Sayın Adnan Oktar’ın Dilinden “İmanı Zayıf, Dünya Hayatıyla Oyalanan Müslüman Modeli”nin Yanlışlığı

Bazı çevrelerde Kuran-ı Kerim’de bildirilenden tamamen farklı, monoton ve son derece şevksiz bir Müslüman modelinin benimsendiği görülmektedir. İmanen zayıf olan, kendini beğenen, din ahlakının tebliğ edilmesi konusunda ilgisiz davranan bu kişilerin en büyük yanılgılarından biri, dünya hayatının evlenmek, çocuk sahibi olmak, çocuklarını büyütmek ve para kazanmaktan ibaret olduğunu zannetmeleridir. Kuşkusuz bunlar İslam ahlakına uygun davranışlardır. Ancak burada hatalı olan; bir müminin Yüce Allah’a olan sorumluluklarını unutarak yalnızca evlenmeyi ve çocuk sahibi olmayı amaç edinmesi, Allah’ın verdiği malı Allah yolunda kullanmaktan kaçınması ve din ahlakını tebliğ etmek yerine bütün zamanını diğer Müslümanlar hakkında dedikodu yapmak gibi faaliyetlerle geçirmesidir.

Sayın Adnan Oktar, bu yanlış Müslüman modelini benimseyen kişilerin özelliklerini ve yaşam biçimini röportajlarında detaylı olarak tarif etmekte ve tüm Müslümanları bu tarz bir gaflete düşmekten sakınmaya davet etmektedir.

İmanı Zayıf, Kendini Beğenmiş, Din Ahlakına Karşı İlgisiz, Dünya Hayatıyla Oyalanan Müslüman Modeline Örnekler

“Tek Hedefleri Evlenmek ve Ticaret Yapmaktır”

,“Şimdi öyle tarif edilen tarzda kişiler var. Böyle muhafazakar, mukaddesatçı, maneviyatçı tanınan. İşte bilmem nerede çalışır, ticaretle uğraşır. Yahut halı ticaretiyle uğraşır. İşte üç kızı, bir tane oğlu oluyor. Oğlan yurt dışında okur. Kızlar evde oturur. Görevleri nedir, biliyor musun? Hedefiniz nedir? Evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak, üremektir. Başka da bir hedef yoktur. Adamın hedefi ne dersen? O da bol para kazanmak, iyi ticaret yapmak. “Benim hedefim de bu” diyor. Başka ne yaparsınız diyor? İşte, canımız sıkıldığında bazen Umre’ye gideriz. İşte duvara da bir ipek halı asar cami resmi olan, ondan sonra höpürdeterek kahvesini içer.” (Sayın Adnan Oktar’ın 31 Ocak 2010 tarihli Kanal 35 ve Kanal Avrupa röportajından)

“Kendilerini Evliya Gibi Tanıtırlar”

“Dini konularda sohbet eden insanlar görüyorum, konuşuyorlar. Sanki din anlatılırken apayrı bir üslup; böyle çok yapmacık, ruhaniyetli bir hava vermeye çalışıyorlar. Adeta uçuyor, bulutlarda uçuyormuş gibi göğe bakıyor, arkada da bir müzik. Kaval sesi ya da ney sesi gibi. Olağanüstü yapmacık yani böyle şaşırtıcı yapmacık mimikler, yapmacık bir ses tonu, garip izahlar. Ben böyle tipleri çok gördüm. Çok abartılı mimikler, tuluat tiyatrosu gibi. Bakın, dikkatlice o gözle bakın, çok acayip tipler var. Veyahut kendine ruhani evliya havası veren tipler; mesela göğe bakarak konuşuyor, aşağıda arkadan bir ney sesi geliyor. Bu şekilde Peygamberimiz (s.a.v.)’i anlatıyor. Kardeşim sen akılcı, dümdüz anlatsana. Yani niçin böyle bir şeye gerek var? Niçin öyle bir özel bir konsantrasyona ihtiyaç oluyor? Kuran bize aklı verir. Akıl, Kuran’dan kaynaklanır. Dünyanın aklıdır Kuran. Yani insanın aklı da Kuran’dır. Akıllı insan dediğimizde, zeki insanın Kuran’a tabi olmasına denir akıllı diye. Zeki insan, çok zeki insan Kuran’a tabi olduğunda akıllı olmuş olur. Ama tabii zeka an an yaratılır, adam yani böyle anadan doğma zeki olmaz, her an zeka yaratılır. Akıl da her an yaratılır. Yani sabit akıl yoktur insanda. Bir de yabancı kelimelerle konuşmak; Latince veya Arapça. Mesela bizim halkımız Arapçayı bilmez. Çok nadir insan bilir. Neden sürekli Arapçasının öncelikle söylenmesi gerekir, neden Latincesi? Yani anlasa tamam anlatalım, ama anlamıyor. Öğretmek amacı da yok. Yani Arapçayı ezberletmek ve öğretmek amacı da olmadığına göre, orada bir gösteriş amacı olmuş oluyor. “İlmi ne kadar geniş” denecek. Mesela biz normalde Türkçe üsluba göre konuşuyoruz. Yani Türkçe’nin akışına göre konuşuyoruz. Ama kelimeleri sürekli Arap aksanı ile söylersek, ara ara Türkçe, ara ara Arap aksanı yaparsak; bu garip bir görünüm verir, şaşırtıcı olur. Burada samimi olmak lazım. Mesela biz ihlas diyoruz normalde. İhlaslı insan, samimi insan. Türkçeye geçişi budur. Ama ıhlas dersek adam bizim şivemizin bozuk olduğunu düşünebilir, değişik bir şey olarak algılar. Arapça içerisinde mükemmeldir. Ama Türkçe ile karıştırdığında daha değişik görünebilir. Yani özellikle ama dili alıştığı için konuşamıyorsa o ayrı mesela. Ama sırf kendisini alim göstermek için, aynları çatlatarak konuşuyorsa, böyle genizden garip bir üslup yapıyorsa kendince, yapmacıklık yapıyorsa bu da çok samimiyetsizlik. Bayağı dürüst ve samimi bir üslupla konuşulması lazım. Bir de medrese alimi, derin alim havası vermeye de gerek yok. Yani halka “siz bilmezsiniz işte bende ilim var, benden ilim öğrenin”.
Kimsenin bir şey bildiği yok. Allah tecelli eder insanlarda, Allah konuşur. İnsanlar da dinler. O dinlemeyi de Allah yaratır. Konuşmayı da Allah yaratır. Biz sadece vesile oluruz, o kadar. İnsanlar gölge varlıklardır. Her konuda çok candan üslupla konuşulması lazım. Kuran’ı anlatırken de öyle. Bir de hurafeden, anormal izahlardan da kaçınmak gerekiyor. Yani belli hurafevari olduğu. Hurafe olduğunu anlatırken herkes anlıyor, insanlar anlamazlıktan geliyorlar.” (Sayın Adnan Oktar’ın 26 Ocak 2010 tarihli Kocaeli TV ve Mavi Karadeniz TV röportajından)

“Müslümanlara Atılan İftiralara Araştırmadan İnanırlar”

“Masonların iftiralarına, komünistlerin iftiralarına, iddia edilen Ergenekon örgütünün iftiralarına inanmak, Müslümanı ahirette sorumlu kılar. Bak, diyor ki Cenab-ı Allah, “bir fasık” diyor, yani Kuran’ın hükmüne uymayan bir kişi, Kuran’a göre hareket etmeyen bir kişi, “size bir haber getirdiğinde”, şeytandan Allah’a sığınırım, “onu araştırın, tahkik edin, yani gözünüzle görün, kulağınızla işitin, yoksa inanmayın” diyor. (Hucurat Suresi, 6) Şimdi ama öyle olmuyor. Mesela bakıyorsun bir mason yayın organında bir Müslümanla ilgili bir yazı çıkıyor. “Vay neler oluyormuş?” diyor. Ama evde kahvesini höpürdeterek içiyor. Bacak bacak üstüne atmış. Hiçbir riskin içine girmez. Hiçbir mücadelenin içine girmez. Ondan sonra, bir eli yağda bir eli balda, kendi işinde gücünde, çoluğa çocuğa karışmış. İşleri düzgün gidiyor kendi kafasına göre dünyevi anlamda. Ama öbür tarafta Müslüman kişi Allah rızası için varını yoğunu Allah yolunda harcamış, hayatın bütün sosyal yönlerinden çekilmiş, her türlü tehlikenin içine girmiş, dolayısıyla her türlü iftiraya, baskıya, zulme maruz kalmış. Buna rağmen evindeki o keyif içinde yaşayan adamların mason gazetelerden öğrendikleri haberlerin muhatabı oluyor. Bir de kendini savunmak mecburiyetinde kalıyor, üstüne üstlük. Bak o tebliğ yapmayan, dini yaymayan adamlar onun hakkında yorum yapıyorlar. O Müslüman da tebliğini durduruyor, bu sefer onların yorumunu da düzeltmekle uğraşıyor. Halbuki orada hiç olmazsa o ehl-i keyif takım, “arkadaş” demesi lazım, “ben bir ibadet yapayım, bari fasıktan gelen haberi araştırayım, inanmayayım, gözümle göreyim, kulağımla işiteyim” demesi gerekirken, bunu yapmıyorlar. Bunu yapmayınca ne olur? Müslümanın aldığı sevap on ise, milyon olur. Sevap kazandırma sebebidir bu varlıklar. Yani mutlaka hikmetle yaratılırlar. Mesela o olmazsa, o fasığın haberine inanan adamlar olmazsa, Müslüman daha az sevap kazanır. Müslümanın sevabını çoğaltan varlıklardır onlar, onun için onlar da hayırla, hikmetle yaratılırlar. Ama doğrusunu bilsinler diye anlatıyorum. Ahiret sorumluluğunu anlasınlar diye. Yoksa fayda getiriyorlar o yönüyle.” (Sayın Adnan Oktar’ın 25 Ocak 2010 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)

“Bu Zihniyetteki Bayanlar İslamiyet’in Hakimiyeti için Allah’ın Emrettiği İlmi Mücadeleyi Yapmazlar”

“Bu başörtüsü konusunda anlattığım şey çok önemli. Bak birçok dindar genç kız var. Geçenlerde de bir genç kız gelmişti, sürekli başı yerde, konuştum. “Allah yolunda cehd ediyor musun, tebliğ yapıyor musun?” dedim. “Yapmıyorum” dedi. İşte herhangi bir Müslüman gruba bağlantı; bu da yok dedi. Niye dedim. Ben dedi mutaassıp kızımdır, yani ben çok çekingen bir insanım dedi. Peki, zorun ne dedik, nedir hedefin? Evlenip dedi. “Bir yuva kurmak istiyorum” dedi. Çok kızdırıcı bir şey bu. Böyle bir ortamda oturup, ev kızı olmanın sırası mı? Sahabe hanımlar ev kızı mı olmuşlardı? Onlar bilmiyorlar mıydı mutaassıp aile, Hasan, Hüsnü Bey falan kelebek bıyık havalarını, değil mi? Onlar yapmadıklarına göre. Sahabe hanımlar, Müslümanların önünde, böyle yiğitçe, aslanca mücadele veriyorlardı. Hz. Ayşe Annemiz (r.a.), sohbet ortamları yapıyordu bütün sahabe kadınlara. Müşriklere de gidip tebliğ yapıyordu, Musevilere gidip tebliğ yapıyordu. Dünya güzeliydi, değil mi? Peygamberimiz (s.a.v.)’e aşık oldu. Allah’ın tecellisi olarak, evlendi. Ama hiç evinde durmuyordu, yani sürekli faaliyet halindeydi. Resulullah (s.a.v.) de evinde durmuyordu, o güzeller güzeli. Sürekli seferde, sürekli mücadelede, sürekli tebliğde. Değil mi? Müslüman böyle olur. Gitsen, kapıyı çalsan adam içeride, turşu gibi hep beraber, klan şeklinde oturuyorlar.” (Sayın Adnan Oktar’ın 30 Ocak 2010 tarihli Gaziantep Olay TV röportajından)

“Müslümanların Tebliğ Faaliyetlerini Kınarlar”

“Karşı taraf mesela tebliğ yapıyor, çalışma yapıyor, basına yansıyor olaylar. İşte hakaret görüyor bazı basın mensuplarından. Fitne çıkarıyorsun kardeşim diyor. Böyle şey olur mu diyor? Aklı başında mısın sen? Evleneceksin diyor, çoluğa, çocuğa karışacaksın. Çocuklarınla tebliğ yapman lazım diyor. Mesela ben bak diyor, iki tane kızım var diyor ya da bir tane kızım var diyor, onu yetiştiriyorum diyor. Tebliğ budur diyor. Tebliği Peygamber (s.a.v.) yapmış, senin ne haddine ya diyor. Tebliği, nereden çıkarttın sen diyor. “Emri bil maruf nehyi anil münker” (iyiliği emredip kötülükten sakındırmak), öyle bir şey yok diyor. O Peygamber (s.a.v.)’e has bir görevdir diyor. Onun görevi, evde pilav yemesi, tavuğun kemiklerini sıyırması, ondan sonra üstüne de kahve içmesi; görevi bu. Yani öyle gıcık bir görüntü oluyor ki tarifi yani tahayyülü mümkün değil, anlatamıyoruz da. Anlatılması da çok güç. Tabii iyi niyetli, saflığından yapanlar var. Onları tenzih ediyorum. Şimdi buradaki hata bu: Kendilerini kandıracak bir şeyler buluyorlar ve onunla vicdanlarını rahatlatmaya çalışıyorlar.” (Sayın Adnan Oktar’ın 31 Ocak 2010 tarihli Kanal 35 ve Kanal Avrupa röportajından)

Samimi Müslümanların Sahip olması gereken Ahlak

“Kuran Ahlakını Sadece Şekli Olarak Değil, Samimi Olarak Yaşamak Gerekir”

“Başörtüsü Kuran’da vardır. Başörtüsü Nur Suresi’nde de, Ahzab Suresi’nde de var. Bizim başörtüsüne bir sözümüz olması mümkün değil. Bizim kastettiğimiz ayrı. 1400 yıldan beri bu sabit bir hükümdür. Benim kastettiğim; başörtüsünü başına takıp ne namaz kılıyor, ne oruç tutuyor, ne başka ibadet yapıyor. Aksine dedikodu yapıyor, ahlaksızlık yapıyor, çıkarının peşinde oluyor. Böyle kafaları ben eleştiriyorum, anlaşıldı mı? Yoksa samimi, dindar insana benim ne sözüm olur? Mesela hadiste var. “70 bin kişi” diyor, “sarıklı, ahir zamanda deccale tabi olacaklar” diyor. Ben sarığa karşı olduğumdan değil, Resulullah (s.a.v.) de sarıklıydı. Başında sarık vardı. Ben de yıllarca başımda sarıkla namaz kıldım camilerde arkadaşlarımla, değil mi? 86’larda, 83, 84, 85, 86, 87’ye kadar hep sarıkla uzun, hem sünnete uygun olarak, belimize, sırtımıza doğru da sarkıtarak, topluca, herkes bilir, camilerde o şekilde namaz kılıyorduk biz. Benim sarığa karşı bir sözüm de yok. Camide, sokakta değil tabii, sokakta olmaz. Olmaz, çünkü kanunlarımıza göre olmaz inşaAllah. Sakal da sünnettir. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in sünnetidir. Ama bazılarının sakalı var, fakat tam sahtekar. Ne İslam’ın dünyaya hakimiyetini istiyor. Ne İslam’ı yüceltmek için bir gayreti var. İslam’ın dünyaya hakimiyetinden şiddetle kaçınıyor. Peki, ben bu adama ne diyeyim? Ne söyleyeyim? Nasıl susayım ben böyle bir insana karşı? Başörtüsü var ama akşama kadar dedikodudan başka bir şey bilmiyor. Varsa yoksa evlensin, başı açık olan kızlara karşı nefretle baksın. Sanki evliya oldu başıma. O başı açık ondan belki kat kat üstün, kıyası kabul olmayacak bir insan. Belki o başı açık olan cennete gidecek, o cehenneme gidecek. Dinde kibir, azamet, gurur olmaz. Güzel ahlaklı olacak, şefkatli olacak, merhametli olacak, sevecen olacak, insancıl olacak ve dedikodudan da kaçınacak.” (Sayın Adnan Oktar’ın 30 Ocak 2010 tarihli Gaziantep Olay TV röportajından)

“Müslüman Hanımlar Pasif Kalmamalı, Cesur, Şahsiyetli ve Atak Olmalı”

“İkinci olarak, Müslüman bayanların konumu; çünkü Müslümanların bir kısmı erkeklerden oluşuyor, bir kısmı kadınlardan oluşuyor ama kadınlar büyük bir yekun, yarı yarıya. Kadınların genellikle epeyden beri tavır olarak devreden çıkmış konumları oluyor birçoğunun, yani sen nesin deniyor? İşte, kadın olduğunu söylüyor. Görevin ne? Evlenmek. Öbür görevin nedir? Çocuk doğurmak, annelik o kadar. Başka? İşte o kadar, diyor. Olmaz öyle şey. Yani Müslüman kadın bununla sınırlanamaz. Bir kere Müslüman kadın cesur olacak bir, çok şahsiyetli olacak iki, atak olacak üç. Hatta erkekten daha cesur ve daha atak bir tavır içerisinde olacak. Çünkü kadınlar daha etkili oluyorlar tebliğde, konuşmada, İslam’ı anlatmada. Daha önemli oluyor konumları. Yani aşırı çekingenlik, içine kapalılık, böyle hayatın sosyal yönlerinden çekilmiş olmak kadına gitmez. Aklı başında bir ataklığı olacak.” (Sayın Adnan Oktar’ın 25 Ocak 2010 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)

“İslam’da Gruplaşma Olmamalıdır”

“Müslüman genç kızlar, dindar genç kızlar birbirlerini tanımıyorlar birçoğu. Grup taassubu ile görüşmüyorlar. Mesela o diyorlar falanca arkadaş grubu ile bağlantılı, ben falanca arkadaş grubu ile bağlantılıyım, ben görüşmem. Niye? İşte onlar şöyle, biz böyleyiz. Biz-siz mantığından dolayı bir katı ayırım mevzu bahis oluyor. Bu, çok yanlış. Mesela farz edelim Süleyman Efendi Hazretleri’nin talebeleri. Bunlar çok nezih insanlardır, çok değerli insanlardır, hanımlar da olsun, beyler de olsun, çok güvenilir insanlardır. Mesela gereksiz bir taassupla görüşmüyorlar bazen. Mesela farz edelim Nur talebeleri oluyor. Onlar da hatta kendi aralarında birbirleriyle bazen görüşmüyorlar. Yani çok katı bir çizgi içerisindeler, böyle sert ve sinirli bir çizgi içerisinde oluyor; bu da çok yanlış, değil mi? Mesela farz edelim Fethullah Hocamız’ı seven genç kızlar oluyor, kardeşlerimiz oluyor; çok güzel. Fakat Yeni Asya Gazetesi’ni okuyan o arkadaşların oluşturduğu bir grubu seven kişiler oluyor. Onlar da onlarla görüşmüyor. Bu, çok garip bir şey. Çok çok yanlış. Halbuki birbirlerini kardeş olarak çok iyi koruyup kollamaları, birbirlerini yemeğe davet etmeleri, sohbet etmeleri gerekir. Yani birbirlerine fikirlerini kabul ettirmekle uğraşmaları doğru değil. Yani her fikre saygı duymak lazım. Fikir ayrılığında oturup birbirini ikna etmeye çalışmak çok yanlıştır. Yani bir yerde bir Hıristiyanı da öyle zorla Müslüman etmeye çalışmak değil, samimi olarak Allah’ın varlığı, birliği anlatılır. Mesela Kuran’ın güzelliği anlatılır ama baskı yapılmaz. Yani tedirgin edilmez. Onun inancına da saygı duyulur, dinlenir, inşaAllah. Ama mesela cemaatlerin yahut işte arkadaş gruplarının fikir ayrılıklarında da baskı üslubu veyahut birbirleriyle oturup tartışma çıkartmaları, bunlar da çok yanlış. Hepsine saygı duyulursa gayet rahat kendi aralarında arkadaşlık oluşturabilirler yani görüşebilirler. Bu görüşememe, bağlantı kuramama güçlerini ciddi şekilde kırıyor.” (Sayın Adnan Oktar’ın 25 Ocak 2010 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)

“Müslümanlar Birbirlerinde Hata Bulmaya Çalışmak Yerine, İnkarcı Felsefelere Karşı Mücadele Etmelidir”

“Üçüncü sorun da, Müslümanların birbiri ile uğraşması, dedikodu yapması. Mesela evlerde hanımlar toplanıyorlar. Hanımlar dini sohbet toplantısı yaptık diyorlar. Başlıyor mahalle dedikodusu. Dır dır dır dır, işte şu cemaat şöyle, şu şahıs şöyle, şu kişi böyle. Kardeşim bunlarla vakit kaybedeceğinize, küfrü nasıl eleştiririz, Darwinizm’i, materyalizmi nasıl eleştiririz, bunun üzerinde dursana değil mi? İman hakikatleri anlatsana. Allah sevgisini, Allah korkusunu anlatsana. Müslümanlarla ne uğraşıyorsun? Bir avuç Müslüman var zaten. Mesela başka yerde bir toplantı oluyor, Risale-i Nur okunuyor, toplantı yapılıyor. Toplantı evvelinde başlıyorlar dedikoduya. Hepsini tenzih ederim, bazı yerlerde. Dedikodu yaptığı bir insanı, insan sevemez. Yani arkasından konuştuğu bir insanın, insan yüzüne bakamaz. Ne gerek kardeşim dedikoduya. Hepsi birbirinden güzel, tertemiz insanlar. Birbirlerinin hiçbir şekilde dedikodusunu yapmamaları lazım ve ılımlı ve sevecen bakmaları lazım, güzel göz ile bakmaları lazım, sevgi ruhu ile bakmaları lazım. Ancak Allah o zaman yardım ediyor. Bir de diyecekler ki, Ya Rabbi diyecekler, dünyaya nurunu hakim et. İslam’ı dünyaya hakim et ve bunu en kısa sürede yap. Bu yüzyılda yap, hemen yap demeleri lazım. Bunu dediklerinde, Allah’ın gücünü görecekler. Yani daha önce mesela hiç sözü edilir miydi vizelerin kalkması, İslam Birliği? Her gün Türk-İslam Birliği ile ilgili ciddi gelişme oluyor, her gün, her gün. Çok şaşırtıcı gelişmeler oluyor. Bakın iki yıl önce ben bunu söylemeye başladığımda, nereden çıkarttın diyorlardı. Yani şaşırdı millet, isterseniz bakın o döneme. Basınına da bakın o dönemin, hiç böyle bir söz ortada yoktu. Ama 2 yıl içerisinde 180 derece olaylar değişti.” (Sayın Adnan Oktar’ın 30 Ocak 2010 tarihli Gaziantep Olay TV röportajından)

“Müslümanın Canı Tatlı Olmaz. Müslümanlar Allah’a Kendilerini Tam Anlamıyla Teslim Etmelidirler”

“Diyor ki ben akşama kadar tesbih çekerim. Başörtüm de mükemmel diyor. Çok iyi de başörtüsünü sardım diyor, namazlarımı da muntazam kılıyorum diyor. Tamam da yani bunu herkes yapar. Sıcak evinin içerisinde 1 metre bir kumaşı bir kadın başına sarabilir. Sıcak evin içerisinde namazını da kılabilir. Bir genç de hem okuluna gider, istediği gibi okulunu bitirir, evlenir, işine gücüne bakar. Böyle bir Müslümanlık Kuran’da yok. Müslüman, Allah’a kendisini tam anlamıyla teslim edecek. Hayatın bütün sosyal yönlerinden çekilerek. Mesela Peygamber (s.a.v.) bütün yönüyle çekilerek Allah için hizmet etti, gayret etti. Mesela Peygamber (s.a.v.) bilmiyor muydu sıcak evinde oturmayı. Hicret etti. Hira mağarasına saklandı. Gitti yıllarca, Habeşistan’a kadar hicret etti. O yollar çok tehlikeli. O Afrika’nın kenarlarından geçtiler, en zor yollardan gittiler. Oradaki gençler 15-16 yaşında gençler Peygamber (s.a.v.)’le beraber hicret etti. Onlar da, ailesini bıraktılar. Orada öbür çocuklara dediler ki; siz çok akıllısınız, aferin size dediler. Bak siz ailelerinize çok sadıksınız, siz Hz. Muhammed (s.a.v.)’in peşinden gitmediniz dediler. Aile dediğin böyle olur, sen evcimen, namazında, niyazında aklı başında kızsın değil mi, tahsilin var, işin gücün var, ne işin var onların arkasından dediler ve bir kısmı gitmedi; kendilerini uyanık zannettiler. Ama sahabeler olan bu insanlar, Peygamber (s.a.v.)’in ashabı olan kimseler Peygamber (s.a.v.)’le beraber gittiler. Onlar dünya-ahiret saadetini kazandılar. Şu an onların toprakta izini bile bulamayız, değil mi? Ahirette karşılıkları sonsuza kadardır.” (Sayın Adnan Oktar’ın 27 Ocak 2010 tarihli Samsun Aks TV ve TV Kayseri röportajından)

“İnsanın Hedefi Herşeyin Üzerinde Allah’ın Rızasını Kazanmaktır”

“İnsanın hedefi; Allah’ın rızası, rahmetidir, her şeyin üzerinde Allah’ın rızasını kazanmaktır. Yani mesela ben de öyle istesem kendi evimde otururdum. Ne beni tutuklarlardı, ne hapse girerdim, ne aleyhimde basında bir yazı çıkardı, değil mi? Ne akıl hastanesine konurdum, ne böyle yargılanırdım. Hiçbir şey de olmazdı yani. Kendi halimde yaşardım ama sonunda da herhalde cehenneme giderdik Allah esirgesin. Onun için onu bir uyanıklık bilmek, anormal bir harekettir. Yani kendini feda eden, Allah rızası için gayret eden Müslümanları böyle zayıf akıllı görüp bu gibi dünyevi hedeflerde de kendini akıllı görmek, bilakis tam ters harekettir. Bunun böyle olduğunu ahirette görmüş olacaklar. Dünya hayatı çok kısadır. Biz buraya doğup, büyüyüp, üreyip ölmeye gelmedik; bu hayvanların vasfıdır. Yani doğar, büyür, ürer ve ölür. Hayvanın tarifinde bu vardır. İnsanın amacı bu değildir. İnsan doğar, Allah’a kul olur, Allah’ın rızasını kazanmak için gayret eder, Kuran ahlakını yaşamaya gayret eder, Allah rızası için kendini feda eder ve cenneti hedefler. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri saflığından veyahut az düşünmesinden dolayı 30 yıl hapiste yatmadı. O, 30 yıl hapiste yatarken, o çileleri çekerken, birçok aile namazını kılıp, orucunu tutup, kendi evlerinde hem ticaretlerini yaptılar, hem yemeleri içmeleri yerinde oldu, hem evlendiler. Fakat kendilerini aynı eşit kategoride görüyorlar. Bu böyle değil. Allah onlara tek tek bunları sorar. Yani Bediüzzaman’ın yaptığı, doğru olandır. Yani kendisini uyanık zannetmek bilakis tam uyanık olmadığını gösterir o insanın. Uyanık olan, Allah’a tam teslim olan insandır. değil mi?” (Sayın Adnan Oktar’ın 27 Ocak 2010 tarihli Samsun Aks TV ve TV Kayseri röportajından)

Uzun yıllardır İslam dünyasında yaşanan parçalanmışlığın ve Müslümanların dünyanın çeşitli bölgelerinde gördükleri şiddetin ve zulmün asıl nedeni; birtakım Müslümanların namaz kılmayı, oruç tutup hacca gitmeyi yeterli görmeleri, rahatlarına düşkün olmalarından dolayı fedakarlık isteyen faaliyetlerden uzak durmaları ve diğer Müslüman kardeşlerinin dünya çapındaki hiçbir sorunu ile ilgilenmemeleridir.

Müslümanlar, vicdanlı ve hüsn-ü zan sahibi insanlardır. En önemli özelliklerinden biri insanlar arasında hiçbir ayrım yapmamaları, insanları gruplarına, cinsiyetlerine, kültürlerine, sosyal statülerine veya başka bir dünyevi özelliklerine göre ayırt etmemeleridir. Her insanın takvasının derecesi, imanı ve Allah’a yakınlığı sadece Allah Katında bellidir. Bu nedenle Müslüman olduğunu, iyilerden olduğunu söyleyen biri için aksi bir yorumda bulunmak, Allah’ın müminlere yasakladığı bir tavırdır. “İman ediyorum” diyen her insana hüsn-ü zanla bakılır ve bir yardıma ihtiyacı olduğunda şevkle yardım edilir.

“Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah’a ve Resûlü’ne itaat ederler. İşte Allah’ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tevbe Suresi, 71)

“İnkar edenler birbirlerinin velileridir. Eğer siz bunu yapmazsanız (birbirinize yardım etmez ve dost olmazsanız) yeryüzünde bir fitne ve büyük bir bozgunculuk (fesat) olur.” (Enfal Suresi, 73)

İslam dininde insanlar hep sevgi ve barış dolu, insanların birbirlerine karşı anlayış gösterdikleri, huzurlu bir ortamda yaşarlar. Bu özelliklere sahip toplumlar ise her zaman için daha hızlı gelişebilir ve güç kazanabilirler. Ayrıca herşeyden önemlisi birlik ve beraberlik içinde hayır için çalışan insanlara Allah Katından bir yardım, bir destek ve güç verileceği müjdelenmiştir. Bu nedenle Allah bazı ayetlerinde müminlere birbirleriyle çekişmemelerini, yoksa güçlerinin gideceğini ve zayıf düşeceklerini hatırlatmıştır. Bu ayetlerden biri şöyledir:

“Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider. Sabredin. Şüphesiz Allah, sabredenlerle beraberdir.” (Enfal Suresi, 46)

“İşte onlar, hayırlarda yarışmaktadırlar ve onlar bundan dolayı öne geçmektedirler. Hiç kimseye güç yetireceğinden fazlasını yüklemeyiz; elimizde hakkı söylemekte olan bir Kitap vardır ve onlar hiçbir haksızlığa uğratılmazlar.” (Müminun Suresi, 61-62)

“Ey iman edenler, Allah yolunda adım attığınız zaman gerekli araştırmayı yapın ve size (İslam geleneğine göre) selam verene, dünya hayatının geçiciliğine istekli çıkarak: “Sen mü’min değilsin” demeyin. Asıl çok ganimet, Allah Katındadır, bundan önce siz de böyle idiniz; Allah size lütufta bulundu. Öyleyse iyice açıklık kazandırın. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan haberi olandır.”” (Nisa Suresi, 94)

“Müslümanların birbirlerini çok iyi koruyup kollamaları lazım. Cemaat taassubuyla, grup taassubuyla birbirlerinin aleyhinde bir tavır sergilememeleri gerekiyor. Ama ciddi anormallikler varsa tabii bu konuda eleştiri gerekir. Mesela İslam’ın dünya hakimiyetini durdurmaya yönelik bir çalışma çok vahim bir anormalliktir. Bunda sessiz kalamayız veya Kuran’ın bir hükmünü değiştirmeye çalışıyorsa bir insan bunda sessiz kalamayız. Ama bunun dışında birleştirici, dostluğu, sevgiyi, pekiştiren bir üslup içinde olmak gerekiyor.” (Sayın Adnan Oktar’ın 25 Ocak 2010 tarihli Adıyaman Asu ve Kral Karadeniz TV röportajından)