ADLÎ TIP AÇISINDAN
AİHM KARARLARI VE İÇ HUKUKUMUZ
ÇERÇEVESİNDE OLAY YERİ İNCELEMESİ VE OTOPSİ

Gökhan KARABURUN
Kütahya Cumhuriyet Savcısı


1. Giriş

Adlî tıp, hukuk bilimi ile uğraş içinde olanların her zaman yardım ve desteğine ihtiyaç duyduğu ancak bilgi ve teknoloji eksiklikleri nedeniyle özellikle ceza hukuku disiplinindeki uygulayıcıların soruşturma ve yargılamada arzu edilen verimde kullanamadıkları bir bilim dalıdır.
Globalleşen dünyamızda; yerel anlamda yapılan bir soruşturma ve yargılamanın ülkemizin imzaladığı uluslar arası sözleşmeler nedeniyle uluslar arası topluluklar tarafından değerlendirildiği, soruşturma ve yargılamada uluslar arası standartlara uyulmaması halinde AİHM’de ülkemizin tazminata mahkum edilebildiği bir gerçektir.
Kuşkusuz ki bir toplumda insan hakları ihlâllerinin azalması; ekonomik ve sosyal refahın yükselmesi ve bağımsız yargı erkinin hızlı, etkin ve adil karar üretmesi ile olur. Yargının bu çalışması süresince yargıya yardımcı görevliler ile adli tıp biliminin olumlu kullanılması çok önemlidir.
Görev yapan bir polisin veya jandarmanın çizdiği krokinin, aldığı ifadenin, bir doktorun yazdığı raporun ve yaptığı otopsinin, bir savcının veya hâkimin soruşturma veya yargılamaya ilişkin verdikleri kararların her zaman AİHM’nin gündemine gelebileceğini ve tartışılabileceğinin unutulmaması gerekir. Bunun dışında yetersiz ve bilimsel yöntemler kullanılmadan yapılan soruşturmaların, amacımız olan hızlı, etkin ve adil karar üreterek ülkemizde yargı hizmetlerini en iyi sunma isteğine katkı yapmayacağı da açıktır.
İç hukukumuzda CMUK’un 79’uncu vd. maddelerinde ölü muayene ve otopsi ve 65-78 maddeleri arasında da bilirkişi ve keşif usulleri düzenlenmiştir. Konumuz açısından bu maddelerde adlî tıp bilim olarak, doktor, uzman görevli ve zabıta kuvvetleri ise bilirkişi ve yardımcı görevliler olarak hâkim veya Cumhuriyet savcısının işlemlerine katkı yapmaktadırlar.

2. Olgular ve değerlendirme
a. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açısından
Bilindiği gibi, AİHM vermiş olduğu çeşitli tarihlerdeki kararlarda soruşturmanın yetersizliği nedeniyle ülkemizi tazminata mahkum etmiştir. Bu yetersizliklerin bazıları da soruşturma sırasındaki olay yeri incelemesi ve otopsi usullerine ilişkindir. AİHM bu kararlarında,(1)
1. Ölüme neden olan merminin izlediği yol ve mermiyi ateşleyen silahın yerinin bulunamamasını,
2. Merminin balistik analizinin yapılmaması nedeniyle hangi silahtan çıktığının anlaşılamamasını ve yine mermi parçası üzerinde metalurjik analizin yapılmaması sonucu kurşunun yapıldığı maddenin ve kullanıldığı yerlerin tespit edilmemesini,
3. Ölen kişinin üzerindeki elbiselere el konulmadığı için, elbiseler üzerinden atış mesafesi tayininin yapılamamasını,
4. Cesedin parmaklarında barut isi bulunup bulunmadığının araştırılmamasını,
5. Klâsik otopsinin usulüne uygun yapılmayarak mermi veya mermilerin giriş-çıkış deliklerinin, hangi merminin ölüme neden olduğunun belirlenmemesini, cesedin fotoğraflarının çekilmemesini,
6. Delil olarak alınan silâh ve cephane üzerinde inceleme yapılmadan Cumhuriyet savcısı tarafından görevsizlik kararı verilmesini,
7. Görgü tanıklarından yeterli ve doğru bilgi toplanmamasını, olay yeri tutanağında o çevrede yaşayıp da olayı görenlerin isimlerine yer verilmemesini, olay yeri fotoğrafının olmamasını,
8. Otopsinin adlî tıp uzmanı tarafından yapılmayarak iki genel pratisyen hekim tarafından yapılmasını, yetersiz soruşturma yapıldığına delil olarak göstermekte ve belirtildiği gibi ülkemiz aleyhine tazminata hükmetmektedir.

b. İç hukukumuz ve adlî tıp açısından
İç hukukumuz ve adlî tıp bilimi bakımından konu incelendiğinde ise; AİHM’de konuya ilişkin görülen davaların niteliği itibari ile “ölümle sonuçlanan ateşli silah yaralamalarında” otopsi ve olay yeri incelemesi ile ilgili genel olarak şu esaslar tespit edilmelidir.(2)
Ölüm sebebi, öldürücü lezyonun tespiti, atış mesafesinin belirlenmesi giriş-çıkış deliklerinin tespiti, traje (mermi çekirdeğinin dokular içinde izlediği yol) kurşunun araştırılması (vücutta kalmış ise) gibi.
Ayrıca otopsi sırasında aşağıda belirtilen unsurlar korunmalıdır;
a. Vücudun korunması: Barut atığı için örnek alınmadan vücut ne yıkanmalı, nede temizlenmelidir.
b. Elbiselerin korunması: Dikkatle çıkarılmalı, kontrol edilmeli ve araştırmalar için saklanmalıdır. Islak ise mutlaka kurutulmalıdır.
c. Ellerin korunması: Plastik torbalarla örtmeli ve istendiği gibi araştırma yapılması sağlanmalıdır.
Kısaca, otopsi sırasında adlî tıp ile ilgili bilimsel veriler tespit edilerek, incelenmesi için saklanmalıdır.
AİHM kararları açısından da çok önem arz eden olay yeri incelemeleri sırasında ise;(3)
1. Olay yeri sabit nokta alınarak, yaklaşık yarım kilometre çapında bir dairede çevre sakinlerinin ve olay görgü tanıklarından olayla ilgili yeterli ve doğru bilgi toplanmalıdır.
2. Anlatılanlarla olay yeri arasında uygunluk olup olmadığını anlamak bakımından olay yeri dikkatlice incelenmelidir.
3. Olay yerinin fotoğrafları dikkatlice çekilmelidir.
4. Olay yerindeki cesedin bulunduğu pozisyon ve çevredeki delilleri içerecek şekilde olay yerinin resmi çizilmelidir.
5. Deliller dikkatlice toplanmalıdır.
Olay yeri incelemeleri, adli tıp teknolojilerinin sürekli gelişmesi nedeniyle her gün önemi artan ve soruşturmaya temel teşkil eden bir konudur. Bu kapsamda(4) özellikle DNA anazilerinde dünyada 1994 yılından itibaren kullanılmaya başlanılan STR (Short tandem repeat) ve PCR (polimeraz zincirleme reaksiyonu) teknikleri sayesinde DNA testi için saç teli, kıl, sperm, çok az miktarda vücut sıvısı (örneğin 2 mm. karelik bir kan lekesi), bir banka soygunundan sonra yere atılan maske, sigara izmaritleri, zarfın üzerinde yalanmış pul ve hatta kullanılıp atılmış bir kibrit dahi yeterli olabilmektedir. Örnek olarak verdiğimiz kullanıp atılmış kibritten suçlunun DNA profili nasıl çıkarılabilinir diye sorulacak olursa burada anahtar yani suçluyu ele veren eleman gözün saydam tabakasıdır. Her 24 saatte bir yenilenen bu tabakaya ait ölü hücreler gözyaşına karışır; suçlu ellerini gözüne götürdüğünde ise ellerine yapışır. Bu şekilde suçlu dokunduğu her şeye “imzasını atmış” olur.
Adli tıp suçluyu ortaya çıkarmak için bir çok yeni teknik geliştiriyor. Örneğin konfokal mikroskoplar el yazısını incelemekte kullanılıyor; kimya laboratuarında, yanma sonucu oluşan naftalin ve benzeri maddeler aranarak bir silahın ne zaman ateşlendiği günler sonra bile bulunabiliyor; bilgisayarlar fışkıran kanın duvarda bıraktığı lekeden hareket ederek önce kanın izlediği yolu, sonra da cesedin kesin yerini belirleyebiliyorlar; bilgisayara aktarılmış suç dosyaları sayesinde geçmişte işlenmiş benzer suçlardan yola çıkılarak ipuçları elde edilebiliyor.
Bu teknolojik gelişmeler nedeniyle olay yeri incelemesi ve delillerin korunarak toplanması “delilden suçluya gitme” olarak adlandırılan çağdaş soruşturma yönteminin en önemli öğesi olarak tanımlanabilir.
Adalet Bakanlığında AİHM kararları çerçevesinde, konumuzla ilgili olarak iki önemli genelge yayımlamıştır
1. 21.10.1998 tarihli Ceza İşleri Genel Müdürlüğünce hazırlanan 3.3.27/123 sayılı “Otopsi İşleminde Fotoğraf Çekilmesi ve V*****l veya Anal Bedeni Muayene” konulu genelgede otopsi işlemlerinin CUMK’un 79-83 maddelerine uygun yapılması gerektiği belirtildikten sonra hem olay yerindeki delillerin hem de cesedin fotoğraflarının nasıl çekileceği ayrıntıları ile belirtilmiştir.
2. 04.07.2000 tarihli Ceza İşleri Genel Müdürlüğü tarafından hazırlanan 3.3.18/100 sayılı “Hazırlık Soruşturmalarında İnsan Hakları İhlâllerine Yol Açılmaması” konulu genelge de (3 ve 4 nolu hususlarda) ise; olay yeri incelemesi ve otopsi olaylarında tutanakların eksiksiz ve ayrıntılı olmasını, olay yeri ve otopsi fotoğraflarının mutlak çekilmesi gerektiği, gerekli delilleri toplamadan evrakın muktezaya bağlanmasının insan hakları ihlâli olarak nitelendirildiği, Cumhuriyet savcılarının CUMK’un 153 ve 154’üncü maddelerindeki yetkilerini kullanmalarının gerektiği, aksi halde Anayasamızın 129’uncu maddesine ve borçlar hukukuna göre Devletin ödediği tazminatların soruşturmada kusuru olan Cumhuriyet savcılarından ve 2802 sayılı Kanunun 5’inci maddesine göre hazırlık soruşturmalarının noksansız yerine getirilmesinde denetim ve gözetim yetkilerini isabetle kullanmamaları halinde Cumhuriyet başsavcılarından rucuen alınacağı ikaz edilmektedir.
c. Değerlendirme
Gerek AİHM’nin soruşturma yetersizliği olarak gösterdiği delil ve hususlar, gerekse iç hukukumuzdaki genelgeler ve adlî tıp bilimine ilişkin yayınlarda olay yeri incelemesi ve otopsi teknikleri konusunda genellikle bir çelişki bulunmamakta, fakat TCK ile CMUK’da idarî düzenlemelerde ve meslekî yeterlik konularında eksiklikler bulunmaktadır.
Bu kapsamda yasal düzenlemelerde bazı değişiklikler gerekmektedir. Örneğin CMUK’un 66, 78, 79, 153, 154 ve 156’ncı maddeleri ile TCK’nın 282 ve 530’uncu maddelerinde yeni eklemeler ve değişiklikler yapılarak ihtiyaca ve konunun önemine ilişkin düzenlemelerin gerçekleştirilmesi sağlanmalıdır.
Örneğin şüpheli veya sanığın veya gerekli görülen başka kişilerin vücut muayenesinin yapılması, vücutlarından biyolojik örnek fotoğraf, parmak izi alınma ve bu verilerin kullanılma şartları ile moleküler genetik inceleme hususlarında CMUK’da ayrıntılı olarak düzenlenmesi, CMUK’un 79/2’nci fıkrasındaki “...hâkim ve tehirinde zarar umulan hallerde…” ibaresiyle 154/4 ve 5’inci fıkralarının kaldırılması 156’ncı maddenin yeniden ve ayrıntılı yazılarak 154’üncü maddeyle uyumunun sağlanması ve TCK’daki 282 ve 530’uncu maddelerin konunun önemi nedeniyle yeniden tek madde olarak düzenlenip yaptırımının artırılması sağlanmalıdır.
Yine genelgeler bazında da iki hususun günümüz koşulları ve insan hakları açısından ele alınarak yeniden düzenlenmesinde fayda görmekteyiz. Bunlardan ilki adlî rapor aldırılacak kişilerin sol koluna mühür vurularak gönderilmesi gerektiği hususundaki Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 11.01.1982 gün ve 3-5 sayılı, Sağlık Bakanlığı Temel Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğünün 20.09.2000/13243 sayılı genelgelerinin, Anayasamızın 17 ve 1950 tarihli Roma Sözleşmesinin 3’üncü maddesine aykırılık sorunudur.
Günümüzde rapora sevk olunacak kişinin kimliğindeki tereddütleri giderecek birçok yöntem vardır (Kişinin fotoğrafının sevk müzekkeresine mühürlenerek eklenmesi veya resmi kimlik belgesinin eklenmesi gibi). Bu yöntemlerin kullanılmasında maddî imkansızlık olduğunda ve kişinin rızası alındıktan sonra kolun mühürlenmesi yöntemi tercih edilmelidir. Genelgelerin bu anlayış ile yeniden ele alınması gerektiği görüşündeyiz.
İkinci konu ise Adalet Bakanlığının 07.04.1937/18 ve 29.03.2000/3.3.11-51 sayılı genelgelerinde otopsinin cesedin bulunduğu yerde yapılması ile ilgili emrinin “cesedin bulunduğu yerde ölü muayenesi yapıldıktan sonra otopsi işleminin mutlaka bir sağlık kuruluşunda uygun yer ve araçlarla yapılmasının sağlanması” olarak düzeltilmesi kanaatindeyiz. Çünkü klasik otopsinin belki de genelgelerdeki anlatımın amacını aşan yorumu sonucu uygulamada zaman zaman cesedin olduğu mekanda yapılmaya çalışıldığı ve bu yöntemin otopsi tekniğine aykırı olduğu açıktır.
3. Sonuç ve çözüm önerileri
a. Öncelikle Yüksek Öğretim Kurumu tarafından tıp ve hukuk fakültelerindeki adlî tıp eğitimine önem verilerek, ders saatleri artırılmaları, teorik eğitimin sonrası yoğun bir pratik uygulama yaptırılmalıdır.
b. Her ilde adlî tıp şube müdürlüğü kurulması sağlanarak otopsiler mümkün oldukça adlî tıp uzmanları tarafından yapılmalıdır.
c. Adlî Tıp Kurumu Başkanlığımız ve üniversitelerdeki adli tıp laboratuarları teknolojik olarak desteklenmelidir. DNA incelemelerindeki son yöntemler (STR, PCR, FSS gibi) ceset gazından gaz kromatografisi yardımı ile ölüm saatinin tespiti gibi ileri teknoloji isteyen cihazlar Adlî Tıp Kurumumuz bünyesinde bulunmalıdır. Ayrıca her ilde mobil adlî tıp laboratuarı kurulmalı, elde edilen deliller mutlaka korunarak değerlendirilmeli, mobil labora- tuarın imkanlarını aşan konularda ise bölge laboratuarlarında inceleme yapılmalıdır.
d. Adlî kolluk mutlaka kurulmalıdır. Bu kolluk kuruluncaya kadar geçen süre içinde ise adlî olaylarda görev yapacak ve kendilerine başka bir görev verilmeyecek özel ekipler oluşturulmalı, olay yeri inceleme ekibi ile soruşturma ekipleri birbirinden ayrı tutularak görev yapacak personel özel eğitim görmüş olmalıdır. Bu personelin tayini yerine aynı eğitimi görmüş bir memur verilmedikçe yapılmamalıdır. Bu personelin elinde mutlaka teknik ekipman bulunmalıdır.
e. Adalet Bakanlığı bünyesinde bir adalet akademisi kurularak hakim ve Cumhuriyet savcılarının mesleki yeterlilikleri güçlendirilmeli, bu akademiye yargı ile birlikte görev yapan diğer meslek grupları da eğitim için alınarak uzmanlaştırılmalıdır.
f. Yargı ile güvenlik güçleri ve diğer kurumlar arasında bilgisayar teknolojisi imkanlarının kullanılması ile Cumhuriyet savcısının soruşturmalarda denetim ve etkinliği sağlanmalıdır. Kurumlardaki kilit personel açıkları mutlaka kapatılmalıdır.
Özellikle sanığın psikolojik profilinin çıkarılması gereken olaylarda ve çeşitli çalışmalarda kullanılmak üzere Adli Tıp Kurumu, Adlî Sicil ve İstatistik Genel Müdürlüğü, Emniyet Genel Müdürlüğü, Jandarma Genel Komutanlığı ile Cumhuriyet başsavcılıkları arasında ortak bir veri tabanı ve bilgi işlem ağı kurulmalıdır.
Bu düzenlemelerin süratle gerçekleşmesi halinde; soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları ve yardımcı görevliler objektif imkanlara sahip olacağından soruşturma yetersizliği nedeniyle ülkemiz aleyhine AİHM’ye başvurular olmayacak dolayısıyla ülkemiz aleyhine bir tazminata hükmedilmeyecektir.