Cenab-ı Hak yeryüzünü bir sofra haline getirmiş. Her çeşit nimeti o sofrada dizmiş. Sayıya gelmeyecek, bitip tükenmeyecek kadar bolca vermiş.
Yüzlerce çeşit sebze ve bunlardan yapılan tencere*ler dolusu, tabak tabak yemekler.
Yüzlerce tür meyve; üzümü muzu, elması armudu, eriği şeftalisi, kavunu karpuzu, bahçeler dolusu. Ağaçların elleriyle elimize sunulan nimet içinde ni*metler.
Yemeğimize ekmek olan buğdayı, arpası, mısırı, yulafı ve çavdarı başaklarla önümüze dökülen tane*cikler, inciler güzelliğinde taneler.
Ve iftar saatinde fırınlardan sokaklara yayılan pide kokusu ve bu tazeliğe kavuşmak için sıra sıra insan manzaraları.
Hele o Ramazan tatlıları, Ramazan gülleri, güllaç*ları, baklavası, burması ve güzelim Medine'nin canım hurması.
Allah'ın kısmet ettiği kadarıyla yer almışlar sofra*larımızda, burcu burcu tüterek, şirin şirin içimizi aça*rak, acısıyla, tatlısıyla, katısıyla, sulusuyla iştahımızı çekiyorlar.
Hep beraber oturduk sofraya, ailemizle, arkadaşla*rımızla, dostlarımızla, sevdiklerimizle.
Sadece biz de*ğil, bütün oruç tutanlar, yeryüzündeki bütün Müslü*manlar, mü'minler oturmuş bekliyorlar iftar sofrasın*da.
Neyi bekliyorlar?
"Buyurun, açın orucunuzu, yapın iftarınızı" emri*ni.
Emir kimden geliyor?
Bütün bu nimetleri verenden, bize rahmetinden gönderenden.
O sadece nimetleri, yiyecekleri, içecekleri mi veri*yor?
Mideyi veriyor, ağzımızı, dilimizi, dişimizi veriyor. Bunlarla birlikte her nimete göre ayrı bir iştah ihsan ediyor. Her nimeti tadacak tatma hücrelerini dilimize, damağımıza yerleştiriyor.
Ve bütün bu ikramları kendisinden geldiğini anla*yan aklımızı ve kendisine inanan kalbimizi de ihmal etmeden hep birlikte veriyor.
Oruç tutan hepimiz emirle hareket ediyoruz. Bir orduda görev yapan askerler gibi. Dünyadaki bütün Müslümanlar tek emir altında yaşayan birer asker mi*sâli.Ezel ve Ebed Sultanından gelecek emirle hareket ediyorlar, büyük bir zevkle, büyük bir coşkuyla, din*meyen bir heyecan seli halinde.
Bu kadar nimete, ikrama, ihsana, iltifata ve bereke*te kulluğumuzla karşılık veriyoruz, tuttuğumuz oruç*la, Ramazan boyu sahurla iftar arasında gösterdiği*miz sabırla.
Severek yapıyoruz, sevinerek işliyoruz, sevinç du****** tutuyoruz orucumuzu, kılıyoruz namazımızı, kaçırmıyoruz teravihimizi.
Güneş aynı yerden emir alarak doğuyor her gün büyük bir şevkle.
Ay aynı yerden emir alarak deliyor karanlıkları her seferinde gülümseyerek.
Yağmur aynı yerden emir alarak rahmete çeviriyor dünyamızı çiseleyerek, bazen de sele suya vererek her tarafı.
Papatya, menekşe, karanfil, yasemin aynı yerden emir alarak açıyor rengârenk, kokuyorlar misk gibi pırıl pırıl boy göstererek.
Biz de aynı büyük yerden emir alarak tutuyoruz Rama*zan boyu oruçlarımızı, güneş gibi doğarak, ay gibi parlaya*rak, yağmur gibi yağarak ve çiçek çiçek açarak güzel gö*nüllerde.
Sofraya konan yemeklere akşam ezanı okunmadan ön*ce neden el uzatamıyoruz? Neden bir yudum su bile alamıyoruz?
Çünkü o nimetler gerçek anlamda bizim değil. Eğer bizim olsaydı, istediğimiz zaman, istediğimiz kadar yerdik ve kimse de karışamazdı.
Yemek için bir emir bekliyorsak, demek ki, o yiye*cekler ve yemekler bizim değil. Emir veren kimse, gerçek sahibi de O.
Açlık acısı oruçla anlaşılır
Ramazan dışı günlerde sofraya otururuz. Yemekler önümüze sırasıyla gelir.
Çorbadır ilk gelen önümüze.
"Bunun biberi fazla olmuş, çok acı!'
"Ben şehriyelisini istiyordum, bu çorba mercimek."
Sıraya yemek girer. Tabağımıza konur.
"Yine mi patlıcan, zaten tam da pişmemiş."
"Başka yiyecek yok mu?"
Arkasından pilav tenceresi görünür.
"Bu nasıl pilav, lapa mı ne?" "Bir baksanıza, yağı bile az."
Ramazan gelince, itirazlarımıza hedef olan bütün bu yemekler burcu burcu tüter burnumuzda-. İkindi*den sonra, hele iftara yarım saat kala midemiz kazınır neredeyse.
Ne kadar da içimiz çeker o sıcacık mercimek çorba*sını, o yan pişmiş patlıcan yemeğini, o az yağlı pila*vı.
Bir de sahura kalkamamışsak, üstelik o gün çok ça*lışmış, iyiden iyiye acıkmışsak, bir dilim kuru ekmek bile nar gibi kızarmış börek olur bizim için.
Kuru ekmeğin çok değerli bir nimet oluşunu ancak Ramazan günleri hatırlarız. Başka zamanlar elimiz bi*le uzanmazken, iftar sofrası bambaşka anlam kazan*dırır o ekmeğe.
En zengininden en fakirine kadar herkes eşittir if*tarda.
Hep beraber manevi bir şükür yaparız, nimetlerin farkına varmakla.
Hep birlikte şükür dökülür dilimizden Ramazandın getirdiği bilinçle.
Ve şükür borcumuzu öderiz Rabbimize ferah ve se*vinç du*****, neşe içinde.