Türk Kimdir?


Tarihin tanıdığı en eski ve en köklü milletlerden biri olan Türkler, muhtelif zamanlarda, muhtelif adlar altında ve muhtelif coğrafyalarda yaşamışlardır. Buna rağmen Türk toplulukları arasında, daima dil ve kültür birliği mevcut olmuştur. Fakat birkaç istisna durum dışında Türk topluluklarının hepsi hiçbir zaman aynı ad altında anılmamıştır. Onlar, tarihin belirli dönemlerinde “Saka (İskit), Hun, Avar, Tabgaç, Türk, Türgiş, Uygur, Kırgız, Sabar (Sabir / Sibir), Bulgar, Hazar, Oğuz (Türkmen), Karluk, Kimek, Kıpçak (Kuman), Peçenek, Halaç, Yakut (Saha / Saka), Çuvaş, Türkmen, Azeri, Kazak, Özbek, Başkurt ve Tatar” gibi çok çeşitli adlar taşımışlardır.

Bunlardan sadece “Hun ve Türk” adları, Hun ve Göktürk devletlerini meydana getiren Türk topluluklarının siyasi adı olarak, yaygın bir şekilde kullanılmıştır. Öte yandan, “Kırgız, Uygur, Yakut ve Çuvaş Türkleri” de kendi topluluk adlarını hiçbir zaman terk etmeyerek, günümüze kadar koruyup gelmişlerdir.

Tarihin hemen hemen her devrinde büyük Türk hükümdarlarının başlıca gayesi, Türk soyundan olan ve Türkçe konuşan toplulukları bir devlet çatısı altında toplamak olmuştur.

Tarihi kayıtlara göre, bu büyük gaye, ilk defa büyük Hun hükümdarı Mete (Bagatır / Batur, M.Ö. 209-174) tarafından büyük ölçüde gerçekleştirilmiştir. Başka bir ifade ile söylemek gerekirse, Türkçe konuşan ve Türk soyundan olan topluluklara ilk defa milli kimliklerini sezdiren ve onlara büyük bir millet olduklarını öğreten lider, Mete’dir. Mete, komşu devletleri birer birer yenip baskı altına aldıktan sonra, bütün güç ve enerjisini Hun siyasi birliğini kurma faaliyeti üzerinde toplamıştır.

Bunun için 25 yıl mücadele eden Mete, 26 kadar büyüklü küçüklü devleti ortadan kaldırmak suretiyle bunları Hun Devleti çatısı altında birleştirmiş, yani Hun siyasi birliğini kurmuştur. Mete, M.Ö. 176 tarihli bir belgede, bu faaliyetinin sonucunu, amacına ulaşmış bir liderin mutluluğu içinde “Ok ve yay gerebilen bütün toplulukları bir aile gibi birleştirdim; şimdi onlar Hun oldu.” şeklinde bir ifade ile açıklamıştır. Görüldüğü gibi, Mete, Türk siyasi birliğini kurmakla kalmamış, bir devlet çatısı altında birleştirdiği topluluklara “Hun olma bilinci”, yani “millet olma bilinci” de kazandırmıştır. “Hun olma bilinci”, Mete’den sonra gelen hükümdarların Hun siyasi birliğini koruyamamaları yüzünden gittikçe zayıflamış, yerini yavaş yavaş “kabile (boy) bilinci” almaya başlamıştır. Aynı şekilde Hun adı da Hun Devletinin yıkılmasından sonra bütün Türk topluluklarının siyasi adı olmaktan çıkmış, yerini kabile adlarına bırakmıştır.

Türk soyundan olan ve Türkçe konuşan topluluklar ikinci defa “Türk” siyasi adı ile Göktürk Devleti çatısı altında bir araya getirilmiştir. Fakat, Türk adı, Hun adında olduğu gibi Göktürk Devletinin yıkılmasından sonra silinip gitmemiştir. Aksine, Türk adı, Göktürklerin Türk dünyası üzerindeki derin ve kalıcı siyasi, askeri ve kültürel etkileri sayesinde gittikçe yaygınlık kazanarak, Türk soyundan olan, Türkçe konuşan ve Türk kültürünü temsil eden toplulukların genel adı olarak kullanılmaya ve yerleşmeye başlamıştır. Bu gelişmenin sonunda Türk topluluklarının büyük bir kısmı kendi boy ve soyadlarını bırakarak, Göktürkler yoluyla Türk adını almışlardır.



Türk Adının Aslı ve Anlamı


Türk sözü, ilk defa Göktürk Devleti’ni kuran topluluğun adı olarak Göktürk Yazıtları’nda görülmektedir. Bu yazıtlarda Türk adı bazen “Türük” şeklinde çift heceli, bazen de “Türk” şeklinde tek heceli olarak yazılmıştır. Bu söz, aynı yazıtların sadece bir yerinde özel bir ifade olarak, “Kök Türük” (Göktürk = Semavi Türk) şeklinde geçmektedir.

Türk sözünün aslına ve anlamına dair Çin ve Arap kaynaklarında bazı açıklamalar yapılmıştır. Hemen belirtelim ki bu açıklamaların hepsi uydurma halk etimolojilerine dayanmaktadır. Bundan dolayı, hiçbir ilmî değeri olmayan bu açıklamaları, burada tekrar etmeyi lüzumlu ve faydalı bulmuyoruz.

Türk sözünün ilk defa ilmi izahını yapan Macar bilim adamı H. Vambéry’dir. Vambéry’ye göre, “Türk” sözü, Türkçe “törü-mek” fiilinden çıkmış bir isimdir. Nasıl “yörü-mek” fiilinden “yörük=yürük, “börü-mek” fiilinden “börük=börk” kelimelerinin çıktığı gibi, “törü-mek” fiilinden de “törük” sözü çıkmıştır. “Törük” sözündeki “ö” sesi kısa sürede “ü”ye dönüşerek, kelime “türük” şeklini almıştır.“Türük” sözündeki ikinci sesli harf, yani “ü” sesi de zamanla düşerek, geriye “Türk” kelimesi kalmıştır. Zira Türk dilinin gelişmesine paralel olarak kelime yapısında da zaman zaman ses değişmesi ve düşmesi meydana gelmektedir. Mesela, “erk” (güç, kuvvet), “ark” (su kanalı) ve “börk” (kalpak) gibi kelimeler, başlangıçta iki heceli, yani “erik”, “arık” ve “börük” şeklindeydi. Ancak, “i”, “ı” ve “ü” sesli harflerinin düşmesinden sonra bu kelimeler “erk, ark ve börk” şekline dönüşmüşlerdir.

Bu açıklamadan sonra burada şu hükme varıyoruz: Türk sözü, “törümek” (törü-mek=törük=türük=türk) fiilinden çıkmış bir isimdir. Öyleyse bu söz, “türemiş, yaratılmış, doğmuş, yaratık, adam” gibi anlamlara gelmektedir.

Türk sözü, Uygur belgelerinde de müstakil bir kelime olarak geçmektedir. Bu metinlerde Türk sözü, Türkçe “güç, kuvvet” anlamına gelen “erk” kelimesiyle birlikte “erk türk” şeklinde eş anlamlı (sinonim) bir kelime olarak kullanılmıştır.

Bu duruma göre, Türk sözü, tıpkı “erk” gibi “güç, kuvvet, kudret, güçlü, kuvvetli, kudretli” anlamlarını ifade eden bir kelimedir.

Bu açıklamayı destekleyen daha başka deliller de vardır. Mesela, batı kaynaklarının birinde, Türk topluluklarından birinin adı “Türk – Hun” şeklinde zikredilmiştir. Buradaki, “Türk” kelimesi, Hun adının önünde “güçlü, kuvvetli, kudretli” anlamında kullanılmış bir sıfattır. Bundan da anlaşılıyor ki bu Türk topluluğunun adı “güçlü, kuvvetli, kudretli Hun” şeklinde belirtilmiştir.

Aynı şekilde, Türk kelimesi Uygur belgelerinde de “yiğit” kelimesiyle birlikte sıfat olarak kullanılmıştır. Uygur belgelerinde “Türk yiğit” şeklinde geçen bu söz, “güçlü, kuvvetli, kudretli yiğit” anlamına gelmektedir.

Alman Bilgini Le Coq, Uygur belgelerinde görülen Türk kelimesinin, Göktürk Devleti’ni kuran topluluğun adı olan “Türk” sözü ile anlam bakımından aynı olduğunu ileri sürmüştür. Göktürk Yazıtları’nı çözen Danimarkalı büyük Türkolog W. Thomsen de Le Coq’un bu isabetli görüşünü hiç tereddüt etmeden kabul etmiştir.

Macar Bilgini Gy. Németh ise, “Türk” adının “güç, kuvvet, kudret” anlamına geldiğini, bazı Türk topluluklarının da benzer anlamda adlar aldıklarını (mesela Kayı, Kangar, Karan, Kınık) göstermek suretiyle ispat etmeye çalışmıştır.

Buraya kadar verdiğimiz bilgiden çıkan sonucu şu şekilde özetlemek mümkündür: “Türk” sözü, Türkçe “törümek” fiilinden çıkmış bir isimdir. Kelimenin ilk şekli “Törük” olmalıdır. Fakat Türk kelimesinin bu şekilde yazılmış haline Türkçe kaynakların hiçbirinde rast gelinmemiştir. Bilindiği gibi, bu kelime önce “Türük” şekline dönüşmüş, sonra da “Türk” halini almıştır. Bu duruma göre, Türk kelimesinin ilk anlamı “türemiş, yaratılmış, yaratık, insan” demektir. Türk dil bilgisi kurallarına uygun olarak yapılan bu açıklamayı, destani ve tarihi olaylar da desteklemektedir. Fakat kelimenin anlamı bu şekilde kalmamıştır. Kelimenin ses yapısında olduğu gibi zamanla anlamında da bir değişme ve gelişme meydana gelmiştir. Bu değişme ve gelişme sonucunda Türk sözü “güç, kuvvet, kudret, güçlü, kuvvetli, kudretli” gibi yeni bir anlam kazanmıştır. Kanaatimizce, kelimenin ses yapısı ile anlamındaki bu gelişme, Göktürk devrinde tamamlanmıştır. Artık, bundan böyle Türk adı, bütün kaynaklarda “güç, kuvvet, kudret” anlamında bir kelime olarak zikredilmiştir.

Prof.Dr. Salim Koca

Hocamızın açıklamasından sonra devam etmek gerekirse, gururla söylemek gerekir ki Türk milletinin tarihi en az insanlık tarihi kadar eskidir. Bu gerçeklerin bilincinde olan sözüm ona batı medeniyetleri Türklerden ne derece etkilendiklerini gizleme çabasına girerek öz kültürümüzü, tarihimizi saptırma ve gizleme yolunu gitmiştir. Bu bağlamda batı medeniyeti biz Türklerin tarihini -220 den başlatarak kaleme almış. İslamiyet öncesi var olmuş Türk Uygarlığını, kültürünü ve tarihini görmemezlikten gelmiş, Türklerin uygarlıktan nasibini alamamış topluluklar gibi göstermiştir.

Sözde medeniyetin sahibi olduklarını iddia eden batının hakkımızdaki görüşleri ve tarihimizi kaleme almalarına kısaca baktığımızda, Türkleri birer Göçebe sürüsü olarak göstermeye çalıştıkları, son anavatan topraklarımız olan Anadolu’ya sözüm ona 1071 de geldiğimizi, İstanbul’u 1453 de fetih ettiğimizi vs. yazarlar.

Ancak bunların tamamı yanlış ve yanlıdır. Sürekli yanlı ve yanlış bilgilendirmelerle insanların kafalarına sanki Türkler bunlardan ibaretmiş gibi yerleştirilmeye çalışılmış ve refleks haline getirilmiştir.

Belli başlı yanlı, ana saptamalarına, su götürmez belgelere dayanarak bilimsel gerçekleri açıklamak gerekmektedir.


  • Türkler ”Göçebe” değil “Göçmen” idiler.
  • 1071 Doğu Anadolu’ya Türkün ilk değil son göçünün tarihidir.
  • 1453 Tarihi İstanbul’un fethi değil “istirdadı” yani geri alınışıdır.
  • Türk, tarihi başlatan kültürün sahibidir.
  • Türk, Evrensel Uygarlıkların kökenini oluşturandır.
  • Türk, evrende İlk’leri vermiş kişidir.
  • Türk Uygarlığı, Ögül-Uqus denen ileri seviyede düşünce sahibi Türk kişilerinin tarihi başlattıkları ilk uygarlıktır.
  • Orta Asya’da tarih öncesi, kayalara yaptıkları yüz binlerce resimlerden esinlenerek “düşünceyi taşa vurmayı” akıl edip “Yazıyı” icat etmişler.
  • Dilleri, imek/olmak fiiliyle, kökeni şimdiye kadar bulunamamış ve kuramsal seviyede kalmış olan Hint-Avrupa dillerinin belkemiğini oluşturarak onun terk edilmesi gereğini ortaya yazılı belgelerle çıkarmış ve de “İlk Dil” olma şerefine sahip olmuş.
  • Tanrı’dan geliş, O’na dönüş konuları ve varlık-yokluk tartışmaları ile “Felsefe”nin çekirdeğini oluşturmuşlar.
  • Ateş Kültü gereği, “Tiyatro ve Müziğe” ilk adımlarını atmışlar, “Kayalara, Mağaralara” yaptıkları resimler ve yontu sanatının ilk örneklerini olan “Dikili Taşlara” evrensel sanat tarihine en büyük adımları atmışlar.
  • Tarihte ilk kez “Ordu” teşkilatını kurmuşlar, komutanlar arasından “İlk Tarihçileri” vermişler.
  • Yazı sahibi “Göçmenler (göçebe değil) olarak gittikleri yerlerin “Dip Kültürünü” teşkil etmişler onları yazılarının içerikleriyle ışıklandırmışlar.
  • Evrensel uygarlıkların kökenini oluşturmuşlardır.


İşte, zaman ve mekanda, BİLİNMEK İSTENMEYEN ya da BİLİNMEYEN TÜRK TARİHİ‘ni ve KÜLTÜRÜNÜ inkar etmesi beklenen, insanlık dışına itilmesi için uluslar arası çaba sarf edilen TÜRK budur.