Bacchus
1496-1497, Floransa, Bargello Müzesi. Heykel, ayakları üzerinde dengesiz, toparlanmaya çalışan, geriye doğru kaykılmış bbedeniyle sarhoş tanrıyı betimlemektedir. Işık, pürüzsüzleştirilmiş ve kadınsı bacakları üzerinde kayarak, arkasında bulunan küçük satyrin bükülmüş bedeni sayesinde tersi yönde sarmalayıcı bir devinim yaratır.


Hakında Detaylı Bilgi
Gençliği ve yetişmesi. Birkaç kuşaktan beri Floransa’da bankerlik yapan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Babası, işinde başarılı olamamış ve devlet hizmetine girmişti. Michelangelo 13 yaşında sanat eğitimi görmek üzere Floransa’nın önde gelen ressamı Domenico Ghirlandaio’nun anına verildi. Bu dönemde hem Ghirlandaio’nun hem de Giotto ve Masaccio gibi daha önceki Floransalı ressamların yapıtlarından yaptığı kopyalar kalmıştır. O sırada kentin yöneticisi olan Lorenso de Medici, yeteneğini sezerek onu koruması altına aldı. Medicilerin koleksiyonunun yöneticisi olan ve kendi de tunçtan heykeller yapan Bertoldo, ona bir öğretmen gibi yakınlık gösterdi. 1494’te Medicilerin yönetiminden uzaklaştırılmasından az önce Floransa’dan ayrıldı.
İlk yapıtları. Bologna’da, sanatçısı öldüğü için yarım kalmış büyük bir yapıtın eksik bölümlerini tamamlamak üzere işe alındı. Bu, Aziz Domingo’nun mezarı için yapılan bir grup heykeliydi. Michelangelo kendinden önceki sanatçının neşeli, hareketli yaklaşımına karşın yapıtı daha ağırbaşlı bir görünümde bitirdi. Bu tutum, Antik çağdan kaynaklanan ve Floransa Okulu’nda Giotto’dan beri egemen olan bir yaklaşımdı. Michelangelo’nun malzeme olarak Mermeri seçmesi de bu yaklaşımın bir parçasıydı. Aynı özellikleri Roma’da yaptığı ilk büyük boyutlu heykeli “Bacchus7ta da (1494-97; Bargello Müzesi, Floransa) kullandı. Heykel bir bahçede durmak üzere yapıldığından, Mechelangelo’nun daha çok karşıdan seyredilen öteki yapıtlarının yanında her yönden görülebilmesi açısından da tek örnekti.
“Bacchus”u, bugün San Pietro Bazilikası’nda duran “Pietà” (1498) izledi. Bir Fransız kardinalinin siparişi olan bu yapıtta iki figür sıkışık bir biçimde yerleştirilerek belli bir yoğunluk ve ciddilik duygusu yaratılmak istenmişti gene de aralarında düşey-yatay, kadın-erkek, canlı-ölü, çıplak-giyimli gibi karşıtlıklar vurgulanarak belli bir hararetlilik sağlanmıştı. Michelangelo, adını duyuran bu yapıttan sonra, ününü pekiştirecek olan “Davud”u (1501-04, Floransa Akademisi) yapmaya başladı. Floransa Katedrali için sipariş edilen bu büyük boyutlu yapıt için Michelangelo aşağı yukarı 40 yıl kadar önce yontulmaya başlanıp yarım kalmış bir mermer blokunu kullanmıştı. Heykel Rönesans’ın güzellik idealini en iyi yansıtan yapıtlarından biri oldu.
Michelangelo bu yapıtlar üstünde çalışırken, bir yandan da aldığı özel siparişler için Madonnalar yapıyordu. Meryem Ana ile Çocuk İsa’yı canlandıran bu yapıtların bazısı küçük boy heykel, bazısı yağlıboya tablo, bazısı da kabartma biçiminde ele alınmıştı. “Madonna ve Çocuk İsa”, (“Pitti Madonnası”, 1503, Bargello Müzesi, Floransa) adlı küçük boy heykele hareketsiz bir hava egemense de, “Kutsal Aile” (“Donni Toda”, 1503-05, Uffizi Galerisi, Floransa) adlı tablo ile “Madonna, Çocuk İsa ve Aziz Yuhanna’nın Çocukluğu” (“Taddei Madonnası”, 1503, Kraliyet Akademisi, Londra) adlı kabartma hareket içindeydi. Bu çalışmalarda Michelangelo’nun Leonardo da Vinci’ye duyduğu hayranlığın izleri de vardı.
1504’te Floransa’daki Vecchio Sarayı’nda bir duvar resmine başladı. Bu resim, Leonardo’nun aşağı yukarı aynı tarihlerde, aynı yerde yapmaya başladığı başka bir duvar resminin karşısında yer alarak onu tamamlayacaktı. Her iki resim de konu olarak kentin kazandığı zaferleri işliyordu. İki yapıtın da günümüze yalnız kopyaları ile birkaç hazırlık çalışması kalmıştır. Michelangelo 1505’te Floransa Katedrali için On İki Havari’nin mermer heykellerini yapma siparişi aldı, ama bunlardan yalnız Aziz Matta’nınkine başlayabildi. Bu yapıt, bitmemiş olmasına karşın, daha sonraki birçok sanatçıyı etkiledi.
Roma dönemi. Papa II. Julius’un onu Roma’ya çağırması, Floransa’da başladığı işlerin sonunu belirledi. Papa kendi mezarı için 40 büyük heykel yapılmasını istiyordu; ilk olarak da yeni eline geçirdiği Bologna kentine konmak üzere büyük boyutlu kendi tunç heykelini yaptırdı. (Bu heykel papalık askerlerinin kentten çıkarılmasından sonra Bolognalılar tarafından parçalandı.) Michelangelo daha sonra da Sistina Şapeli’ndeki tavan resimlerinin (1508-12) yapımına başladı. Kitabı Mukaddes’ten aldığı konuları buraya işledi. Bunların arasında insanın yaratılışı, Âdem’in Cennet’ten kovuluşu, Nuh tufanı gibi çeşitli peygamberlerin, azizlerin işlerini anlatan sahneler vardı. Bu büyük yapıt dört yıl gibi bir süre içinde bitirildi. Şapelin tavan resimleri biter bitmez Michelangelo, Papa Julius’un mezar heykelleri üzerinde çalışmaya başladı. 1513-15 arasında “Musa”yı (San Pietro Kilisesi, Vincoli, Roma) tamamladı. Bu heykel bir bakıma Sistina Şapeli’nin tavanındaki anıtsal resimlerin üç boyutlu biçimde ele alınması gibiydi.
Floransa dönemi. II. Julius’un 1513’teki ölümü, onun mezarı için harcanacak paranın da kısılmasına yol açtı. Yeni papa, Lorenzo de’ Medici’nin oğlu X. Leo, Michelangelo’nun çocukluk arkadaşıydı; ona daha çok Floransa’da yapılacak işler verdi. O dönemde Floransa, Leo’nun daha sonra VII. Clemens adıyla papa olacak kuzeninin yönetimi altındaydı. Michelangelo gerek o zaman, gerekse 1523-34 arasındaki papalığı sırasında bu kardinalle birlikte çalıştı.
Michelangelo, Medici ailesinin evi, San Lorenzo Kilisesi gibi yapılardan sonra bu kilisenin Yeni Sacristia bölümündeki Medici Şapeli üzerinde çalışmaya başladı. Şapelin yapımına bu aileden Giuliano ve Lorenzo’nun 1516 ve 1519’daki ölümleri yol açmıştı. Michelangelo 1534’e değin şapelin daha çok içiyle ve burada yer alacak heykellerle uğraştı. Aşağı yukarı aynı yıllarda Medici-Lorenzo Kitaplığı’nın tasarımını da yaptı. Papa X. Leo’nun kitapları için yapılan bu yapının giriş sahanlığı ve merdiveni, Michelangelo’nun elinden çıkmış en ilginç düzenlemelerden biridir. Burada sarmal çıkmalar, içeri çekilmiş sütunlar, dışarı taşan duvar parçaları, kıvrımlı merdiven basamaklarıyla çeşitli yapı öğeleri öyle alışılagelmişin dışında bir biçimde kullanılmıştı ki, yapı daha ileriye Maniyerizmin ilk önemli yapıtı olarak nitelendirilmiş, Barok anlayışın hazırlayıcısı olarak görülmüştü.
1527’de Papa Clemens Roma’dan kaçtı. Medicilere karşı ayaklanan Floransa’da da cumhuriyet kuruldu. Ama üç yıl süren savaşlardan sonra 1530’da Mediciler yeniden bu kente egemen oldular. Savaşlar sırasında Michelangelo savunma yapıları yapmakla görevlendirildi. Çağdaş savaş yöntemlerini çabucak kavradı, özellikle de top ateşine dayanıklı kaleler yaptı. Yaklaşık 14. yüzyılın ortasından beri kullanılmakta olan bu silah, saldırganlara büyük üstünlük sağlıyordu. Michelangelo eskiden kullanılmış olan yüksek duvarlı savunma yapıları yerine, duvarları alçak, ama daha kalın, top ateşine dik yüz göstermeyecek biçimde sivri çıkıntılarla donatılmış savunma yapılarını tasarladı ve uyguladı.
Medicilerin yönetimi ele geçirmeleri üzerine Michelangelo da yeniden onların mezar yapıları üzerinde çalışmaya başladı. Bu dönemde yaptığı iki heykel “Davud” (1530, Bargello Müzesi, Floransa) ve “Zafer” (1532-34, Vecchio Sarayı, Floransa) adlarını taşıyordu. Mağlup bir yaşlı adam figürünün üstünde kıvrak bir sarmal oluşturan galip delikanlının figürü, daha sonra maniyeristlerin çok sevdiği, sık sık yinelediği bir motif oldu.
İkinci Roma dönemi. Michelangelo 1534’te Floransa’dan son kez ayrıldı, Roma’ya gitti. Günün birinde geri döneceğini, yarım kalmış işlerini bitireceğini düşünüyordu, ama Roma’da da önemli yapıtlar üstünde çalıştı, daha değişik konulara yöneldi.
1534’te Papa III. Paulus’un isteği üzerine Sistina Şapeli’nin arka duvarlarına “Son Yargı” adlı duvar resmini yaptı. Bu konu ortaçağdan yaklaşık 1500’lere değin pek çok İtalyan kilisesinde işlenmiş, ama daha sonra pek ele alınmamıştı. Michelangelo’nun üslubu 25 yıl öncesine göre oldukça değişmişti. İnsan figürleri çok daha az enerji yüklüydü, vücutlar birer et yığını gibiydi. Kahverengi giysiler, göğün mavisiyle bir karşıtlık oluşturuyordu. Yargıları olumlu sonuçlanıp göğe uçanlar da, olumsuz sonuçlanıp toprağa gömülenlere benzer biçimde, yoğun bir sıvı içinde yüzer gibiydiler.
Michelangelo son yıllarında heykelden çok resim ve mimarlıkla uğraştı. O dönemde önemli bir merkez olan Roma için etkileyici, anıtsal yapılar tasarlaması istermişti. Bunların ikisi, San Pietro Bazilikası’nın kubbesi ve Capitolino Meydanı, bugün de kentin önde gelen anıtları arasındadır. Her iki yapı da onun tarafından bitirilmemiş, ölümünden sonra, düşüncelerine en yakın olacak biçimde tamamlanmıştır.
Capitolino Tepesi, Roma Döneminde de kentin merkezlerinden biriydi. Buradaki alanda kentin yerel yönetim yapısı bulunuyordu. Michelangelo, alanın kısa kenarları üstünde yer alan bu yapıyı yeniden biçimlendirdi, ona alanın uzun kenarını üstünde yer alan iki yeni bölüm ekledi. Bunları güçlü birer ön cepheyle donattı. Alanın dördüncü kenarı, uzun bir merdiveni çıkarak buraya ulaşan halkın girmesi için boş bırakılmıştı. Alanın zemini, ortasında bulunan eski Roma imparatorlarından Marcus Aurelius’un at üstündeki heykeli çevresinde bir elips biçiminde düzenlenmişti. İki yandaki yeni yapılar birbirine koşut değildi, eski belediyeye doğru açılıyorlardı. Böylece, alanın girişinden bakıldığında yaklaşır gibi gözükmedikleri için, görece küçük alanın çok daha büyük ve anıtsal bir görünüm kazanmasına neden oluyorlardı.
San Pietro Bazilikası’nın kubbesi ise, yapının iç mêkanının üzerini örtmekten çok, dışarıdan görülecek bir işaret oluşturması açısından önemliydi. Daha önce Floransa Katedrali’nde kullanılan bu yöntem Michelangelo’nun yapıtıyla evrensel bir geçerlilik kazanmış, örneğin ABD’nin başkenti Washington’daki Capitol’de olduğu gibi, başka yerlerde de simgesel amaçlarla kullanılmıştır.
San Pietro Bazilikası’nın başmimarı iken başka yapıtların tasarımıyla da uğraştı. Papa III. Paulus’un ailesine ait olan Farnese Sarayı’nı tamamladı. Pia Kapısı adlı kent kapılarından biri ya da Roma’da oturan Floransalıların kilisesi gibi bazı tasarımları ise ya önemli değişikliklerle uygulandı ya da yalnız tasarı olarak kaldı. Son yapıtlarından biri Vatikan’daki Paulus Şapeli’nin duvar resimleri oldu.
Değerlendirme. Michelangelo daha yaşadığı dönemde çağının en büyük sanatçısı olarak benimsenmiştir. Avrupa sanatını etkilemiş olmasına karşın doğrudan izleyicisi azdır. Maniyeristler onun ortaya attığı bazı konuları ileri götürmüşlerdir. 17. yüzyılda insan vücuduna ilişkin çizimleriyle dikkatleri yeniden üstüne çekmiş, 19. yüzyılda da heykel ustası Auguste Rodin onun bitmemiş yapıtlarının etkisini kendine özgü bir anlatım aracına dönüştürmüştür. Michelangelo’nun ünü, yaşamı ve yapıtları ile ilgili bilgi ve belgelerin titizlikle saklanmasına yol açmıştır. Michelangelo daha yaşarken yaşamöyküsü yazılmış ilk sanatçıdır. Onunla ilgili iki biyografi vardır. Bunlardan birincisi mimar ve ressam Giorgio Vasari’nin yazdığı Le Vite de’più eccellenti architetti, pittori, e Scultori Italiani…. (1550, 1568; Ünlü İtalyan Mimar, Ressam ve Heykelcilerin Yaşamları) adlı 10 ciltlik yapıtta yer alır. Yardımcılarından Ascanio Condivi de, büyük olasılıkla onun isteği üzerne, Michelangelo’nun yaşamöyküsünü ele alan bir kitap yazmıştır. Michelangelo’nun anlattıklarına dayandığı sanılan bu yapıt 1553’te yayımlanmıştır.
Michelangelo şiir de yazmıştır. Çağının amatör şairleri gibi o da kısa şiirlerle işe başlamış, zamanla güçlü bir anlatıma ulaşmıştır. Yarım olanlar sayılmazsa, günümüze kalmış 300 kadar şiirinin 75’i sone, 95’i madrigal biçimindedir; geri kalanlar da daha serbest şiirlerdir. Şiirleri Petrarca geleneğine uygun biçimde sevgi konusunu işler, düşünce olarak da Lorenzo de’ Medici’nin sarayında aldığı Yeni-Platonculuk öğretisinin etkisi altındadır. Bunlar sevginin, insanlara ölümsüzlüğe ulaşma yolunda karşılaşacakları güçlükleri yenmede yardımcı olduğu konusunu dile getirirler. Michelangelo’nun mektupları, çeşitli çizim ve karalamaları da korunmuştur.

-