Gençlik bir toplumun geleceğidir. Gençliğini doğru bir temelde geliştirmeyen toplumlar yok olmaya mahkumdurlar. Bu ölçüt Alevi toplumu içinde geçerlidir. Geçerli olduğu içinde buna uygun strateji geliştirilmelidir. Salt belli coğrafyalarda değil, bütün insanlık için muazzam bir değer olan Alevilik inancı mutlaka yaşamalıdır. Alevi inancının yaşamsal olması ve evrensel bir inanç olarak bütün insanlığı kucaklaması içinde Alevi örgütlenmesinin önünde büyük görevler duruyor. Alevi gençliği ya örgütlenme içindeki tarihi rolünü oynayacak yada Alevilik inancı (plânlandığı gibi) marjinal düzeye indirilerek yok olacaktır. Aleviler bir dönüm noktasına girmiş bulunmaktadır. Alevi gençliği bu kritik dönemde Alevi toplumunun istemlerini yerine getirip önderlik kabiliyetini yaşama geçirmek yükümlülüğüyle karşı karşıyadır. Alevi gençliği istese de bundan kaçamaz / kaçmamalıdır. Alevi gençliğinin potansiyelini, zaaflarını, bilincini, hareket alanını ve sorumluluk düzeyini detaylandırmadan önce, Alevi toplumunun genel bir değerlendirmesini yapmak gerekmektedir. Alevi toplumuna bağlı olarak da dünyanın genel hatlarıyla bir siyasi, ideolojik, askeri, ekonomik, dini değerlendirmesini de eklemek gerekmektedir.

Sosyolojik açıdan inançlar değerlendirildiğinden, dinlerin bir üst toplumsallaşmayı gerçekleştirdikleri görülmektedir. Nitekim ilk tek tanrılı din olan Yahudilik, Mısır Firavunları’nın İsrailoğullarını büyük baskılar altına aldığı ve bu baskıların azami boyutlara ulaştığı dönemde ortaya çıktığı görülmektedir. Günümüzden binlerce sene önce Hz. Musa önderliğinde gelişen İsrailoğulları şu anda dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar ekonomik açıdan en rahat olan toplumların başında gelmektedirler. Bu ekonomik güç etkisini diğer alanlara da göstermektedir. Museviler yaptıkları lobi çalışmaları ile dünyanın en güçlü örgütlenmelerinden birini oluşturmaktalar. Yahudi inancından sonra ortaya çıkan Hıristiyanlık inancı da bir üst toplumsallaşmayı getirmiştir. Hıristiyanlık inancı da özünde baskılara, açlıklara, çirkefliklere bir cevaptır. Bunu isteyen istediği gibi algılamakta özgürdür. İster ilahi gücün bir emri olarak algılayın, isterse toplumsal gelişimin bir kuralı olarak. Her hâlükârda alternatif cevaptır. Daha sonraları -ki bu yaklaşık 400 yıldır- Hıristiyanlık inancı Roma İmparatorluğu’nun resmi devlet dini olunca, yani iktidar olunca bu defa tersinden bir toplumsallaşma yaşanmıştır. Bunda suç inançta değildir. Suç; iktidar hırsına yenilen ve inancı iktidar için bir araç haline getiren despot Roma İmparatorluğundadır. Nitekim daha sonraları Martin Luther’in öncülük ettiği akımda kendi doğruları doğrultusunda Hıristiyanlık inancına bir katkı olarak ortaya çıkmaktadır. Burada belirtmek istediğimiz inançların dünya dengeleri üzerindeki etkileri ve insanlaşmaya davetleridir.

Hz. İsa’dan yaklaşık altı asır sonra ortaya çıkan İslamiyet de böyle bir davetin sözcüsü, temsilcisidir. İslamiyet’in oluşum koşulları göz önüne getirildiğinde Arap toplumunun çok büyük trajedi yaşadığı görülmektedir. Son peygamber Hz. Muhammed bu dönemi cahilliye dönemi olarak değerlendirmektedir. O dönemde Arap toplumu putlara tapıyor, birbirini öldürüyor ahlaksızlığın en büyüğünü yaşıyordu. İşte Hz. Peygamber böyle koşullarda bir davet gerçekleştirdi. İnsanları Allah yoluna, doğruluğa, güzelliğe davet etti. Ama Arap toplumu öyle gözü dönmüş, öyle gafletteydi ki; sevgili peygamberi öldürmek, peygamberi olduğu dini karalamak için muazzam bir direnişe geçti. İşte günümüzde Alevilik olarak adlandırılan inançta o günlere dayanmaktadır. O dönemde -ki müthiş zorlukları olan bir dönemdi- Alevilik yoktu. Sadece İslam dini vardı.

İslam dini tek tanrılı son din olarak tarih sahnesine çıkmıştır. İslamiyet onun peygamberi Hz. Muhammed tarafından yayılmaktaydı. Burada küçük bir parantez açarak Hz. Ali’den de bahsetmek gerekmektedir. Hz. Ali peygamberin kuzenidir, -daha sonraları damadı ve soyunun sürdürücüsü-. Aynı zamanda ilk İslamiyet’i seçen kişidir. Yiğitlikte, bilgelikte, fedakarlıkta üstüne yoktur. Herkesin kabul ettiği bir gerçekse İslamiyet bu kadar gelişmiş ve taraftar bulmuşsa buna en büyük katkıyı (Hz. Peygamber dışında) Hz. Ali yapmıştır. Eğer günümüzü anlamak istiyorsak, tarihsel gerçeklikleri anlamak ve kavramak zorundayız.

İslamiyet, Hz. Ali’nin soylu mücadelesiyle müthiş bir gelişim sağlamaktaydı. Bu gelişim büyük bir trajedinin de başlangıcı oluyordu. Gelişen ve güçlenen İslamiyet bir çok putperest –ki bunların içinde azılı İslamiyet düşmanlığı vardı- Müslüman oluyordu. Sevgili peygamber bu durumu görüyor, onları her fırsatta uyarıyordu. Ama bunların gözünü iktidar hırsı bürümüştü. Bu hırsın ortaya çıkması fazla uzun sürmedi. Hz. Peygamberin vefatından sonra bu putperest ve despot çevreler hemen Ebubekir adındaki çapsız adamı halife seçtiler. Daha Hz. Peygamber sağ iken bu çevreler hep homurdanıyordu. Sevgili peygamber hiç bir çelişkiye mahal vermeyecek şekilde kendisinden sonra Müslümanların nasıl ve kimin tarafından idare edileceğini açık açık söylüyordu. Ama bu çevreler hiç bir sahabeyi dinlemiyordu. Sahabeye ne hacet kendileri bizzat Hz. Peygamberin sohbetlerinde bulunmuşlar ve Hz. Peygamber ne dediyse onaylamışlardı. Ama şimdi durum değişmişti. Bunlar zaten İslamiyet düşmanları idiler ve düşmanlık artık takiye gerektirmiyordu.

Bu çevrelerin iman için değil, iktidar için İslamiyet’i seçtiklerini yukarıda belirtmiştik. Bunların içten içe putperestlikleri devam ediyordu. Nitekim yaptıkları eylemler ve tutundukları tavır bunu açıkça göstermektedir. Bunlara karşın Hz. Ali İslamiyet’in temsilcisi ve gerçek anlamda inananıydı. Bu putperest çevreler bunu hazmedemiyor, Hz. Ali’yi her fırsatta karalamaya çalışıyorlardı. Hz. Ali Arap toplumunun o güne değin gördüğü en büyük savaşçıydı. Hz. Ali’nin üstüne savaşçı Arap toplumunda görülmemiştir. Hz. Ali bunca yiğitliğine ve savaşçılığına karşın bunlarla savaşmıyordu. Hz. Ali, araya nifak sokulmasın kan dökülmesin istiyordu. Hz. Ali böyle davrandıkça bunlar azıtıyordu. Aleviliğin oluşum koşulları böylece kendiliğinde, toplumsal bir zorunluluğun gereği olarak oluşuyordu.

Hz. Ali’yi ve davranışlarını doğru bulanlara, yaptıklarının haklı olduğuna inananlara Alevi denilmeye böylece başlandı. İslamiyet içindeki ayrılık böylece başlamış oluyordu. Ve bu ayrılık asırlardır büyük acılar yaşanmasına sebep oluyordu.

Hz. Ali’ye düşmanlık, peygambere düşmanlıktır. Hz. Peygamber bir çok hadisinde belirtmiştir: "Ali’yi sevmeyen beni de sevmiyordur". Eğer öyle olmasaydı bunlar peygamberin torunlarını öldürürler miydi? Peygamberin öz be öz torunu mu daha çok dini temsil ediyor, yoksa dünün putperest tüccar bezirganları mı? Bu soruyu her inançlı Sünni’ye sormak lazım. Bu büyük bir ikiyüzlülüktür. Sen her peygamberi andığında salavat getireceksin ama peygamberin torununu katledilecek, sen sesini çıkartmayacaksın. Bu ikiyüzlülük değil de nedir? Burada soruları derinleştirebiliriz. Her On İki İmamda şehit edilmiştir. Hiç biri vadesiyle Hakka yürümemiştir. Şimdi soralım; İslamiyet’i ilk benimseyen, bu uğurda her şeyini veren insan mı daha çok dindar, yoksa 40 yaşından sonra Müslüman olan birisi mi? Birileri belki bunlar tarihte kaldı bunlardan bize ne diyebilir. Ama eğer bu güne nasıl gelindiği bilinmek isteniyorsa bunlar bilinmelidir.

İslam’daki ayrılığın tohumlarını ekenler ve ardıllar tarih boyunca Alevi toplumuna büyük acılar yaşatmışlardır. İslam tarihi bir acılar tarihidir de.

Gelişip güçlenen İslamiyet bir çok eski kültürü ve yaşam tarzını da beraberinde getiriyordu. İslamiyet içindeki Ali düşmanları eski Arap geleneklerini İslamiyet adına kurallaştırıyorlardı. Buna karşın Ehlibeyt taraftarları ise bu gerici gelenekleri tanımıyordu. Ehlibeyt taraftarları tanıştıkları ve İslamiyet’e davet ettikleri toplumların kültürlerine büyük bir saygı duyuyorlar, olumlu yanlarını özümseyip, benimsiyorlar geri yanları ise törpülüyorlardı. Bütün bunlar zorla değil, Hak, Muhammed, Ali sevgisi ile gerçekleşiyordu. Diğer tarafta Ali düşmanları din adına büyük savaşlara giriyor, fethettikleri coğrafyalara zorla eski geleneklerini din adına dayatıyorlardı. Aslında bunların amacı Hak dini olan İslamiyet’i geliştirmek, insanları bu dine davet etmek değildi. Bunlar eski bezirgan alışkanlıkları gereği ganimet ve iktidar peşindeydi. Bir sevgi dini olan İslam`ı da bu emellerine alet ediyorlardı. Nitekim bu çapulcuların kurdukları devletler kısa bir dönem sonra iç kargaşalar ve taht kavgaları sonucu darmadağın oluyordu. Bu çevreler camilerinde Hz. Ali ve on iki İmamlara hakaret ve küfür ettiriyor, Ehlibeyt düşmanlığı geliştiriyordu. Bunlar sadece küfür ile sınırlı kalmayıp on iki İmamlar örneğinde olduğu gibi Aleviler üzerinde büyük katliam ve baskılar uyguluyordu. Bu baskıların sonucu Ehlibeyt birliği parçalanıyordu. Ehlibeyt taraftarları ya kendilerini gizliyordu ya da dağlara kaçıyordu. Ehlibeyt taraftarları tarihin bir çok yerinde şanlı isyanlar, ayaklanmalar gerçekleştirdiler. Bu isyanların başında da Eba Müslim Horasani’nin önderlik ettiği isyandır. Bu isyan sonucu kanlı Emevi devleti çökertilmiş, yerine Hz. Muhammedin amcasının adıyla anılacak bir Abbasi devleti kurulmuştu. Abbasi devleti yöneticileri ilk dönemde Alevi düşmanlığı yapmıyordu. Zaman içerisinde ise tam bir Alevi düşmanı olunuvermişti. Halbuki Abbasi devleti kuruluşunu Alevilere borçluydu. Bu durum Alevi tarihinde daha bir çok defalar tekrar olunmuştur. Bu da ayrı bir trajedi.

Yukarıda Ehlibeyt taraftarları arasındaki birliğin baskılar sonucu dağıldığını belirtmiştik. Bu dağılma Sünniler için de geçerlidir ama onlar bir çok noktada iktidar olmanın avantajlarını kullanıp ortak noktalar yarattılar. Ehlibeyt taraftarları ise ağır baskıların sonucunda bir çok konuda başkalaştılar. Bu başkalaşma zamanla Sünniliğe götürdü. Sünni olmayanlar ise Ehlibeyt özlerini korumakla beraber kendilerine yeni adlar buldular. Nitekim günümüzde dünyanın bir çok coğrafyasında Aleviler yaşamaktalar. Ama birbirlerinden habersiz. Bunun sonucu da ortak noktaların kaybı oluyor. Bu kaybı gidermek ve Alevi birliğini bütün dünyada gerçekleştirmek ve tekrar Aleviliği yaşamsal kılmak bugün Alevi gençliğinin yükümlülüğü ve sorumluluğudur. Bugün Anadolu da, İran da, Irak ta, Azerbaycan da, Balkanlar`da, Avrupa da, Avustralya da, Türkmenistan da, Fas ta, Suriye de, Ürdün de, Mısır da ve daha bir çok ülke ve coğrafyalarda Aleviler yaşamaktalar. Anadolu ve Balkanlardaki Aleviler kendilerini Bektaşi olarak tanıtmaktalar. İran’daki ve Pakistan’daki Aleviler kendilerini Şii, Suriye’deki Nusayri, Fas’takiler İmam Hasancılar ya da İsmailliler. Aslında Aleviler bütün coğrafyalarda farklı kimliklerle karşımıza çıkmaktalar. İşte farklılıktan çok ortak noktaları ortaya çıkarmak gerekiyor. Mesela on iki İmamlara bağlılık, Hak, Muhammed, Ali birliği ve sevgisi, Yassı Muharrem ve Kerbela ve daha bir çok nokta Alevi birliğinin gerçekleşeceği noktalardır. Şu an dünya konjonktürüne baktığımızda Alevi birliğinin salt inançsal değil siyasal olarak da dünya dengelerini oynatabileceğini görebiliriz. Bu ham bir hayal veya iyi niyetli bir istemden çok gerçekliğin öngörüsüdür. Dünya politik çevreleri bu gerçekliğin bilincindeler. Nitekim dünyayı yöneten sistemlerin Alevilere sempatisi boşuna değildir.

İslamiyet büyük bir potansiyel teşkil etmektedir. Bu sistemler potansiyelin içindeki çelişkileri kurcalamak ve kendi sistemlerine uygun çözümler geliştirmek amacındalar. İşte Aleviler bu çözümlerden kârlı çıkabilmek ve kaale alınan bir güç olmak istiyorlarsa -ki istemeleri gerekir- kendi lehlerine olan bu fırsattan yararlanmak zorundalar.

Aslında 21. yüzyıla, Alevi yüzyılı diyebiliriz. Daha doğrusu 21. yüzyıl Alevi yüzyılı olabilir. Bunun dış dinamikleri yukarıda da izah etmeye çalıştığımız gibi mevcut. Bütün sorun iç dinamiklerde. Yani Alevi birliğini gerçekleştirecek olan ve Aleviliği bütün insanlığa sunacak olan Alevilik bilinciyle donatılmış olan Alevi kadrolarındadır.

İnsanlık tarihi baskılar ve bu baskılara karşı geliştirilen isyanlarla şekillenmiştir. İslamiyet’in ortaya çıktığı ve geliştiği coğrafyalarda ise tarihi, baskılara ve zulümlere karşı direnen Aleviler şekillendirmiştir. Aleviliğin bugünkü şekillenmesine etkide bulunan faktörlerin başında bu aşağılanmışlık ve sürekli artarak süren baskılar gelmektedir. Acı bir gerçekte, bu baskıların ve aşağılanmaların günümüzde de yaşanmasıdır.

Miladi takvime göre Aleviler 1400 yıldır hemen hemen hep aynı sorunlarla karşılaşmışlardır. Aleviler ne kadar insancıl ve hümanist olmuşlarsa, karşıtları o kadar baskıcı olmuşlardır. Aleviler ne kadar eşitlikçi ve paylaşımcı olmuşlarsa, karşıtları o kadar despot olmuşlardır. Alevilerin her konuda ve olayda olduğu gibi tarihleri de çarpıtılmıştır. Alevi tarihi bütün insanlık için bir destan niteliğindedir. Bir Kerbela, Babailer, Şeyh Bedrettin, Pir Sultan Abdal destanları bütün insanlık için muazzam bir kazanımdır. Eğer bizlere bir takım sahte kahramanlar büyük insanlık kahramanı diye sunuluyorsa ve İmam Hüseyinlerden, Pir Sultanlardan, Bedrettinlerden habersizmiş gibi davranılıyorsa; bu Alevi tarihinin yok edilmek istendiğinin göstergesidir. Sünni devlet anlayışının tarihi çarpıtması ve onca çapsız, karanlık adamı insanlık kahramanı diye sunmasını doğal karşılarız. Ama sözüm ona tarafsız aydınlar ve araştırmacılar bunu yaparsa, bu büyük ayıptır. Bu ayıp bir toplumun muhteşem ve eşsiz destanını görmemektir. Bu ayıp hâlâ devam ediyor. Bu ayıbı gidermek, Alevi tarihini insanlıkla bütünleştirmek, Alevilerin ivedilikle yerine getirmesi gereken görevlerinden birisidir. Bu bir namus ve onur meselesidir. Eğer bundan yaklaşık 750 yıl önce Babailerin şiar edindiği "yarin al yanağından gayrı her şeyde paylaşım" ilkesi günümüz de daha çok anlam kazınıyorsa bu elbette bir onur meselesidir. Babailer bundan asırlarca önce binlerce sene öncesini görmüşlerdir.

Burada parantez açarak, solcular ve Aleviler arasındaki ilişkiyi tahlil etmek zorunlu hale gelmektedir. Zorunludur çünkü bu ilişki Alevilere zarar vermiştir/vermektedir. Kabul ediyoruz. Felsefe olarak Aleviler ile sol düşünüş birbirlerine çok yakındır. Solcuların iyi niyetli olduklarına da inanıyoruz. Ama iyi niyet, Alevilerin ezilmemesine yetmiyor. Sol hareket 68’lerden günümüze en çok tabanı Alevilerde bulmuştur. Bu doğaldır da, doğal olmayan solcuların ağır yenilgiler almaları ve Alevilerin imhası ile sonuçlanması. Birde sol hareketin kaba materyalist yaklaşımı ile Alevi gerçekliğinin inkarı. Diyelim ki, sol hareket herhangi bir İslami coğrafyada bir devrim yaptı. Bu devrimden en çok faydalanacak olan yine Sünniler olacak. Neden mi? Nedeni oldukça basit; çünkü devrim sırasında bir çok insan ölüyor, bunlarda Alevi olduğuna göre, Aleviler ölecek ve devrim gerçekleşecek. Bütün Aleviler devrim için (uğruna) öldüğü için, devrimin sefasını Sünniler sürecek. Kaldı ki sol hareket tarihsel yenilgiler almıştır. Sol hareketin kadroları ve tabanı Alevi olduğu için en çok Aleviler ölmüştür. Sünniler ise ekonomik, siyasi ve örgütlülük açısından en güçlü dönemlerini yaşamışlardır. Solculara göre Aleviler mezhepçilik yapıyormuş! Peki Alevilerin Aleviliği yaşaması suç mu? Onlara göre gerici mezhepçilik, dolayısıyla suç. Peki Sünniler, onlar dindar Müslüman ve devrimde kazanılacak kesimler. Aleviler gerici mezhepçi oluyor, Sünnilerse dindar. Bu da büyük bir haksızlık ve ikiyüzlülüktür. Sol hareket Alevilerin doğal müttefikidir. Ama Alevi gerçekliğini kabul etmek şartıyla.

Amacımız burada Alevi tarihini bütün boyutlarıyla belirtmek değil. Alevi tarihi başlı başına ciltler dolusu bir niteliktedir. Bizim buradaki amacımız; çarpıtılan Alevi tarihinin hiçte çarpıtıldığı gibi olmadığını belirlemektir. Ayrıca Aleviler tarihleriyle övünecek kadar tarihleri şanlı ve şereflidir. Alevi karşıtlarının iddia ettiği gibi Aleviler çapulcu ve sapık bir mezhep mensupları değildir.

Tarihin de kanıtladığı gibi Alevilik bir bütün olarak bütün insanlık için kazanımdır. Alevi inancı insanidir. İnsanın mutlu ve huzurlu yaşaması için davettir. Bu gerçeklik eninde sonunda kabul görecektir. Şimdiden bir çok aydın Alevi inancını araştırmaya başlamıştır. Önümüzdeki yıllarda her renkten, ırktan, coğrafyadan insanlar kendilerini Alevi olarak görürlerse buna şaşılmamalıdır. Bunun için geç bile kalınmıştır. İşte şimdi bu geç kalınmayı hızlandırmak önümüzde görev olarak durmaktadır. Ya bu görevi yerine getireceğiz yada köşemize çekileceğiz. Bunun ortası yok. Eski tarz ve alışkanlıklarımızla yaklaşırsak inanca saygısızlık etmiş oluruz. Milyonlarca insanın kanı ve emeğiyle ortaya çıkmış olan bir inanca saygısızlık etmek kimsenin hakkı değildir. Neden Alevi inancına hizmet etmeyelim ki? Bir Budist Budizme, Sünni Sünniliğe, Katolik Katolikliği hizmet ediyor da neden bir Alevi Aleviliğe hizmet etmesin? Alevi olmak, Alevi inancına hizmet etmek suç değildir. Nasıl ki herhangi başka bir inançtan insan inancına hizmet ediyorsa, Alevilerin de Aleviliğe hizmet etmesi hakkıdır. Aleviler bu doğal haklarını kullanmak zorundalar. Ayrıca Alevi inancına hizmet etmek başka bir inanca düşmanlık etmek değildir. Birileri bilinçli olarak Alevi inancını basitleştirmeye çalışıyor. Sanki Alevi inancının gelişmeye, yaşamaya hakkı yok. Oysaki diğer inançlardan inananlar inançlarını geliştirmek için akla gelecek ve gelmeyecek metotlar geliştiriyorlar. Din insan hayatını daha doğru anlamlandırılması için bir davettir. Eğer dünyada inançlar yok olurlarsa o zaman Alevilik inancı da yok olsun. İnancın insan üzerindeki etkisi gittikçe artıyor. Bu demektir ki; Alevilerin de Alevi inancını etkin hale getirmeleri en tabii haklarıdır. Tekrar açıkça vurguluyoruz ki; Aleviliği yaşamsal kılmak başka inançlara düşmanlık değildir.

Alevi gençliği kendisine böyle bir hedef koymalıdır.Alevi gençliği kendisini kültürel-sanatsal faaliyetlerle ve içi boş tartışmalarla yıpratmamalıdır. Elbette tartışma ve kültür çalışmaları önemlidir. Ama bütün bunlardan önce Alevi gençliği kendisini Alevilik bilinci ile donatmalıdır. Alevi örgütlenmesindeki kadroların hedefleri net, bilinçleri berrak ve ufuklarının geniş olması gerekmektedir. Maalesef şu anki mevcut örgütlenme ihtiyaca cevap vermemektedir. Belki bunda içinde bulunulan dönemin zorlukları vardır ama asıl sorun birilerinin Alevi örgütlenmesini kendi çıkarı doğrultusunda kullanması yatmaktadır. Alevi örgütlenmeleri bütün eksiklik ve yetmezliklerine rağmen birer değerdirler. Bu değerler birilerinin egosu tatmin olsun diye yaratılmadı. Bu değerler Alevi toplumunun ihtiyaçlarına cevap olsun diye tarih sahnesine çıktılar. Buradan yola çıkarak Alevi önderliğine talip olanlar bu görevlere hazır olup olmadıklarını bir kez daha düşünmek durumundalar. Bir çok kimsenin kabul ettiği gibi artık Alevi örgütlenmesini basamak yapmak isteyenler karşılarında Alevilik bilinci ile donatılmış Alevi gençlerini bulacaklardır. Alevi gençliği “X, Y” partisini fikirlerini Alevi örgütlenmesine taşımak isteyenlere izin vermeyecektir. Bu Alevilerin hakkıdır.

ALEVİ ÖRGÜTLÜLÜĞÜ

Gençlik örgütlenmesi daha geniş kurumlar yaratacak olan kadroların ilk durağıdır. Gençlik örgütlenmesi kendisini Alevilik ve gençlik özüne uygun olarak kurumlaştıracaktır. Alevi inancının derinliği ile gençliğin enerjisini bütünleştirerek bir çok soruya ve soruna cevap olacaktır. Misyonu da budur. Gençlik zorluklardan ve sorunlardan kaçmak yerine çözüm üretmelidir. Gençliğin yığınla sorunu var. Ama bu sorunlar çözülmez değil.. Bir çok gencin düşünsel ve yaşamsal sorunları var. Bu sorunların çoğu Aleviliği yaşamamaktan kaynaklanıyor. Bir çok Alevi asgari düzeyde Aleviliği bilmiyor. Aleviliği bilmediği için de zorlu hayat mücadelesinde sorunlarla karşılaşıyor. Eğer asgari bir şekilde Alevilik bilinci olsa sorunları çözer. Ama bilinç olmadığı için sorunların çözümünü başka araçlarda arıyor. Nitekim hapishanelerde, gençlik evlerinde, batakhanelerde binlerce Alevi genci var. Bu tabii ki binlerce senenin getirdiği sorunların neticesidir. Alevi gençliği kendisini kuşatan yüz binlerce çembere rağmen bir çıkış bulacaktır. Bütün bunlardan yola çıkarak önerilerimizi somutlaştıralım.

1.) Alevi gençliği hedeflerini belirlemek zorundadır. Alevi gençliği önüne somut hedefler koymalıdır. Bu hedefler iki türlü olabilir: Birincisi uzun vadeli hedefler, ikincisi kısa vadeli.

2.) Bu hedeflere ulaşmak için strateji geliştirmeli, stratejiye hizmet edecek taktikler devreye sokmalıdır.

3.) Alevi gençliği (özellikle de yöneticiler ve yönetici adayları) kendisini başta Alevilik olmak üzere her konuda yetkinleştirmelidir. Örneğin dünyadaki siyasal sistemleri, globalleşmeyi, çevre sorunlarını, kültür-sanatı, etnik çatışmaları ve daha bunlara benzer insanoğlunu uğraştıran sorunlarla ilgilenmeli, Alevilik penceresinden bakarak çözümler üretmelidir.

4.) Alevilik penceresinden bakarak ürettiği çözümleri insanlara sunmak için iletişim araçlarından mutlaka yararlanmalıdır. Örneğin Alevi gençliğinin sorunlarını ele alan bir yayın periyodik olarak mutlaka çıkmalıdır. "İmkanlar kısıtlıdır şu kadar eksiğimiz var" gibi argümanların arkasına saklanmamalıdır. En büyük eksiklik beynimize bağladığımız zincirlerdir. İnternet mutlaka devreye sokulmalıdır.

5.) Alevi gençliği örgüt disiplinine bağlı kalarak eleştiri geliştirmelidir. Önyargılardan uzak ve iyi niyetli bir şekilde eleştiriye yaklaşılmalıdır.



Aslında bu liste sayfalar dolusu olarak sıralanabilir. Biz bütün bunlara gerek kalmadan istemlerimizi ve gözlemlerimizi özlü bir şekilde belirtmek istedik. Önyargıdan uzak bir şekilde değerlendirileceğine inanıyoruz.