos kız kardeşi Anna’yı rahibe olarak 960’ta bu manastıra kapattırmış, I. İsaakios Komnenos, 1059 tahtan inip keşiş olarak bir manastıra çekildiğinde karısı Katerina ile kızı Maria’da bu manastıra rahibe olmuşlardır. Böylece Mirelaion Manastırı’nın bir kadınlar manastırı olduğu anlaşılır.

Manastır ve kilisenin fetih sıralarında ne durumda olduğu bilinmez. Yalnız son yıllarda yapılan kazı ve araştırmalarda, kilisenin geç bir dönemde, belki de Latin işgali sırasında 13. yüzyılda bir yangın geçirmiş olduğu tespit edilmiştir. Fetihten bir süre sonra II. Bayezid döneminde metruk kalmış eski kilise ve manastırları “şenlendirme” politikası uyarınca hayır sahipleri tarafından ihya edilerek, İslam vakıfları yapıldıklarında, Sadrazam Mesih Ali Paşa’da kiliseyi camiye çevirmiştir. 953/1546 tarihli İstanbul Vakıfları Tabrir Defteri’nde, caminin Rebiyülevvel 907/Eylül-Ekim 1501’de yazılmış bir vakfiyesi olduğu bildirildiğine göre camiye dönüştürülme bu tarih civarında olmalıdır. Bu vakfiyede, hayratın yakınında ki gelirleri vakfa ait birçok hücre ve evin bulunduğu bildirilir. Ayrıca başka hayır sahipleri de bu camide Kuran okunması için vakfiyeler düzenlemişler ve bu hizmet karşılığında mülkler bırakmışlardır. Mesih Paşa, vakfiyesinin yazıldığı yıl Galata’da çıkan bir yangının söndürülmesi için çalışırken, damdan düşerek yaralanmış ve 907/1501’de ölmüştür. Kabri, Aksaray’da Murad Paşa Camii haziresindedir.

Bodrum Camii isminin kaynağı ise caminin altında büyük bir su sarnıcının bulunmasındandır. İstanbul’un büyük yangınlarından 1782 tarihindekinde zarar gören Bodrum Camii, 1911’de Mercan’dan, Laleli’ye kadar uzanan yangında harap olmuş ve uzun yıllar öylece kalmıştır. 1930’da bir İngiliz arkeoloji heyeti D. Talbot Rice idaresinde caminin içinde ve çevresinde araştırmalar yapmış, fakat önemli bir buluntu ortaya koyamamıştır. Yalnız binanın güneybatısında Mesih Paşa Caddesi’nin karşı tarafında bir yuvarlak bina kalıntısının varlığı tespit edilmiştir.

Müzeler İdaresi’ne bağlanmakla beraber, ilgilenilmediği için çok kötü durumda olan Bodrum Camii kömür deposu ve yersizlere barınak olmuş, 1950’li yıllarda bilgisizce yapılmasına başlanan fakat yarım kalan bir restorasyon denemesi de görmüştür. Tekrar camiye dönüştürülmesi hususunda çevrede oturanların istekleri de devamlı geri çevrilmiştir. 1965’ten sonra C. L. Sriker, caminin altındaki mahzeni temizlemiş, aynı yıllarda R. Naumann, caminin hemen yanında bir kazı yaparak, Romanos’un sarayının izlerini ortaya çıkarmaya gayret etmiştir. 1986’da bir dernek tarafından, Bodrum Camiinin restorasyon ve canlandırılmasına girişilmiş belki yeteri kadar ilmi olmamakla beraber, en azından bu çok önemli tarihi eser utanç verici görünümünden kurtulmuştur


Mirelaion Manastırı’ndan bugün hiçbir iz yoktur. Roma dönemine ait olduğu anlaşılan büyük bir yuvarlak yapı kalıntısının kenarında inşa edilen kilisenin altında, ana çizgileri ile üsteki yapıya uyan ve ona temel olan bir mahzen yapılmıştır. Bunun İmparator Romanos ve ailesinin mezarlarına mahsus olduğu düşünülmüşse de bazı lahit ve kemikler bulunmakla beraber bir imparator ve imparatoriçeye layık lahitlere rastlanmamıştır. Bu mahzenin bir duvarında bir fresko resim meydana çıkarılmıştır.

Bu alt yapının üstünde yükselen esas kilise ise tuğladan yapılmıştır. Plan bakımından Bizans mimarisinde bilhassa 9. yüzyıldan itibaren çok yaygın olarak uygulanan dört destekli, kapalı haç biçiminde yapılmıştır. Üç bölümlü bir giriş narteksinden (hol) sonra gelen ana mekânda ortada yüksek ve pencereli kasnaklı bir kubbe bulunur. Kubbeye geçişi sağlayan Pandantiflerin oturduğu dört paye taştan yapılmış kaba desteklerdir. Bunların yerlerinde evvelce mermer sütunların bulunduğu ve bir yangında (belki 1784) bu sütunların herhalde kavrulması üzerine bu payelerin yapıldıklarına ihtimal verilir. Haçın kollarının üstleri değişik biçimde tonozlarla örtülmüştür. Yapının doğu tarafında içten yarım yuvarlak, dıştan üç cepheli bir apsis ile iki yanında yonca biçiminde planlı pastoforion hücreleri vardır.

Dış mimari bakımından, hareketli bir estetiğe sahip olan cephelerde yarım yuvarlak payandalarla duvarlar desteklenmiştir. Orijinal biçimini koruyabilmiş olan kubbenin, kademeli kemerler içinde açılan pencereleri dalgalı bir üst silme ile belirtilmiştir. Payandaların hâkim kıldığı vertikal hatlar hâkimiyeti, mermer bir silme testere dişi tuğla saçak ile dengelenmiştir. Rus sanat tarihçisi N. Brunov tarafından ileri sürülen, bütün bu tip Bizans kiliselerinin yanlarında birer nef daha oluğu yolundaki hipotez, bunu destekleyecek bir bilgiye kavuşmamıştır.

Eski fotoğraflarında, caminin içinde ilgi çekici kalem işi nakışlar vardır. 1930’da duvarlarda mozaik veya fresko bulmak için bütün sıvalar kazındığından, bu nakışlar yok olmuş ayrıca gibi hiçbir Bizans duvar resmi de bulunmamıştır. Sağdaki minare tamamen taştan yapılmış olup, şerefe çıkmasının sade oluşu, bunun en azından üst kısmının 16. yüzyıl başına ait olmadığını gösterir. Yine eski fotoğraflarında caminin etrafında evvelce bir avlu duvarının dolaştığı görülür. Bugün bu duvardan hiçbir iz kalmadığı gibi, etrafındaki plansız ve eski esere saygısız yapılaşma, caminin hemen yakınına kadar apartmanların inşasını mümkün kılmıştır. Üsteki cami ihya edildikten sonra, altta bulunan mahzen kısmı da namaz mekânı haline getirilmiş bulunmaktadır. Eski fotoğrafta izleri görülen ahşap çatılı son cemaat yeri de son tamirde ihya edilmemiştir.