İşitme Mucizesi


Kulak ve ses, Allah’ın izni ile insan hayatına çok önemli katkısı olan büyük birer nimettir. Bunun daha net anlaşılabilmesi için bir an sessiz bir dünyada yaşamak nasıl olurdu? diye düşünelim.

Ses dalgalarını algılayan bir cihaz yapmaya çalıştığınızı düşünün Bunun için çok sayıda elektronik parça kullanmanız gerekecekti. Cihazı çalıştırabilmeniz, birçok şartı art arda doğru olarak yerine getirmenize bağlı olacaktı.

Öncelikle parçaların tamamını doğru seçmeniz ve doğru bir sıra ile yerleştirmeniz, ayrıca parçalar arasında da doğru bağlantılar kurmanız gerekecekti. Parça seçimi, yerleşim planı ya da parçalar arasında kurulan bağlantılarda yapılacak tek bir hata, cihazın çalışmamasına neden olacaktı.

Şüphesiz ki böyle bir elektronik devreyi kurarak çalıştırmak, bir bilgi birikiminin ve deneyimin ürünüdür. Ancak bu sistemin çok daha üstünü, insanlık tarihinin başlangıcından itibaren insan vücudunda bulunmaktadır. Kulak, Yüce Rabbimizin mükemmel bir tasarımla yarattığı, canlılar için büyük bir nimet olan önemli bir organdır.

Seslerin Dünyası

İşitme duyumuzun temeli olan iç kulak ve beyindeki işitme merkezimiz bir santimetreküpten, örneğin bir kesme şekerden bile daha az yer kaplar. Çevremizdeki sesleri duymamızı sağlayan kulağımız son derece kompleks mekanik, hidrolik ve elektronik yapıları barındıran minyatür bir mühendislik tasarımı gibidir. Dünya üzerinde gördüğünüz tüm teknolojik ürünler, plan ve projeler bir birikimin sonucudur. Her yeni bina ya da makine öncekilere ait bilgilerin derlenmesi, yenileştirilmesi ve küçük ilavelerle geliştirilmesi sonucundadır. Oysa kulağın ortaya çıkması, mühendislik bilgisinin çok ötesindedir.

Havadaki başıboş titreşimler değerlendirilerek, bir duyu organına kaynaklık yapmaktadır. Bu benzersiz bir tasarımdır. İşitme sistemimizin ortaya çıkışı ile ilgili yapılabilecek tek bir açıklama vardır: Mühendislik başyapıtı olarak nitelendirilebilecek işitme duyumuz, ancak benzeri olmadan yaratma ile açıklanabilir. Bu üstün yaratış, gökleri, yeri ve ikisinin arasındaki herşeyi yaratan Yüce Allah’ın yaratmasıdır:

O, sizin için kulakları, gözleri ve gönülleri inşa edendir; ne az şükrediyorsunuz? (Müminun Suresi, 78)

Seslerin İşlendiği Yer: İşitme Merkezi

Kulağımıza gelen ses dalgaları A harfiyle temsil edilen bölümün içinde toplanır. Çeşitli mekanik sistemi harekete geçirdikten sonra belli bir alandaki sıvıyı hareketlendirir. Sonuç elektrik sinyali üretimidir. Sonra ulaşılan yer bir bilgisayardır. Bilgisayar içinde yapılan işlemlerle sesler işlenir ve işitme gerçekleşir. Bilgisayarın sembolize ettiği yer beynimizdeki işitme merkezidir. Beyindeki işitme merkezi iç kulaktan aldığı sinyalleri yorumlayarak işitme dediğimiz işlevi sağlayan parçadır. Bütün seslerin işlendiği bu yer sanıldığının aksine çok sessizdir. Beynimizdeki işitme merkezi, henüz tam olarak aydınlatılmamış olmakla birlikte, mucizevi bir işlevi yerine getirir. İşitme ile ilgili bilgi, kulağımızdan bu işitme merkezine, 2,5 cm uzunluğundaki işitme sinirimiz tarafından taşınır.

Beynimiz, kendisine ulaşan sinyalleri, saniyenin onda biri kadar bir zamanda o ana kadar duymuş olduğumuz 400 bin kadar sesi analiz ederek karşılaştırır. Bu sayede vücudumuz sese vereceği tepkiye hazır hale gelir. Eğer böyle olmasaydı arkamızdan gelen bir arabanın sesini duyamaz ve asla tam zamanında önünden kaçamazdık.

Güvenliği Sağlanmış Bir Giriş: Dış Kulak Yolu

Dış kulağımız dışarı açılan bir kapı gibidir. Bu nedenle dışarıdan gelerek vücudumuza zarar verebilecek mikrop, toz ve yabancı maddelerin girişine müsaittir. Ancak dış kulak yoluna yerleştirilmiş salgı bezleri ve tüyler, içeri girebilecek mikrop, toz ve benzeri yabancı maddelerin önünde bir engel oluşturur. Bezler terin yanında yağ ve şeker içerikli sıvılar da salgılarlar. Bu sıvılar tüylerin çevresine temas ederek, tüyleri yapışkan hale getirirler. Sıvının yapışkan hale gelmesiyle, toz ve mikroplar daha tünelin başında bunlara yapışır ve alıkonurlar.

Dış kulakta salgılanan sıvı, hem mikrop öldürücü bir etkiye sahiptir hem de vücudun savunma sistemi hücrelerini de barındırır. Bir başka özellik de sıvının asidik özelliğinin olmasıdır. Dış kulakta oluşan asidik ortam çoğu mikrop için öldürücüdür.

Kulak kepçesinden kulak zarına kadar uzanan yol dosdoğru bir tünel şeklinde değildir, adeta bir viraj alarak zara varır. Böylelikle dış ortamdan gelebilecek darbelere karşı zar korumaya alınmıştır. Örneğin sivri bir cismi kulağına sokan bir çocuk, çok büyük ihtimalle zara ulaşamayacak, dış kulak yolunda küçük bir yaralanmaya neden olacaktır. Kulağa tutulan basınçlı su da zara doğrudan ulaşmadığı için zarar vermez. Eğer dış kulak yolumuzun bu özel yapısı olmasa, yıkanırken bile kulak zarımız kolayca yırtılabilecekti.

Kendi Kendini Temizleyen Bir Deri

Dış kulak yolunun çok önemli bir diğer özelliği, sürekli olarak kendini yenileyebilmesidir. Artıkların ciltte toplanması, burada hem yıpranma, hem de ses dalgalarının geçmesine engel oluşturur. Bu noktada yine bir tasarım harikasının devreye girdiğini görürüz. Dış kulak yolundaki deri, merkezden dışa doğru göç ederek kendini yeniler. Örneğin girişten 2 santimetre içeride yer alan deri, zamanla dışa doğru göç ederek, 1,5 santimetreye kayar. Bir zaman sonra 1 santimetreye doğru ilerler. Bu şekilde devam ederek sonunda tamamen yenilenir. Bu şekilde göç ederek temizlenme özelliği, vücudumuzu kaplayan derinin tamamı içinde sadece dış kulak yoluna özeldir.

Sonuçta dış kulağımız dış ortamdan gelebilecek her türlü tehlikeye karşı önlemler alınmış bir kale gibidir.

Ses Toplama Ünitesi: Dış Kulak

20. yüzyılın başında birçok evrimci, insanın kulak kepçesini işlevini kaybetmiş bir organ olarak görmekteydi. Bu organ evrimcilere göre, hayali evrimsel süreç içinde iyice küçülerek yok olacaktı. Bu tezden yola çıkan birçok evrimci, sözde geleceğin insanını hayal ederken yaptıkları çizimlerde kulak kepçesine yer vermemişlerdir. Oysa günümüzün bilimsel bulguları evrimcilerin pek çok konuda olduğu gibi bunda da yanıldıklarını göstermektedir.

Kulak kepçesi bir tür megafon görevi yapar ve ses dalgalarını kulağın içine yönlendirerek burada yoğunlaşmalarını sağlar.

Kulak kepçesinin her milimetresi ve kıvrımı özel olarak tasarlanmıştır: Kulak kepçesinin güçlendirdiği sesler özellikle konuşma aralığında gelen insan sesleridir. Bir diğer deyişle, kulağımız şiddetini artıracağı sesleri kendisi seçmektedir. Herhangi bir sesin değil de özellikle bizim için en önemli olan konuşma seslerinin seçilmiş olması işitme ve konuşmanın Yüce Allah tarafından bizim için birbirine uygun olarak yaratıldığının bir diğer kanıtıdır.

Kulağın; kepçeden, kulak zarına kadar olan kısmı "dış kulak yolu" olarak adlandırılır. Kulak kepçemizden başlayan 'sesi seçerek yükseltme' özelliği; dış kulağımızda da devam eder. Dış kulak yolu da sesleri yükselterek içeriye taşır. Nitekim araştırmalar kepçe ve dış kulak yolunun, seslerin kulak zarına yaptığı basıncı tam on kat arttırdığını göstermiştir.

Dış kulağın işitmedeki önemli bir görevi de havayı vücut sıcaklığına getirmesidir. Bu işlev işitmede önemlidir. Çünkü ortamın ısısı gaz moleküllerinin hızına etki etmektedir. Eğer iki ortam farklı ısıda olsalardı, hızlı hareket eden gaz moleküllerinin hareketini de ses olarak algılayacaktık.

Mükemmel Bir Tasarım: Kulak Zarı

Titreşerek işitmemizi sağlayan zar -Rabbimiz'in izni ile- kendi başına karar verme yeteneğine sahip gibi hareket etmektedir. Yarım santimetrekareden biraz büyük bir alanı ancak kaplayan kulak zarı, sivri ucu dışarı bakan koni şeklindedir. Dış ortamdan gelen ses sinyalleri zara çarptıklarında titreşime neden olurlar. Kulak zarı o denli hassastır ki örneğin, bazı ses dalgalarında, zarı santimetrenin milyonda biri kadar hareket ettirebilir. Bu, bir hidrojen atomunun çapından daha azdır. Zar, bu küçük hareketiyle bile sesin işitme merkezine gönderilmesi işini gerçekleştirebilir.

Öncelikle titreşimleri sadece dış yüzüyle alır. Her iki yüzüyle alıyor olsa, vücudumuzun içinden kaynaklanan seslerle de titreşiyor olurdu. Biz de bu düzensiz titreşimler sonucu ses karmaşası işitiyor olurduk. Ancak zar belli frekanslarda titreşir.

Dış dünyadan gelen bütün frekanslarda titreşiyor olsaydı, işitmeyi hiç istemeyeceğimiz birçok rahatsız edici sesi işitiyor olurduk. Kulak zarımız, titreşime neden olan ses dalgaları arasında ayrım yapar. Bir fısıltıyla titreşebilen zarımız, bundan 40 kat şiddetle gelen ses dalgalarını da zarar görmeden işleme sokabilir. Bu özellik sayesinde kulak içindeki hassas yapılı hücreler kendileri için zararlı olabilecek şiddetli seslerden korunabilmektedir. Kulak zarı, sesin geliş açısına bakmaksızın her taraftan gelen sesle titreşir. Bu özellik olmasaydı karşımızda konuşan birini hiç duyamazdık. Sadece yanımızdan gelen sesleri duyabilirdik.

Zarın amortisör gücü de çok yüksektir. Sesin şiddetine bağlı olarak fazla titreştikten sonra bile, sesin kesilmesinden sonra saniyenin binde dördü kadar bir sürede titreşmeyi durdurabilir. Bu gerçekten de hayranlık duyulması gereken bir özelliktir.

Doğada bulunan çeşitli maddelerin veya metallerin titreşimleri saniyeler sürer. Kulak zarımız bu derece hızlı bir biçimde durağan duruma geçmiyor olsaydı, kendisine gelen bir ses uyarısı sonucu, daha titreşimdeyken yenileri gelecek ve biz pürüzsüz sesler yerine birbiri üstüne çakışan sesler, uğultular işitiyor olacaktık.

Bütün bunlar çok açık bir gerçeği bize göstermektedir. Büyüklüğü milimetrelerle ifade edilen kulak zarı, belirli bir amaç için tasarlanmış ve yaratılmıştır. Elbette kulak zarını meydana getiren hücrelerin kendi aklı yoktur. Yüklendikleri işlevler de kendi seçimleri değildir. Onlar da herşey gibi Allah’ın emriyle hareket etmektedirler. Allah sonsuz akıl ve ilim sahibi olandır. Kulağımızın sahip olduğu özellikler de Rabbimiz'in kusursuz yaratmasının delillerinden sadece bir tanesidir. Bir Kuran ayetinde şu şekilde buyrulmuştur:

Allah, yedi göğü ve yerden de onların benzerini yarattı. Emir, bunların arasında durmadan iner; sizin gerçekten Allah'ın herşeye güç yetirdiğini ve gerçekten Allah'ın ilmiyle herşeyi kuşattığını bilmeniz, öğrenmeniz için. (Talak Suresi, 12)

Orta Kulaktaki Üç Ses Nakil Aracı: Çekiç, Örs, Üzengi

Kulak zarı, kendisine ulaşan titreşimleri güçlendirerek orta kulak bölgesine aktarır. Burada birbiri ile çok hassas bir dengede temas eden, çekiç, örs ve üzengi olarak bilinen üç küçük kemik vardır. Bu üç kemikçik birbirleriyle bağlantılı bir biçimde kulak zarı ile iç kulağımız arasında bulunurlar.

Kemikçikleri iterek harekete geçiren kulak zarıdır. Sonuç olarak, kulak zarı dış dünyadan aldığı ses sinyalleriyle titreşir. Bu titreşim kemikçikleri hareketlendirir, zara bitişik olan çekiç örsü, örs de üzengiyi iter. Bir kaldıracın parçacıkları gibi hareket eden orta kulak kemikçikleri, zardan aldıkları kuvveti işitme sisteminin bir başka üyesi olan salyangoza taşırlar. Yüce Allah her üç kemiğin şekli, boyu ve birbirlerine bağlanma biçimlerini zardan gelen kuvveti % 30’luk artışa neden olacak biçimde yaratmıştır.

Peki, ama zaten zarda aşırı şiddette titreşimlere neden olacak bir sesin daha da büyütülerek iletilmesi büyük zararlara neden olmaz mı? Kulaktaki mükemmel tasarımda bu gibi zararları ortadan kaldıracak tedbirler de alınmıştır. Kaldıraç sistemini oluşturan kemikçikler klasik hareketlerinin dışında patinaj olarak nitelendirilen bir hareket de yapabilirler. Patinajın amacı, şiddetli seslerin iç kulağın hassas dokusuna zarar vermesini önlemektir.

Orta kulağın aşırı derecede yüksek sesleri aşağı indirmek için kullandığı başka bir tür "tampon" özelliği daha vardır. Bu özellik, örs, çekiç ve üzengi kemiklerini kontrol eden, vücudun en küçük boyuttaki iki kası tarafından sağlanır. Kasların biri çekiç, diğeri ise üzengi kemikçiklerine tutunmuştur. Şiddetli bir sesle karşılaştığımızda; sinyal, işitme siniri ile beynimize ulaşır ulaşmaz refleks bir mekanizma harekete geçer. Bu iki kas, sinirler yoluyla uyarılır. Kasların kasılmasıyla çekiç ve üzengi, ses sinyalini ilettikleri yönün tersine doğru çekilirler ve adeta frenlenirler. Böylece, iç kulağa giden ses şiddeti azaltılmış olur. Bu refleks bir saniyenin beşte biri kadar kısa bir sürede devreye girer. Ancak minik kaslar-Allah’ın izni ile- hızlı olmalarının yanı sıra, son derece akıllıdırlar da; çünkü seçerek kasılırlar. Her ses şiddetinde kasılıyor olsalardı, dış dünyadan gelen normal seslerin de şiddetini azaltmış olacaklardı... Dolayısıyla, dünya üzerindeki tüm insanlar işitme güçlüğü çekeceklerdi.

Yüksek seslerin olduğu, kalabalık bir ortamda bulunduğumuzu düşünelim... Kasların devreye girmesiyle, perde arkasındaki bu sesler baskılanır; böylece, konuştuğumuz insanı daha rahat işitiriz.

Allah’ın eşsiz yaratışının bir ürünü olan bu kaslar, çok özel bir amaç için oradadırlar; çünkü sadece iç kulağa zarar verebilecek yüksek seviyedeki seslere karşı kasılırlar. Bu denli ince hesapların yapılması ve minicik yapıların görevlerini kusursuzca üstelik milyonlarca yıldan beri uygulaması, evrimcilerin öne sürdüğü gibi, kör tesadüflerin değil; aksine kusursuz ve ihtişamlı bir yaratılışın ürünü olduklarını ortaya koymaktadır.

O Allah ki, yaratandır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, 'şekil ve suret' verendir. En güzel isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O'nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hâkimdir. (Haşr Suresi, 24)

Bu denli kusursuz bir tasarıma sahip olan orta kulağın önemli bir dengeyi korumaya ihtiyacı vardır. Bu denge, orta kulaktaki hava basıncı ile kulak zarının diğer tarafında kalan atmosferdeki hava basıncının eşit olması zorunluluğudur. Çünkü basıncın artması veya azalması işitmeyi engelleyen bir durumdur. Ancak bu denge de düşünülmüş ve orta kulak ile dış dünya arasında hava alış verişini sağlayan bir "havalandırma kanalı" var edilmiştir.

Bu kanal, orta kulaktan ağzımıza kadar uzanan içi boş bir boru olan östaki borusudur. Östaki borusu herhangi bir nedenle dış ortam basıncı ile orta kulaktaki basınç farklı olduğunda devreye girer. Bu basınç farkı, kısa süre sonra dengelenir.

Kulak ve Dans Eden Tüycükler

Beyindeki işitme merkezine gelen işitme sinyallerinin çıkış noktası iç kulağımızdır. İç kulağımız, mekanik uyarıyı elektriksel uyarıya dönüştüren bir santral gibi çalışır. Dış ortamda oluşan ses dalgaları, kulak kepçesi ve dış kulak yoluyla orta kulağa kadar varır; burada yer alan zar ve kemikçikleri harekete geçirir. Bu hareket, iç kulak sıvısının hareketlenmesiyle sonlanır.

İç kulakta işitmeden sorumlu bölüm, bir bezelye tanesi büyüklüğündeki 'salyangoz' adı verilen yapıdır. Salyangoz çok sert, kemikten bir kanalla çevrelenmiştir. Sarmal şeklindeki bu yapı; tabanından, tepesine kadar 34 cm.dir ve üzerindeki kanalların içi sıvı doludur. Kemiklerin hareketi salyangoza ulaştığında bu sıvı hareketlenerek dalgalanır.

Salyangozun iç duvarlarında ise, bu sıvının dalgalanmalarından etkilenen küçük tüycükler vardır. Kulağımızda 32 bin hücrenin üstünde sıralanmış olan bir milyondan fazla tüycük bulunur. Bu tüycükler, sıvıdaki dalgalanmalara bağlı olarak hareket ederler. Tüycükler kendilerine şiddetli bir titreşim iletildiğinde saniyede yirmi bin kez titreşebilirler, zayıf ses dalgalarında ise çok küçük hareketler yaparlar. Tüycükler harekete karşı son derece duyarlıdır. Öyle ki, bir tüycüğün 1 hidrojen atomunun çapı kadar yani bir milimetrenin 400 milyarda biri kadar hareket etmesi bile, elektrik uyarısının başlatılması için yeterli olabilmektedir. Buna göre, tüycüğü 500 metre yükseklikte bir bina olarak düşünürsek, binanın tepesindeki 2 santimetrelik bir hareket uyarıyı başlatabilmektedir.

Tüycükler bir titreşim algıladıklarında, aynı domino taşları gibi birbirlerini iterek hareket ederler. İşte bu hareket, tüycüklerin altındaki hücrelerin kapılarını açar. Bu sayede hücrelere iyon girişi olur. Tüycükler ters yöne yattıklarında ise hücre kapıları bu kez kapanır. Tüylü hücre demeti bir elektrik düğmesi gibi çalışır. Tüyler, bir uca doğru yatarak açma, tersinde ise kapama hareketi yapmaktadır. Tüycüklerdeki sürekli hareket, hücrelerin kimyasal dengelerini de sürekli değiştirir ve elektrik uyarıları üretmelerini sağlar.

Salyangozun içindeki tüylü hücreler tıpkı bir pil gibidir. Bu, iç kulaklarımızın her birinde yaklaşık 16'şar bin pil taşımamız anlamına gelmektedir. Ancak bu piller bizim kullandıklarımızla kıyaslanmayacak kadar yüksek teknolojiye sahiptirler. Çok daha hassastırlar ve çok daha hızlı işlem yapabilirler, üstelik asla şarj olmaları da gerekmez. Dahası hepsini bir araya toplasanız bir bezelyenin içine bile sığdırabilirsiniz.

Tüycükleri dış ortamda incelemeyi başaran bilim adamları, onların en ufak bir sese bile tepki verdiğini gördüklerinde hayranlıklarını gizleyememişlerdir. Rockefeller Üniversitesinde 20 yılı aşkın bir süre iç kulağı inceleyen David Corey, tüylü hücrelerin bu özellikleri karşısında şunları söylemektedir:

Tüylü hücrelerin mekanikleri inanılmaz. Bir tüy demetinin hareketi adeta sihirli bir biçimde duymamıza olanak sağlıyor. Bu hücreler öylesine muhteşem ki onlara bakmaktan asla yorulmuyorum (Hudspeth, A. J., The ionic channels of a vertebrate hair cell. Hear Res 1986, 22: 21–27)

İç kulaktaki hücreler, söz konusu elektrik sinyallerini üretirken, dış dünyadan gelen ses dalgalarının şiddetlerini ve ritmlerini de yansıtmayı başarırlar. Bu öylesine kompleks bir işlemdir ki, bilim bugüne dek, frekans ayrıştırma işleminin iç kulakta mı, yoksa beyinde mi yapıldığını dahi saptayamamıştır.

Salyangozun içinde korti adı verilen bir organ bulunur. Korti, içinde sadece mucizevi pilcikler olan tüycükleri bulundurmakla kalmaz, birbiriyle ilişkili birçok farklı parçadan oluşur. Korti organı sıvı dolu yapısıyla vücudumuzun diğer bölümlerinden de izole edilmiştir. Vücudumuzdaki tüm dokularda rastlanan kan damarlarına burada rastlanmaz. Eğer kan damarları olsaydı, buradaki kan akımını, 'arka zemin' gürültüsü şeklinde duyardık. Hiç şüphesiz böyle bir ses, bizim için hiç dinmeyen bir uğultu şeklinde bir işkenceye dönüşürdü.

Örneğin, şu an bu yazıyı okumanız kesinlikle mümkün olmazdı. Bunun da ötesinde, uyku gibi temel bir ihtiyacınızı bile karşılayamazdınız. Yani kulağımızdaki ve vücudumuzdaki tüm özellikler aynen var olsa, sadece bu ayrıntı olmasaydı çok zor durumda kalabilirdik.

Buraya dek incelediğimiz tüm bilgiler, bizlere işitme organımızın kompleks ama kusursuz bir tasarıma sahip olduğunu göstermektedir. Duymanın gerçekleşebilmesi için birbirinden bağımsız çok sayıda parçanın eksiksiz ve kusursuz olarak var olması gerekmektedir.

Bunlardan biri, örneğin orta kulaktaki "çekiç" kemiği kulaktan çıkarılırsa ya da yapısı bozulursa, artık hiçbir şey duyulamaz. Kulağın duyması için dış kulak zarı, örs, çekiç ve üzengi kemikleri, salyangoz, tüycükler gibi farklı elemanların her birinin eksiksiz olarak var olması gerekir. Sistem, evrimcilerin iddia ettikleri gibi "aşama aşama" gelişemez, çünkü ara aşamaların hiçbiri tek başına bir işe yaramayacaktır.

Kulak gibi kompleks bir organın, evrim gibi bilinçsiz, tamamen tesadüflere dayalı hayali bir süreç tarafından aşama aşama inşa edildiği iddiası, hem bilim hem de akıl dışıdır. Canlılardaki indirgenemez kompleksliğe sahip bu organ dahi, evrim teorisini tam anlamıyla yıkmaya yeterlidir. Ve muhteşem özelliklere sahip bu organ bizlere, Yüce Allah'ın üstün yaratışının delillerinden sadece bir tanesini göstermektedir. Bu gerçek, bir Kuran ayetinde de şu şekilde bildirilmektedir:

De ki: "Göklerden ve yerden sizlere rızık veren kimdir? Kulaklara ve gözlere malik olan kimdir? Diriyi ölüden çıkaran ve ölüyü diriden çıkaran kimdir? Ve işleri evirip-çeviren kimdir? Onlar: "Allah" diyeceklerdir. Öyleyse de ki: "Peki siz yine de korkup-sakınmayacak mısınız? (Yunus Suresi, 31)
(makale harun yahya)