Niçin aileseldir?
Çünkü o kişi ailesinin yeme ve yaşama alışkanlıklarını devam ettiriyordur da ondan. Bu hastalıklar içsel ve dış etkenlerin etkisiyle ortaya çıkıyor. Hepimizin vücudunda 35-40 bin tane gen var. Bu genler uykudadır. Yani sessiz sedasız otururlar. Bunlar uyarıldığı zaman hastalıklar ortaya çıkar. Uyarmazsak çıkmaz. Bütün mesele bu.
-Nasıl uyarıyoruz bu genleri hocam?
İnsülin yükseliği, şekerler, gıdalaramıza eklenen kimyasallar, boyalar, duman, hava kirliliği, toksinler ve de trans yağlar bu genleri uykudan uyandırır.
Ekmeğin içine kömür küreğiyle tuz atıyorlar!
-Hocam siz hiç ekmek yemiyor musunuz?
Hayır, eve ekmek almam.
-Kaç yıldır?
Biz Amerika’da 12 yıl yaşadık, orada o kadar çok ekmek yemedik. Sonra, 1999’da Türkiye’ye temelli olarak döndük. Döner dönmez de ekmeğe saldırdık tabii, çok lezzetli, özlemişiz. Öyle başladı. Ondan sonra eşim de, ben de bir baktık ki şişiyoruz, tabii yaş da ileri... Kalbimizde çarpıntılar başladı. Kadıköylüyüz biz, Kadıköy’de bir fırına gittim, dedim ki “Ekmeği nasıl yapıyorsunuz, görebilir miyim?” “Aaa tabii buyurun” dediler, içeri aldılar. “Ne kadar tuz atıyorsunuz ekmeğe?” dedim, usta “Bizim ölçümüz yok, böyle kürek kürek atarız” dedi. Size samimi söylüyorum, hani kocaman kömür, çimento kürekleri vardır ya, bana onları gösterdi. Onunla her gün Allah ne verdiyse katıyorlarmış unun içine... O küreği görür görmez eve geldim, kapıcıya dedim ki, “Bize artık tuzsuz ekmek al.” Önce tuzsuz ekmeğe geçtik, ama tuzsuz ekmek de aynı şey, çünkü o da tümüyle tuzsuz değil. Tuzunu belki biraz azaltıyorlar ama ölçü falan yok ki! Ondan sonra baktık ki bizim çarpıntılar yine azalmıyor, bu sefer kapıcıya dedik ki, “Biz artık ekmek almıyoruz!”
- Ondan sonra çarpıntılar, sorunlar bitti mi?
Tabii her şey bitti. Üstelik biz yürüyen insanlarız. Bir rahatsızlığımız yok. Ondan sonra Amerika’dan dönen her arkadaşımız bizimle aynı sorunları yaşamaya başladı. Çarpıntıları tuttu, kalp doktorlarına gittiler, bana telefon edip, “Canan Abla çok fena, şu tetkiki yaptırdık” diyorlardı. Hepsine, “Kardeşim siz ekmeği kesin, ekmeği!” diyordum. Önce direniyorlardı, bakıyorlardı ki olacak gibi değil, ekmeği kesiyorlardı. Kestikten bir hafta sonra da arıyorlardı, “Çok rahatladık. Çok sağol, ilaçları da bıraktık” diye... Bunları yaşadım ben.
- Ekmeği kesen insan bir haftada rahatlar mı?
Tabii. Çünkü ekmekte un ve çok tuz var. Ve lezzetli olmasının, kıtır kıtır olmasının sebebi o.
-Ama siz az da olsa ev yapımı turşu yenmesini öneriyorsunuz kilo vermek isteyenlere. Çünkü kalorisi sıfır...
Tuz da sağlıklı kişilerde alınabilir, alınması lazım. Her gün tuzun vücuda girmesi lazım. Biz tansiyonu yüksek olanlara, kalp yetersizliği olanlara yasaklıyoruz tuzu.
Ne kadar mutlu olsa az...
Avrupa Florence Nightingale Hastanesi’nin kapısında, mutlu bir bilim kadını karşıladı beni... 68 yaşında, boncuk mavisi gözleri ışıl ışıl... Neredeyse her sözüne, “Ben yeni bir şey söylemiyorum, Time Dergisi 1989’da kapak yaptı”, “Ayşe Baysal hoca bu tarifi yıllar önce verdi”, “Prof. Ahmet Aydın’ın 7’den 70’e Taş Devri Diyeti kitabında bu konuyu çok iyi anlatır” diye başlayan... Pek çok diyetisyenin aksine hiçbir şeyi kendine mal etmeyen... Galiba onun gücü bu mütevazılığından geliyor... Bu yüzden hastaları o ne derse inanıyor, güveniyor ve harfiyen uyguluyor.
Sonuç; hem zayıflayan ve sağlıklarına kavuşan hastaları mutlu oluyor hem de onların yüzlerindeki minneti gören Prof. Canan Efendigil Karatay...