MÜMTAZER TÜRKÖNE
VATAN
02-08-2012


Olmasa ne olur? Soru sade, cevabı da basit görünüyor. Ama hiç de öyle değil. Alevîlik tartışmasında Diyanet yer almasa, bildiğimiz her şeyi gözden geçirmemiz gerekir.

Önce yanlışı düzeltelim. Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez'in, gazetecilere verdiği iftarda, Alevilik tartışmasına dair sözlerini bu şekilde yansıtanlar yanılıyor. "Alevîlik tartışmasında Diyanet olmayacak" başlığı ile yapılan özet yanlış. Mehmet Görmez Hoca "bu işte biz yokuz" anlamına gelen bir şey söylemiyor. Tam tersine, Alevîliği ayrı bir din olarak görenlere, "kitabı ne?", "peygamberi kim?" sorularını yönelterek, "ayrı bir din olmadığı" görüşünü tekrarlamış oluyor. "Alevîler kendilerini İslâm dışı görüyorsa?" itirazını da, bin yıllık tarihi delil göstererek reddediyor. Kısaca, Diyanet İşleri Başkanı, Alevîliği İslâm dairesi içinde bir inanç olarak tanımlamakta ısrar ediyor. Demek ki, "Alevîlik tartışmasında Diyanet olmayacak" haberi doğru değil.

Bu başlığı ilk gördüğümde, Mehmet Görmez Hoca'nın çok iddialı bir hamle yaptığını düşünmüştüm. Bir an, böyle olduğunu varsayalım. Diyanet İşleri Başkanı, "biz karışmıyoruz" demiş olsun ve aradan çekilsin. "Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Alevîlik konusunda görüş belirtme yetkisi bulunmamaktadır" şeklinde bir karar, yani fetva yayınlasın... Evet, bu durumda ne olur? Şeklen "Şer'î maslahat değildir" dese ve kararı devlete bıraksa. "Nâ-meşrû nesneye emr-i Sultanî olmaz" diyenleri bir kenara bıraksak.

Aslında tek başına bu varsayım, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın devlet teşkilatı içindeki konumunu ve devlet ile din arasındaki sorunlu ilişkiyi göstermeye yetiyor. Diyanet'in görüşüne ve Din İşleri Yüksek Kurulu'nun fetvalarına bağlı bir Sünni vatandaş olarak, bu kurumun Alevilik konusundaki görüşü beni bağlıyor. Aslında Alevîleri değil, bir Sünni olarak sadece beni bağlıyor. Bu görüşe bağlanarak ben de Alevîliği İslâm dairesinde bir inanç olarak görüyorum. Sünni olduğunu söyleyip de aksine bir tavır ve düşünce içinde olanlara Diyanet'in bu görüşünü hatırlatıyorum. Özellikle Alevîlere düşmanlık gösterenlere karşı. Diyanet'in bu görüşünün Alevîleri bağlaması ve Alevîlerin de bu fetvaya göre kendilerini tanımlamaları gerekmiyor. Her Alevî, Diyanet İşleri Başkanlığı'na karşı çıkıp, Alevîliğin ayrı bir inanç olduğunu, İslâm dairesinde olmadığını söyleyebilir. Bu hakkını kimse ellerinden alamaz.

Sorun, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın bu görüşünün, Sünni inanca uygun bir içtihat olmaktan çıkıp devlet hayatını düzenleyen bir kurala dönüşmesinde. TBMM başkanı, Diyanet'in bu görüşünü gerekçe gösterip cemevi talebini reddedemez. İlla reddetmek istiyorsa başka gerekçe bulmalı. Yargıtay, aynı şekilde dinin içeriğini belirleyen bir karar veremez. Devlet katındaki bu resmî tutumun fiiliyata döküldüğünü düşünün. Bütün cemevlerinin kapatılması gerekmez mi?

Öyleyse sorun, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın Alevîlik ile ilgili bir görüşünün bulunmasında değil; bu görüşün devlet ile bir inanç grubu arasındaki ilişkiyi düzenlemesinde, devletin koruması gereken din ve vicdan hürriyetini ihlal etmesinde. Diyanet, dinî otoritesini tanımayan Alevîler adına pratikte zaten karar veremez. Alevîler adına karar veren, onların inancını belirleyen devlet olmaktadır. O zaman soruyu doğru soralım: Diyanet'in değil, devletin Alevî inancını belirleme ve otoritesini kullanarak inanç, ibadet ve vicdan özgürlüklerini sınırlama yetkisi var mı? "Diyanet, devlet kurumu değil mi?" diye soracaksınız. Diyanet, 1924 tarihli ve 429 sayılı devrim kanununa göre İslâmiyet'in "inanç, ibadet ve ahlâk'a dair hükümlerini tayin etmeye, toplumu din konusunda aydınlatmaya ve ibadethaneleri yönetmeye yetkili"; başka inançları değil.

"Diyanet İşleri Başkanlığı, Alevîlik konusunda görüş belirtmekten vazgeçerse ne olur?" sorusunun cevabı sanıyorum ortaya çıktı. Sadece Sünnîler arasında Alevîliğin ne olduğuna dair bir tartışma başlayabilir. Ama devlet bu konuda tamamıyla boşlukta kalır. Yargıtay'ın "cemevleri ibadethane değildir" kararının, tekke ve zaviyeleri yasaklayan devrim kanununu gerekçe göstermesi aslında durumun özeti. Sorun Diyanet sorunu değil, bir devlet sorunu. Demek ki devlet ile din arasındaki ilişkiyi yeniden tanzim etmeden Alevî sorununu çözemeyiz.