Acayip Bir Sezonunun 29. Haftası

Bir Acayip Ligin 29. Haftasında Fenerbahçe Gençlerbirliği Maçı: (6 – 1)

Acayip ligin bir maçı daha acayip bir sonuçla geçti. Rakip takımların yazarları, önceki günlerde Gençlerbirliği’ni öve eve bitirmezken Fenerbahçe’nin iyi futbol oynayamadığını bu maçı da kaybederek lige havlu atacağını yazıyorlardı. Fenerbahçe ise, tam 6 tane hem de 6’sı da müthiş gollerle maçı farklı kazandı. İşte bu da bir acayip sonuç olmuştu.
İlk golde Alex’in bayağı yükselterek yaptığı orta pek çalışılmışa benzemiyordu. Çalışılmış olsa Rapaiç’in Galatasaray’a kornerden attığı golde olduğu gibi çabuk ve alçaktan gönderirdi. Yüksekten gelen golde Stoch’un boş bırakılması bir savunma hatasıydı. Boş durumda kalan Stoch ise değil bu haftanın, bu yılın en güzel golünü attı. Solak bir futbolunun sağ ayakla attığı bu müthiş “Dömi-vole” şutu atabilen solak futbolcular, dünyadaki gelmiş geçmiş futbolcuları da ele alsak 10 kişiyi geçemeyecektir. Bir yıl ilk onbire girmeyen bu futbolcu Fenerbahçe’nin en büyük kozu haline gelmiştir artık. Rakip savunmacılar Alex’i mi tutsunlar, Stoch’u mu yoksa tek gol silahı gözü ile bakılan Sow’u mu bilemeyeceklerdir.
Fenerbahçe’de hala taktiksel önlemlerin azlığı dikkat çekiyor. Tek yenilik olarak Sow’un iki stoper arasında kalmayarak sağ ve sol çizgilere kaçarak ortada boşluklar yaratması olarak gözüktü. Hala organize kontratak çıkışları yapılmıyor. Bu çıkışlar rastlantısal olarak gelişmekte. Stoch ile Gökhan Gönül koşuyorsa önüne atılan her top tehlike yaratıyor. O toplar bile tek vuruşla değil birkaç dolaştırma sonrası ileriye atılmakta. Oysa çalışılan bu tür ataklar “tek-tek” vuruşlarla, adeta gözü kapalı yapılabilmekte.
Alex hızlı koşup topa sahip olabilen oyunculara kavuşunca daha etkili olmaya başladı. Dia da oyuna girince bu oyuncu sayısı 3’lenmiş oldu. Cristian’ın yerine Mehmet Topuz’un çekilerek Dia’nın da ilk onbirde oynatılması olasılığı maçtan önce konuşulmuştu ama Aykut Hoca bu macerayı pek benimsemedi. Alex ile Stoh’un yüksek notlarına en çok yaklaşan bir diğer oyuncu da Emre oluyordu. Savunma aralarında paslaşırken top Emre’ye geldiğinde hemen yüzünü rakip kaleye dönüm hücumları başlatıyordu. Takımda tek zorlanan Ziegler olarak göze çarptı. Tabii bunda, karşısında oynadığı Hurşut Meriç’in başarılı ve gayretli futbolu da rol oynuyordu. Zaten Hurşut, hem teknik kapasitesi hem de mücadeleci futboluyla şu sıralarda en kaliteli orta saha oyuncusu olarak göze çarpmakta.
Seyirci mabedini gene doldurarak takımına olan inancını yansıtmıştı. Soğuk havalarda, takımlarına inanç kalmadığı, tribünlerin boş kalmasıyla anlaşılır zaten. Seyirci coşkuluydu ama goller geldikçe bu coşku da katlanarak arttı. Hala tek eksik, iyi olan oyunculara özel sloganların yapılmıyor olması. Bunun dışındaki şarkılar seyircinin kendi başına eğlenmesi anlamına gelmekte. Tıpkı “müthiş” denilen Beşiktaş Çarşı seyircisi gibi. Maç başlamadan tribünlere çağırılan futbolcular; nasıl kulakları tribünde ısınmaya başlıyorlarsa, maç sırasında da kulakları isimlerinin haykırılmasını beklemektedir. Seyirci bunu bir düşünüp kendisini yenilemelidir.
Bu maç bir Galatasaray maçı provasıydı ve 6 golle sonuçlandı. Bravo Gençlerbirliği’ne ki, haklı verilmiş bir penaltıyla da olsa şeref sayılarını atmışlardı. Üstelik rakipleri Fenerbahçe 10 kişi değil 11 kişiyle maçı tamamlamıştı. Şimdi Galatasaray’ı epey bir korku sarmıştır. Kendilerinin beraberlik için oynayacakları ve lobilerinin de hakem üzerinde oynayacağı bilinmekte. Maçın hakemi, güya derbiden de Fenerbahçe seyircisinden de çekinmediğini göstermeye çalışacaktır. Bunun tek panzehiri ise futbolcuların sinirlerini bozmadan, sabırla güçlerini sahaya yansıtmalarıdır. Bu maç bittiğinde belki de acayip bir şekilde 9 puanlık farkın kapanmaya yüz tutmuş olduğu görülecektir. Bir sonraki yazıda buluşmak üzere.
YMM. Okan İnanç