Beğenilme çabası, çağın hastalığı… Sırf bu yüzden estetik cerrahi denen tıp alanı, mecburiyet dışı sebeplerle kullanılıyor son yıllarda. Burnu hafif kaldırıp dudakları şişirelim, ha bir de kalçaları kaldırıp göğüsleri destekleyelim lütfen!

Peki… Desteğimizi esirgemeyelim de, nedendir bu kendinden memnun olmama veya başka birine benzeme arzusu? Nedir, kendisi de bir estetik cerrah ürünü, çok ünlü kadınların idol olduğu “beni baştan yarat” furyası? Dediklerine göre, insan mutlu olduğu gibi görünmeli, görüntüsünü değiştirmeye hakkı olmalı… Bu, buz dağının görünen kısmı, ya görünmeyen kısmındaki psikolojik nedenleri düşündünüz mü?

Üstelik “daha güzel olmak” denen kavram bir ihtiyaç mı, yoksa dayatma mıdır? Öncelikle bu sorunun cevabını aramak hepimiz için önemli…

Hadi gelin, küçük kızlarımızın kuşaklardır oynadığı oyuncak bebeklere bir bakalım. Sarışın, renkli güzlü, düzgün fizikli, Barbie’lere yani… Kızlarımız ergenlik dönemine ulaştığında, bilinçaltlarına saldırmış bu “masumane figür” sayesinde “kusursuz” bir güzellik algısı kazanır. Kendindeki doğal fiziksel değişikliklerden memnun olmayacağı “mutasyon” denilen bu dönemde bilinçaltındaki güzellik kavramı, televizyonlar ve genç kız dergilerinde pompalanan ‘güzel kadınlarla’ perçinlenmeye başlıyor. Kızımız büyüyüp bir kadın olduğunda ise, aynaya bakıp doğal olarak oyuncak bebeklerinden bildiği yüzü görmek istiyor.

Popüler kültür sistemin en büyük silahı… Sistemin başlattığı bu sessiz sedasız savaş da televizyon denilen savaş alanlarında gerçekleşiyor. Kansız bir şekilde her geçen gün bir kez daha teslim oluyoruz. Genç nesil, televizyon dizilerindeki diğer hemcinslerine özenip, karşı cinse de aşık olurken alttan alta yürütülen güzellik kampanyasını da algılarına sindiriyor. Kapitalist sistemin başka amaçlarla yürüttüğü bu savaş, işte böyle diğer irili ufaklı algılara da boğuyor bizi. Güzel figürlerle hem apolitikleşiyoruz, hem de bu güzellik algısıyla sistem de güzeldir mesajını alıyoruz. İşin bu yönü başlı başına bir yazı konusu…

Televizyon dizilerinde yakışıklı adamlar, güzel kadınlara aşık olurken, bununla büyüyen bir nesil de sevilmesinin ve beğenilmesinin yegane kriterinin güzellik olduğunu bir çırpıda hazmediyor elbette. Hepsi oradaki kurgu hayatlardan alıntılayarak yaşıyor hayatını. Gençlik dizilerinde “bugün kiminle sevgili olsam?” gibi ‘önemli’ bir gençlik sorunsalına çözüm ararken, biraz daha ileri yaşlara hitap eden dizilerde ise “hard corn” ilişkilere tanıklık ediyor. Hepsi yakışıklı esas oğlanların, hepsi güzel esas kızların birbirlerine karşı hissettiği sabun köpüğü, fast food aşklara imrenerek bakıyor. Televizyon dünyasıyla ilgili söylenecekleri burada bitirip, güzellik peşindeki insanın yolculuğuna devam edelim.

Estetik ameliyatların çoğu, işte bu “güzellik figürünün” işaret ettiği yolu gösterir. Çoğu burunda et ve kemik olma gerekçesiyle başlar, sonra yüzün diğer özellikleri yeni buruna uydurulur. Bu sonuçlar, tabii ki maddi olanakları elverişli olanlar için geçerli… Diğer kategoride, yani estetik ameliyat için parası olmayan kadınlarda, yine bir diğer sonuca tekabül ederek beğenilmeme korkusuyla “ilk talibe” varır. Hepsi birbirine benzeyen, botokslu yüzler, çok tercih edilen, moda olan burun ve dudak modelleri… Birbirinin aynı… Aynı kalıptan çıkmış kadınlar her yerde olmaya başladı artık.

Üstelik işin acı tarafı; kadın, kendini beğenmeme sendromunda “seni ben almasam, kim alırdı?” diyen ‘üstün zekâlı’ erkeğin esaretine geçer. Bir başka ifadeyle; erkek, bir süre sonra ‘hoş ve boş kadın’ modellerini gördükçe, “bunlar kadınsa, evdeki ne o zaman?” sorgulamasına başlar ki, bu da sistemin bize başka bir hediyesidir!

Keşke hepimiz bütün bu olan ve bitenin son tahlilde bir çocukluk travmasından ibaret olduğunu anlayabilsek de geç olmadan şu beğenilme vebasından kurtulabilsek…

Şimdi diyeceksiniz ki, sadece kadınlar mı tutuluyor bu hastalığa? Ne münasebet! Biz erkekler de, zaten bu ‘güzellik algısı’ piyasasının da kurucusu olarak, kendi düzenimizin işaret ettiği ‘yakışıklılık’ illetiyle uğraşırız. “Kadın böyle olur” diye birilerini pompalarken erkek figürler, yani Barbie’nin erkek arkadaşı Ken de yaratılır ve ulaşılacak mutlak nokta biz erkekler için de belirleniverir.

Lisedeyken bir arkadaşım, tüm ders aralarını erkekler tuvaletinde ayna karşısında geçirirdi. Endişeyle izlediğim bu gerçekliğin sonucunda bir gün aynadaki yansımasına âşık olarak, kendini öpmeye çalışırken çıldıracağını zannederdim. E birçoğumuz için geçerli olan vücut “geliştirme” konusu da ayrı bir sorun… Eğer kariyer hedefinde süper kahraman olmak yoksa sanıyorum bu da yine, erkeklerin kurduğu ‘estetik algısı’ dünyasının kendine de dokunan dayatmasından ibaret… Elbette atletik bir vücuda sağlıklı yaşam için ulaşma gayretinde olan erkekler de vardır. Onları bu yazının konusunun dışında bırakıyorum.

İnsanın dünyadaki varlık fonksiyonunun, fiziki görünüşü olmadığına inanıyor olmalıyız. İnsan madem düşünen bir varlık, onu değerli yapan da işte bu yüzden, ürettikleri, yazdıkları, söyledikleridir. Nihayetinde, beden bir gün yok olacak. Bizden geriye kalan, şüphesiz ki geçmişte bıraktığımız izler olacak. Hepsi bu… Yani güzel ya da çirkin ayırt etmeksizin herkes, akılla, bıraktığı izlerle anılacak ve bu izleri belirleyecek olan kesinlikle saçınız, başınız, burnunuz, ağzınız olmayacaktır.

Doğan Özcan Doğanın Dengesi

Radikal