22 Şubat 1998… Fenerbahçe, Kadıköy’de Kayseri Erciyesspor’u ağırlayacaktır. Ve maç Kayseri ekibinin 2-1’lik üstünlüğüyle biterken ev sahibinin tek golü Saffet Sancaklı’dan gelir… İşte o gün Fenerbahçe kalesine bir adam geçer. Adı esame listelerinde ve arşivlerde görülmez bu adamın. Görünüşe bakılırsa ilk 11’de Rüştü, kulübede ise Murat Şahin oturuyordur. Fakat tarih yazmasa da, o gün kaleye geçen başka bir isim daha vardı…

Okul Yılları

O adam, o zamanlar Kartal – Süleyman Demirel Lisesi’nde okuyordu; iri yarı ve her gün gömlek-kravat ikilisinin üstüne Fenerbahçe eşofmanı giyen genç bir delikanlı. O zamanki arkadaşlarına göre açıksözlü, biraz agresif, bıçkın fakat delikanlı bir insan. Kartalspor’un kalecisi. Ve çoğu insana göre geleceğin en büyük yıldızlarından biri…

Futbola ortaokul takımında santrafor olarak başlamıştı Volkan. Fakat birgün takımın kalecisi gelmediğinde “ben geçerim” deyip filelerin en yakınına yerleşti ve bu görevi bir daha hiç bırakmadı. “Çocukken de atlayan, zıplayan bir çocuktum, kalecilik bana eğlenceli geldi” diye Volkan’a Süleyman Demirel Lisesi ve Kartalspor’daki duruşunu sorduğumda sanki bugününü anlatır gibi cevap verdi bana; “özgüvenim her zaman çok yüksekti, hep göz önündeydim…”

Her yerde olduğu gibi Türk Futbolu’nda da herkesçe çok sevilen isimler vardır; hangi takımda oynarsa oynasın “düzgün adam” gözüyle bakılırlar. Ama aralarında sadece nadir olanlar gerçekten düzgündür. Birçoğu suyun akışına göre şekil alır, tepki almamak ve herkesin sevgilisi olmak için uğraşırlar. Ve kameralar ne zaman başka yöne dönse gerçek yüzlerini o zaman gösterirler. Volkan bu tanımın dışında kaldı hep; köşeli bir adam oldu. Siyah beyaz bir karakteri vardı çünkü; kesin ve net. Ve tüm bu temel taşların üzerine bir de fanatizm boyutlarındaki Fenerbahçeliliği eklenince tablo kolayca şekillendi. Volkan: Fenerbahçelilerin kendilerine çok yakın, diğer taraftarlarının ise “itici” bulduğu bir karakter…

“Delirirse gol yemez!”

Onu Kartalspor yıllarında izleyen bir futbolsever, Volkan için şu cümleyi kuruyordu o yıllarda; “bu çocuğun bir özelliği var, delirirse gol yemiyor…” Kısmen haklıydı da. Çünkü Volkan Demirel, en üst düzey maçlarını genellikle en çok “gaza geldiği” günlerde çıkarttı. Fakat Volkan’ın hatalı gollerine, kötü maçlarına baktığımızda da yine öfke kontrolsüzlüğü ve aşırı özgüvene rastlıyoruz. Tıpkı “kılıçla yaşayan kılıçla ölür” misali, maçı psikolojik yaşayan ve performansı buna bağlı olan bir Volkan’ın zayıf anları da hep fiziksel değil mental zaaflarından geldi. Çok kez şahit olmuşuzdur; Volkan hareket etse kurtarabileceği bir topa hamle bile yapmaz ve o top usulca ağlarla buluşur. En çok bu konuda eleştirildi Volkan Demirel. Bu konuya bakın kendisi ne diyor; “kimseyi kandırmayalım, gol olacak top gelişinden bellidir. O topa hamle yapsanız da yapmasanız da o top içeri girecektir”



“Bu kaleyi bir gün koruyacağım!”

Maçlardan önce ve sonraki olaylara yaklaşımları, gündem maddelerine verdiği reaksiyonlar, yaptığı açıklamalar hatta kaleye gelen toplara yaptığı yaklaşımla Volkan Demirel siyah-beyaz bir karakter; ya hep ya hiç felsefesinin yılmaz bekçisi… Kaybı da kazancı da bu halinden oluyor. Tıpkı kariyeriyle ilgili en büyük pişmanlığı sorulduğunda verdiği cevap gibi; “Adımı Avrupa’ya ezberlettim, iyi maçlar çıkarttım fakat Koller’in küfürüne kafayla cevap verişim doğru değildi. Şimdi olsa aynı tepkiyi vermem. Küfür edilince ben de karşılık verdim. Yapmamalıydım.”

Sonuç olarak, ülkemizde hem olumlu hem olumsuz anlam taşıyan kelimelerden biri anlatıyor belki de onu en iyi; “artist”… Sevmeyenler için en uzakta duran, kibirli ve uzlaşılmaz biri… Sevenler için özgüveni yüksek, alnına Fenerbahçe bayrağı kazınmış ve tribündekilerin kalbinden geçeni söyleyen bir kahraman; siyahı simsiyah beyazı bembeyaz, uçlarda oynayıp uçlarda takılan bir adam. O adam aslında ilk kez Şubat 98’de kaleye geçti ve yıllar sonra o gün kaleye geçişini ve hissettiklerini şu cümlelerle anlattı;

“Maç bitmişti. Böyle bir yağmur olamaz. Gök delinmişti resmen. Mahallece gitmiştik maça, davullar vardı. Çıkış kapılarının önü suyla birikmişti. Bizi sahanın içinden geçirerek, şu anki 1907 tribünü tarafından çıkarmaya kalktılar. O sırada sahaya girme şansı buldum. Taraftarları saha içinden dışarı alıyorlar. Kaleye geçtim bir baktım ve dedim ki, ‘Bu kaleyi bir gün koruyacağım.’”

İşte o adam 3250 gündür Fenerbahçe kalesini koruyor.