Allah, sevdiği kullarının kalbine sevgi duygusunu yerleştirir ve diğer insanların kalbinde de onlara karşı sevgi kılar. Sevginin gerçek kaynağı, gerçek sahibi ve gerçek muhatabı yalnızca Allah'tır. "İman edenler ve salih amellerde bulunanlar ise, Rahman (olan Allah), onlar için bir sevgi kılacaktır." (Meryem Suresi, 96) ayetiyle bildirildiği gibi Allah Katından değerli bir nimet olarak verilen sevgiyi yaşayabilmek için, insanın öncelikle Kuran'da tavsiye edilen üstün ahlak özellikleriyle buna layık olması ve bu nimete sahip olmak için dua etmesi gerekir. Sevginin Allah Katı'ndan verilen bir nimet olduğu Kuran'da birçok ayette bildirilir:

Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. (Rum Suresi, 21)

Allah'ın dosdoğru yolundan yüz çeviren ve yaşadığı cahiliye toplumundan kopamayan bir insan ise, dünyada da ahirette de bu nedenle mutsuz olabilir, yapayalnız ve dostsuz kalabilir.
İyi kullarını seven, onları rahmet ve rızasına erdiren, sevilmeye ve dostluğu kazanılmaya tek layık varlık olan Allah bizden Kendisini sevmemizi ve Kendisinden korkmamızı ister. Eğer insan, Allah'ı derin bir sevgiyle sevmiyor ve korkmuyorsa, Allah onun kalbindeki sevgi nurunu ve sevgi gücünü alır. Kişi ne kadar uğraşırsa uğraşsın, ne yaparsa yapsın, ne gerçek anlamda sevebilir ne de sevilebilir. Mümin ise Allah korkusunu, Allah sevgisini içinde taşıdığı ve çevresine Allah aşkıyla baktığı için, her yerde Allah'ın tecellisini görür. O nedenle derin sevgiyi çok şiddetli yaşar. Örneğin bir çocuğa baktığında, onda Allah'ın yarattığı güzelliği ve Allah'ın nurunu görür. Onda Allah'ın tecellisini görmekten derin haz alır, hoşnutluk duyar. Kalbinde şefkat, merhamet ve koruma hisleri oluşur.

İnsan Allah'a yakın olduğu zaman O'nun sıfatları üzerinde tecelli eder. Allah'ın tecellisine en çok tanık olunan kişi en çok sevilir. Kişiye bu sevgiyi veren de Rabbimiz'dir. Kadın ya da erkek, eğer eşinde Allah'ın tecellisi olan aklı ve güzel ahlakı görür, ruhu onunla tatmin bulursa, her türlü çileye, her türlü zorluğa göğüs gerer, mutluluğu yaşar. İşte bu gerçek aşktır, Allah aşkının yansımasıdır. Bu aşkı samimi yaşayan insan, ölümü de, acıyı da kabul eder. Allah, iman edenlerin bu güçlü sevgi anlayışlarını, "Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir." (Tevbe Suresi, 71) ayetiyle haber verir.

İnsanın gerçek yaşamı, ölümü ile birlikte başlayan ahiret hayatıdır. Dünya her insanın geçici olarak ve sadece imtihan olmak için bulunduğu bir mekândır. Bu gerçeğin bilincindeki müminler, birbirlerine olan sevgilerini, birbirlerini ahiretteki sonsuz yaşamlarına hazırlayarak gösterirler. Kendileri Allah'ın hoşnutluğunu ve cennetini kazanmayı ne kadar istiyorlarsa, diğer müminlerin de aynı sonsuz güzelliklere kavuşmalarını isterler.

Sonsuza dek kurtuluş imkanı olmayan azapla karşılık görme ihtimali, iman edenlerin bu konuda büyük kararlılıkla hareket etmelerini sağlar. Bu nedenle müminler birbirlerinde gördükleri hatalar konusunda uyarılarda bulunur, hiç vakit yitirmeden telafi etmeye ve birbirlerini Allah'ın hoşnut olacağı güzel ahlaka ulaştırmaya çalışırlar. Karşılarındakini her an iyi ve güzele davet eder, kötülüklerden sakındırmaya çaba gösterirler. Onların bu konudaki kararlı davranışları, gerçek sevginin de en açık göstergelerindendir.

İnsanların çoğu için yaşamlarındaki en önemli konu, kendi nefislerinin rahatıdır. Ancak gerçek sevgide, sevilen insanın nefsi ön plandadır. "...Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç) olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin 'cimri ve bencil tutkularından' korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır. (Haşr Suresi, 9) ayetiyle de bildirildiği gibi, mümin sevdiği insanın rahatı için elinden gelen her türlü çabayı gösterir, onun isteklerini, kendi isteklerine tercih eder.

Tüm bunların nedeni ise, kendisi için umut ettiği Allah'ın hoşnutluğunu, sevgisini ve cennetini, mümin kardeşinin de kazanması isteğidir. Bir insan, ancak Allah'ın hoşnutluğunu kazanmak için karşısındaki kişiyi bu kadar özverili ve samimiyetle sevebilir. Ve işte onlar yakınlaştırılmış olan samimi müminlerdir.

Yarışıp öne geçenler de, öne geçmiş öncülerdir. İşte onlar, yakınlaştırılmış (mukarreb) olanlardır. Nimetlerle-donatılmış cennetler içinde; Birçoğu geçmiş (ümmet)lerden, Birazı da sonrakilerden. 'Özenle işlenmiş mücevher' tahtlar üzerindedirler. Karşılıklı yaslanmışlardır. (Vakıa Suresi, 10-11)