"Gitme!" dediler Hüseyin'e.
"Gitme ne olursun gitme. Kufe haindir.
Kufede hainler vardır. Kerbela ölüm kokuyor Hüseyin! Ne olur gitme! Gitme Hüseyin."

Hüseyin gitti.
Ölüme kucak açtı, ölümle kucaklaştı, Hüseyin gitti.

Kufe'de zulüm vardı.
Kufe'de ölüm vardı.
Öyleyse durmamalıydı, yola çıkılmalıydı.
Yola çıktı Hüseyin.
Bütün ısrarlara rağmen yola çıktı.

"Gitme" dedi İbn-i Abbas.
"Gitme Hüseyin. Kufe'den ölümün kokusunu alıyorum. Anam babam canım sana kurban olsun gitme. Gitti Hüseyin..." Dinlemedi kimseyi. Kardeşlerinin mektuplarına mektup yazmadı, kaderine ölümü yazdı, alnına şehadeti. Gitti Hüseyin.

"İmam Hüseyini vurdular
kolunu kanadını kırdılar
al kanlara boyadılar
Kerbela'da Kerbelada"

Varoldukça dünya ve döndükçe evren ekseninde, var olan zulüm, var olan ölüm bir kez daha geldi. İlk zamanında dünyanın, Habil'e, sonrasında Zekeriyya'ya ve Eyyuba, İbrahim'e ve Yusuf'a, Güllerin Efendisine ve Musab'a kalkan eller bir kez daha kalktı bu sefer.

Zulme zulüm katanlar bu sefer güllerin sultanının gül bahçesindeki en nadide güle kıydılar. Hüseyin'e saldılar ölümü, Hüseyin'e kıydılar. Peygamberin gülü, bir tanesi Fatıma'nın canından can, kanından kan, Allah'ın aslanı Ali'nin gül tanesi Hüseyin'e kıydılar.

Allah'ın huzurunda, secde anında, mübarek sırtlarına çıkınca Hasan ile Hüseyin , incinmesinler diye secdede kalan, güllerin efendisinin kokladığı güllere kıydılar. Kokusuna kıyamadığı Hüseynin Canına kıydılar.

Kerbela ağladı o gün.
Çöl ağladı.
Kufe ağladı.

Ağıtlar yakıldı toprağa düşen baş uğruna.
Çölün kızıllığına kızıllık kattı Hüseyin'in kan damlaları.

Güneşin batışına kırmızılık...
Güneş battı da doğmak istemedi bir daha Kerbela'ya.
Rüzgar geldi de gitmek istemedi.
Çöller bir kez daha kızıllaştı utançtan, Hüseyin'in kanına ev sahipliği yapmaktan.

"İmam Hüseyin susamıştı
bir yudum su aramıştı
ana yüreği yanmıştı
Kerbela'da Kerbelada"

Hüseyin durmadı gitti.
Kerbela'da yolculuk bitti.

Bitti nefesine kurban nefesler.
Dudaklar çatladı yolcuların, yolcularla beraber Hüseyin'in.

Çöl üflerken sıcağını yüzlere, sular çekildi. Sular çekildikçe, düşman yaklaştı. Sular buharlaştıkça, çöller sıcaklaştı.

"Bir damla su" dedi. "Bir damla su Allah aşkına, Muhammed aşkına, Hüseyin ve Hasan aşkına. Bir damla su..." dediler yolcular, "Bir damla su" dedi Hüseyin.

Düşman kesti su yollarını. "Bir damla su" dedikçe dudaklar, çöller suyu yuttu, düşman kuyuyu tuttu. Fırat ve Dicle sularken aktığı yerleri, cömertçe ikram ederken varlığını, ayırmazken Yahudi ya da Hıristiyan'ı, bir damla suyu esirgediler Hüseyin ve ailesinden. Bir damla suya hasret boğdular sıcağın kucağında Peygamber ocağını.

"İmam Hüseyin şehit oldu
gül bahçemde güller soldu
topraklar kan ile doldu
Kerbela'da Kerbelada"

Hainler defterlerine işlediler bir ihaneti daha.
Tarihe not düştüler:
"İmam Hüseyin öldürüldü (!) Yaşasın Yezid!"

İmam Hüseyin şehit edildi.
Bedeni Kerbala'ya kurban edilirken, mübarek başı Şam'a ikram (!) edildi. Yezid'e sunuldu.

Yaşadı Yezid ve Yezidler az daha. Mühlet verdi, Mühlet veren onlara nefes sayılarınca. Yaşadılar Yezidler. Nefesleri sayısınca yaşadı Yezidler.

Ya Hüseyin?
Hüseyinler ölmedi zaten. Kerbela'da düşerken kanı yere, kanatlandı Hüseyin, devirler ötesine ve perdeler arkasına. Hüseyinler ölmedi!

Allah kelamı;

"Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Bilakis onlar diridir; fakat siz bunu anlayamazsınız."

Öldü demedik biz hiç onlara.
Adı: Yasir
Akıbeti: Şehit
O ölmedi!

Adı: Ammar
Akıbeti: Şehit
O ölmedi!

Adı: Hüseyin
Akıbeti: Şehit
O ölmedi!

Adı: Müslüman
Akıbeti Şehit
Onlar ölmedi!

Hüseyin ölmedi. Kerbelada yaşıyor bugün. Kufe'de yaşıyor. Mekke'de, Medine'de yaşıyor. Konya'da ve İstanbul'da yaşıyor. Tahran'da, Şam'da yaşıyor.

Hüseyin ölmedi.
Müslüman nerde ise O orada yaşıyor.
Müslüman bugün Kerbela'yı yaşıyor.

Alıntı