Yirmi beş yıl önce Rae Hansen adında küçük bir kız beşinci doğum gününe arkadaşı Richard Bach’ı davet etmişti. Onun çöllerin ve fırtınaların ve dağların ötesinde yaşadığı halde partisine gelmesini bekliyordu.Bach’ın partiye nasıl geldiği ve ne armağan getirdiği binlerce okuru etkileyen bu büyüleyici klasikte anlatılmaktadır.

Mesafeler bizi dostlardan ayırır mı? Sevdiğimiz biri ile olmak istiyorsak zaten orada değil miyizdir?

Rae!
Beni doğum günü
partine davet ettiğin için
teşekkür ederim!

Evin benim evimden bin mil uzakta
ve ben sadece iyi bir neden olursa yola çıkarım.
Rae için partiden daha iyi bir neden olamaz
ve ben de seninle birlikte olmak istiyorum.
Yolculuğuma çok eskiden seninle karşılaştığımız bir tarlabülbülünün yüreğinde başladım. Her zamanki gibi çok dostça davrandı bana. Ama küçük Rae’nin büyüdüğünü ve armağanımla onun doğum günü partisine gittiğimi söylediğimde şaşırdı.

Uzun bir süre hiç konuşmadan uçtuk,
sonunda ‘Söylediklerinin pek azını anlıyorum,’ dedi,
‘ama gidiyor olmanı hiç anlamıyorum.’
‘Elbette partiye gidiyorum,’ dedim.
‘Bunda anlamayacak ne var?’

Bir süre konuşmadı.
Baykuşun evine gelince de,
‘Mesafeler bizi dostlarımızdan ayırabilir mi?’ dedi.
‘Rae ile olmak istiyorsan, daha şimdiden orada sayılmaz mısın?’
‘Küçük Rae artık büyüyor ve ben de ona bir armağan aldım, doğum günü partisine gidiyorum,’ dedim baykuşa.
Tarlabülbülüyle konuştuktan sonra gidiyorum demek bir garip oluyordu, ama ben yine de bunu
baykuşun anlayabilmesi için öyle söyledim.

O da uzun bir süre sessizlik içinde uçtu.

Bu dostça bir sessizlikti,
Ama beni sağ salim kartalın evine bırakırken şöyle dedi:
‘Dediklerinin pek azını anlıyorum, ama arkadaşına küçük demeni hiç anlamıyorum.’

‘Ama o gerçekten küçük,’ dedim. ‘Çünkü daha büyümemiş. Bunda anlamayacak ne var?’

Baykuş o koyu kehribar rengi gözleriyle baktı bana, gülümsedi ve,
‘Bunu bir düşün,’ dedi.

‘Küçük Rae büyüyor ve ben de bir armağan aldım, onun doğum gününe gidiyorum,’ dedim kartala. Tarlabülbülü ve baykuşla konuştuktan sonra gidiyorum ve küçük demek garip geliyordu.

Ama bunu kartalın anlaması için öyle söyledim.
Ve dağların üzerinden aştık,
dağ rüzgarlarıyla havalandık.
Birlikte uçtuk.
Kartal sonunda dedi ki:
‘Söylediklerinin pek azını anlıyorum,
Ama bu doğum günü sözünü hiç anlamıyorum.’

‘Doğum günü işte,’ dedim.
‘Rae’nin yaşama başladığı ve ondan önce olmadığı saati kutlayacağız. Bunda anlamayacak ne var?’

Kartal kanatlarını dik bir iniş için kıvırdı
ve çöl kumları üzerine kondu.
‘Rae’nin yaşamının başlamasından önceki bir zaman mı?
Rae’nin yaşamı zamandan önce başlamış değil midir sence?’

Şahin’e, ‘Küçük Rae büyüyor, ben de armağanımı aldım, onun doğum günü partisine gidiyorum,’ dedim.
Tarlabülbülü, baykuş ve kartalla konuştuktan sonra
gidiyorum küçük ve doğum günü demek garip geliyordu,
ama bunu şahinin anlaması için öyle söyledim.

Çöl altımızda akıp giderken,
‘Söylediklerinin pek azını anlıyorum,’ dedi.
‘Ama büyümeyi hiç anlamıyorum.’

‘Büyümek işte,’ dedim.
‘Rae bir yetişkin olacak neredeyse,
çocukluktan kurtulmasına bir yıl kaldı.
Bunu anlamayacak ne var?’

Şahin sonunda ıssız bir kumsala kondu.
‘Çocukluktan kurtulmasına bir yıl mı kaldı?
Bu hiç de büyümeye benzemiyor.!’
Ve havalanıp gözden kayboldu.
Martı’nın çok akıllı olduğunu biliyordum.
Onunla birlikte uçarken çok dikkatle düşündüm
ve konuştuğumda öğrenmekte olduğumu anlasın diye
sözcüklerimi dikkatle seçtim.

‘Martı,’ dedim sonunda.
‘Benim aslında zaten Rae ile birlikte olduğumu bildiğin halde
beni neden Rae’yi görmeye götürüyorsun?’

Martı denizi aştı, dağları tepeleri aştı,
Sokakların üzerinden geçti
Ve yavaşça senin damına kondu.

‘‘Çünkü önemli olan
Senin gerçeği bilmen,’ dedi.
‘Onu bilene kadar,
onu anlayana kadar
bunu sadece küçük yollarla
ve dışarıdan yardım alarak,
makinelerden, insanlardan ve kuşlardan
yardım alarak ifade edebilirsin.
Ama sakın unutma,
Bilinmemesi, gerçeğin doğru olmaması demek değildir.’’

Ve uçup gitti.
Şimdi armağanını açma zamanı geldi.
Tenekeden ve camdan yapılan armağanlar
Bir günde eskir gider.
Benim sana iyi bir armağanım var.

Bu takacağın bir yüzük.
Özel bir ışıkla parlar ve kimse onu senden alamaz;
Asla yok edilemez.
Sana verdiğim yüzüğü dünyada bir tek sen göreceksin,
Tıpkı bir zamanlar benimkinden sadece benim gördüğüm gibi.

Yüzüğün sana yeni bir güç veriyor.
Onu takarak uçan bütün kuşların
kanatlarına yükseleceksin.

Çevreni onların altın gözleriyle göreceksin.
Onların kadife tüyleri arasında süzülen rüzgara dokunacaksın.
Dünyanın ve onun bütün sıkıntılarının üstüne çıkmanın
sevincini yaşayacaksın.
Gökyüzünde dilediğin kadar kalabilirsin,
geceyi geçirebilirsin orada,
şafağı orada karşılayabilirsin,
ve yeniden aşağı inmek istediğinde
soruların yanıtlanmış ve sıkıntıların gitmiş olacak.
Elle tutulmayan
ve gözle görülmeyen her şey gibi,
senin bu armağanın da kullandıkça daha güçlenecek.

Başlangıçta onu sadece dışarıdayken kullanabilirsin,
birlikte uçtuğun kuşları seyrederken.

Ama daha sonra,
eğer iyi kullanırsan,
göremediğin kuşlar için de
işine yarayacak,
ve sonunda bulutların üzerinde
tek başına uçabilmek için
ne yüzüğe ne de kuşa ihtiyacın olacak.

İşte o gün geldiğinde
Armağanını onu en iyi kullanmayı bilen,
önemli olan şeylerin teneke ve camdan değil,
gerçekten ve sevinçten yapıldığını öğrenebilen
birine vermelisin.

Rae, dostumuz kuşlardan öğrendiklerime bakılırsa
Bu senin son özel-zaman kutlamam olacak.

Seninle olmak için gidemem, çünkü zaten oradayım ben.

Sen küçük değilsin, çünkü artık büyüdün,
yaşamanın zevkini çıkarıyorsun
hepimiz gibi kendi ömürlerinin arasında oynayarak.

Doğum günün yok,
çünkü sen hep yaşadın;
hiç doğmadın ve asla ölmeyeceksin.
Sen ana baba dediğin insanların çocuğu değil,
varolanları anlamanın parlak yolculuğunda
onların serüven arkadaşısın.

Bir dosttan gelen her armağan
mutluluğun için bir dilektir,
ve bu yüzük de öyledir işte.
Doğum günlerinin ötesine
ve sonsuzluğa doğru özgürce ve mutlulukla uç.
Sonra, dilediğimiz zaman buluşacağız,
sonu hiç gelmeyen bir kutlamanın ortasında.


Orjinal Adı: There’s No Such Place As Far Away, Richard Bach
Epsilon Yayıncılık, 1998