porno escort diyarbakır iskenderun escort
Sayfa 13/15 İlkİlk ... 3789101112131415 SonSon
150 sonuçtan 121 ile 130 arası

Konu: dini sohbet

  1. #121
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Bu Gün Yeniden Ölümü Hatırla

    Ölüm...

    Aslında çok uzak gibi durmasına rağmen en yakın gerçek...

    Hepimiz, her an onunla yüzleşmek durumundayız. O, yani ölüm, işlerinizin yoğun ve bir sürü meşgaleniz ve yapmanız gereken, yetiştirmeniz gereken çok acil, önemli işlerinizin olduğu bir Pazartesi günüde yakanızdan tutabilir. Ya da güzel ve huzurlu bir hafta sonu geçirmeyi düşünür, bekler ve hazırlanırken de...

    Belki peşinden koştuğumuz türlü Dünyalıklara ulaşamadan da... Ve özellikle emellerimize de ulaşamadan ecel bizim ensemizden muhakkak tutacak...

    İnsanı, ebedi mekanı olan ahiretten ve yaradanı Allah'dan en çok uzaklaştıran, unutturan ve nisyana sürükleyen Dünya hayatının zıddı olan ölümü unutmamak ve onu hatırlayarak nefsimize gem vurmak için; bu başlık altında her gün ölümü hatırlayalım inşallah, her gün saniyelere sıkışmış bir tefekkür ile bile olsa ölümü analım

  2. #122
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Namaz

    Bilmiş ol ki namazda huzur ve huşunun şart olduğunu emreden pek çok deliller vardır. Yüce ALLAH şöyle buyuruyor: “Beni anmak için namaz kıl.â€1 Bu emrin zahiri vücuttur. Gaflette bulunmak zikre tes düşer. Bütün namazları gaflet ile geçen bir insan, namaz da ALLAH’ı nasıl hatırlamış olabilir? Yüce ALLAH yine şöyle buyuruyor: “ Ve gafillerden olma.â€2 Bu ayeti celile yasaklamadır. Ve gafletin haram olduğunu bildirmektedir. Başka bir ayette şöyle buyurulur: “Ta ki dediğinizi (okuduğunuzu) bilene kadar namaza yaklaşmayın.â€3 Bu ayet-i celile, sarhoşun namaza yaklaşmaktan men edilmesinin sebebini bildirmektedir. Tamamen dünya düşünce ve vesvesesiyle namazını kılan kimse de aynı hükümdedir. Çünkü o da bu gaflet içinde olduğu için ne söylediğini, hatta kaç rekât kıldığını bile unutur. Peygamberimiz(sav) şöyle buyurmuştur: â€Namaz ancak zillet ve tevazudur.†Yine Peygamberimiz(sav): “ Nice namaza kılanlar var ki, onların namazdan nasibi, yorgunluk ve zulmetten başka bir şey değildir.â€4 Hiç şüphesiz bu ifadeyle gafillerin namazını kastetmiştir. Hadiste bildirildiği gibi namaz kılan kimse, Rabbine münacat etmektedir. Gaflet ile söylenen sözlerin münacat olmayacağı meydandadır. Bunun açıklaması şöyledir: Mesele insan zekâtını gafletle verse de, yerine gelmiş olur. Çünkü o gerçekte isteğe aykırı ve nefse ağır gelen bir ibadettir. Oruç ta bunun gibi, gerçekte ALLAH’ın düşmanı olan şeytanın dostu ve aleti olan nefsin gücünü ve boş arzuları kıran bir ibadettir. Gaflet ile olsa bile yine bu faydayı sağlar. Hac da aynı şekilde ağır ve yorucu bir ibadettir. Haccın gereklerini yaparken, kalp ister hazır olsun ister olmasın, nefse elem veren mücahede kendiliğinden hâsıl olur.

    Namaza gelince; namazda ancak zikir, kıraat, kıyam, rükû, sücut ve kuud vardır. Zikir ALLAH’u Teala ile karşı karşıya geliş ve ona münacat gizli bir yalvarış ve anlaşmadır. Çünkü namazın iki amacı vardır: Bu amaçtan biri muhavere, diğeri münacattır. Mide ve şehvet oruç ile, beden hac zahmeti ile, kalp sevdiği maldan ayrılıp zekat vermekle imtihan edildiği gibi, dili de ses ve harf ameliyle imtihan etmektir.

    Bu kısımda şüphe yoktur. Zira gafletle söylenen boş laflar dolayısıyla olan imtihan, amel imtihanı değil, belki bunda gözetilen harflerdir. Gönüldeki anlamı kalıba dökmeyen harfler konuşma sayılmaz. Gönüldeki anlamı harflerin ifadelendirmesi de ancak kalp huzuru ile olur. Gafil kişi:
    “Bizi doğru yola hidayet et.†Demekle bunun bir yalvarış ve dua olduğunun bilincine varmazsa neyi istemiş olabilir? Hele bunu alışkanlık haline getirdikten sonra, dilini hareket ettirmekte ne güçlük vardır? İşte zikirlerin hükmü budur.

    Şüphe yok ki, okuma ve zikirden maksat, hamdetmek, övmek, yalvarmak ve dua etmektir. Burada muhatap olan şüphesiz ki ALLAH’tır. Kalbi gaflet perdesi ile örtülü olduğu halde manen ALLAH’u Teala’yı görüp müşahede etmeden ve muhatabından gafil olarak, dilini yalnızca adet olsun diye hareket ettirmek, kalbi cilalandırmak, ALLAH’u Teala’nın zikrini tazelendirmek ve iman bağını güçlendirmekten çok uzak kalır. İşte zikir ve okumanın hüküm budur. Kısacası, zikir ve kıraatteki bu özelliklerin inkarı mümkün değildir.

    Rüku ve sücuda gelince: bunlardan amaç, hiç şüphesiz ALLAH’ı ululamaktır. Eğer gafletle yapılan rüku ve sücudun ta’zim olduğu kabul edilseydi, önünde put olduğunu bilmeden secde eden kimsenin puta ta’zim etmiş sayılması veya duvar ardına secde edenin duvara ta’zim etmiş olması caiz olacaktı. (Bunlar ta’zim sayılmayacağına göre gafletle yapılan secde de ta’zim sayılmaz.) Bunlar ta’zim sayılmayınca da ortada beden hareketinden başka bir şey kalmaz. Kendisiyle imtihan kasdedilen meşakkatten sonra dinin direği sayılan, iman ile küfrü ayıran, hac ve diğer ibadetler üzerin takdim edilen, yalnız bunun terk edilmesiyle öldürülmesi vacip olan namazdan bir şey kalmaz.

    Görüşüme göre namazın taşıdığı bu ehemmiyet, yalnız zahiri bir ibadet olması bakımından değil, belki, buna münacat olmasını da eklemek lazımdır. Oruç, zekat, hac ve benzeri ibadetler üzerine takaddüm eden, bu münacattır. Hatta serveti harcamak demek olan kurbanlar üzerine takaddüm eden yine bu takvadır.
    Nitekim yüce ALLAH şöyle buyurur:
    “Onların (kurbanların) ne kanı ne de eti ALLAH’a ulaşır. ALLAH’a ulaşan ancak sizin takvanızdır.†Yani kalbimizi kaplayıp sizi emre uymaya sevk eden sıfattır. Bizden istenen eğer buysa, hareketlerinde bir ehemmiyet olmayan namazda hüküm nasıl olur? İşte bu anlattıklarımız, mana bakımından namazda kalp huzurunun şart olduğuna delildir.

    Ebu Talip Mekke’nin Kut’ül-Kulub’undan geçen ve Süfyan-i Sevri’den naklettiğine göre, Bisr İbn Haris: “Huşu ile kılmayan kimsenin namazı fasiddir.†Demiş v eHasan-ı Basri’den “Huzursuz kılınan namazın, sevaptan çok ukubete sebep olduğu†rivayet edilmiştir. Yine Muaz İbn Cebel: “Kılarken sağında ve solunda olanları bilmeye çalışan kimsenin namazı namaz değildir.†Diye rivayet etmiştir. Peygamber efendimiz:

    “Çok kimseler var ki, kıldığı namazın altı da, hatta onda biri de kendisi için yazılmaz. Ancak bilerek huzur ile kıldığı kısım yazılır.†Buyurmuştur. Basralı Abdülvahid b. Zeyd şöyle demiştir: “Kul için, ancak bilerek huzur ile kıldığı namazın sevabının olduğu konusunda alimler birleşti.†Vera’ sahibi olan fakihlerden buna benzer sayılmayacak kadar çok rivayet vardır. Bu hususta doğru olan, şer’i delillere müracaat etmektir. Hâlbuki kalp huzurunun şart oluşundaki deliller ortadadır. Şu kadar var ki, zahiri teklifte fetva, halkın kusurları nispetinde takdir edilir. Fetva makamı için bütün namazda kalp huzuru şart koşmak mümkün değildir. Halkın çoğu tam bir kalp huzurundan acizdir. Buna ancak bazı kimselerin gücü yeter. Bu zaruret nedeniyle, namazın tamamında kalp huzurunu şart koşmak mümkün olmazsa tamamen terk de edilemez. Hiç olmazsa az bir kısmında kalp huzurunun bulunması zarureti vardır. Bununla beraber, gaflet ile kılan, hiç olmazsa zahiri fiile başvurmuş, bir an olsun kalbini hazır kılmıştır. Nasıl böyle olmasın, abdestsiz olduğunu unutup namaz kılan kimsenin abdestsiz olması hasebiyle ALLAH katında namazı batıl iken, kusuru ve özrü nispetinde de olsa amelinin mükâfatını alıyor. Bu ümit ile beraber bir lahza olsun kalbi hazırlayan ile tamamen terk eden elbette bir olamaz. Bununla birlikte fukahanın gafletiyle de olsa sıhhatine fetva verdikleri hükümlere kimse muhalefet edemez. Yukarı da işaret edildiği gibi bu, fetva zaruretindedir. Namazın inceliklerine vakıf olan kimse, gafletin ona zıt olacağını bilir.

    Kısacası kalp huzuru, namazın ruhudur. Bunun en az derecesi de tekbir anındaki huzurdur. Artık bundan da azı olursa helak demektir. Ne kadar çoğalırsa namazın cüzleri arasına ruh da o kadar yayılır. Nice hareketsiz diriler var ki, onlar ölü hükmündedirler. Yalnız iftitah tekbirinde huzur olup, diğer bölümleri gaflet ile geçen namazda son nefeslerini yaşayan hasta gibidir. ALLAH’u Teala’dan güzel yardımlar isteriz.

  3. #123
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Sen Beni Duyuyormusun!


    Bir anda uykudan kalktim
    çok ilginç bir ışık gördümama odanın ışığı kapalıydı
    bir baktım saat 3:30 gece facirvakti
    peki gördüğüm bu kadar ışık nerden
    -----
    birden şaşırıp kaldım baktım ki elimin yarısı duvarın içinde
    hemen elimi çıkardım korku içinde oturup elime bakıyordum
    tekrar elimi duvara dogru uzattım yine elim duvarın içine giriyordu!!!!!!!!

    --
    bir gülümseme sesi duydum
    Yüzümü kardeşime dogru çevirdim, yatıyordu
    korku içinde yatağımdan kalkıp kardeşimi uyandırmaya gittim
    ama cevap vermedi
    annemin odasına doğru gittim
    babamı uyandırmaya çalıştım

    birilerinin bana cevap vermesini istiyorum ama kimse cevap vermiyordu
    annemi uyandırmak üzereyken, baktım ki annem uykudan uyandı
    uykudan uyandı ama benimle konşmuyordu
    ---
    bismillahirrahmanirrahim diyordu ve tekrarlıyordu
    babamı uyandırdı, kalk kalk bir bakalım çocoklara dedi annem
    şimdi zamanımı bırak uyuyayim yarın ola hayr ola dedi babam
    ama annemin israrı üzerine babam kalkıverdi şaşkınlık içerisinde beraber odamıza doğru geldiler

    ---
    başladım bağırmağa, anne, baba ama hiç birisi cevap vermiyordu!!!
    annemin elbisesini çekiyor beni dinlemesini istiyordum ama annem beni hissetmiyordu!!!
    başladım annemin arkasından yürümeye ta bizim odaya kadar

    odamıza girdi ve ışıkları açıverdi
    ama benim için fark etmiyordu çünkü benim için her taraf ışıktı

    tam o sırada çok ilginç bir şeyle karşılaştım
    ---
    kendi vücüdumu gördim!!!

    evet kendi vücüdumu
    oturup kendi kendimi seyredıyordum, iki taneydim
    kendi kendime soruyordum kimdir bu acaba? Nasılda bana benziyor!!!
    başladım kendi kendimi uyandırmaya, bu kabustan kurtulayım diye
    ama uyanamadım
    ---
    babam dedi ki bak yatıyorlar işte hadi yerimize gidelim
    ama annem sakin olamadı ve benim uyuduğum yatağa doğru gelerek
    beni uyandırmaya başladı kalk muhammed kalk bana cevap ver
    ama cevap veremiyordu!!!
    bir kaç defa uğraştı ama yok. Birden baktım ki babamın gözlerinden yaşlar dökülüyor
    o babam ki şimdiye kadar onun göz yaşlarını görememiştim
    bağırışmalar başladı oracık yerden .. kardeşim uyandı ve sordu ne oldu?
    annem ona bağırarak, abin muhammed olmüş çok acıklı bir şekilde ağlıyordu

    ---
    bağırmalar fazlalaştı
    anneme giderek, anne ağlama ben burdayım bak bana!!
    ama kimse bana cevap vermiyordu, neden?
    oturup bağırmaya başladım, burdayım bakın işte

    ama kimse cevap vermiyordu
    başladım bağırmaya ya rabbi, ya rabbi ne olur beni bu rüyadan ve olduğum durumdan kurtar

  4. #124
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Cennetle Müjdelenen On Sahabe

    1 – Hz. Ebu Bekir2 – Hz. Ömer
    3 – Hz. Osman
    4 – Hz. Ali
    5 – Hz. Sad Bin Ebi Vakkas
    6 – Hz. Zeyd Bin Sabit
    7 – Hz. Talha Bin Ubeydullah
    8 – Hz. Zübeyr Bin Avvam
    9 – Hz. Ebu Ubeyde Bin Cerrah
    10-Hz. Abdurrahman B. Avf

  5. #125
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Kitapsız bir toplum....

    KİTABI VE PEYGAMBERİ OLMAYAN BİR TOPLUM: JAPONLAR

    Bizde gündeme getirip tartışan yok ama, Batı dünyası, hele de Katrina kasırgasının ardından yaşadıklarını unutmayan Amerikalılar şaşkınlıkla izliyor Japonları.

    Aslında en çok bizim üzerinde düşünüp tartışmamız lâzım.
    O kadar büyük bir felâket yaşadılar, görüntülerde başı kesik tavuk gibi sağa sola saldırırcasına koşuşan yok.
    Salya sümük ağlaşıp "Nerede devlet ? Yardım isteriz, şunu isteriz, bunu isteriz" diye cazgırlık eden yok.
    Yardım dağıtım noktalarına saldıran yok.
    Raflarında çok sınırlı miktarda mal kalmış olduğunu bilmelerine karşın dükkânlar önündeki kuyrukları bozup da cam çerçeve kırarcasına kapılara saldıran da yok , yağmalamanın görülmemesi ,
    Katoliklere ait bir web sitesinde Japonlar Hristiyan olmamasına karşın nasıl bu kadar ahlâklı olabiliyor ? sorusu ortaya atılmış. O soruyu sormak Hristiyanlara mı düşer ? Sorsak biz sorarız.
    Gerçekten, peygambersiz ve kitapsız Japon toplumu nasıl bu kadar üst düzey insanî nitelikler gösterebiliyor ?
    Bir uzmanın açıklaması şöyle:
    Japon ahlâkı, günah ve günah anlayışından kaynaklanan korkuya değil, çevreden utanma temeline dayanır.
    Örf ve Ananeye dayalı asla vazgeçmedikleri aile terbiyesi .
    Ahlâklı olmak için asgariden bir adet peygamber bir adet de din kitabı gerekmediğini uygulamalı olarak ispatladılar.


    Alıntıdır...

  6. #126
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    En Hayırlı Nesil

    Sahabi arkadaş/dost olmak anlamına gelen sohbet/suhbet kelimesinden müştak bir kelime. Bunun için muayyen bir ölçü yok, 'sahabi' az ya da çok başkası ile birlikte olan herkese şamil. Bu yüzden; 'falanca ile bir yıl, bir ay, bir gün ve hatta kısa bir an beraber oldum' derken sahibe/beraber oldu fiili kullanılır. Kelimenin sohbet çerçevesinde kazandığı geniş anlam, günün belli bir anında Allah Rasulü (s.a.v.) ile birlikte olan kişiyi de içine almaktadır.

    Sahabi olmanın ve de o duruş üzere kalmanın “nasıllığı†ulema indinde farklı mütalalara neden olmuştur. Muhaddislere göre; Allah Rasülü’nü (s.a.v.) müslüman olarak bir defa gören kişi sahabidir. Fakat O’nu (s.a.v.) mümin olarak görenin iman üzere ölmesi şarttır.[1] Sahabi olma şerefine nail olan, ardından irtidat eden sonra tekrar müslüman olan fakat yeni halinde Allah Rasülü’nü (s.a.v.) göremeden ölenler tarifin dışında kalırlar. Bu yüzden Kurre b. Meysere, Eşâ€™as b. Kays gibi bir ara irtidata irtikap edenler Ebu Hanife ve Şafi’ye göre sahabi kabul edilmezler.[2] İrtidat ameliyesi kişinin bütün amellerini iptal ettiği gibi sahabi olma payesini de alır-götürür.[3]

    Allah Rasülü’nü (s.a.v.) görmenin nasıllığı ile ilgili mülahazalar şu çerçevededir: Kişi bizatihi O’nu (s.a.v.) görmeyi kast ediyor, ya da başkası vesile oluyor, bizzat O’na (s.a.v.) bakıyor, ya da hedefinde başkasını görmek varken gayri ihtiyari olarak bakışları O’na (s.a.v.) alıyor.[4] Eğer bütün bu bakışların öncesinde iman varsa “gören†kişi sahabi kabul edilir.

    Allah Rasulü’nü (s.a.v.) görmek, “O’na (s.a.v.) mülaki olmak†anlamında değerlendirilmelidir. Zira İbn Ümmi Mektum gibi Efendimiz’i (s.a.v.) dünya gözü ile göremeyenler de tereddütsüz sahabidir.[5] Sağını solunu birbirinden ayırabilen veya “sözü anlayıp karşılık verebilecek†derecede bir dirayete malik olan çocuklar da sahabidir.[6]

    Ebu Zueyb El-Hüzeli gibi O’nu (s.a.v.) ölümle defn arasında görenler yaşarken görme bahtiyarlığına eremediklerinden sahabi kabul edilmezler.[7]

    Ez cümle sahabi; Allah Rasulü’nü (s.a.v.) , risalet vazifesinin başlangıcından Ezeli ve Ebedi dostu olan Allah Teala’ya irtihal edişine kadar devam eden süreç içerisinde mümin olarak gören ve o hal üzere vefat eden kişidir.

    Melekler Sahabe midir?

    Allah Rasulü’nü (s.a.v.) mümin olarak gören ve o hal üzere ölen “herkes†zarfında insandan başka kimler var? Hz. Cebrail bazen asli suretinde bazen de Dihyet-i Kelbi hüviyetinde O’nunla (s.a.v.) görüşmüştür. Görüşme aşikar olduğuna göre melekler de sahabi midir?

    Bütün zamanları ibadete ayarlı olan ve bu yüzden nafile ibadet yapmaya dahi zaman bulamayan meleklere peygamber gönderilip gönderilmediği, gönderildi ise Allah Rasulü’nün (s.a.v.) ashap kadrosuna dahil olup-olmadıkları ihtilaflıdır. Fahruddin Razi “Esraru’t-Tenzil†adlı eserinde risaletin melekleri bağlamadığı noktasında icmanın olduğunu nakletmektedir. Fakat icma olduğuna itiraz edenler de vardır. Takiyyuddin Sübki Allah Rasulü’nün (s.a.v.) meleklere de gönderildiğini söylemektedir.[8] Fakat tercih edilen, risaletin meleklere şamil olmadığı görüşüdür.

    Cinlerin Durumu

    Peygamberlere vahyedilen hakikatler cinleri de bağlar. Çünkü insanlar gibi mükelleftirler. İrade ve ihtiyarları vardır. İbadet için yaratılmışlardır: “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.â€[9] Öldükten sonra diriltileceklerdir. İsyankar olanları cehennemde cezalandırılacaktır.[10]

    Cinlerin varoluş gayeleri Allah Teâla’ya ibadet etmektir: Neye ve nasıl iman ve ibadet edeceklerini ise peygamberlerden öğrenmişlerdir: “Hani cinlerden bir grubu, Kur’an’ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik. Kur’an’ı dinlemeye hazır olduklarında (birbirlerine) ‘susun’ demişler, Kur’an tamam olunca da uyarıcılar olarak kavimlerine dönmüşlerdi. Ey kavmimiz! dediler, doğrusu biz Musa’dan sonra indirilen, kendinden öncekini doğrulayan, Hakka ve doğru yola ileten bir kitap dinledik. Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.â€[11] Bu ayetler bir çok açıdan cinlerin mükellef olduklarına işaret etmektedir:

    * Allah Teâla cinleri Kur’an’ı dinleyip iman etmeleri, emirlerini uygulayıp yasaklarından sakınmaları için Allah Rasulü’nü (s.a.v.) dinlemeye yöneltmiştir.

    * Cinler, Kur’an’ı dinlediklerini, anladıklarını ve O’nun doğruya ulaştıran kitap olduğunu kabul ettiklerini haber vermektedirler. Onların bu beyanı Musa’yı (a.s), O’na indirilen Kitabı, Kur’an’ın Tevrat’ı tasdik ettiğini ve dosdoğru yola ilettiğini bildiklerini göstermektedir.

    * Allah Rasulü’nü (s.a.v.) görüp, Kur’an’ı dinleyen cinlerin milletlerine; “Ey kavmimiz! Allah’ın davetçisine uyun.†diye çağrıda bulunmaları, mükellef olduklarına, haber verdiklerini doğrulamak, emrettiklerine de itaat etmek suretiyle Allah Rasulü’nün (s.a.v.) davetine müsbet karşılık vermekle emrolunduklarına delalet etmektedir.[12]

    Cinlerin tamamının mükellef olduğu, bir kısmının Allah Rasulü’nü (s.a.v.) dinleyip iman ettiği[13] dikkate alındığında içlerinde sahabi vardır. Çünkü Hz Rasulullah (s.a.v.) insanlara olduğu gibi cinlere de gönderilmiştir: “Alemlere uyarıcı olsun diye kulu Muhammed’e Furkan’ı indiren Allah, yüceler yücesidir.â€[14] Bütün müfessirler cinlerin de ayette geçen ‘âlem’ kapsamına girdiği noktasında icma etmişlerdir.[15]

    “Kalk uyar.â€[16] ayeti mutlak olduğundan akıl sahibi bütün canlıları kapsar. Cinler de bu bağlamda değerlendirilir. Çünkü onlar içerisinde de sefihler, cehenneme girecekler vardır.

    İbn Hazm bu noktada şunları söylemektedir: “Allah Teala cinlerden bir grubun iman ettiğini, Hz. Rasulullah’tan (s.a.v.) Kur’an dinlediğini ve içlerinde faziletli sahabilerin yer aldığını bizlere bildirmektedir.â€[17]

    Ne var ki pozitivizmin gücüyle sarsılan bazı modernistler cin bahsinde bir takım garip te’villere giderek “cin†gerçeğini çarpıtmışlardır. Kainatta olan her şeyde sebep-sonuç prensibinin hakim olduğunu iddia eden Ahmed Han bu noktada pozitivizme öylesine teslim olmuştur ki; beş duyunun algı sahasına girmeyen her şeyi reddetmiştir. Melekleri insandaki sezgisel bilişin, sudaki akışkanlık ve taştaki katılık gibi yaratılmış nesnelerin hususiyetleri olarak te’vil eden Ahmed Han[18] Kur’an’ı Kerim’de geçen “cin†kelimesinin kapsamı hakkında da şunları söylemiştir: “Cin kelimesi beş yerde ‘can’la aynı anlama gelmekte ve bunlar şer, hastalık ve diğer olumsuzlukların yansımaları olarak anlatılmaktadır. Diğer yerlerde geçen “cin†kelimesinden ise çöllerde, tepelerde ve ormanlarda yaşayan yabani insanlar kastedilmektedir.[19]

    Modernizmin Mısır ayağında yer alan Muhammed Abduh da cinlerle alakalı Ahmed Han’ınkine benzer mütalalar serdetmiştir. Mücize ve keramet gibi harikulade, melek ve cin gibi de gözlem alanına girmeyen varlıkları te’vil ya da reddeden modernistlerin etkin ve de yeni olanlarından Muhammed el-Behiy “Ahkaf†ve “Cin†sürelerinde geçen cinlerle alakalı şunları söyler: “Bunlardan, Medine’den Mekke’ye gelen ve kimse görmeden Allah Rasülü’ne (s.a.v.) iman eden insan topluluğu kastedilmektedirâ€[20]

    Allah Teâla’nın te’vile imkan vermeyecek bir dille yarattığını ifade ettiği, mükellef olduklarını belirttiği, Hz Rasulullah’ı (s.a.v.) görüp ondan Kur’an dinlediklerini bildirdiği ve bu dinleme neticesinde içlerinde mü’minlerin olduğunu izhar ettiği cinlerin varlığı bedihi bir hakikattir. O halde insanlar arasında olduğu gibi cinler içerisinde de bir çok sahabi vardır.

    Sahabinin Kim Olduğunu Tayin Etmede Ölçü

    Sünnetin saf haliyle sonraki kuşaklara taşınması mühim meselelerin en üst sırasında yer almıştır. Hadislerin naklinde görev alan ravilerin kim olduğunu tesbitin ehemmiyeti konu ile alakalı hususi bir disiplinin doğmasına sebep olmuştur. Hadis rivayet eden kişinin adalet ve zapt yönü bütün yönleriyle incelemeye alınmıştır. Raviler zincirinin ilk halkasında yer alan sahabenin kim olduğu ve nasıl tesbit edileceği hadisle alakalı diğer meselelerden daha fazla önemsenmiştir. Bu noktada farklı mülahazalar öne çıkmıştır. Neticede bir kişinin sahabe olduğu şu esaslardan biriyle tesbit edilmiştir:

    * Tevatür Yolu: Yalan üzerine birleşmeleri adeten mümkün olmayan bir cemaatin kendilerinden önceki bir başka cemaatten yaptığı nakille kişinin sahabi olduğunu rivayet etmesidir. Bu, usuller içerisinde en kamil olanıdır. Hz. Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali başta olmak üzere cennetle müjdelenen on kişinin (Sa’d b. Ebî Vakkas, Said b. Zeyd, Talha b. Ubeydillah, Zübeyr b. el-Avvâm, Abdurrahman b. Avf ve Ebu Ubeyde b. Cerrah -radıyallahu anhum-) sahabi olduğu tevatür yoluyla sabittir.

    * İstifâza Yolu: Kişinin sahabi olduğu tevatür derecesine ulaşmayan bir şöhretle bilinebilir. Dımam b. Sa’lebe ile Ukâşe b. Mıhsan’ın –radiyallahu anhuma- sahabi olduklarının tesbiti gibi.

    * Şahadet Yolu: “Şahs-ı vahidin tezkiyesi makbuldür.†Kaidesinden hareketle herhangi bir sahabi veya tabiinin “falancanın Rasulullah (s.a.v.) ile musahabesi vardır†demesi ile de kişinin sahabi olduğu tesbit edilebilir. Mesela Hz Ömer’in devri hilafetinde Ebu Musa el-Eşâ€™ari komutasındaki askerler içerisinde yer alan Hümeme b. Ebi Hümeme ed-Devsi Isfehan’da ishal hastalığından vefat etmişti. Ebu Musa el-Eşâ€™ari Hümeme hakkında; “Vallahi Efendimiz’den (s.a.v.) Humeme’nin şehit olacağını işitmiştim.†dedi. Bu ifadeden Hümeme’nin –radiyallahu anh’ın- sahabi olduğu anlaşılmıştır.

    * İkrar Yolu: Kişinin adaletinin sübutu ve Allah Rasulü (s.a.v.) ile aynı zamanda yaşama imkanının mevcudiyeti aşikar olur, sonrada sahabi olduğu tarafından itiraf edilirse ikrarı kabul edilir. Yani bu durumdaki bir kişinin sahabi olduğuna hükmedilir. İkrarın kabül edilebilmesi için kişinin en geç hicri 110 tarihinde vefat etmesi gerekir. Çünkü sahabe asrı hicri 110’da son bulmaktadır. Bu tarihin tesbiti, vefatından bir ay kadar önce Allah Rasulü’nün (s.a.v.); â€œİşte bu geceyi görüyorsunuz ya, bundan sonra geçecek yüz senenin başında bugün yeryüzünde olanlardan hiç kimse kalmayacaktır.â€[21] hadisinden hareketle belirlenmiştir.[22]

    Kimlerin sahabi olduklarının tesbiti noktasında kudretli allameler tarafından bir çok çalışma yapılmıştır. Bunlar içerisinde en mühim olanı, ashabın isimlerini, terceme-i hallerini ve rivayette tek kaldıkları hadisleri gösterebilmek için müstakil olarak telif edilen “Tabakat†literatürüdür. Bu sahada ilk defa müstakil eser veren kişi ise Muhammed b. İsmail Buhari (ö. 256) dir. Zamanla bu alanda geniş hacimli eserler vucüt bulmuştur. Halef selefin eserlerini ikmal etmiştir. Muahhar muhaddislerden İbn Abdi’l-Berr’in (ö. 463) el-İstiab’ında 3500, İbn Esir’in (ö. 630) “Üsdü’l-Ğabeâ€sinde 7554, İbn Hacer Askalani’nin (ö. 852) “el-İsabeâ€sinde ise 12279 sahabi mevcuttur. Ne ki bu rakamlar ashabın yekünuna nisbetle oldukça azdır. Çünkü ashabın yekünü ile alakalı 40 ila 120 bin arasında farklı rakamlar rivayet edilmektedir. Fakat Tabakat müelliflerinin gayretli çalışmalarıyla Allah Rasulü’nden (s.a.v.) tek bir tane de olsa hadis rivayet eden hiçbir sahabinin terceme-i hali ihmal edilmemiştir.

    Hadis allameleri bin bir meşakkate göğüs gerip kimin sahabi olduğunu tesbit ettiler ve eserlerinde gösterdiler. Öncelikli gayeleri ise, Retene-i Hindi (ö. 632) gibi yalanda şöhret bulanların hezeyanlarını, sahabi kisvesi altında Allah Rasulü’ne (s.a.v.) isnat etmelerine mani olmaktı.

    ASHABIN ÂDALETİ

    Hz Osman’ın şehadetiyle başlayıp Cemel, Sıffın muharebeleriyle devam eden olaylar ashabın üç farklı duruş almasına neden oldu: Hz Ali’yle birlikte olanlar, Hz Osman’ın yanında yer alanlar ve uzlete çekilip hadiselere karışmayan büyük çoğunluk. Bir tarafta yer alsın ya da almasın ashabın tamamı Ehl-i Sünnet alimlerinin icmaı ile âdil kabul edilmiştir. Hz Osman ya da Hz. Ali safında olan sahabenin tarafgirliğin verdiği hamasi duygularla birbirlerini cerh edici ifadeler kullanmaları ise, muharebe sürecinde sarf edilen fuzuli sözler bağlamında değerlendirilmelidir.

    Taraf Olan Sahabilerin Âdaleti

    Sıffın’da yer alan her iki tarafta bir gayeye mebni olarak saf tutmuştu. Hz Ali hadisenin çözümlenmesinin zaman alacağını biraz beklenilmesi gerektiğini söylerken, Hz. Muaviye cenahı suçluların hemen cezalandırılmasını talep ediyordu. Her iki tarafta zahirde birtakım delillere dayanmaktaydı. Farklı mülahazalar hadisenin çözümünde iki müçtehidin birbirine zıt hükümlere ulaşmalarına neden oldu. Fakat, her ikisi de içtihat etmişti. İçtihadında isabet edemeyene de bir sevap verildiğine göre Hz Muaviye ya da onun tarafında yer alan ashabı tenkit etmek, onların rivayet ettiği hadislere itibar etmemek, daha da ileri giderek “Bu hadiseler taraf olan ashabın adalet sıfatını ortadan kaldırmıştır.†demek, insaftan yoksun bir yaklaşım olur.

    İctihadı gereği karşısında yer alanları “baği†olarak gören ve bu yüzden onlara karşı güç kullanmak zorunda kalan sahabi ile ictihad zarfı içerisinde Kur’an ve Sünnet’i hevasına göre tevil eden anlayışı bir görmek ve netice itibariyle her ikisine de aynı hükmü vermek uçmadaki müşterekliğinden dolayı kartalla sineği aynileştirmek gibi olur.

    Hz. Muaviye ya da Hz. Ali’den hangisinin tarafında yer alırsa alsın Ehl-i Sünnet alimlerinin Kur’an ve Sünnet’in tevsiki ile adil kabul ettikleri ashabı Efendimiz’den (s.a.v.) rivayet ettikleri hadisler üzerinde tahrif, tağyir veya benzeri bir tasarrufta bulunmakla itham etmek en basitinden Kur’an’ı anlamamaktır. Ayrıca Allah ve Rasulü’nün (s.a.v.) kesin bir dille adil olduklarına işaret ettiği ashabın adaletini sorgulamak ne kadar yanlışsa onların bu nevi makalelerle adalet vasfını kazanacaklarını düşünmek de o kadar hata olur. Bu babtaki bütün çalışmalar mevcut doğruyu daha yüksek bir tizden duyurmaktan ibarettir. Bir anlamda büyük bir şöhret içerisinde meçhulu yaşayan hakikatin perdesini kaldırmaktır.

    Kur’an “Sahabe Adildir†Diyor

    Sahabe kadrosuna dahil herkes mutlak manada adildir. Yalan ya da yanlış onların hayatında ne bin ne de bir şubesiyle vardır. Hayatları Allah Teala’nın rızasına ayarlı ve de o rıza ile çepeçevre kuşatılmıştır. Böyle bir bünyeye harici unsurların girmesi ne mümkün. Hudeybiye’de “Semre†ağacının altında akdedilen “Rıdvan Biatı†Rıza-i İlahi’nin tahakkuk ettiğini bizzat bildirmektedir: “Andolsun ki o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur.â€[23] O’nun razı olduklarına yalan isnat edilir mi ya da yalanla hemhal olan birisinden Cenab-ı Hakk’ın razı olması düşünülebilir mi? Kureyşâ€™e karşı ölünceye kadar savaşacaklarına yemin eden nurdan kadronun ilahi beraatıdır bu ayet.

    Allah Rasülu (s.a.v.) buyuruyor ki; “Bedir ve Hudeybiye’ye tanıklık edenlerden hiç birisi Cehenneme girmeyecektir.â€[24] Şia’nın ta’n ettiği Hz. Ebu Bekir’den Hz. Ömer’e, Hz. Zübeyir’den Hz. Talha’ya tam bin dört yüz sahabi var Hudeybiye’de…

    â€œİşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitler olmanız, Rasül’ün (s.a.v.) de sizin üzerinizde bir şahit olması için sizi orta (dengeli) bir ümmet kıldı.â€[25] Allah Rasülü’nün (s.a.v.) ashabı söz, amel ve iradede milletlerin en hayırlısı ve adilidir. Bu yüzden kıyamet günü peygamberler lehine onların ümmetlerine karşı şahit olmayı hak etmişlerdir.[26] Eğer adil olmasalar, adaleti kuşanmasalardı Cenab-ı Hakk onları diğer ümmetlere karşı şahitler yapmazdı.

    “Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten men eder ve Allah’a inanırsınız.â€[27] Müminlere ait bu hitaba sahabe herkesten daha çok layıktır. Çünkü iyilikleri emredip kötülüklerden men’ettikleri bedihi bir hakikattir.

    “(İslam’a girme hususunda) öne geçen ilk Muhacirler ve Ensar ile onlara güzellikte tabi olanlar var ya, işte Allah onlardan razı olmuştur, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. Allah onlara, içinde ebedi kalacakları, zemininden ırmaklar akan cennetler hazırlamıştır. İşte bu büyük kurtuluştur.â€[28] Cenab-ı Hakk’ın razı olduğu ve bu rızanın gereği olarak cenneti hazırladığı Ashab-ı Kiram’ın adaletini sorgulamak, Kur’an’ın beyanına itibar etmemek anlamına gelir. Hangi mümin böyle bir ameliyeye cüret edebilir?! Ya da İslami hassasiyet böyle bir ameliyenin neresinde duracaktır.

    “İman edip de Allah yolunda hicret ve cihad edenler; (muhacirleri) barındıran ve yardım edenler var ya, işte gerçek müminler onlardır. Onlar için mağfiret ve bol rızık vardır.â€[29] Cenab-ı Hakk hicret ve dinine yardım ederek imanlarını ispat eden ashabı cennetle müjdeleyerek imanlarını onayladığını belirtmiştir.[30]

    “Allah uğrunda O’na yaraşacak şekilde cihad edin. Sizi O seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (olduğu gibi). Peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için, O, gerek bundan önceki kitaplarda gerekse bu (Kur’an’da) size müslümanlar adını verdi.â€[31]? Allah Teâla ashabı, uğrunda cihad etmek için seçti. Rasullerden sonra insanlık tarihinin en faziletlileri oldular. Allah’ı tek mabud olarak tanıdılar. Dilleri, kalpleri, aşkları, iradeleri hasılı topyekün mevcudiyetleriyle O’na yaklaştılar. Allah Onları kul, dost ve sevgili edindiği gibi onlar da Allah’ı bütün mevcudata tercih ettiler. Aşırı sevgi ve merhametinden dolayı Allah onlara dinde hiçbir zorluk çıkarmadı.[32]

    Hakkı yüceltmeleri için seçilen ashabın adaletini tartışmaya açmak -haşa- Cenab-ı Hakk’ın seçimde isabet edemediğini gösterir ki, böyle bir yaklaşımın temelinde Kur’ani bakışa itiraz vardır.

    (Rasülüm!) De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.â€[33] Onlar bütün mevcudiyetleriyle Allah Rasülü’ne (s.a.v.) uydular, Onunla hicret ettiler, yan yana durup düşmana karşı savaştılar, Semre ağacının altında O’na (s.a.v.) biat ettiler. Ne, nasıl yapılması gerekiyorsa öyle yaptılar. Hz Rasulullah’a ittiba etmelerinin karşılığında Allah Teâla’nın sevgisiyle mükafatlandırıldılar. Madem mümin Allah’ın sevdiğini sevmek, buğzettiğine de nefret etmekle memurdur peki niçin ashaba ta’n edilir. Allah Rasulü (s.a.v.) buyuruyor ki; “İmanın alemeti Ensar’ı sevmek; nifakın ki ise O’na buğz etmektir.â€[34] Bu hadis ashabın ileri gelenleri dahil tamamı hakkında geçerlidir.[35] Buna göre ashabı istisnasız sevmek mahza imandan, buğzetmek ise mahza nifaktan kaynaklanmaktadır.

    Ez cümle Kur’an diyor ki ashab adildir. Sonraki kuşakların onları ta’dil etme ameliyelerine muhtaç değillerdir. Bu noktada yapılan bütün çalışmalar bir manada sahih mirasın tekrarından ibarettir. Bununla birlikte söz konusu ayetler nazil olmamış olsaydı yine de onların Allah yolunda yaptıkları cihat, İslam’ın değerlerini yüceltebilmek için can ve mallarını seferber etme hasletleri, anadan yardan geçecek derecede teslimiyetleri, adaletlerine delalet etmeye yeterdi.

  7. #127
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Hazm meselesi

    Hadi biraz düşünelim, şu hayatın yakıcılığından ve monotonluğundan uzaklaşalım…



    Ne o ? düşünecek haliniz kalmadı mı ? Canınız mı sıkıldı ? Ne için ?


    Son seanstaki düşük endeks mi canınızı sıkan, yoksa kuru toprağa düşen bir şehidin, rüzgarda savrulan kapkara saçları mı ?


    Gülüşünüzün yarım kalmasına sebep verdiği için seyrettiğiniz yukarıdaki video mu ?


    Oysa; Onlar da yıllardır gülmüyorlar…


    Onlar da, yıllardır siz kardeşlerinden gelecek olan desteği bekliyorlar.


    Bir ilaç tanesi üzerine sinmiş hali ile beraber gelecek olan sıcacık sevgiyi susuz dudakları ile bekliyorlar…


    Gülmeyi değil ama, en azından gözyaşlarının dinmesini, dindirilmesi uğrunda atılacak bir tek taş parçasının sizin eliniz ile atılmasını bekliyorlar…


    Zalimin paletleri altında ezilirken, bir tankın ağırlığı ile insan nefsinin kendine yaşattığı ağırlığın paradoksunu çözmeye çalışıyorlar. Son nefesini şehadeti ile teslim ederken, hangisinin ağır olduğunu bilemediğinden olsa gerek, gözleri açık gidiyor…


    On aylık bir bebek, babasına; henüz baba dahi diyemeden, şehadeti mırıldanmayı öğreniyor önce bebek dilinde…


    Yaşlı nineler ve dedeler gözyaşlarını avuçlarına doldurup amin derken, yüzlerine gözyaşı dolu avuçlarını sürerken, iman edenlerin kardeşliğine olan inancını, gelecek olan yardımın çok yakın olduğuna olan inancını tazelemeye çalışıyor…


    İsimleri bazen Cahar, bazen Ahmet Yasin, bazen Rantisi olarak geçiyor gazete sayfalarında. Çokca da şehadet konulu haberlerin 1 gün sonra unutulacak isimsiz kahramanları olarak, örneğin Mustafa olarak…


    Yaşadıkları bölge bazen Çeçenya, bazen de Filistin olarak çarpıyor unutkan gözlerimize…


    Gelinliklerini ve damatlıklarını kefen yapıyorlar bedenlerini örtmek için, şehadetlerini de ruhlarına örtü için ilmek ilmek işliyorlar iman gergefinde…


    Gençler kalem yerine namluyu kavramayı öğreniyor, cılız ellerinin, uzun parmaklarının soğuk çelik karşısında yaşattığı hüznü kavrarken…


    Dünyanın dikkatini yaşadıkları zülme çekmek gibi bir dertleri yok, Müslüman kardeşinin göndereceği duanın kabul makamında onay almasını bekliyorlar pür dikkat !...


    Ne o ? yoksa dua etmeye de gücünüz kalmadı mı ? Yediğiniz yemek, şöyle tatlı bir tehavet, yarı uykulu bir ağırlık mı verdi eşsiz ve mükemmel bedeninize ?


    Bolu’dan Çeçenistan’a giden Mustafa da yediklerinden dolayı tatlı bir rehavete girmiş. Canına yandığımın herifi ! nasıl hazm ettin 17 kaleş mermisini.


    Soda tavsiye ediyorum sevgili Müslüman kardeşlerim sizlere ! Aynı zaman da kendime. Hazm için ! Halen yutkunabiliyorsanız, halen yutkunabiliyorsam…



    Selam olsun sana Mustafa’m. Şehadetin mübarek olsun dostum. İlk defa, seni düşünürken üzülmedim sana.


    “İnned dini andallahil İSLAM !â€

  8. #128
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Vahiy İki Kısımdır

    1. Zahir vahiy:

    Bu da üçe ayrılır.
    a) Melek lisanıyla gelen, kulakla algılanan ve Allah’tan geldiği kesin bilinen vahiy. Bu kısım Kur'an vahyidir.

    b) Kelamsız, melek tarafından yapılan işaretle Hz.Peygamber'e (sav) açıklanan vahiydir.

    c) İlhamdır. Bu da, Resulullah (sav)’ın kalbinin en ufak bir kuşkuya mahal kalmayacak şekilde ilahi te’yide mazhar olmasıdır. Onun kalbine bir nur doğar, meselenin hükmü açıkça belli olur.

    2. Batınî vahiy:

    Buna “ma yüşbihu’l-vahy†diyen Serahsi, Resulullah’ın (sav), re’y ve içtihadı sonucu ulaştığı hükümler olduğunu söyler. O’nun hata üzere bırakılmaması, devamlı vahyin kontrolünde olması gibi hususlar, bu kısımdan olan hükümleri de vahiy mesabesinde kılmaktadır. Ümmetten diğerlerinin içtihadı ise, yanılma ihtimallerinin olması ve bu yanılmalarının vahiyle düzeltilme imkanı bulunmaması sebebiyle Hz. Peygamber (sav)'ın içtihadı mesabesinde değildir.

    Serahsi’nin bu açıklaması neticede Hz. Peygamber (sav)’ın bütün davranışlarının vahye dayandığı O’nun tashihinden geçtiği anlamına gelmektedir. Zira, Hz. Peygamber (sav)’ın davranışı veya sözü ya doğrudur, ya da yanlıştır. O'nun (sav) hayatı boyunca düzeltilmişse tamam, zaten tashih olur. Aynen kalmışsa onun doğru olduğu ortaya çıkar. Zira yanlışın Allah tarafından devam ettirilmesi mümkün değildir.

    Şatıbi ise şöyle der:

    Hadis ya saf Allah’tan gelen bir vahiydir, ya da Hz. Peygamber (sav) tarafından yapılmış bir içtihattır. Ancak bu durumda onun içtihadı Kitap ya da sünnetten sahih bir vahye dayandırılmış ve onun kontrolünden geçmiştir. Hz. Peygamber (sav)’in içtihadında hata yapabileceği görüşü benimsense bile, o asla hatası üzerinde bırakılmaz, derhal tashih edilir. Sonunda mutlaka doğruya döner. Dolayısıyla ondan sadır olan hiçbir şeyde hata ihtimali yoktur.

    Bu ifadelerden hareketle denilebilinir ki, sünnetin tamamı vahiydir, diyenler ifrat etmiş olmuyorlar. Zira, neticede sünnetin tamamı vahyin kontrolünden geçiyor, ya ibka ediliyor ya da tashih ediliyordu. Yani vahyin kontrolüne girmemiş bir uygulamanın varlığını kabul edemeyeceğimize göre netice olarak hepsinin vahye dayandığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Ancak sünnetin tamamının vahye dayandığını söylerken bununla Rasulullah (sav)’ın devrinde tesbiti yapılan ve bize kadar sahih olarak gelen sünnetler olduğu bilinmelidir.

    4. Vahyi takriridir

    Sünnet’i tarif ederken bir kısmının da takriri sünnet dediğimiz, Hz. Peygamber (sav) huzurunda yapılıp da gördüğü veya duyduğu halde susması veya tasvip buyurmasıdır. Yani Ashabı Kiram gerek önceki Cahiliye döneminden kalma bazı uygulamaları, gerekse kendi anlayış ifadeleri olarak yaptıkları konuşma, davranış gibi hususlardan birini Hz. Peygamber (sav), gördüğünde veya duyduğunda onları bazen düzeltiyor, bazen değiştiriyor, bazen da seslenmiyordu. Ashabı Kiram O’nun bu susmasını tasvip olarak değerlendiriyordu. Zira ümmetin yaptığı bir hatayı aynen bırakması, Hz. Peygamber (sav) adına uygun olmazdı. Bu sebeple O’nun susmaları bile o fiil veya sözün yanlış olmadığı anlamına geliyordu.

    Ashab (r.a), Hz. Peygamber (sav)’ın kontrolünde olduğu gibi, Resulullah (sav) da İsmet sıfatının bir gereği olarak, devamlı vahyin kontrolü altındaydı. Dolayısıyla O’nun hatasının düzeltilmeden bırakılmayacağı ve bu uyarının da geciktirilmeden hemen yapılacağı bilinmelidir. Bu özelliğiyle Hz. Peygamber (sav) bütün insanlardan ve içtihada ehil olanlardan ayrılmaktadır.

    Daha peygamber olarak görevlendirilmeden önce bile bazı davranışlarından dolayı ikaz edildiği bilinmektedir.

    Bir defasında, Kureyş çocukları ile oyun oynarken izarını çıkarıp taş taşımak istemiş, ancak bu durumdan şiddetle menedilmiştir. Yine zemzem kuyusunun tamiri için amcası Ebu Talib’e yardım maksadıyla izarını çıkarıp üzerine taşı koymak istemiş, fakat baygınlık geçirmiştir. Kendine geldiğinde ise, üzerinde beyaz elbise olan birinin örtünmesini istediğini söylemiştir.

    Vücudunun görülmesi uygun olmayan hususlar için muhafaza edildiği gibi, o günün toplumunda görülen bazı nahoş uygulamalardan da korunmuştur. Kendi ifadesiyle, düğün gibi yerlerde yapılan oyun ve eğlencelere bakmak istemiş, ancak onları duyamamış ve uyuya kalmış, ondan sonra da peygamberlikle vazifeleninceye kadar kötülüğe bulaşmamıştır.

    Henüz peygamber değilken ve ümmetine ve insanlığa örnekliği kesin olarak belirtilmemişken, böyle koruma altında olan bir zatın, bütün yönleriyle ümmetine ve insanlığa nümune olduğu bir dönemde muhafaza edilmemesi, hatalı ve eksik bir durum varsa düzeltilmemesi düşünülemez.

    Nitekim Kur'an-ı Kerim’de bunun misallerini görmekteyiz. Hz. Peygamber (sav) vahyi muhafaza için endişe etmiş, ancak Allah Teala, buna mahal olmadığını bildirerek endişesini gidermiştir.

    İnsanların hidayete gelmeleri, Allah’ın emrine uymaları hususunda O’nun vazifesinin yalnız tebliğ olduğu, vahyin ancak Allah’ın dilemesiyle olacağı, sonucu Allah’ın dilemesine bağlı olduğu gibi hususlarda uyarılmış; mağfiret dilediği amcası Ebu Talib hakkında, ikaz edilerek dua etmekten men edilmiştir.

    Diğer taraftan, Uhud Savaşı'ndan sonra düşmanlarına lanette bulunmaktan ve Hz. Hamza (r.a)’a yapılan muamelelerden sonra müsle yapmak arzusundan da vazgeçirilmiştir.

    Ayrıca, Bedir Savaşı'nda elde edilen esirlerle ilgili fidye karşılığı salıverilme fikrinden dolayı uyarılmış, münafıklarla ilgili onları kazanma arzusuyla yaptığı uygulamadan men edilmiş, esirlerin arzusu için Allah’ın helal kıldığı şeyi kendine haram kılması sebebiyle de ikaz edilmiştir.

    Bu ve benzeri ayetler Hz. Peygamber (sav)’ın yaptığı bazı tasarruflarının rızayı İlahi’ye muvafık olmadığı durumlarda tashih edildiğinin açk göstergeleridir. Allah Teala, O’nu, önce muhayyer bırakıyor ve içtihat etmesini, ashabıyla istişare eylemesini istiyor. Sonuçta Allah’ın rızasına uygun ise öylece kalıyor, değilse tashih ediliyordu. Nitekim, önce müşrik çocuklarının babaları hükmünde olduğunu beyan edip, sonra cennetlik olduklarını söylemesi, ilk önceleri kelerin, meshe uğramış Yahudiler olduğunu söylemesi sonra bu görüşünden vahyin uyarısıyla vazgeçmesi, kabir azabı hakkındaki görüşün Yahudi fitnesi olduğunu söyledikten sonra, vahyin uyarısıyla kabir azabının varlığını beyan edip, dualarında ondan Allah’a sığınması gibi hususlar, Kur'an vahyi dışında da kendisinin uyarılıp tashih edildiğini göstermektedir.

    İşte Resulullah (sav)’ın huzurunda yapılan veya haberdar olduğu bir fiil, hareket veya sözü yanlış olarak devam ettirmesi mümkün olmadığı ve bu tür takriri sünnetin ümmet için örnek olması kesin olduğu gibi, Allah’ın huzurunda Resulullah (sav)’ın yaptığı davranış ve fiillerin de yanlış olarak devam etmesi söz konusu değildir ve bütün hayatı boyunca ondan sudur eden her şey daha da evleviyetle bizim için örnektir.

    Şu halde, Alim, Habir, Semi, Basir, Hakim olan Allah (c.c), Peygamber Efendimiz (asv)’den sadır olan her türlü söz, fiil ve davranışı ya tashih etmiştir, ya da aynen devam ettirmiştir. Bu dokunmayıp devam ettiği şeylere ister Hanefi ulamasının dediği gibi batınî vahiy diyelim, isterse takriri vahiy diyelim, neticede Hz. Peygamber (sav)’in sünnetinin vahye dayandığını ifade edebiliriz.

    Bundan hareketle, Hz. Peygamber (sav)’in içinde bulunduğu toplumun bazı örf ve adetlerini aynen devam ettirmesi, Allah’ın kontrolünden geçtiği ve bir nevi vahyi takriri olması sebebiyle, onlara sadece birer adet ve gelenek olarak bakmanın doğru olmayacağını düşünüyoruz. Zaten o uygulamaların temelden Hz. İbrahim (a.s) veya başka peygamberlere dayandığını önceden ifade etmiştik.

    Şu halde Hz. Peygamber (asv)’in sergilediği davranış ve hareketler, aynıyla Cahiliye de bulunsa bile, yanlış olsaydı, mutlaka vahiy tarafından tashih edilecekti. Tashih edilmeyenler ise tasvip edilmiş demektir denilebilir.

  9. #129
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    Ashabıma Sövenleri Görünce...“Ashabıma sövenleri, görürseniz, Allahın Laneti kötünüz

    “Ashabıma sövenleri, görürseniz, Allahın Laneti kötünüz üzerine olsun†deyiniz.
    (Tirmizi İbn-i Ömerden) (Râmûzul-Ehâdîs, s. 47. no: 622, Ayrıca bk. Hayâtus-Sahâbe II, 560-561).

    Bu hadis-i şerifte de sonradan sahabelere seb ve tahkirde bulunacak, onların ayıplarını araştıracak, onları tenkidvâri bir bakışla değerlendirecek, kusurlarını değil de güzelliklerini görmezlikten gelecek, onları dillerine dolayıp haklarında incitici, rahatsız edici, onları küçük düşüren sözler söyleyecek topluluğun veya toplulukların geleceği söylenir
    (Sunenu İbn-i Mâce I, 97 (263. hadis)).
    Kavim kelimesi de manası açısından burada önemlidir. Bu hadis-i şerif aynı zamanda gelecekten haber vermektedir. Sahabelere bu tür bir yaklaşım sergileyen onların mümin gönüllerindeki yerini sarsan veya sarsmaya çalışan mezhepler, cemaatler, fikir grupları, her zaman olagelmiştir. Kelâm kitaplarında bunların geniş dökümleri yapılır.

    Zaten Rasulüllah (SAV) bir başka hadis-i şerifinde:
    “Bu ümmetin sonu, evveline lanet ettiği zaman...†(Bk. Tefsîrul-Kurânil-Azîm II, 305.) onlar arasında cehaletin yaygınlaştığına parmak basılmaktadır. Bu Kurân ve hadisin kitap ve sünnetin ilkelerinin onlardan uzak olduğuna işaret etmektedir.

    Yukarıdaki hadis-i şerifte ashaba lanet edenlerin, şerli kimseler olacakları, kötülükleri açıklanmaktadır. Bunlar; umumen adil, asırların en hayırlıları, iyi çığır açan, islamın tesisinde ilk hizmette bulunan kimseleri, onların iyilikleri yanında pek hafif kalan bazı kusurlarını dillerine doladıkları için, onların kötülükleri açığa çıkmaktadır. Sahabeyi diline dolamak, incitmek Allah Velilerine (Tefsîrul-Kurânil-Azîm II, 305.) çamur atmak demektir. Hele onlara lanette bulunmak (Lanet bir kimsenin Allahın rahmetinden uzak olmasını istemektir. Değil sahabelere, hiçbir müslümana yapılmamalıdır. Çünkü müslüman mümin olmakla Allahın rahmetine yakındır. Lanet küfür ve nifak üzere ölmüş kafirlere yapılır.) tamamen haddi aşmaktır. Kelam kitaplarında da, ashaba buğzedenlere buğzetmemiz gerektiği tavsiye edilir (Şerhul-Akîdetit-Tahâviye II, 689 vd. Buğz hubbun (dolu dolu) s

  10. #130
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart Cevap: dini sohbet

    İnsanı Aldanmaya Götüren Bir Sebep

    Hz. Âdem (as)'dan beri insanlar birbirilerine zıd iki ayrı yolda yürüye gelmişlerdir. Bunlardan birisi hak ve hidayet yolu, diğeri ise küfür ve dalâlet yoludur. Bütün güzellikler, hayırlar, saadetler birinci yolun; bütün çirkinlikler ve şerler ise ikinci yolun meyveleridir.

    İnsandaki kalp, akıl ve vicdan onu birinci yola sevkederken, nefis, his ve hevâ da ikinci yola iterler. Bunun sonucu olarak insanın iç dünyası çalkantılara ve çarpışmalara sahne olur.

    Bu iç harpler bir taraftan iman, salih amel ve istikameti, diğer taraftan küfür, isyan ve anarşiyi doğururlar.



    Peygamberlerin Tebliğ Ve Talim Buyurduğu Gerçekleri Dikkate Almamak Ciddi Hata Sebebidir.

    Önemli bir aldanma sebebi de insanın İlâhî ve Rabbanî hakikatları anlamakta kendi fikir ve muhakemesini yeterli görüp, nübüvvet kapısını çalmamasıdır. Halbuki, Allahü Azîmüşşân'a ve O'nun sıfat ve isimlerine nasıl iman edileceği, O Zât-ı Akdes'in bu kâinatı niçin yarattığı, insanları bu âleme hangi gayeler için gönderdiği, onlara ne gibi vazifeler verdiği, bu âlemden sonra nasıl bir âleme gidileceği gibi hakikatlar, bu sınırlı akıl ile kavranamaz. Bunlar ancak vahyin aydınlığı altında görünebilir.

    Allahü Teâlâ bu hakikatları bildirmek için peygamberler göndermiş ve kitaplar indirmiştir. Gezegenleri güneşin, elektronları çekirdeğin, arıları bir beyin, karıncaları bir emir'in etrafında toplayan Allah, insanların da nübüvvet merkezi etrafında toplanmalarını irâde etmiştir. Tâ ki, onların kalbleri, ruhları ve vicdanları, Peygamberlerin (sav) eliyle terbiye edilsin ve kemâle ersinler.

    Bilindiği gibi, insanların simaları gibi, fikir ve muhakemeleri, arzu ve hissiyatları da birbirinden farklı olduğundan aynı İlâhî ve Rabbani hakikate farklı şekillerde nazar edebilirler. Birisinin doğru gördüğüne diğeri yanlış diyebilir; birinin hak bildiğini diğeri bâtıl görebilir. Sonunda, insanlar sayısınca farklı görüş ve düşünceler, değişik değerlendirme ve hükümler ortaya çıkar.

    Ulvî bir hayata aday, ebedî bir saadete aşık olan insan için bu noksan ve sınırlı akıl kâfi bir rehber olamaz. İnsan onunla belli bir noktaya kadar gidebilir. Hakikati bulması, dünyevî ve uhrevî saadete erişmesi ancak peygamberlere tâbi olması ile mümkündür. Bu hakikata binaen Cenâb-ı Hak insanlara peygamberler göndermiştir. Tâ ki, hak ile bâtılı, doğru ile yanlışı, hakikat ile hurafeyi ayırabilsinler.

    Peygamberler (aleyhimüsselam), insanlara, Cenâb-ı Hakk’n varlığını ve birliğini bildirmişler, kendilerine tâbi olanları marifet tabakalarında yükseltmiş ve onları küfürden, şirkten ve bâtıl inançlardan kurtarmışlardır. O nuranî zâtlar, Cenâb-ı Hakk’ın isim ve sıfatlarına en mükemmel âyna olmuşlar, O’nu hakkıyla sevip, ümmetlerine de sevdirmişlerdir. Kendilerine inananları ebedî saadete teşvik etmiş, İlâhî azaptan sakındırmışlardır.

    Kâinatta tecelli eden İlâhî isimleri onlara okutturmuşlar ve âlemin nasıl seyir ve tefekkür edileceğini öğretmişlerdir. Kâinatın yaratılış sırrını bildirmişler, varlıkların nereden gelip, nereye gittiğini ve vazifelerinin ne olduğunu en güzel şekilde öğretmişlerdir. Kısacası, Allah'ın rızasını nasıl kazanacaklarını, İlâhî azaptan nasıl kurtulacaklarını bildirmişlerdir.

    Allahü Teâlâ, Peygamberleri (aleyhimüsselam) en ulvî bir fıtratta yaratmış, onların akıl ve kalblerini bütün meleke ve hissiyatlarını en güzel bir şekilde bizzat terbiye etmiş ve o mümtaz zâtları insanlık âlemine birer yol gösterici ve muallim olarak göndermiştir. Bilhassa, Peygamberler Sultanı olan Peygamber Efendimizi (S.A.V.) en güzel ve mükemmel bir surette terbiye etmiş, ona bütün hakikatlerin güneşi olan Kur'ânı göndermiş, onun bütün hakikatlarına, en ince sırlarına vâkıf kılmış ve insanları en yüksek mertebeye çıkartacak bütün meziyetleri o Habib-i Edîb (asv)'inde toplamıştır. O'nu güzel ahlâkın bütün şubelerinde en ileri dereceye yükseltmiş, iman ve ubudiyette, kemâlat ve fazilette O'nu insanlık alemine en mükemmel bir rehber olarak göndermiştir.

    Her biri birer hidayet yıldızı olan sahabeler; İmam-ı A'zam, İmam-ı Şafiî, İmam-ı Malik ve İbn-i Hanbel gibi büyük müctehidler; Şâh-ı Geylânî, Şâh-ı Nakşibend, Rufaî ve Şazelî gibi kâmil mürşidler, Kur'ân-ı Azîmüşşân'm en ince sırlarına vâkıf olan Fahreddin-i Râzi, Taftazanî ve Seyyid-i Cürcânî gibi allâmeler; Muhyiddin-i Arabî, Mevlânâ, Şems-i Tebrizî gibi mutasavvıflar hep o hidayet güneşinin marifet ve imanından feyz almışlardır.

    Asrımızda küfür ve inkârın toplumun manevî bünyesini tahrip etmesi, birçok şüphelerin, hurafe ve safsataların insan zihninde mecra bulması, bu hidayet güneşinin ders ve terbiyesinden, irşad ve feyzinden yeterli ölçüde istifade edilmemesinden dolayıdır.

    Hatta fen ve teknolojinin bu gün ulaştığı ileri seviyesine rağmen, fert ve toplum hayatında huzuru temin edememesi, toplum hayatından sevgi, şefkat, merhamet ve adalet gibi ulvî esasların çekilip, yerini zulme, tecavüze ve anarşiye terk etmesi ve hiçbir felsefî doktrinin cemiyetin bu yaralarını teşhis ve tedavi edecek güce sahip olamaması, hatta bazı doktrinlerin bizzat zulüm ve tecavüze sebeb olması, hep nübüvvet mektebinin kapısını çalmamaktan kaynaklanmaktadır.

Sayfa 13/15 İlkİlk ... 3789101112131415 SonSon

Sistem Bilgileri

Bu sistem vBulletin® alt yapısına sahiptir!
Telif hakları, Jelsoft Enterprises Ltd'e aittir. Copyright © 2024

Uyarı

5651 Sayılı Kanun'un 4.cü maddesine göre üyeler yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Yer sağlayıcı olarak hizmet veren sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler ile ilgili iletişime geçilmesi halinde size dönüş yapacaktır.

gaziantep escort bayan gaziantep escort deneme bonusu veren siteler bahissitelerivip.com deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler mjsanaokulu.com Maltepe Escort deneme bonusu deneme bonusu veren siteler maltepe escort kartal escort ataşehir escort pendik escort ankara escort sincan escort eryaman escort bayan ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort eryaman escort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort yetişkin sohbet kameralı sohbet aresbet casino siteleri Grandpashabet moldebet efesbet efesbet giriş getirbet efesbet deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2021 grandpashabet bahis siteleri bahis siteleri bonus veren siteler bahis siteleri canlı casino siteleri deneme bonusu En güvenilir bahis siteleri ankara olgun escort mimarsinanokullari.com