YÜZÜK

Iyi kötü alistigi bu ortamdan ayrilma düsüncesi keyfini kaçirmisti. Itiraz etmekse anlamsizdi. Sigarasini yakti. Karyolasinin demirine yaslandi. Rutubet kokan bu yere ilk geldigi günü animsadi. Geçmis olsun sesleri bir kez daha kulaklarinda yankilandi. Onu buraya sürükleyen neydi? Sadece düsünmüs ve yazmisti.

Döndü esyalarina söyle bir bakti. Aslinda alacak pek fazla seyi yoktu. Bir iki gömlek, bir esofman, bir kaç kitap. Bir de Ismail’in hediye ettigi siyah beyaz el emegi, göz nuru bileklik.

Bir hüzün kaplamisti kogusu. Kasvet yüklüydü saatler. Hüzün kokuyordu veda sözcükleri. Ayrilik vaktiydi. Hayatindan akip giden dört yili unutma vaktiydi. Sarilip, kucakladi dostlari. Elveda dedi. Aglayamadi.

Yola çiktilarinda sabahin altisiydi. Mis gibi toprak kokuyordu tabiat. Cigerleri zonkladi. Arabanin camindan disariyi izledi. Dört yildir hasret kaldigi dünyasini. Görebiliyordu. Demir parmaklarin arkasindan. Sesler isitiyordu zaman zaman. Miriltilar, arabalar, atlar, bisikletler. Gezintiye çikmis insanlar, çocuk kahkahalari. Sarmas dolas sevdalilar. Ardi ardina hizla kayboluyorlardi.

Zorunlu, uzun bir yolculuktu bu. Ellerinde kelepçe, bir yemek molasi. Sonra bir sigara bitimince sohbet. Ardindan yine yalnizlik, kilometreler ve yine bilinen bir yöne dogru yolculuk basladi.

Izmir’e vardiklarinda aksam oluyordu. Uzaktan görebiliyordu titresen isiklari.Cezaevinin bahçesinden içeri girdiklerinde titredi. Bir kapi açildi ardina kadar. Bir kapi, bir kapi daha. Son kapidan geçtigin de o bildik, tanidik nemli havayi hissetti cigerlerinde. Tuhaf diye düsündü. Sehirler ayri, bölgeler ayri. Ama kodesler her yerde ayni.

Bildik bir kalabalik vardi. Yine geçmis olsun diyorlardi. Bir sigara uzandi, çekti aldi. Ardindan bir çay tabagini tuttu parmaklari. Anlatti. Anlatti. Herkes yani basinda, herkes etrafindaydi. Sonra onu gördü bir kösede yapayalniz. Üzerinde siyah beyaz çubuklu eski bir forma vardi. Asina. Ona takildi gözleri. Bakistilar. Gözleriyle selamlastilar. O bakislari yüreginde hissetti. Bir dost, bir arkadas, bir kardes kadar sicakti. Ama bir tek o laf atmadi. Nedenini anlayamadi.

Ranzasi kogusun sonundaydi. Birkaç parça esyasini yerlestirdi çabucak. Ismail’in verdigi siyah beyaz bilekligi takti. Bas ucuna yine Besiktas posterini asti. Sag yaninda kartal amblemi, sol yaninda Inönü’nün resmi vardi. Bir gece maçinda çekilen. Yine sizlamisti sol yani. Yine o hasret yüregini yakti. Yine herkes uyuyacak, yine isiklar kapanacak, o her zaman oldugu gibi kilometrelerce öteden Besiktas’i yasayacakti.

Düslerle yasam arasi bir yerler de. Bir dokunusla uyandi. Usulca gözlerini açti, bakti. O bakislar simdi yani basindaydi. Sanki yillardir taniyor gibiydi. Sanki oldum olasi akrabaydi. “Merhaba” dedi usulca. “Hos geldin agabey. Adim Metin”

Oldugu yerde dogruldu. “Hos bulduk Metin, bende Seref, memnun oldum” Bir yandan onunla konusurken, bir yandan yüzünü inceliyordu. Yirmi bes yaslarinda, kumral,oldukça zayif ve çelimsiz bir çehresi vardi. Ama bakislari, görünüsünün aksine, insana yaninda olmaktan güven veren, bir dürüstlük, bir onurlu durusun tevazusunu tasiyordu.

Yüz ifadesine bakti. Dürüsttü. Dosttu. Besiktasliydi. Uzun uzun konustular. O gece yasamlarinda bir miladin baslangiciydi sanki. Belki de bir efsanenin geri dönüsü. Sonra kan kardes oldular.

Sohbetlerinin tamamiydi Besiktas. Bazen de el radyosundan dinledikleri maçlar ayri bir haz katiyordu dostluklarina. Kaçip giden sampiyonluklara birlikte agladilar. Aylar günleri, yillar aylari tüketti. Transferler yapildi, kadrolar degisti. Onlar uzaktaydi. Ama Besiktas onlara bir nefes kadar yakindi. Bir de sik sik “kartal basli gümüs bir yüzükten” söz ederdi Metin. Hayatta sahip olmayi istedigi tek hediyeden.Bir arkadasinda görmüs, bir daha da unutamamisti.

O artik kogusun Seref agabeyi olmustu. Eski anilarini anlatirken çit çikmazdi kogusta. Çay ocaginin üzerinde kaynayan çaydanligin hiriltisindan baska. Masanin etrafina otururdu herkes. Eller çay bardaginin ince belinde. Agiz ile çay tabagi mesafesi gidip gelirdi sadece. Kül tablasinda kafa kafaya vermis sigara izmaritleri giderek çogalirdi. Içlerinden birinin tespihi fazla ses çikardiginda söyle bir bakarlar, sustururlardi. Bir tek Metin katilmazdi onlara. Ranzasinin bir kösesine yaslanir, bir yandan elindeki siyah beyaz tespihin taneleriyle oynar, bir yandan gözleri duvardaki Inönü stadinin resmine dalardi.

Hepsini severdi. Ama Metin’in yeri ayriydi. Bu kadar dürüst, bu kadar uysal, bu kadar sessiz bir çocuk nasil olurda hapse girmisti. Bu güne kadar ona hiç sormadi. Çayindan aldigi son yudumun ardindan usulca kalkti sandalyeden.Yanina sokuldu. Saçlarini karistirdi. “Sen ne yaptin da buradasin be Metin, bunu sana hiç sormadim bunca zamandir, ama merakta etmedim anlamina gelmez bu” dedi yüksek sesle.

Simdi kogustaki herkes onlara bakiyordu. Yillardir burada olmasina ragmen kimse hakkinda bir sey bilmiyordu. Yutkundu önce bir. Bogazini temizledi. Anlatmaya basladi.

“Üniversiteye yeni baslamistim. Ilk yilimdi. Bir Pazar günü. Arkadaslarla maça gidiyorduk. Maçimiz Istanbul da ama deplasmandaydi. Stada yakin bir sokakta, bir grup taraftarin saldirisina ugradik. Kavga çikti. Biz sadece bes kisiydik, Onlar belki on, belki yirmi. Öldüresiye vuruyorlardi. O karambol de elimdeki Besiktas bayragini çekti aldi birisi. Yirtti, parçaladi yere atti. Tükürdü. Sonra üzerine basip çignedi ve ardindan isedi. Bir yandan kahkahayla gülüyor, bir yandan “Ne isiniz var lan sizin maçta, s… gidin buradan” diyorlardi. Gözüm döndü.Yaptigi hakaretlere daha fazla dayanamadim. Hirsla üzerine atladim. Yerden aldigim tasi hizla kafasina vurdum.Yere düstü. Hareketsiz öylece yatiyordu. Kafasinin yanindan ince bir kan seridi yere dogru süzülüyordu. Digerlerinin kaçtigini fark ettim. Yanimda her tarafi kanlar içinde kalmis arkadaslarim vardi. Onlar da sasirmis, bir bana, bir yerde yatana bakiyorlardi. Orda öylece kalakaldik. Sonra birbirimize kuvvetle sarildigimizi hatirliyorum ve polis arabasinin aci sirenini, buradayim iste” Gözleri dolmustu. Ama aglamiyordu.

Seref sustu, kaldi. Ne diyebilirdi ki? Anlattigi olay seneler önce yasanmisti. Ama ortalik hala sporun kardeslik, dostluk, baris oldugunu anlamayanlarla doluydu. Disarida hala provokatörlüge soyunmus kus beyinliler dolasirken, hala futbol ugruna canlara kiyilirken, hala tribünlerde siddet ve terör estirilirken ne diyebilirdi bu konuda? Geçmis olsun demekten baska. Ates düstügü yeri yakiyor, ölen öldügünle kaliyor, suçlu en büyük cezayi hapse girmekle degil, gönül verdigi renklerin maçlarina gidememekle, takimini tribünden destekleyememekle çekiyordu.

Bu hikayenin üzerinden iki yil geçmisti. O günlerde agir bir gribe yakalandi Metin. Sonra hastaligi zatüreye çevirdi. Günlerce atesler içinde yatti. Gümüs yüzügü sayikladi. Ardindan hastaneye kaldirdilar. Bir hafta ondan haber bekledi kogus halki. Seref daha fazla dayanamadi. Tahliyesine üç ay vardi. Ceza evinin müdürüyle görüsüp, resmi makamlardan onay alindiktan sonra refakatçi olarak yaninda kaldi.

Bilinci yerinde olmadigi anlarda Besiktas’in marslarini dinletti ona. Eski tribün hikayelerini anlatti kulagina sabahlara dek. Üzerinde ki siyah beyaz esofmani, örttügü Besiktas battaniyesi ve kan kardesi derdinin dermani olmustu. Zor da olsa, iyilesmisti. Hastane odasinda söz verdi ona. Seref sözü. Hapisten çikinca o çok istedigi “kartal basli gümüs yüzügü” alacakti.

Üç ay çabuk geçmisti. Hapisten çikacagi gün yüregi hüzün doluydu. Sevinemiyordu. Hayatinda ilk defa agladi ve utanmadi. Belki de yillarin birikimi olan göz yaslari onunla birlikte tahliye olmus, özgürlügüne kavusmustu. Yüreginden bir parçayi, kardesi kadar sevdigi Metini orada birakiyordu. Kader sanki siyahla beyazi ayiriyordu. Son bir kez daha sarildi. “Gelecegim, sana istedigini alip getirecegim” diyebildi.

Yolculuk boyunca dostlarini düsündü. Hapiste geçen senelerini. Kan kardesini. Mola verdiklerinde bir sigara yakti. Çakmagi ceketinin cebine koyarken bir kagit parçasina degdi eli. Özenle iç içe konularak katlanmis, paralar ve kisa bir not yanin da. “Canim agabeycigim. Bu yillardir biriktirdigim paranin tamamidir. Gümüs yüzük için. Kardesin Metin”

Istanbul’da yeni bir hayata basladi. Ailesiyle, sevdikleriyle geçirdigi günler ve haftalar. Ardindan Inönü stadi ve Besiktas’iyla özlem dolu kavusmanin mutlulugu. Ne oldugunu bile anlayamadan ayaklarinin siddetle sürükleyip götürdügü deplasmanlar.Sonrasinda bir gazeteden gelen teklif üzerine yazmaya basladigi hapishane anilariyla dolu bir roman.

Farkina bile varmadan su gibi akip giden koca iki yil. Ancak son zamanlarda kabuslar görüyordu. Uykularini bölen kötü rüyalar. Karabasanlar. Sabahlara dek süren sinir bozucu sayiklamalar ve gecenin bir vakti yatagindan kaldiran o ses. Giderek huzursuz olmaya baslamisti. Neredeyse uyku bile uyuyamiyordu.

Ailesinin israriyla gittigi psikiyatrisin verdigi ilaçlar bile fayda etmiyordu. Herkes yasadigi bu durumu cezaevinde kalmasina bagliyordu.

Yaz bitmis, sonbaharin sari yüzü kendini göstermeye baslamisti. Arka bahçeye dökülen kurumus yapraklarin, rüzgarin etkisiyle hafiften oynasarak ritmik hisirtilar çikardigi, yagmurlu bir ikindi vaktiydi.Odasina kapanmis, bitmek üzere olan kitabinin son rötuslarini yapiyordu. Ani bir hisse kapilarak karsisindaki pencereye çevirdi bakislarini. Sanki birisi durmus kendisini izliyordu. Kalkti. Pencereyi açti. Kafasini uzatti, saga sola bakti. Etrafta çiseleyen yagmur ve kurumus agaçlarin dallarindan baska bir sey yoktu.

Artik kabuslar rahat vermiyordu. Giderek artmaya baslamisti. O sesi duyuyordu sürekli. Onu çagiriyordu. Evet yanilmiyordu. O ses Metine aitti.. Iki yildir aramadigi kan kardesi Metine.. Ter içinde uyandi.

Kendinden utandi. Söz vermisti ona, sik sik ziyaretine gidecekti. Çok istedigi “kartal baslikli gümüs yüzügü” götürecekti. Yüzük! Kütüphanesinde ki kitabin arasina koydugu parayi hatirladi. Yerinden kalkti, kitabi yerinden aldi. Iste oradaydi.

Izmir’e dogru yola çiktiginda sabahin ilk isiklariydi. Heyecanliydi. Elinde tuttugu küçük pakete bakti. Sonra gülümseyerek ceketinin cebine koydu. Kim bilir nasil sevinecekti onu görünce? Bu yüzüge bayilacakti. Özel olarak yaptirmisti, gümüsçüye. Genis kocaman bir halkanin ortasinda, siyah kare bir zeminin içinde, beyaz mineli bir kartal basi vardi. Tam istedigi” gibi diye düsündü.

Terminalde bir taksiye bindi. Vakit geçirmek istemiyordu. Cezaevine geldiginde kalbi hizla çarpmaya basladi. Bahçenin demir kapisi yaninda, nizamiye de bekleyen nöbetçiye bir seyler söyledi. Içeri telefon edildi. Kimligini birakti, ziyaretçi kartini aldi. Basamaklara vardiginda kalbi duracakti. Müdür bey karsiladi onu kapida. Sonra odasina geçtiler. Sicak bir çayin esliginde eski günlerden söz ettiler.

Arkadaslarini sordu. Iki yilin ardindan kimler gitmis, kimler gelmis, kimler tahliye olmustu. Merak ediyordu. Ancak herkesten ayrintiyla bahseden müdür, söz Metine gelince konuyu degistiriyor, bakislarini ondan kaçiriyordu. Daha fazla dayanamadi.

“Seref bey, nasil söyleyecegimi bilmiyorum. Metin senin ardindan ikinci kez zatüreye yakalandi. Ancak bu defa vücudu da, beyni de iyilesmek için hiçbir çaba göstermedi. Hastaligi ilerledi. Sanki ölümü bekledi. Yapilan tedaviye yanit vermedi. Kisa süre sonrada hastane de öldü”

Dünyasi basina yikilmisti. Beyni aciyla uyusmus, yüregine bir ates düsmüstü. Cani aciyordu. Soktaydi. Çaresizlik umutlarin yerini almisti. “Nerede, nereye gömüldü?” diye sordu agla*******. “Istanbul’a, vasiyeti üzerine ailesi Istanbul’a götürdü” dedi müdür bey. Küçük bir kagida bir seyler karaladi. Artik orada durmanin anlami yoktu. Vakit kaybetmeden Istanbul’a geri döndü. Yikilmisti. Perisan olmustu. Vefasizlik yapmis, dostluguna ihanet etmisti. Sahip çikamamisti iste kardesine.

Kabristana geldiginde ayakta duracak hali yoktu. Bekçiye elindeki kagidi gösterdi. “Metin dedi, kardesim, yeri neresi?” Bekçi ona söyle bir baktiktan sonra “Beyim sen iyi degilsin. Gel biraz dinlen, sonra birlikte variriz yanina” dedi. Hemen görmeliydi. “Hayir hemen, lütfen”

Dar bir toprak yolda yürümeye basladilar. Etrafini göremiyordu gözleri. Bekçi bir seyler söylüyor ama o zor anliyordu. Son kelimeler beyninde takildi kaldi. “ Beyim ne yapip ettiysem, rahmetlinin topragini dikleyemedim. Ben düzeltiyorum o çöküyor. Babasi da çok ugrasti. Fidan dikiyoruz, çiçek ekiyoruz ama bir türlü tutmuyor”

Mezarin basina geldiginde bekçinin dedigi gibi içeri dogru göçüktü toprak. Üzerine kapandi. Dakikalarca agladi. “Söz kardesim, bu kez sözümü tutacagim, seni her gün görmeye gelecegim” diye hiçkirdi. Ceketini çikardi. Bekçiyle birlikte topragi doldurdu, yükselti. Birkaç fidan dikti. Çiçek tohumu serpti. Saatlerce yaninda kaldi. Bekçiye para verdi. “Ben her gün ugrayacagim, ona iyi bakacaksin, düzeltecek, çiçekleri sulayacaksin baba. Söz ver bana” dedi.

O günden sonra da Metini her gece rüyasinda görmeye devam etti. Sürekli ondan bir sey istiyordu. Elini uzatiyor, tutacakken kayboluyordu. Ertesi gün onu ziyaretine gittiginde mezarin topragini göçmüs buluyordu. Ne yaparsa yapsin, ne kadar ugrasirsa ugrassin düzelmiyordu.

Vicdan azabi onu yiyip, bitiriyor kendisinin sebep oldugunu düsünüyordu. Yine sakinlestirici kullanmaya baslamisti. Her gece “Yalvaririm kardesim, bana yardimci ol, bu azaptan beni kurtar” diye sayikla******* uykuya daliyordu.

O gece yine rüyasina girmisti. Karsisinda duruyor, ona gülümsüyordu. Parmagini isaret ediyordu. Siçradi. Nefes alamiyordu. Sonra telasla yataktan firladi. Izmir’e giderken ceketinin iç cebine koydugu yüzügü hatirladi. Anlamisti.

Sabah kabristana geldiginde gözlerine inanamadi. Çam fidanlari yesermis, mezarin üstünde renkli çiçekler bitmisti. Ama öyle bir tanesi vardi ki içlerinde. Beyaz, bembeyaz bir kardelendi. Kisi beklemeden, vakitsiz açmisti. Bekçi hayret dolu gözlerle bir mezara bir ona bakarken, usulca dizlerinin üstüne çöktü. Kardelenin dibine küçük bir çukur kazdi. “Kartal basli gümüs yüzügün” üzerini toprakla örterken onun kulagina fisildadi.

Yasamla ölümü ayiran o ince çizgi, siyahla beyazi ayiramaz ki..



Mine Soyer Tarafindan yazilmistir beni çok duyqulandiran bir yazisidir