____________

Yalnızlık, kişinin yakınında iç âlemini paylaşacak kişi veya kişileri bulamadığında ortaya çıkan bir durumdur. İnsan, zaman zaman kısa süreliğine yalnız kalmak isteyebilir. Kısa süreli olduğunda, uyum sağlamaya vesile olan yalnızlık, kronik hâle geldiğinde, insan sağlığına zarar vermeye başlar. Bundan dolayı yalnızlık, iki yüzü keskin bir kılıca benzer. Yalnızlığın kendisinden ziyade, tecrübe edilme süresi ve şiddeti; iyi veya kötü yanını belirler. Yalnızlığın şiddeti; kişinin sosyal çevresi ve bağlantıda olduğu insan sayısıyla değil, kişinin iç dünyasında hissettikleriyle ölçülür.

Modern toplumlarda yalnızlık, disiplinler arası önemli bir araştırma sahasıdır. Çünkü "yalnızlık" giderek yaygınlaşan ve sağlığımızı tehdit eden bir risk faktörüdür. Günümüz toplumlarında yalnızlık hissinin giderek artan nispetlerde yaşanmasının sebeplerinden biri, göçler ve hızlı değişmelerle insanların alıştığı sosyokültürel çevreden kopmasıdır. Sosyal bağların zayıflaması veya kopması neticesinde, yalnızlık hissi daha yoğun ve sık yaşanmaktadır. Meselâ Amerika Birleşik Devletleri'nde, 2006 yılı kayıtlarına göre 29 milyon kişi yalnız yaşamaktadır. 1980 yılı kayıtlarıyla kıyaslandığında, yalnızlık oranlarındaki artış % 30 civarındadır. Bir başka çarpıcı tespit ise, şahsî meselelerini kimseyle paylaşmak istemeyen ve diğer insanlara güven duymayanların yüzdesi, 1985-2004 arasında % 10'dan % 25'e çıkmıştır.

Günümüz toplumlarında, sosyal izolasyon (tecrid) ve yalnızlık; sigara ve şişmanlık gibi sağlığı tehdit eden önemli bir risk faktörüdür. Son nörobiyolojik ve klinik araştırmalar, kronik yalnızlığın kalb-damar, bağışıklık ve sinir sisteminde menfî değişikliklere sebep olduğunu gösteriyor. İç dünyasında yalnızlık yaşayan kişilerin damarlarında kasılma ve direnç, yaşamayanlara nispeten çok daha fazladır. Daralan ve büzüşen atardamarlar, tansiyonun yükselmesine yol açar. Yükselen tansiyon, kalbin daha hızlı atmasına, neticede kılcal damarların aşınmasına ve yırtılmasına sebep olur. Epidemiyolojik çalışmalar da, sosyal olarak yalnızlık hissi yaşayanların daha kısa ömürlü olduklarını; enfeksiyon, kalb-damar hastalıkları, depresyon gibi sağlık problemlerine yakalanma risklerinin arttığını göstermektedir.

Araştırmalar, kişilerin geniş sosyal çevreye ve bağlantılara sahip olsalar da, iç dünyalarında yalnızlık yaşayabildiklerini ortaya koymuştur. Kişinin sosyal çevresi, toplumdaki statüsü, itibarı, malı-mülkü, sadece lojistik birer destek fonksiyonu görmekte, kişinin yalnızlık duygusunu hissetmesine doğrudan mâni olamamaktadır. Bilhassa mâneviyatı zayıf olanlar ve gönül dünyalarında derin boşluklar bulunanlar, kendilerini derin bir yalnızlık duygusuna kaptırmaktadır. Bu kişiler, maruz kaldıkları olumsuzluklar karşısında gönül dünyalarında bir dayanak bulamadıklarından derin bir yalnızlığa maruz kalırlar.

Genetik termostat ve yalnızlığın aktivasyonu
İnsan beyninde, yalnızlık hissinin oluşmasında rol alan ve âdeta bir termostat gibi çalışan beyin bölgeleri vardır. Bu bölgelerin temel bilgisi, genlerden geldiği için, bunlara genetik termostat denilmektedir. Anne ve babamızdan aldığımız genetik mirasla, beyinde inşa edilen bu genetik termostat, değişik uyaranlara vereceğimiz cevabın aralığını belirler. Sosyokültürel faktörler, bu genetik termostatın işleyiş derecesini ve süresini belirler. Bu termostatın çalışma ayarları, kişinin yaşadığı sosyokültürel çevresi ve genetik mirasıyla ilgilidir. Büyük ölçekte çocukluk döneminde şekillenen bu ayarlar, yalnızlık hissinin eşiğini ve şiddetini belirler. Diğer bir ifadeyle, yalnızlığın vereceği ağrı ve acının seviyesi, kişinin genetik termostatıyla alâkalıdır. Bazı genetik yapılarda, termostatın aktivasyon ayarları düşük; bazılarında da yüksektir. Bundan dolayı, sosyal izolasyon uyaranlarının şiddet ve dozuyla bağlantılı olarak yalnızlık hissi, her insanda farklı derecelerde yaşanır. Yalnızlık kısmen genetik elementlere sahip olsa da, tedavi edilebilir bir rahatsızlıktır. Yalnızlık hissini yoğun yaşayan kimselerde gözlenen özelliklerin yarıya yakını genetiktir. 8.683 ikiz üzerinde yapılan bir yalnızlık araştırması, genetiğin % 37 nispetinde tesirli olduğunu göstermiştir. Özetle bizi hayata bağlayan sosyal çevreden ayrılış ve kopuş genetik termostatın ayarlarına bağlı olarak, her kişide değişen derecede acılar yaşatır. Bu yüzden her farklı mizaçta, yalnızlık hissinin yaşanması da çok farklı olabilir.

Yalnızlığın biyolojik sisteme tesirleri
Bedenimizin verdiği her bir uyarı (ağrı ve acı dâhil) önemli mesajlar ihtiva eder. Nasıl ağrı ve acı sinyalleri, bedenimizde bir şeylerin yanlış gittiğine dâir mesajlar veriyorsa, yalnızlığın yoğun yaşandığı kritik noktalara ulaşıldığında da, vücudumuz alarm sinyalleri verir. Yalnızlık duygusuna eşlik eden kaygı ve fizyolojik değişiklikler, sosyolojik bağların zayıfladığına dâir önemli ikaz sinyalleridir. Bu sinyaller, tutum ve davranışlarımızı hayatımızı koruyacak yönde değiştirmemiz gerektiği konusunda bizleri uyarır.

Yalnızlığı iç âleminde derinden yaşayan kimselerde, stresin moleküler belirteçlerinde (tükrükte kortisol, idrarda adrenalin seviyelerinde) mânâlı artışlar gözlenmiştir. Ayrıca bedenin savaş-kaç cevaplarının koordinasyonundan vazifeli sempatik sinir sisteminin aktivasyonunun arttığı ve kaç-uzaklaş merkezinin devreye girdiği tespit edilmiştir. Çünkü bu kimselerin beyni, "Bir tehlike var, acilen oradan uzaklaş!" mesajı üretir. Bu mesaj, vücudun diğer kısımlarım da, sanki bir tehlike varmış gibi tetikte tutarak, biyolojik, psikolojik ve zihnî yıpranmayı artırır. Bu yüzden yalnızlığı kronik olarak yaşayan kimselerin uyku kaliteleri düşüktür. Uykudan yorgun ve bitkin kalkarlar. İnsanı dinlendiren, neşelendiren faaliyetlerden, diğer insanlara göre daha az haz duyarlar. Tatmin ve mutlu olma dereceleri düşüktür. Yaşama sevinçlerini kaybetmeye başlarlar.

Yalnızlığı yüksek derecede yaşayan ve yaşamayan kişilerin bağışıklık sisteminde rol alan genlerden protein yapılma (transkripsiyon) ve bunların aktivasyon dereceleri karşılaştırıldığında, mânâlı farklılıklar tespit edilmiştir. Bilhassa iltihaplanmayı (inflamasyonu) tetikleyen genlerin aktivasyonunda artış; iltihaplanmayı engelleyen genlerin sentezinde ise azalma gözlenmiştir. Ayrıca bu kimselerde, viral enfeksiyonlara karşı vücudu müdafaa eden genlerin sentezinde ve aktivasyonunda belirgin bir azalma tespit edilmiştir. Saha çalışmaları ve anket neticeleri, sosyal olarak tecrid edilmiş kişilerin ve yalnızlık hissi yaşayanların, virüs kaynaklı enfeksiyonlara (grip, HIV gibi) daha yatkın hâle geldiklerini ve kalb-damar hastalıklarına yakalanma risklerinde artış olduğunu göstermektedir.

Yalnızlığın yoğun hissedildiği durumlarda, kaygı ve endişe hissi tetiklenir. Bu duruma beyin, amigdala bölgesinin aktivasyonu-nu artırarak cevap verir. Çünkü amigdala bölgesi, beynin tehlike ve risklere karşı duyarlı bir alarm sistemi gibi çalışır. Sosyal desteklerin varlığı ve bunun insanlar tarafından algılanması, amigdalanın sosyal riskleri ve tehlikeleri nasıl değerlendireceğini ayarlar ve en uygun cevabı üretir. Kişinin gereksiz bir şekilde kaygı-endişe üretmesi, amigdalanın uyarılma eşiğiyle ve uyaranın şiddetiyle alâkalıdır. İnsanlara öfkeli, kızgın veya ürkütücü yüz fotoğrafları gösterildiğinde, beynin amigdala bölgesi hızlı şekilde uyarılır ve aktifleşir. Amigdalanın aşırı uyarılması, sosyal etkileşimi ve desteği yetersiz, yalnız büyüyen veya gelişim çağında yalnızlık yaşayan kimselerde daha çok gözlenir.

Beynin öğrenme davranışında rol alan ödül merkezi (ventral striatum bölgesi), yemek veya para gibi ödüllerin yanı sıra sempati gibi sosyal tutumlarda da aktifleşir. Bu bölgenin aktivasyon derecesini ölçmek için, Şikago Üniversitesi'nde (ABD) yapılan bir araştırmada, yalnızlık hissini yoğun yaşayan bayan 23 üniversite öğrencisinin beyin fonksiyonları, fonksiyonel manyetik rezonans görüntüleme tekniğiyle incelendi. Bu incelemede, deneklere gülen, neşeli yüz ve mimiklere sahip yüzlerce insan fotoğrafı gösterildi. Bu bulgular, yalnızlığı yoğun yaşayan kimselerde, ödül merkezinin aktivasyonunda çok belirgin bir azalma olduğunu ortaya koydu. Yani yalnızlık duygusunun yoğun bir şekilde yaşanması, kişinin ödül merkezini kilitleyerek, onun hayattan zevk almasını, mutlu olmasını engellemekte ve kişinin endişeli, evhamlı, hüzünlü, kederli, bütün yaşama sevincini kaybetmiş bir ruh hâline girmesine sebep olmaktadır.

Yalnızlık hissinin yoğun yaşanması, beynin ön bölgesini de (prefrontal korteks: iradî-şuurlu kontrol bölgesi) etkiler. Bu bölge, güdü ve dürtülerle tetiklenen yeme-içme gibi şehvetle bağlantılı davranışlara bir sınırlama getirerek, fren mekanizması görür. Saha ve anket araştırmaları, sosyal ağları ve etkileşimleri zayıf olan kimselerin, kötü beslendiklerini, daha çok alkol almaya ve daha az spor yaparak hareketsiz bir hayat sürmeye eğilimli olduklarını ortaya çıkarmıştır. Ayrıca yalnızlığı yoğun hisseden kimseler, lâboratuvar ortamında yapılan prefrontal korteks aktivasyonunu gerektiren yönetici kontrol testlerinde düşük başarı göstermişlerdir. Yani bu kişilerin ön beyinleri yeterince hızlı aktive olmamakta ve bu da başarısızlığa yol açmaktadır.

Yalnızlık duygusunu yoğun yaşayan kimseler, stresli şartlar altında daha fazla hissî gel-gitler yaşarlar. Duygularını kontrol etmede çok zorlanırlar. Bu yüzden aşırı alınganlık ve kırılganlık gösterip, sonunda problemli bir kişilik hâline gelirler. Tanışıp konuştukları insanlar hakkında, kolayca kötü izlenimler oluştururlar. Çünkü topluluk içinde iken, negatif ipuçlarını algılamaya daha çok yatkındırlar. Sosyal etkileşimleri, pozitiften ziyade negatif mânâda yorumlamayı tercih ederler. Bunu doğrulayan çalışmalar yapılmıştır. Bir araştırmada insanların his-düşünce dünyalarını ifade eden kelimeler renklendirilmiş ve bu renkli kelimeler bilgisayar ekranından belli bir hızla geçirilmiştir.
_____________
Kaynak: Sızıntı Dergisi