porno escort diyarbakır iskenderun escort
Sayfa 4/4 İlkİlk 1234
39 sonuçtan 31 ile 39 arası

Konu: SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

  1. #31
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    DÜNYA'MIZDA BAZI CANLI TÜRLERİNİN YOK OLMASININ DOĞAL DENGEYE ETKİSİ





    Yeryüzünde çok sayıda canlı yaşamaktadır. Canlılar, yaşamlarını çevreleriyle sürekli bir etkileşim içinde sürdürürler. Beslenme, barınma ve çoğalma gibi temel gereksinimlerini yaşadıkları bu doğal ortamdan karşılarlar. Doğal ortamda canlılarla cansızlar arasındaki sürekli ilişkiye doğal denge denir. Doğal ortamın zarar görmesi, doğal dengenin bozulmasına neden olur. Bu da o çevrede yaşayan canlıların, yok olması veya türlerinin azalması anlamına gelir.

    Canlılar arasında, bulunduğu çevreyi en çok etkileyen ve ona zarar veren insandır. Günümüzde dünya nüfusu hızla artmaktadır. Artan nüfusun beslenme, barınma vb. gereksinimlerini karşılayabilmek için doğal ortam, insanların bilinçsiz davranışları sonucunda bozulur. Ormanlar, tarla açmak, bina yapmak amacıyla veya yangınlarla yok edilir. Oysa ki ormanlar, doğal dengeyi sağlayan çok sayıda canlının barınma ve beslenme ortamıdır. Ayrıca çevreyi canlı tutan, güzelleştiren, erozyonu önleyen, toprak kaymalarını engelleyen ve insanlara pek çok ürün sağlayan doğal varlıklar yine ormanlardır. Bunların yok edilmesi, orada yaşayan canlıların da tükenmesine, insanların bu ürünlerden yoksun kalmasına ve doğal ortamın bozulmasına neden olur.

    Aynı şekilde sanayi atıkları ve daha başka maddelerle suların (deniz, göl ve akarsu) kirletilmesi de pek çok canlı türünün azalmasına veya yok olmasına neden olur. Av yasağına uymama ve aşırı avlanma da canlı türlerini yok eden bir başka etmendir. Görülüyor ki, doğal ortamın bozulmasının kaynağında her insan vardır. İnsanın doğal ortama bu şekilde müdahalesi dünyanın zenginliğini büyük çapta yitirmesine neden olur. Sonuçta, yaşamak için birbirlerine doğrudan veya dolaylı olarak muhtaç olan canlılardan birinin yok olması, doğada düzeltilemeyecek bozulmalara yol açar. Bu bakımdan doğal çevreyi korumak önemlidir. Çevrenin korunması biz insanların çevreye karşı duyarlı olmasıyla mümkündür.

    Hepimize büyük yarar sağlayan doğal çevremize karşı görevimiz, onu yok etmek değil, korumak, geliştirmek ve ondan bilinçli olarak yararlanmaktır. Bu nedenle tüm canlıları sevmeli ve doğayla dost olmalıyız.

    Son yıllarda, doğal dengenin bozulmasının doğuracağı sonuçların ne kadar önemli olduğunu anlayan ülkeler, çevre korumasına büyük önem vermeye başlamışlardır. Yurdumuzda da doğal yaşamı korumak amacıyla pek çok milli park oluşturulmuştur. Kuşcenneti, Yedigöller, Kovada Gölü ve Uludağ milli parkları bunlara örnektir.

  2. #32
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    DOĞAL KAYNAKLARIN BİLİNÇSİZCE TÜKETİLMESİ





    Yaşamımızı sürdürmek için doğal kaynaklardan yararlanırız. Hava, su, toprak, bitki örtüsü, hayvanlar ve madenler doğal kaynaklarımızı oluşturur. Bitmeyecekmiş gibi görünen bu kaynaklar, insanların bilinçsizce davranışları sonucu hızla azalmaktadır. Oysa görevimiz, bunları yok etmek değil, korumaktır.

    Bitkiler ve hayvanlar, yaşamları için gerekli oksijeni havadan alırlar. Havanın çeşitli şekillerde kirletilmesi, bu kirliliğin yağmur suları ile yeryüzüne inerek akarsu, yer altı suları ve toprağa karışması, orada yaşayan canlıları olumsuz yönde etkiler. Onların türlerinin azalmasına veya yok olmasına neden olur. Çünkü doğadaki canlıların zenginliği, sağlıklı bir çevrenin var olmasına bağlıdır.

    Su, sağlıklı bir hayatın devamı için canlıların gereksinim duyduğu en önemli doğal kaynaklardandır. Yeryüzünün yaklaşık dörtte üçünü ve canlı vücudunun önemli bir kısmını su oluşturur. İnsanlar birçok alanda (temizlik işlerinde, elektrik enerjisinin elde edilmesinde, bahçe ve tarlaların sulanmasında, deniz ulaşımında vb.) sudan yararlanır. Su, içinde yaşayan birçok canlıya da yaşama ortamı sağlar. Burada yaşayan balıkların beslenmemiz açısından önemi büyüktür.

    İnsanların yıllarca deniz, göl ve akarsulara bıraktığı atık maddeler, buralarda yaşayan canlı türlerinin azalmasına, bazılarının da yok olmasına neden olmuştur. Ayrıca buna bağlı olarak birçok önemli turizm merkezi de özelliğini yitirmiştir. Örneğin, bugün yurdumuzda Haliç ve İzmit Körfezi'nin çeşitli şekillerde kirletilmesi, çevre ve orada yaşayan canlılar için önemli bir tehlike oluşturmaktadır. Sanayinin hızla gelişmesi de su kaynağının tüketimini etkilemektedir. Ancak ülkelerin kalkınmasında ve iş olanaklarının oluşturulmasında sanayi kuruluşlarına da gereksinim vardır. Burada dikkat edilmesi gereken konu, suyun tutumlu bir şekilde ve kirletilmeden kirletilmeden kullanılmasıdır.

    Aynı şekilde doğal kaynaklarımızdan olan ormanların da sayılamayacak kadar yararları vardır. Bunlardan, gelecek kuşakların da yararlanmasını sağlamak için onları korumalıyız. Nüfus artışına paralel olarak giderek artan bir biçimde kullanılan bu kaynaklar korunmadığı takdirde zamanla tükenme noktasına gelir. Bu durum, doğa için bir felaket oluşturur.

    Yaşamın doğal kaynağı olan toprağa bırakılan zararlı katı ve sıvı atıklar, zamanla toprağın özelliğini kaybetmesine neden olur. Verimliliğini yitiren toprak, üzerinde yaşayanları besleyemez duruma gelir. Bitki örtüsünden yoksun kalan toprak, sularla taşınarak gölleri doldurur ve oradaki canlıların yok olmasına neden olur.

    Doğal kaynaklarımızdan olan yer altı zenginlikleri (madenler) de insanlar tarafından bilinçsizce tüketilmesi sayesinde her geçen gün azalmaktadır. Madenlerden, sanayi alanında, enerji elde etmede ve başka alanlarda yararlanmaktayız. Yapılan araştırmalara göre çok önemli birer enerji kaynağı olan petrol, kömür ve doğal gaz, yeni yataklar bulunmazsa, aşırı kullanılmaları nedeniyle çok kısa bir zaman sonra tükenecekleri belirtilmektedir. Bu bakımdan gerek enerji kaynaklarımızı, gerekse diğer yer altı kaynaklarımızı bilinçli kullanarak onlardan daha uzun bir süre yararlanmayı sağlamalıyız.

    Şu halde yaşamımız için vazgeçilmez birer kaynak olan doğal kaynaklarımızı bilinçli kullanmak, en başta gelen görevlerimiz içerisinde olmalıdır.Günlük yaşantımızda, okulda ve evde bilinçli birer tüketici olmak durumundayız. Su, elektrik, yakıt ve besin maddelerini israfa kaçmadan gerektiği kadar kullanmalıyız

  3. #33
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    4.ÜRETTİKLERİMİZ




    TARIM






    İnsanların toprağı işleyerek ekme ve dikme yoluyla ondan ürün elde etmesi faaliyetine tarım denir.
    Türkiye Topraklarından Yaralanma Oranları:
    Topraklarımızdan faydalanma oranı daha çok iklim ve yer şekilleri özelliklerine bağlıdır. Ülkemizde yüksek dağlık kesimler geniş alan kaplar. Dik yamaçlar çoktur. Buralarda topraktan faydalanma çok kısıtlıdır. Buna göre ülkemiz arazisinin % 36 'sı ekili-dikili alan, % 32'si çayır ve otlak, % 26'sı orman ve % 6'sı diğer alanlar (yerleşim birimleri , tarıma elverişsiz .çıplak kayalıklar gibi) dır.
    Not: Tarımdaki makinalaşmanın etkisiyle çayır ve otlakların alanı daralırken, tarım alanlarımız genişlemektedir.
    Bölge Yüzölçümüne Göre Ekili Dikili Alanların Oranları:
    1. Marmara Bölgesi: %30
    2. İç Anadolu Bölgesi: %27
    3. Ege Bölgesi: %24
    4. G.Doğu Anadolu Bölgesi: %20
    5. Akdeniz Bölgesi: %18
    6. Karadeniz Bölgesi: %16
    7. Doğu Anadolu Bölgesi: %10
    Türkiye'de Tarımı Etkileyen Faktörler:
    1. Sulama: Türkiye tarımında en büyük sorun sulama sorunudur. Tarımda sulama ihtiyacının en fazla olduğu bölgemiz G.Doğu Anadolu Bölgesi iken , bu sorunun en az olduğu bölgemiz Karadeniz Bölgesidir.
    Akarsularımızın derin vadilerden akması ve rejimlerinin düzensiz olmasından dolayı sulamada yeterince faydalanamıyoruz. Bunun için mutlaka akarsular üzerindeki baraj sayısı artırılmalıdır.
    Sulama Sorunu Çözüldüğünde,
    · Üretim artar.
    · Nadas olayı ortadan kalkar.
    · Tarımda iklime bağlılık büyük oranda azalır.
    · Üretimde süreklilik sağlanır.
    · Üretim dalgalanmaları önlenir.
    · Yılda birden fazla ürün alınabilir. Bu konuda en şanslı bölgemiz Akdeniz, en şanssız bölgemiz Doğu Anadolu Bölgesidir.
    · Daha önce sebze tarımı yapılmayan bir yerde sebze tarımı da yapılmaya başlanır.
    · Tarım ürün çeşidi artar.
    · Köyden Kente göçler azalır.

    2.Gübreleme: Tarımda sulama sorunu çözüldükten sonra üretimi daha da artırmak için gübre kullanımı artırılmalıdır.
    Ülkemizde hayvancılığın gelişmiş olması tabii gübre imkanını oluşturmaktadır. Ancak yurdumuzda tabii gübrenin yakacak olarak kullanılması bu olumlu durumu ortadan kaldırmaktadır. Ülkemizde üretilen suni gübre yeterli olmadığı için ithal (Fas, Tunus, Cezayir gibi ülkelerden) etmekteyiz. Bu da maliyeti artırdığından çiftçilerimiz yeterince gübre kullanamamaktadır.
    Gübre ihtiyacı, tabii gübrenin yakacak olmaktan kurtarılması ve gübre fabrikalarının artırılması ile karşılanabilir.

    3.Tohum Islahı: Sulama ve gübre sorunu çözüldükten sonra verimi daha da artırmak için kaliteli tohum kullanılmalıdır. Ülkemizde kalite tohum üretme konusunda devlet üretme çiftlikleri ve tohum ıslah istasyonları çalışmalar yapmaktadır. Ancak kaliteli tohum ithali devam etmektedir.

    4.Makine Kullanımı: Ürünün zamanında ekimi, hasadı ve yüksek verim için makine kullanımı şarttır. Ancak makine kullanımı yurdumuzda yeterli ölçüde gelişmemiştir. Sebepleri:
    · Makine kullanıma elverişsiz alanların varlığı,
    · Makine kullanımının ekonomik olmadığı küçül alanların varlığı,
    · İş gücünün bazı bölgelerde daha ucuz olması,
    · Makine fiyatlarının çiftçinin alım gücünün üstünde olması

    5.Zirai Mücadele: Tarımdaki hastalıkların, yabani otların ve haşerelerin meydana getireceği üretim düşüklüğünü önlemek için ilaçlı mücadele şarttır. Zirai mücadelede daha çok ilaç kullanılmaktadır.
    6.Toprak Bakımı: Tarla yağışlardan önce sürülmeli , yabancı otlardan arındırılmalıdır. Erozyona karşı korunmalıdır.
    7.Toprak Analizi: Toprak analizleri ile en iyi verim alınabilecek ürün belirlenir. Ayrıca toprağın ihtiyacı olan mineraller tespit edilerek kullanılacak gübre belirlenir.
    8. Destekleme Alımı ve Pazar: Verimi etkilemez. Üretim miktarını etkiler. Çiftçi ürettiği malı pazarda zarar etmeden satabilmelidir. Çiftçinin elverişsiz piyasa şartlarından olumsuz etkilenmemesi için devlet bazı ürünlerde destekleme alımı yapmaktadır (Destekleme alımıevletin çiftçinin malını belirli bir taban fiyat üzerinden alması olayıdır.) Destekleme alımı yapılan ürünler: Pamuk, tütün, Ş.Pancarı, buğday,çay, fındık, K.Üzüm, K.İncir, K.Kayısı, Haşhaş gibi dayanıklı ve sanayiye dayalı ürünlerdir.
    ***Destekleme alımı yapılan ürünlerin üretiminde dalgalanmalar az olur ve fiyatı sürekli artar.
    9. Çiftçi eğitilmeli ve kredi desteği sağlanmalıdır.
    TARIM ÜRÜNLERİ
    TAHILLAR
    · BUĞDAY: İlk yetişme döneminde (ilkbaharda) yağış ister. Olgunlaşma ve hasat döneminde kuraklık gerekir. Bu özelliğinden dolayı Karadeniz kıyılarında tarımı yapılamaz. Ayrıca düşük sıcaklılardan dolayı Doğu Anadolu Bölgesinin yüksek yerlerinde tarımı yapılamaz. Bunların dışında bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir.
    Buğday üretimi iklimdeki karasızlıktan dolayı bazı yıllar artarken, bazı yıllar düşer. Üretimin en fazla olduğu bölgemiz İç Anadolu Bölgesidir(%31). İl olarak en fazla Konya,Ankara ve Adana'dır

    · ARPA: Soğuğa ve sıcağa dayanıklıdır. Bundan dolayı buğdayın yetişebildiği her yerde yetişir. Ayrıca düşük sıcaklıktan dolayı buğdayın yetişemediği Doğu Anadolu'nun yüksek yerlerinde de tarımı yapılabilir. Üretim en fazla İç Anadolu Bölgesinde gerçekleşir.

    · MISIR: Yetişme döneminde bol su ister. Bundan dolayı yurdumuzda sulama imkanı olan bütün her yerde tarımı yapılabilir. Yağ elde edilmeye başlandıktan sonra tarımı Akdeniz Bölgesinde hızla gelişmiştir. Bugün mısır üretimimizin yarısına yakını Akdeniz Bölgesinden elde edilir (Adana çevresi başta gelir). Üretimde 2. bölge Karadeniz Bölgesidir (Buğdayın yerine tarımı yapılmaktadır.) Bölge halkının temel besin maddesi olduğundan ticarette değeri yoktur.

    · ÇELTİK (PİRİNÇ): Çeltik ilk çimlenme döneminde bol su ister. Hasat döneminde kuraklık gerekir. Yurdumuzun sıcaklık şartları çeltik tarımına elverişlidir. Fakat su sorunu vardır. Bu sebeple tarımı akarsu kenarlarında gelişmiştir. Çeltik tarım alanlarında sivrisinek çok geliştiğinden ekim alanları devletin kontrolündedir (yerleşim birimleri çevresinde tarımına müsaade edilmemektedir.
    Üretimde en büyük paya sahip bölgemiz Karadeniz Bölgesidir. Başta Batı Karadeniz Bölümü gelir (Kastamonu, Sinop, Bolu, Düzce çevresi). Bölgede ayrıca Samsun, Amasya, Tokat , Çorum çevrelerinde de tarımı yapılır.
    Üretimde ikinci bölge Marmara Bölgesidir. Başta Edirne olmak üzere, Tekirdağ, Kırklareli, Sakarya, Balıkesir, Bursa çevresinde tarımı gelişmiştir.
    Akdeniz bölgesinde Amik ovası önemli çeltik ekim alanıdır.
    Üretimimiz yeterli olmadığından ithal etmekteyiz.

    · ÇAVDAR: Serin yayla iklimi ister. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde gelişmiştir.
    BAKLAGİLLER
    · NOHUT: İlk yetişme döneminde yağış ister. Hasat döneminde kuraklık gerekir. Yurdumuz iklim şartları genelde nohut tarımına elverişlidir. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde yapılmaktadır.

    · MERCİMEK: Kuraklığa dayanıklı olduğu için en fazla tarımı G. Doğu Anadolu Bölgesinde gelişmiştir. Mercimek üretimimizin yarıdan fazlası bu bölgeden karşılanır (kırmızı mercimek). Üretimde ikinci bölgemiz İç Anadolu Bölgesidir(yeşil mercimek).

    · FASULYE: Yurdumuzda sulama imkanı olan her yerde tarımı yapılabilir.
    SANAYİ BİTKİLERİ
    · TÜTÜN: Kıraç arazilerde yetişebilir. İlk yetişme döneminde su ister. Daha sonra mutlaka kuraklık olmalı. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Ancak kaliteli tütün yetiştirilmesi amacıyla ekim alanları devlet tarafından sınırlandırılmıştır.
    Üretimde 1. Ege Bölgesidir ( Manisa, İzmir, Aydın, Muğla, Denizli ve Uşak çevresi). 2. G.Doğu Anadolu Bölgesi 3.Karadeniz Bölgesidir.

    · ŞEKER PANCARI :Yurdumuzda tarımı 1925 yılında Uşak'ta başlamıştır (ilk fabrika Uşak'ta 1926 yılında kuruldu). Bugün fabrikaların kurulduğu her yerde tarımı yapılmaktadır. Belirli iklim ve toprak isteği yoktur. Sulama imkanı olan her yerde tarımı yapılabilir. Üretimde 1. İç Anadolu Bölgesidir.
    **Ş.pancarı tarladan söküldükten sonra kısa bir süre sonra işlenmesi gerektiğinden tarımı fabrikalar çevresinde yapılır. Ayrıca pancar küspesi hayvan yemi olarak kullanıldığı için buralarda besi hayvancılığı da gelişmiştir.
    ***Kıyı bölgelerimizde tarımı yapılmaz. Sebebi buralarda daha fazla gelir getiren ürünlere öncelik verilmesidir.

    · PAMUK: Alüvyal toprakları sever. Ayrıca yüksek sıcaklığa ihtiyaç duyar. Yetişme döneminde bol su, hasat döneminde kuraklık gerekir. Üretimde 1.Ege Bölgesi (kıyıdaki bütün çöküntü ovalarında),
    2.Akdeniz Bölgesi (başta Adana olmak üzere Hatay, İçel, Antalya Çevresi),
    3. G.Doğu Anadolu Bölgesidir. Ayrıca Doğu Anadolu Bölgesinde etrafı dağlarla çevrili çukur alanlarda tarımı yapılır(Iğdır, Malatya).

    · ÇAY: Tropikal iklim bitkisidir. Bol ve düzenli yağış ister. Bulutlu gün sayısı fazla olmalıdır. Kışlar ılık geçmelidir. Yurdumuzda en iyi yetişme şartlarını Doğu Karadeniz Bölümünde bulmuştur. Bugün Rize başta olmak üzere Ordu'dan Gürcistan sınırına kadar olan kıyı kesimde tarımı yapılmaktadır. Yurdumuzda çay tarımı Cumhuriyetin ilanından sonra başlamıştır (1924). Çay tarımının tamamı Karadeniz bölgesindedir.

    · HAŞHAŞ: Doğu Karadeniz kıyıları hariç bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Ancak uyuşturucu elde edildiği için üretimi devlet kontrolündedir. Bugün başta Afyon olmak üzere Kütahya, Uşak, Denizli, Burdur, Isparta, Konya çevresinde tarımı yapılır. Gıda sanayisinde ve tıpta narkoz yapımında kullanılır. · KETEN KENEVİR: Lifleri dokuma sanayisinde , ip ve halat yapımında kullanılır. Yurdumuz üretiminin tamamına yakınını Karadeniz Bölgesinde Batı Karadeniz Bölümü karşılar( Kastamonu başta gelir) . Kenevirden uyuşturucu elde edildiğinden üretimi devlet kontrolündedir.
    YAĞ BİTKİLERİ
    · AYÇİÇEĞİ: İlk yetişme döneminde su , hasat döneminde kuraklık ister. Bundan dolayı Doğu Karadeniz kıyıları hariç bütün bölgelerimizde sulama ile tarımı yapılır. Üretimde 1. Marmara Bölgesi (Ergene Bölümü- %74). 2. Karadeniz Bölgesi (Orta Karadeniz) 3. İç Anadolu Bölgesi'dir.

    · ZEYTİN: Akdeniz iklim bitkisidir. Ancak Akdeniz Bölgesinde tarımı fazla gelişmemiştir. Daha fazla gelir getiren ürünlere öncelik tanınmasından dolayı. Bugün üretimde 1. Ege Bölgesi (Kıyı Ege Bölümündeki ova ve kenarlarında- Manisa, Aydın, İzmir, Muğla , Denizli çevresi). 2. Marmara Bölgesi-Güney Marmara kıyıları (en kaliteli sofralık zeytin bu bölgeden Gemlik çevresinden elde edilir). 3. Akdeniz Bölgesi (Antalya çevresi en fazla).
    Ayrıca Doğu Karadeniz'de Çoruh vadi oluğunda (Artvin) ve Goğu Anadolu Bölgesi'nde G.Antep çevresinde tarımı yapılır.
    Zeytinin devirli üretim özelliğinden dolayı, üretim bir yıl fazla , bir yıl azdır.

    · SOYA FASULYESİ: Önceleri daha çok Doğu Karadeniz'de Ordu-Giresun çevresinde tarımı yapılırdı. 1982 yılından sonra yağ sanayisinde kullanılmaya başlanılınca tarımı Akdeniz Bölgesinde hızla gelişmiştir. Kısa sürede geliştiği için bölgede ikinci ürün olarak yetiştirilir. Adana başta olmak üzere İçel, Hatay çevresinde tarımı gelişmiştir. Türkiye üretiminin %90 'ını Akdeniz Bölgesi karşılar.

    · YER FISTIĞI : Akdeniz iklim şartlarında iyi yetişmektedir. En fazla tarımı bu bölgede Adana çevresinde gelişmiştir(%91). Ayrıca G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısında, Ege Bölgesi'nde Muğla , Aydın çevresi, G. Marmara Bölümü'nde Balıkesir, Çanakkale çevresinde tarımı yapılır. Çerez olarak tüketildiği gibi yağ da elde edilir.

    · SUSAM: Sıcak iklim bitkisidir. Yurdumuzda başta Ege Bölgesi olmak üzere G.Doğu Anadolu Bölgesi, Akdeniz ve Marmara Bölgelerinde tarımı yapılır.
    MEYVECİLİK
    · ÜZÜM: Kışın -4oºC ye kadar dayanabilir. Bundan dolayı meyveler içinde yetişme alanı en geniş olanıdır. Üzüm üretiminde başta Ege Bölgesi ( Manisa, İzmir, Denizli ) gelir. 2. G.Doğu Anadolu Bölgesidir.
    3. İç Anadolu Bölgesidir. Dünya kuru üzüm üretimde birinciyiz ve ihracat yapmaktayız.

    · ELMA: Üzümden sonra yetişme alanı en geniş olan meyvedir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Niğde, Nevşehir, Amasya, Tokat, Kastamonu, Bursa, Burdur, Isparta, Antalya önemli elma üretim merkezlerimizdir.

    · İNCİR: Akdeniz iklim bitkisidir. Kış ılıklığı ister ve yaz kuraklığı ister. En fazla tarımı Ege Bölgesi'nde gelişmiştir (Başta Aydın gelir.) Üretimin %80 i bu bölgeden karşılanır. Ayrıca Akdeniz Bölgesi, G. Marmara ve G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısı ile Karadeniz kıyılarında (D: Karadeniz kıyıları hariç) tarımı yapılabilir. Türkiye Dünya kuru incir üretiminde ilk sırada yer alır ve önemli ihracat ürünümüzdür.

    · FINDIK : Anavatanı Türkiye'dir. En iyi yetişme şartları Karadeniz iklim bölgesidir. Yurdumuz üretiminin %90 'ını Karadeniz bölgesi karşılar. En fazla Ordu- Giresun olmak üzere Karadeniz kıyılarında tarımı yapılmaktadır. Ayrıca Marmara Bölgesinde Sakarya çevresinde tarımı yapılır. Türkiye dünya fındık üretiminde ve ihracatında ilk sırada yer alır (%60-70).

    · ANTEP FISTIĞI: En iyi yetişme şartlarını G.Doğu Anadolu Bölgesinde bulmuştur (% 90). Başta G.Antep ve Ş.Urfa gelir. Ayrıca Akdeniz ve Ege Bölgelerinde çitlembik ağaçlarının aşılanması ile de tarımı yapılabilmektedir. Önemli ihracat ürünümüzdür.

    · TURUNÇGİLLER(Narenciye): (Portakal , mandalina, limon , greyfurt ve turunç)
    Tropikal iklim bitkisidir. Yurdumuzda tarımı en fazla Akdeniz Bölgesinde gelişmiştir (%88) . Antalya başta olmak üzere bütün Akdeniz kıyılarında tarımı yapılabilmektedir. Ayrıca Ege Bölgesinde İzmir'e kadar olan güney kıyılarında, G.Marmara Bölümünün soğuktan korunmuş kıyılarında, Doğu Karadeniz Bölümünde Rize çevresinde ve G.Doğu Anadolu Bölgesinin batısında tarımı yapılmaktadır.
    *** Ege Bölgesinde kıyıdan 200 km içerilere kadar tarımı yapılabilmektedir. Sebebi bölgede dağların kıyıya dik uzanması sonucu deniz etkisinin iç kesimlere kadar sokulabilmesidir.
    *** Doğu Karadeniz Bölümünde yetiştirilebilmesi kış ılıklığı ile ilgilidir.

    · MUZ: Tropikal iklim bitkisidir. Yurdumuzda Akdeniz Kıyılarında tarımı yapılabilmektedir. Bugün tarımı daha çok Alanya - Anamur arasında gelişmiştir.

    · KAYISI: Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. En fazla tarımı D.Anadolu Bölgesi'nde Malatya-Elazığ çevresinde gelişmiştir. · BADEM : Kıraç arazilerde yetişebilmektedir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilmektedir. En fazla İç Anadolu Bölgesinde Niğde -Nevşehir çevresinde gelişmiştir.
    SEBZECİLİK:
    Sebzeler çok fazla su isterler. Yurdumuzda sebze yetiştiriciliği en fazla Akdeniz Bölgesinde gelişmiştir. Bu bölgeyi Ege ve Marmara Bölgeleri takip eder. En az geliştiği bölgemiz D.Anadolu bölgesidir. Sebebi yaz mevsiminin çok kısa sürmesidir. Ayrıca İç Anadolu Bölgesinde de sulama yetersizliğinden dolayı sebze tarımı gelişmemiştir.
    *** Sebze tarımı seracılık faaliyetleri ile Akdeniz ve Ege Bölgelerinde bütün yıl yapılabilmektedir. Seracılığın buralarda gelişme sebepleri, kışların ılık geçmesi ve güneşli gün sayısının fazla olmasıdır.
    YUMRULU BİTKİLER
    · PATATES: Alüvyal ve kumlu topraklarda iyi yetişir. Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. En fazla tarımı İç Anadolu Bölgesinde gelişmiştir( Nevşehir). Ayrıca Ödemiş-İzmir, Sakarya, Trabzon, Erzurum diğer önemli patates üretim merkezlerimizdir.
    · SOĞAN-SARMISAK: Bütün bölgelerimizde tarımı yapılabilir. Bursa -Karacabey önemli soğan üretim merkezi iken Kastamonu da sarmısakta önemli merkezimizdir.
    İTHAL ETTİĞİMİZ TARIM ÜRÜNLERİ:
    Pirinç, kahve , kakao, muz, kivi, ananas, hindistan cevizi, hurmadır.
    ÖNEMLİ İHRACAT ÜRÜNLERİMİZ:
    Fındık, Antep fıstığı, pamuk , tütün, K.Üzüm, K.İncir, K.Kayısı, haşhaş gibi.


    HAYVANCILIK






    Tarımın bir kolu olan hayvancılık , ekonomik değeri olan hayvanların yetiştirilmesi, çeşitli şekillerde yararlanılması ve pazarlanması olayıdır. Kırsal kesimlerde hayvancılık tarımın sigortası durumundadır. İklimdeki karasızlıkların tarımı olumsuz yönde etkilemesinden dolayı. Tarım hayvancılık birbirini destekler. Örnek : Şeker fabrikaları çevresinde besi hayvancılığının gelişmesi.
    Doğu Anadolu Bölgesinde iklim ve yer şekillerinin tarımsal faaliyetleri olumsuz etkilemesinden dolayı bölgede birinci ekonomik faaliyet hayvancılıktır.
    Türkiye hayvan varlığı fazla olan bir ülkedir. Ancak hayvanlarımızın et, süt, yumurta, yapağı verimleri düşüktür.
    HAYVANCILIĞIMIZI GELİŞTİRMEK İÇİN,
    · Hayvan soyları iyileştirilmeli(ıslah edilmeli): Yerli ırklar et-süt verimi yüksek olan ırklarla melezleştirilmeli veya iyi cins hayvan ithal ederek sayısını artırmalıyız. İyi cins hayvan yetiştirmek amacıyla Cumhuriyetin ilk yıllarında çalışmalar başlatılmıştır. İyi cins hayvan yetiştiren çiftliklere hara denir. Örnek : Bursa-Karacabey, Eskişehir-Çifteler.
    · Mera hayvancılığı yerine ahır hayvancılığı geliştirilmeli: Mera hayvancılığı otlaklarda yapılan hayvancılık şeklidir. Masrafsızdır. Ancak verim düşüktür. Bundan dolayı yem kullanımı fazla olan , fakat verimi yüksek olan ahır hayvancılığına önem verilmelidir.
    · Otlaklar korunmalı: Otlaklarımız tarımda makinalaşma ile sürekli olarak daralmaktadır. Ayrıca otlaklarda aşırı otlatma sonucu otlaklar bozulmaktadır. Bu olumsuzluklar sonucunda hayvanlarımız yeterince beslenememektedir. Hayvancılığı geliştirmek için bu olumsuz durumlar önlenmeli.
    · Yem üretimi artırılmalı.
    · Erken kesim önlenmeli (süt kuzu-süt dana)
    · Salgın hastalıklarla mücadele edilmeli
    · Çiftçi eğitilmeli ve kredi desteği sağlanmalı.
    *** Türkiye'de genelde mera hayvancılığı gelişmiştir. Bundan dolayı hayvancılımızın coğrafi dağılışında daha çok iklim etkilidir. Ayrıca et ve süt üretimi de iklimin etkisi altındadır.
    HAYVANCILIĞIMIZIN COĞRAFİ DAĞILIŞI:
    BÜYÜK BAŞ HAYVANCILIK: (Sığır, at, eşek, katır, deve)
    · İNEK:Büyük baş hayvanlar içinde en fazla sığır(inek, **** ,dana, manda) yetiştiriciliği vardır. Sığırlar içinde de en fazla inek yetiştirilmektedir. Bütün bölgelerimizde inek yetiştiriciliği vardır. Ama en fazla Karadeniz Bölgesinin kıyı kesimi ile Doğu Anadolu Bölgesinde Erzurum-Kars Bölümünde gelişmiştir. Karadeniz Bölgesinde gelişmesi yağışların fazla olmasından dolayı çayırların fazla olmasıdır. Erzurum-Kars bölümünde gelişmesi yaz yağışlarıyla oluşan gür ot ve çayırlıklardır. İnek yetiştiriciliği ayrıca şeker fabrikaları çevresinde de gelişmiştir. Ş.Pancarı küspesinin hayvan yemi olarak kullanılmasından dolayı.

    · MANDA: Bol sulu bataklık ve göl kenarlarında beslenir. Yurdumuzda başta Karadeniz Bölgesi kıyı kesimi olmak üzere G.Marmara Bölümünde yetiştiriciliği yaygındır. Et kalitesi düşük olduğundan yetiştiriciliği fazla gelişmemiştir.
    *** Büyük baş hayvancılık batı bölgelerimizde ahır hayvancılığı şeklinde gelişmiştir.
    KÜÇÜK BAŞ HAYVANCILIK
    1. KOYUN: Bozkırların hayvanıdır. Hafif dalgalı düzlüklerde iyi yetişir. Türkiye'nin iklim şartları genelde koyun yetiştiriciliğine elverişlidir. Düşük sıcaklık sebebiyle Doğu Anadolu Bölgesinin doğusunda yetiştiriciliği gelişmemiştir. Ayrıca Doğu Karadeniz Bölümünün kıyı kesiminde yüksek nem ve gür çayırlardan dolayı koyun yetiştirilmez. En fazla koyun yetiştiren bölgemiz İç Anadolu'dur. Bozkırların geniş alan kaplamasından dolayı. Doğu Anadolu Bölgesi (batısı) ve G.Doğu Anadolu Bölgeleri de koyun yetiştiriciliği gelişmiştir.

    Koyun Türleri:
    · Kıvırcık: Soğuğa dayanıklı değildir. Et verimi yüksektir. Marmara ve Ege Bölgelerinde yetiştirilir.
    · Dağlıç: Ege ve İç Batı Anadolu'da yetiştirilir.
    · Karaman: Ege, İç, Doğu ve G.Doğu Anadolu Bölgelerinde yetiştirilir.
    · Sakız ve Merinos: G.Marmara Bölümünde yetiştirilir. Merinos yünü için yetiştirilmektedir.

    2. KIL KEÇİSİ: Dağlık bölgelerin hayvanıdır. Ağaçların filizlerini yemek suretiyle beslenir. Ormanlara zarar verdiği için sayılarının azaltılması yoluna gidilmektedir. En fazla Akdeniz Bölgesi ile Doğu Anadolu Bölgelerinde yetiştirilir.

    3. TİFTİK KEÇİSİ (Ankara Keçisi): Tiftiği için yetiştirilmektedir. Yurdumuzda Ankara- Konya çevresi ile G.Doğu Anadolu Bölgesinde Siirt çevresinde yetiştirilmektedir.

    ***Sağılan ve kesilen hayvan sayısı az, üretilen süt ve et miktarı fazla ise orada Büyük baş hayvancılık (inek yetiştiriciliği) gelişmiştir. Sağılan ve kesilen hayvan sayısı fazla iken , üretilen et ve süt miktarı az ise Küçük baş hayvancılık gelişmiştir( Koyun yetiştiriciliği).
    KÜMES HAYVANCILIĞI Tavuk , horoz, hindi, kaz, ördek)
    Kümes hayvancılığı bütün bölgelerimizde yapılabilmektedir. Ama en fazla Marmara ve Ege Bölgelerinde gelişmiştir. İstanbul, İzmir, Manisa, Balıkesir, Ankara gibi büyük kentler çevresinde gelişmiştir.
    ARICILIK:
    Bal, bal mumu, polen ,arı sütü elde etmek için arıcılık bütün bölgelerimizde yapılabilmektedir. En fazla Ege ve Doğu Anadolu Bölgelerinde gelişmiştir. Muğla, Manisa,İzmir, Balıkesir,Çanakkale, Ağrı, Erzurum, Hakkari, Rize (Anzer yöresinin balları çok ünlüdür.), Artvin, Ordu önemli bal üretim merkezlerimizdir.
    İPEK BÖCEKÇİLİĞİ:
    İpek böceği yetiştirme ve kozasından ipek elde etme faaliyetidir.Dut yaprağı yemek suretiyle beslenir. En fazla G.Marmara'da gelişmiştir. Bursa, Balıkesir, Bilecik çevresinde çok gelişmiştir. İpekli dokumada ise Bursa-Gemlik-İstanbul gelişmiştir.
    BALIKÇILIK:
    Yurdumuzun etrafı denizlerle çevrili, birçok akarsu ve tatlı su gölümüz olmasına rağmen balıkçılık gelişmemiştir.
    Balıkçılığın Gelişmemesinin Sebepleri:
    · Denizlerimizin balık bakımından zengin olmaması.
    · Açık deniz (Okyanus) balıkçılığının yapılmayışı.
    · Taşıma ve depolama imkanlarının yetersizliği.
    · Zararlı avlanma yöntemlerinin uygulanması (dinamit patlatma, trol avcılığı gibi)
    · Denizlerimizdeki kirlenmenin önlenememesi.
    Türkiye'de Balık Üretiminin Denizlere Göre Dağılışı:
    1. Karadeniz % 67
    2. Ege Denizi % 13
    3. Marmara Denizi % 11
    4. Akdeniz % 9
    ***Bodrum kıyılarında sünger avcılığı gelişmiştir.
    ***Japonya ve Norveç'te balıkçılık çok gelişmiştir. Sebepleri : Okyanus akıntılarının karşılaşım alanında olması, iklim ve yer şekillerinin tarımı olumsuz yönde etkilemesidir.


    ORMANCILIK





    Türkiye topraklarının %26 oranındaki bölümü orman rejimi altındadır. İyi vasıflı, verimli ormanların kapladığı alan yalnızca %13 gibi çok düşük bir miktarı oluşturmaktadır.
    Türkiye'de ormanların dağılışında en fazla yağış miktarı etkilidir. Yağışların fazla olduğu kıyı bölgeler orman bakımından da zengindir. Doğu Karadeniz kıyıları hariç tahrip edilen ormanların kendini yenilemesi yurdumuzun bir çok yerinde zordur.
    Ormanlarımızın Coğrafi Bölgelere Göre Dağılış Oranları:
    1. Karadeniz Bölgesi %25
    2. Akdeniz Bölgesi %24
    3. Ege Bölgesi % 17
    4. Marmara Bölgesi %13
    5. Doğu Anadolu Bölgesi %11
    6. İç Anadolu Bölgesi %7
    7. G.Doğu Anadolu Bölgesi %3
    Ülkede ormancılık sektöründe kamu ve özel kesim olarak yılda ortalama 29 milyon metreküp dolayında odun imalatı yapılmaktadır. Bunun yaklaşık % 68'i yakacak odun olarak kullanılmaktadır. Yurtiçi arz açığının kapatılması için 1985 yılından bu yana her yıl önemli miktarlarda odun ithalatı yapılmaktadır.
    ORMANLARIN FAYDALARI
    · Ormanların toz emici özelliği vardır.
    · Ormanların gürültüyü azaltıcı özelliği vardır.
    · Erozyonu ve sel oluşumunu önler.
    · Ormanlar, bir ısı tamponu gibi görev yapar. Sıcağı ve soğuğu dengeler. Yaz sıcaklığını 5-8.5 ºC azaltırken, kış sıcaklığını da 1.5-2.8 ºC arttırır. Kuru havalarda bile havanın nemini sabit tutar.
    · Ormanlar, birçok yabani hayvan ve kuşların yanı sıra, çeşitli yiyecekleri barındırması nedeniyle besin kaynakları açısından önemli bir ortamdır.
    · Ormanlar biyolojik dengeyi korur. Yapraklı ağaçlardan meydana gelen bir bir bölgede 50 kuş türü yaşayabilir.
    · Ormanlar, ağaçsız bir alana göre 8 kat fazla humus oluşturur ve toprak canlılarının yaşamasına olanak sağlar.
    · Ormanlar, egsoz ve benzeri zehirli gazları, kirli suları filtre ederek temizler.
    · Oksijen üretir. Ülkenin akciğeridirler.
    Orman ürünleri, Asli Orman Ürünleri ve Tali Orman Ürünleri olmak üzere 2 kategori altında toplanmaktadır.
    ASIL ORMAN ÜRÜNLERİ
    Tomruk ,Tel ve Maden Direği ,Sanayi ve Kağıtlık Odun, Lif- Yonga Odunu Yakacak Odun gibi.
    TALİ ORMAN ÜRÜNLERİ
    Reçine, Çıra ,Sığla yağı ,Defne ,Şimşir Kök Odunu ,Kekik ,Ada Çayı ,Çam Fıstığı, her çeşit bitki soğanı ,Mantarlar, Kozalak gibi.
    ORMANLARIN KORUNMASI:
    · Orman yangınları önlenmeli .
    · Orman içinde ulaşımın çabuk sağlanabilmesi için yollar yapılmalı.
    · Eğitilmiş yangın söndürme ve haberleşme ekipleri bulundurmak.
    · Yangınların yayılmasını önlemek için yer yer boşluklar bırakmak.
    · Kaçak kesimler önlenmeli.
    · Orman içinde hayvan otlatmamak (kıl keçisi).
    · Yakacak olarak odun kullanımı azaltılmalı.
    · Orman köylerine yeni iş ve geçim kaynakları oluşturulmalıdır.


    MADENLER VE ENERJİ KAYNAKLARI






    Türkiye madenler bakımından zengin bir ülkedir. Ayrıca bazı madenler bakımından dünyanın önemli ülkeleri arasındadır. Türkiye'nin madenlerinin tamamı henüz belirlenmemiştir. Her yıl yeni maden yataklarının bulunması bunun kanıtıdır.

    Ülkemizin madenciliğinin şu andaki üretimi, tümüyle kendi endüstri kuruluşlarımızın gereksinimine yönelik değildir. Bir kısmı ham olarak ya da yarı işlenmiş halde dışarı satılmaktadır.

    Bir madenin işletilmesinin karlı olabilmesi için, 'cevher oranı' Yedekleriyle birlikte belirtilen miktarı fazla olmalıdır.

    Anadolu, madenciliğin eskilere dayandığı bir yerdir. Ancak cumhuriyetin ilanından sonra kurulan maden teknik ve arama (M.T.A) enstitüsü, madenciliğimizi ciddi biçimde ele alınmasına yönelik olan bir kuruluştur. Bu kuruluş, arama çalışmaları gerçekleştirirken yine cumhuriyet döneminde kurulan ETİBANK, işletme ve pazarlama işlerini yürütmeye başlamıştır. Bu devlet kuruluşlarından başka, özel sektör kuruluşları da bulunmaktadır.
    DEMİR
    Türkiye'nin birçok yerinde çıkarılan bir madendir. Demir çıkarımının %80'ini Doğu Anadolu bölgesi içerisinde kalan Divriği sağlar. Balıkesir'de Eymir ve Çarmık, Ege Bölgesinde Ayazmand ve Torbalı, Kahramanmaraş ile Kayseri arasında Faraşa ve Karamadazı, Sivas Hekimhan arasında Hasan çelebi ve Doğu Marmara'da Çamdağı, önemli demir alanlarıdır. Demir, endüstride en çok kullanılan maden cevheridir. Bu nedenle demir-çelik endüstrisinde ana maddedir.
    KROM
    Sert, paslanmaz ve iyi parlatılan bir madendir. Kaplamacılık ve çelik yapımında yaygın olarak kullanılır. Türkiye'de yaygın olarak çıkarılan madenlerden biride kromdur. En zengin krom yatakları, Elazığ'da Guleman, Batı akdenizde (fethiye, marmaris arasında) Dalaman havzası, Kütahya ile Bursa arası ve Eskişehir'in doğusundaki Seyitgazi'de yer alır. Adana'nın kuzeyindeki Akdağ yöresinde de yeni krom yatakları bulunmuştur. Akdağ krom yatakları, Dünyanın en zengin yataklarıdır. Türkiye, krom çıkarımında dünyada 3. sıradadır. Türkiye, çıkardığı kromu büyük ölçüde cevher olarak satmaktadır. Bu nedenle çıkarımını dış taleplere bağlı olarak ayarlamaktadır.
    BAKIR
    Kolay işenen bir madendir. Elazığ'da maden (Ergani bakır işletmeleri), Artvin'de Murgul (Göktaş) ve Kastamonu'da Küre bakır çıkartılan yerlerdir. Rize Çayeli'de yeni bakır yatakları bulunmuştur.
    BOR
    Kullanım alanı yaygın olan bu maden,boraks ve asitborik elde edilmesi bakımından da önemlidir. Balıkesir'de Sultançayırı ve Bigadiç Eskişehir'de Seyitgazi ve Kütahya çevresi önemli çıkarım alanlarıdır. Türkiye, bor minarellerinde dünyanın en zengin ülkesidir.
    BOKSİT
    Konya'nın Seydişehir ilçesi ile Antalya'nın Akseki ilçesinde çıkarılır. Bu iki çıkarım alanı da Antalya bölümünde yer alır. Alüminyumun hammaddesidir.
    KÜKÜRT
    Isparta'nın Keçiborlu ilçesi ile Denizli'nin Sarayköy ilçesinde bulunmaktadır.
    MANGANEZ
    Zonguldak'ın Ereğli ve Artvin'in Borkça (Göktaş) çevrelerinde çıkartılır. Denizli Tavas'ta yeni yatakları bulunmuştur.
    CİVA
    İzmir'in Ödemiş ve Karaburun, Konya'nın Sarayönü çevresinde ve ayrıca Niğde civarlarında çıkartılır.
    TUZ
    Çeşitli yollarla elde edilen bir doğal kaynaktır. Kayatuzu olarak çıkartıldığı gibi, deniz suyundan ve açık işletme olarak Tuz gölünden de elde edilir. En fazla tuz üretimi İzmir'deki Çamaltı tuzlasında, deniz suyundan elde edilir. Çankırı, Erzurum, Kars, Nevşehir, Kırşehir, Yozgat ve Konya'da işletilmektedir.Türkiye, birçok madende zengin bir ülkedir. Bu madenlerden bazıları turistlik eşya yapımında önem taşır. Lületaşı (Eskişehir'de) ve oltutaşı (Erzurum'da) bu özellikte olanların en önemlileridir.
    TAŞ KÖMÜRÜ (Maden kömürü):
    Yurdumuzda tüketilen enerji kaynakları arasında taş kömürünün önemli bir yeri vardır. Ayrıca demir-çelik ve kimya sanayiilerinin önemli ham maddesidir. Başlıca taş kömürü yataklarımız, Zonguldak ve çevresindedir. Burası Türkiye'nin tek maden kömürü havzasıdır. Bir milyon tonu aşan rezervi vardır.
    LİNYİT
    Yaygın olarak hemen her bölgemizde çıkarılır. Ege bölgesi linyitleri oldukça kalitelidir. Manisa'da Soma, Kütahya'da Tavşanlı, Tunçbilek ve Değirmisaz, Amasya'da Çeltek ve Erzurum en önemli çıkarım yerleridir. Kahramanmaraş'ın Elbistan, Muğla'nın Yatağan linyitlerinin kalori değeri düşüktür. Bu nedenle termik santrallerde kullanılır.
    PETROL
    Günümüzde önemli bir enerji kaynağı olan petrol, aynı zamanda kimya sanayiinin de ham maddesidir. Yurdumuzdaki petrol yatakları fazla zengin değildir. Mevcut petrol yataklarımız daha çok Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde Batman, Siirt ve Diyarbakır'dadır. Adıyaman, Şanlı Urfa ve Mardin'de de petrol yatakları vardır. Üretilen petrol, ihtiyacımızın çok az bir kısmını (1/7) karşılamaktadır. Geri kalan kısmını dışardan karşılamaktayız.

    Yurdumuzda ham petrolün arıtılması için rafineriler kurulmuştur. Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde üretilen ham petrolün bir kısmı Batman Rafinerisine, bir kısmı da Batman-İskenderun boru hattı ile Dörtyol'a gönderilmektedir. Buradan da tankerlerle Ataş, İzmir ve İzmit rafinerilerine taşınmaktadır. İskenderun Körfezi ile Kırıkkale arasındaki petrol boru hattı ile de Kırıkkale Rafinerisine ham petrol aktarılmaktadır. Ayrıca Türkiye-Irak boru hattı ile Irak petrollerinin bir kısmı Yumurtalık Limanı'na taşınmaktadır. Bu taşımacılıktan Ülkemiz önemli bir gelir sağlamaktadır. Azerbaycan petrolünün de yapılacak boru hattı ile İskenderun Körfezi'ne getirilmesi planlanmaktadır. Yurdumuzda petrol aramalarına hızla devam edilmektedir.

    Türkiye'de su gücünden elde edilen elektrik enerjisi üretimi her geçen gün artmaktadır. Barajlara dayalı elektrik üreten pek çok hidroelektrik santralimiz vardır. Bunların başlıcaları, Atatürk, Karakaya, Keban, Hasan Uğurlu, Demirköprü, Hasan Polatkan, Oymapınar ve Hirfanh hidroelektrik santralleridir. Bunların yanında yapımı devam eden hidroelektrik santrallerimiz de vardır.

    Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) ile Fırat ve Dicle üzerinde 21 baraj, 17 hidroelektrik santrali yapımı öngörülmektedir. Bu proje ile elde edilecek hidroelektrik enerji, Türkiye'deki mevcut hidroelektrik enerjiden çok daha fazla olacaktır.

    Ayrıca, Denizli yakınlarında Sarayköy'de yüksek sıcaklıktaki su buharından enerji elde edilmektedir. Bu tür enerjiye 'Jeotermal enerji' denir. Birçok yerinde çeşitli sıcaklıkta termal kaynaklar bulunan yurdumuz, bu enerji kaynağı açısından da şanslı görülmektedir. Yine yurdumuzun çeşitli yerlerinde güneş enerjisinden ısı enerjisi olarak yararlanılmaktadır. Yurdumuzda doğal gazdan da faydalanılmaktadır. Bir miktar yerli üretimin yanı sıra Rusya Federasyonu'ndan borularla, Cezayir'den de deniz yolu ile doğal gaz getirilmektedir. Özellikle büyük kentlerimizde daha çok kışın ısınmada kullanılan doğal gaz, hava kirliliğini de büyük ölçüde önlemektedir.


    SANAYİ





    Yurdumuzda, büyüklü küçüklü pek çok sanayi kolu vardır. Bunların birçoğu Cumhuriyet Döneminde kurulmuştur. Dolayısıyla bu alanda çalışan nüfusumuzun sayısı da her geçen gün artmaktadır.

    Çok yakın bir zamana kadar, ihracatımızda tarım ürünleri en önemli payı oluştururken bugün, sanayi ürünlerinin payı, tarım ürünlerini çok geride bırakmıştır. Ancak bu durum, tarım ürünlerimizin miktar olarak azaldığı anlamına gelmez. Aksine, modern tarım metotlarıyla yurdumuzda, birim alandan elde edilen üretim miktarı artmıştır.

    Türkiye'de en yaygın sanayi kuruluşları, ham maddesini tarım ürünlerinin oluşturduğu fabrikalardır. Bunların bir kısmını besin sanayii oluşturur. Bu kuruluşların başlıcaları, un, bitkisel yağ, konserve ve şeker fabrikalarıdır.

    Modern un fabrikalarımızın çoğu İç Anadolu Bölgesi'nde bulunur. Konservecilik, en çok Marmara Bölgesi'nde gelişmiştir. Bitkisel yağ fabrikaları da daha çok Marmara, Ege ve Akdeniz bölgelerinde, şeker fabrikaları ise yurdumuzun birçok yerinde kurulmuştur.

    Türkiye çok miktarda pamuk üreten bir ülke olması nedeniyle pamuklu dokuma sanayii de çok gelişmiştir. Adana, Antalya, İzmir, Aydın, Nazilli, Manisa, Kayseri, Malatya. I illimi ve Bursa, pamuklu dokuma sanayiinin önemli merkezleridir. Yönlü dokuma fabrikalarımız daha çok İstanbul, Hereke, Bursa, İzmir ve Uşak'ta bulunmaktadır. Bursa, ayrıca ipekli dokumacılığın da merkezidir. İstanbul, İzmir, Ankara giyim sanayiinin gelişme gösterdiği en önemli merkezlerdir. Karabük, Karadeniz Ereğlisi, Kırıkkale ve İskenderun'da bütün sanayi kollarna demir-çelik ve daha başka yan ürünler üreten fabrikalarımız bulunmaktadır.

    Petrol rafinerilerimiz ise, İzmit, Mersin (Ataş), İzmir, Batman ve Kırıkkale'dedir. Otomotiv sanayii daha çok Bursa, İstanbul ve İzmir'de gelişmiştir. Kağıt sanayii merkezleri, İzmit, Çaycuma, Taşköprü, Çay, Taşucu, Dalaman ve Aksu'dur. Çinicilik ve porselen merkezi ise Kütahya'dır. İstanbul ve Gölcük, gemi yapım merkezleridir. Petrokimya sanayii ise İzmit ve İzmir'de kurulmuş ve gelişmiştir.

    Bunların yanında, azot, gübre, sigara, plastik, ilaç, boya, halı, çimento, cam ve savaş malzemeleri ile daha başka ürünler üreten sanayi kuruluşlarımız da bulunmaktadır.

    Yurdumuz, otomotiv sanayinde gelişmiş bir ülkedir.



    İLETİŞİM





    Teknolojinin gelişmesi sayesinde bugün yurdumuzda iletişim, modern araç ve gereçlerle yapılmaktadır. Ülkeler ve kıta'lar arasında haber aktarmakta pek çok ülke, uydu sistemlerinden yararlanmaktadır. Yurdumuz da uzaya gönderdiği haberleşme uydularıyla bu gelişmeyi yakalamıştır. Telefon, telsiz, telgraf, teleks, telefaks ve Internet gibi birtakım iletişim araçları, yurdumuzda yaygın olarak kullanılmaktadır. Kitle iletişiminde gazete, dergi gibi yazılı basın araçları ile radyo ve televizyon gibi sözlü ve görüntülü araçlar önemli rol oynamaktadır. Bu sayede vatandaşlarımız, yakın ve uzak çevrelerinden haber aldıkları gibi, bilgi ve görgülerini de artırmaktadırlar. Haberleşme hizmetlerindeki gelişmeler, yurt savunmasında ve ülke bütünlüğünün sağlanmasında da büyük önem taşımaktadır.

    Yurdumuzda haberleşme hizmetlerini yürütmek üzere, Posta Telefon Telgraf (PTT) teşkilatı kurulmuştur. Bu teşkilat, yaptığı çalışmalarla yurdumuzu bir baştan bir başa modern haberleşme araç ve gereçleri ile donatmaya çalışmıştır.

    Türk Telekomünikasyon A.Ş (TÜRK TELEKOM) adıyla hizmet vermektedir. Bu hizmetler sayesinde yurdumuzun en küçük yerleşme birimindeki vatandaşlarımızla iletişim kurabilmekteyiz.

    Türkiye Radyo ve Televizyon Kurumu (TRT) da yurdumuzda haberleşmenin, çağın gereklerine uygun olarak yapılması için çalışmaktadır. Bu kurum, yurt içi ve yurt dışına birçok dilde radyo ve televizyon yayını yapmaktadır. Yurdumuzda son yıllarda, kurulan ve sayısı giderek artan özel televizyon kanalları da bu hizmete katılmaktadır.


    TİCARET VE TURİZM





    Ticaret
    Bölgeler ve ülkeler, yetiştirdikleri farklı ürünler bakımından birbirlerine muhtaçtır. Elde edilen ürünlerin fazlası, gereksinim duyulan bir başka bölgeye veya ülkeye satılır. Böylece, gerek ülke sınırlan içinde, gerekse ülkeler arasında bir alış veriş yapılmış olur. Kar amacıyla yapılan bu alış verişe ticaret denir.

    Alış veriş, ülkenin kendi milli sınırları içinde yapılıyorsa buna 'iç ticaret' denir. Ülkeler arasında yapılan alış verişe ise 'dış ticaret' adı verilir.

    İç ticaret Yurdumuz, iklim, toprak türü ve ekonomik yapı bakımından farklı özellikler gösteren bölgelerden meydana gelmiştir. Bu yüzden yetiştirilen ürünler de birbirinden farklıdır. Bir bölgede yetiştirilen bir ürün, gereksinimi olan başka bir bölgeye gönderilmektedir. Bu durum, Türkiye'de ticaretin doğmasına neden olmuştur.

    Kırsal kesimde üretilen tarım ürünleri, kentlerde satılmaktadır. Buna karşılık kentlerde üretilen sanayi ürünleri ise köylüler tarafından satın alınmaktadır. İşte yapılan bütün bu alış verişler iç ticaretin gelişmesini sağlar.

    İç ticaretin yapıldığı yerler, haftanın belli günlerinde kurulan pazarlar, devamlı olan haller, dükkanlar ve mağazalardır. Ayrıca bazı kentlerimizde her yıl belirli tarihlerde kurulan ve bir süre devam eden daha büyük pazarlar da vardır. Bunların küçüklerine panayır, büyüklerine fuar denir. Bunlar, gerek sanayi gerekse tarım ve kültür alanlarında ülkemizin gücünü tanıtır. Ayrıca üreticilerle tüketicileri karşı karşıya getirip ticaretin canlanmasını sağlar.

    Dış ticaret Bu ticaret, ülkeler arasındaki ekonomik farklılıklardan doğan bir ticarettir. Bir ülkenin bölgeleri arasında, yetiştirilen ürün ve üretilen mallarda farklılıklar olduğu gibi, ülkeler için de bu durum geçerlidir. Örneğin, Fransa'da üretilen bir ürün, Türkiye'de bulunmayabilir. Buna karşılık Türkiye'de yetiştirilen bir tarım ürünü de Fransa'da yetişmeyebilir. İşte çeşitli ülkelerde üretilen ve yetiştirilen bu farklı ürünler, ülkeler arasında alınıp satılır. Bu alış veriş, dış ticareti oluşturur.

    Cumhuriyetin ilk yıllarında aldığımız mallar çok, sattıklarımız ise oldukça azdı. Bugün Türkiye, gelişen ekonomisi sayesinde sadece ham madde ve tarım ürünleri satan bir ülke değildir, sanayi ürünleri de satan bir ülke durumundadır.

    Bir ülkenin başka bir ülkeden ürün almasına ithalat, ürün satmasına ise ihracat denir. İthal ettiğimiz ürünlerin başında, makineler, ulaşım araçları, ham petrol, madeni yakıtlar gelmektedir. Bunların yanında bazı ilaçlar, kimyasal maddeler ile çeşitli eşya ve gıda maddeleri gibi ürünler de yer almaktadır, ihraç ettiğimiz başlıca ürünler ise, çeşitli sanayi ürünleri, gıda maddeleri, canlı hayvan, ulaşım araçları, makineler, çeşitli ham maddeler, hayvansal ve bitkisel yağlar ile madeni yağlar, içki ve tütündür.

    Dış ticaretimiz en çok, Almanya, İtalya, İngiltere, Fransa, Hollanda ve Belçika ile olmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri, İsviçre, Avusturya, Polonya, Rusya Federasyonu ve bazı İslam ülkeleri de en çok alış veriş yaptığımız ülkeler arasındadır. Azerbaycan. Kazakistan, Türkmenistan, Özbekistan ve Kırgızistan ile de ticaretimiz giderek artmaktadır.
    Turizm
    Günümüzde bütün ülkeler, turizm alanında daha çok gelişmek ve daha çok turist çekmek amacıyla yarış içindedirler. Bunun gerçekleşmesi için ülkede ulaşımın gelişmesi, turistlerin konakladıkları yerlerin temiz, rahat ve güvenilir olması şarttır. Ayrıca, turistlere yardımcı olacak birtakım danışma ve rehberlik birimlerinin kurulması ve işletilmesi de gerekmektedir.

    Yurdumuz, doğal güzellikleri ve tarihi zenginlikleri ile iç ve dış turizmin gelişmesine uygun bir ülkedir. Ege ve Akdeniz kıyılarımızda, yazlar uzun ve bol güneşlidir. Buralarda güzel plajlar birbirini izler. Bu yüzden kıyılarımız, yaz aylarında Avrupa ülkelerinden gelen çok sayıda turistin akınına uğrar.Ayrıca Ürgüp ve Göreme'deki peri bacaları, Adıyaman'da Nemrut dağı üzerindeki insan başı ve hayvan heykelleri, Pamukkale travertenleri, şifalı kaplıcalar ile ilginç mağaralar ve daha pek çok doğal güzellikler yerli ve yabancı turistlerin büyük ilgisini çekmektedir. Bütün bunlarla yurdumuz bir turizm cennetidir.

    Doğal güzelliklerinin yanında Türkiye, tarihi eserler bakımından da zengindir. Özellikle Selçuklu ve Osmanlı eserleri bakımından İstanbul, Edirne, Bursa, Konya, Kayseri, Sivas, Erzurum ve Van, tarihi zenginliklerin toplandığı kentlerimizdendir. Diğer yandan çeşitli illerimizde bulunan müzeler ve milli parklar da turistlerin ilgisini çeken yerlerdir.Son yıllarda turizmin devlet eliyle desteklenmesine ve ülkemizin yurt dışında tanıtılmasına büyük önem verilmiştir. Bu amaçla, turistik tesis yapmak isteyenlere, kredi konusunda büyük kolaylıklar sağlanmıştır. Bunun yanında dış ülkelerle bağlantılı birçok turizm şirketi kurulmuştur. Bu çalışmalar sonunda ülkemizde, modern konaklama tesisleri ve yatak sayısı artmıştır.

    Bütün bunlara bağlı olarak, ülkemizi ziyaret eden turist sayısında ve bu sektörden elde edilen gelirde büyük artışlar görülmektedir. 1996 yılı itibariyle ülkemizin turizm sektöründen sağladığı gelir 5,5 milyar doları aşmıştır. Ülkemize daha çok turistin gelmesi ve daha uzun süre kalması, yurdumuza daha çok dövizin girmesi ve ülkemizin daha çok kişi tarafından tanınması demektir. Bu yolla sağlanan dövizler, ülkemizin kalkınmasında büyük bir paya sahiptir. O halde turizm, önemli bir gelir kaynağı ve ülkemizi tanıtma vasıtasıdır.

    Doğal ve tarihi zenginliklerimizi özenle korumak, turiste ülkemizi iyi tanıtmak, onlara dürüst davranmak gerekmektedir. Çünkü ülkemizden memnun ayrılan turist, bu memnuniyetini çevresine yansıtacağından ülkemize daha çok turistin gelmesini sağlayacaktır.





  4. #34
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    5.GERÇEKLEŞEN DÜŞLER




    20.YÜZYILDA BİLİM VE TEKNOLOJİDE MEYDANA GELEN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER

    1900 - 1903






    1900
    Mendel yasalarının doğruluğu deneylerle kanıtlandı. 1822'de Avusturya'da doğan Gregor Mendel 1856 yılında kalıtımla ilgili çalışmalarına başlamıştı. Bezelyelerle yaptığı deneyler sonunda kalıtımın yasalarını ortaya atan Mendel, kalıtımbilimin (genetiğin) doğmasına olanak sağlamıştır.
    1900
    İlk radyonun yapılışı. Elektromanyetik dalgaların varlığını 1864 yılında James Clerk Maxwell ortaya koymuştu. Guglielmo Marconi'yse dalgaları ilkin 9 m, sonra da 275 m ve 3 km'lik uzaklıklara iletmeyi başardı. 1901'de de Atlas Okyanusu'nun ötesine ilk mesajını ulaştırdı.
    1900
    Günümüzde Planck Sabiti olarak adlandırılan eylem kuantumunu, Alman fizikçi Max Planck buldu. Işıma olgusunda enerjinin sürekli biçimde değil, enerji paketleri biçiminde kesikli olarak ortaya çıktığı varsayımını yapan Planck, herbiri belirli bir enerji miktarını içeren paketlere kuantum adını verdi ve bir kuantumun enerjisinin ışınımın frekansıyla orantılı olduğunu öne sürdü. Bu teori fizikte bir devrim niteliği taşıyordu ve 20. yüzyıla damgasını vuran kuantum mekaniğinin başlangıcı oldu.
    1901
    Emekli bir Alman subayı olan Ferdinand Zeppelin'in tasarladığı hava gemisi 'Zeplin'lerden ilki 2 Temmuz'da Almanya'da Friedrichshafen yakınlarında bir göldeki yüzer hangardan havalandığı Sivil havacılıkta ve yolcu taşımacılığında büyük başarılar elde edecek olan bu araçlar, uçaklarla rekabete dayanamayıp gelecekte göklerden silinecekti.
    1901
    Karl Landsteiner, alyuvarlarda hücre zarının dış katmanına yapışan antijen adlı bir maddenin türüne bağlı olarak insanda en az üç temel kan grubu olduğunu gösterdi, bu grupları A, B ve 0 olarak adlandırdı. Bir yıl sonra da A ve B artijenlerinin ikisini birden taşıyan AB grubu bulundu.
    1902
    ABD'li genetik bilgini Walter Sutton, Columbia'da öğrenciliği sırasında kromozomların kalıtsal bilgiyi taşıdıgını ve ayrı çiftler halinde bulunduğunu ilk kez ortaya koymuş. Sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarla kalıtımla ilgili kromozom kuramının temelini atmıştır.
    1903
    Motorlu ilk uçuş yapıldı-Orville Wright'ın pilotluğunu yaptığı Flyer adındaki ilk uçak 17 Aralık 1903'te havalanıp yerden üç metre yükseldi, 12 saniye havada kalan uçak sonra sert bir biçimde yere indi. Wilbur ve Orville Wright kardeşler aynı gün iki uçuş daha yaptılar. En uzun uçuş 59 saniye sürdü 260 m'lik bir uzaklığı aştı.
    1903
    Bayliss ve Starling, sindirime yardımcı pankreas sıvısının salgılanmasında uyarıcı maddeyi bularak ilk kez hormon kavramını ortaya attılar. Sekretin adını verdikleri bu madde gibi salgılandığı organdan uzakta başka bir organı uyaran bu tür kimyasal maddeleri 'uyarmak' anlamındaki Yunanca hormon sözcüğünden türetilmiş hormon terimiyle adlandırmayı da Bayliss ve Starling yaptı.

    1904 - 1908






    1903
    Hollandalı fizyolog Willem Einthoven, kendi adıyla anılan ilk telli galvanometreyi tasarladı. Galvanometre, kalp kasının kasılmasıyla ortaya çıkan değişiklikleri ölçüyor ve kağıt üzerine kaydediyordu. Einthoven bu yönteme elektrokardiyografi adını verdi.
    1904
    Ivan Petroviç Pavlov, Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü'nü kazandı.
    Hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerle şartlı refleks kavramını geliştiren Pavlov, bu ödülü, sindirim salgıları üzerindeki araştırmaları nedeniyle kazanmıştı.
    1904
    Ernest Rutherford, Radyoaktiflik adını verdiği kitabını yayımladı. İngiliz fizikçi kitabında, bu konudaki çalışmalarının sonuçlarını anlatıyor ve radyoaktif etkinliğin dış koşullardan etkilenmediğini, radyoaktif süreçlerde kimyasal tepkimelere oranla daha fazla miktarda ısı açığa çıktığını ortaya koyuyordu. Ayrıca bu yapıtında radyoaktif dönüşüm sonucunda kimyasal nitelikleri farklı yeni ürünlerin ortaya çıktığını ileri sürüyordu.
    1905
    IQ testi uygulandı. Alman psikolog Wilhelm Stern'in ortaya koyduğu IQ (Intelligence Quotient) kavramı Lewis Terman tarafından Stanfort-Biret testinde kullanılmak üzere uyarlandı. Zeka yaşının kronolojik yaşa bölümünün 100'le çarpılmasıyla sonuç elde edilir. Ortalama IQ sayısı 100 olarak kabul edilmiştir. 1 30'un üzerindeki değerler üstün zekalı, 70'in altındakilerse geri zekalı olarak nitelendirilir.
    1905
    Albert Einstein, özel görelilik kuramına ilişkin 'Hareketli Cisimlerin Elektrodinamiği' adlı makaleyi yayımladı. Bu makale fizikte devrim niteliği taşır.
    1906
    Lee de Forest, elektronları salan elektrot (katot) ile toplayan elektrot (anot) arasına ızgara adı verilen kafes biçimli bir üçüncü elektrot yerleştirerek üç elektrotlu ilk elektronik lambayı (triyot) gerçekleştirdi. Izgaraya uygulanan gerilimin değiştirilmesiyle katot ile anot arasındaki elektron akımının azalıp çoğalması sağlanıyordu. Böylece de triyot lamba yükselteç olarak kullanılabiliyordu. Telsiz iletişimi ve radyonun gelişmesinde triyot lambanın büyük katkısı olmuştur.
    1907
    Bertrand Boltwood radyometrik tarihleme yöntemini buldu. 1905 yılında uranyumla başlayan radyoaktif bozunumların son ürününün kurşun olduğunu gösteren bilim adamı, 1907'de içlerindeki kurşun-uranyum oranına bakarak bazı kayaçların yaşını ölçme yöntemini geliştirdi. Bu yöntem sayesinde Dünya'nın yaşının tahmin edilmesinde önemli adımlar atıldı. Bu yöntem ayrıca arkeolojide de kullanıldı.
    1908
    Jean Perrin sıvı içinde asılı halde bulunan çok küçük parçacıkların Brown hareketlerini inceleyerek maddenin atomlardan oluştuğunu kanıtladı.
    1908
    Hans Geiger ilk radyasyon dedektörünü, bugün kullandığımız adıyla Geiger sayacını, yaptı. Manchester Üniversitesi'nde Ernest Rutherford'un yardımcılığını yapan Geiger, yaptığı deneylerle Rutherford'un çekirdeğin atomun merkezinde çok küçük bir yer kapladığını anlamasına yardımcı olmuştu.
    1908
    Ford firması 'T' modeli denen otomobili piyasaya sürdü. Bu model, bir at almaya parası yeten herkesin alabileceği ucuzluktaydı. Böylece otomobiller yalnızca zenginlerin oyuncağı olmaktan çıkıp günlük yaşamda kullanılmaya başladılar. Kısa bir süre sonra ilk üretim bandını da devreye sokarak seri üretime geçen ilk firma yine Ford olacaktı.
    1909
    ABD'li bir kaşif olan Robert Edwin Peary kuzey kutbuna ulaşmayı başaran ilk insan oldu


    1909 - 1913






    1909
    Leo Hendrik Baekeland bakaliti buldu. Baekeland 1905'te doğal bir reçine olan gomalakın yerini tutabilecek bir maddeyi sentez yoluyla üretebilmek için araştırmalara başladı. Araştırmaları formaldehit ile fenolün yüksek sıcaklık ve basınç altında yoğunlaşma ürünü olan ve ısıtıldığında yumuşamayan plastik maddelerin ilk örneği olarak çığır açan bakaliti bulmasıyla sonuçlandı.
    1911
    Norveç'li kaşif Roald Amundsen, 14 Aralık 1911 günü kendisine eşlik eden 4 kişi ve 54 köpekle güney kutbuna ulaştı.
    1911
    Süperiletkenler keşfedildi. Hollandalı fizikçi Heike Kamerlingh Onnes, belirli şartlarda cıvanın süperiletken olduğunu buldu. Sonradan iki düzineden fazla elementin ve binlerce metal alaşımının da süperiletken olabileceği bulundu.
    1911
    Ernest Rutherford, atom modelini geliştirdi. Alfa parçacıklarının ince metal levhalardan geçişini inceleyen Rutherfort, alfa parçacığı artı yüklü olduğundan levhadan geçişi sırasında metal atomlarındaki artı yüklerin itici etkisiyle sapmaya uğrayacağını ama parçacığın kütlesi çok büyük olduğu için sapmanın küçük olacağını düşünüyordu. Yapılan deneylerde alfa parçacıklarının gerçekten de genel olarak küçük sapmalar gösterdiği fakat büyük açılarda sapan parçaların da bulunduğu, hatta bazen bir parçacığın yönünü değiştirip geri döndüğü gözlendi. Bu durum o günlerde geçerli olan atom modeline uymuyordu. Böylesine büyük kütleli alfa parçacığını bu denli saptırabilmesi için atomdaki bütün artı yüklerin ve kütlenin çok küçük bir hacimde yoğunlaşmış olması gerekiyordu.. Rutherford, bu fikirden yola çıkarak geliştirdiği atom modelinde atomun, çok kuçük hacimli, yoğun ve artı yüklü bir çekirdek ile bunun çevresinde dönen küçük kütleli ve eksi yüklerden oluştuğunu ortaya koydu.
    1911
    Polonyalı kimyager Casimir Funk, parlatılmamış pirinçte bulunan ve beriberiyi önleyen maddenin bir tür amin olduğunu belirleyerek buna vitamin adının verilmesini önerdi. Bütün vitaminlerin yapısının birbirine benzediği düşünüldüğünden bu terim kısaca bütün yardımcı maddeler için kullanıldı.
    1912
    Kıtaların kayması kuram ortaya atıldı. Aslında bir meteorolog olan Alman bilim adamı Alfred Wegener, başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğu, sonradan parçalanıp dağılarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığı görüşüne dayanan kıtaların kayması kuramını ortaya attı.
    1913
    Niels Bohr atomun yapısını açıklığa kavuşturdu ve bunu anlattığı ünlü makalesini yayımladı. Bohr'un atom modeli, özellikle hidrojen atomunun yapısını belirleyen modeli, önceki klasik modellerden köklü biçimde farklıydı. Bu model, kuantum modelini hesaba katan ilk modeldi ve tümüyle kuantum mekaniğine dayanan modellerin öncüsüydü.



    1916 - 1922






    1916
    Einstein 'Genel Görelilik Kuramı' olarak bilinen çalışmasını yayımladı. Bu çalışma bilim dünyasını sarsan görüşler içeriyordu. Kuramın öngörülerinin deneysel kanıtlarıysa ancak Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Mayıs 1919'da Gine Körfezi'ndeki Principe adasında ve Brezilya Sobral'de gerçekleştirilen Güneş tutulması gözlemleri sonucu elde edildi.
    1916
    Karadeliklerin varlığına dair ilk varsayım ortaya atıldı. Alman gökbilimci Karl Schwarzschield, yeterli kütleye sahip cisimlerden kaçış hızının ışık hızına yaklaşabileceğini, bu nedenle doğrudan gözlemlenemeyeceklerini kanıtlamak amacıyla, genel denklemlerden yararlanarak karadelik kuramının temellerini attı. Çekimlerinden ışık dahil hiçbir şeyin kaçamayacağı bu cisimlere karadelik adının verilmesi yaklaşık 50 yıl sonra olacaktı.
    1917
    Sonar kullanılmaya başladı. Ses dalgaları yoluyla cisimlerin yerini saptayan bu aracın temel ilkeleri Fransız fizikçi Paul Langevin tarafından oraya atılmıştı. Gemilerde ve denizaltılarda genel kullanım alanı bulan sonar, deniz yolculuklarını daha güvenli kıldı.
    1918
    Tarımda benzin motorlu traktörler kullanılmaya başladı. Üretimin artmasıyla birlikte çiftçiler yalnız kendi gereksinimlerini karşılamak için değil, piyasaya mal satmak için de çalışmaya başladılar.
    1920
    ABD'de düzenli radyo yayınları başladı. Aynı yıl İngiltere'de de radyo yayınları başlamıştı.
    1921
    Kanadalı bilim adamları Frederick G. Banting ve Charles H. Best, pankreas özütünden insülin elde ettiler. Bu buluş, şeker hastalığı tedavisinde çığır açtı.
    1921
    Soğutucular gündelik yaşamda. Üretilmeye başlayan elektrikli buzdolapları yiyeceklerin saklanmasında yeni bir çığır açtı.
    1921
    Hermann Rorschach, kendi adıyla anılan ve yansıtma tekniğine dayanan psikolojik testler uygulamaya başladı.
    1921
    Robot sözcüğü ilk kez kullanıldı. Çek oyun yazarı Karel Capek, Rossum's Universal Robots (Rossum'un Evrensel Robotları) adını verdiği oyununda verilen emirleri düşünmeden yerine getiren makineleşmiş insanlardan söz ediyordu. Robot sözcüğü Çek dilinde angarya iş anlamına geliyordu.
    1922
    Tutankamon'un mezarı bulundu. Mumyanın bulunduğu odaya ilk kez İngiliz kazıbilimci (arkeolog) Howard Carter girdi. Mısır'da 19. sülale döneminde 'Amarna kralları' olarak bilinen Ahenaton, Smenhkare, Tutankamon ve Ay'ın adları firavunlar listesinden silindiği için mezarın yeri unutulmuştu. Bu sayede özgün haliyle, bozulmadan bulunan mezar, birçok arkeolojik bulgu sağladı



    1923 - 1928






    1923
    Arthur Compton, X ışınlarının elektronlarla çarpışması durumunda dalgaboylarının değiştiğini belirleyerek bunun nedenini açıkladı. Bu buluş, elektromanyetik dalgaların hem dalga hem de parçacık niteliği taşıyan ikili yapısına ilişkin görüşü doğrulamıştır.
    1923
    İsviçreli psikolog Jean Piaget, çocukların derslerde yaptığı yanlışların gelişigüzel olmadığını, belli yaş gruplarında özgün yanlışların yapıldığını ortaya koydu. Böylece çocuğun yetişkinliğine değin bir dizi zihinsel gelişim evresinden geçtiği sonucuna ulaştı.
    1924
    Fransız fizikçi Louis de Broglie, ışığın hem dalga hem de parçacık davranışı gösterdiğini kanıtlayan deneysel bulgulardan yola çıkarak, parçacıkların da parçacık özelliklerine ek olarak dalga özelliklerine sahip olabileceği düşüncesini ileri sürdü.
    1925
    Alman fizikçi Werner Heisenberg, kuantum mekaniğinin matris biçimini geliştirdi. Heisenberg tutulduğu saman nezlesi nedeniyle dinlemeye çekildiği Helgoland adasında, harmonik olmayan salınıcıda kesikli enerji durumlarının açıklanmasıyla ilgili bir problemi çözerek atomun kuantum mekaniğinin geliştirilmesine yönelik programlı araştırılmaların başlangıcını oluşturdu.
    1926
    Bilim adamı Robert Goddard ilk başarılı roket deneyini gerçekleştirdi. Massachussets'e bağlı Auburn kenti yakınlarında bir çiftlikte gerçekleştirdiği deneyde, Goddard'm bir rampadan ateşlediği sıvı yakıtlı roket 30 m yükseldi ve 2,5 saniye havada kalarak 60 metre yol aldı.
    1926
    Rusbilim adamı Vlademir Vernadski, canlı süreçlerin atmosfere katkılarını inceledi ve atmosferdeki azot, oksijen ve karbon dioksiksitin canlılarca üretildiğini belirledi. Biyosfer kavramını ortaya atan da Vernadskidir.
    1927
    George Paget Thomson, bir elektron demetinin kristal yapılı bir maddeden geçerken kırınıma uğradığını belirledi. Böylece Louis de Broglie'nin, bir parçacığın, Planck sabitinin parçacık momentumuna bölünmesiyle elde edilen dalga boyunda bir dalga davranışı göstereceği yolundaki öngörüsünü doğruladı.
    1927
    Sesli sinema filmi yapıldı. 1895 yılında Lumiere kardeşlerin ilk filmi göstermelerinden beri sessiz sinema gündemdeydi. 1927'den sonraysa sessiz filmler yerlerini yavaş yavaş sesli filmlere bıraktılar.
    1927
    Büyük patlama kramı ortaya atıldı. Belçikalı gökbilimci Georges Lemaître'in ortaya attığı kurama göre evren başlangıçtaki bir 'süperatomun' genleşmesi sonucu oluşmuştur. Bu kuram sonradan George Gamov tarafından geliştirildi.
    1928
    C vitamini keşfedildi. Özellikle uzun gemi yolculuklarında ortaya çıkan İskorbit hastalığının tedavisinde C vitaminin etkili olduğu anlaşıldı.



    1928 - 1931






    1928
    Alexander Fleming, penisilini buldu. Bu antibiyotik ilaçla tedavide yeni bir dönem başlattı.
    1929
    Ünlü gökbilimci Edwin Hubble, Evren'in genişlediği fikrini ortaya attı. Hubble'a göre Evren, gökadaların birbirlerinden uzaklaşma hızları ile birbirlerine olan uzaklıkları arasındaki oran sabit kalacak şekilde genişlemektedir.
    1930
    İngiliz fizikçi Paul Dirac, antimadde kavramını ortaya attı. Dirac, elektronların enerji düzeyleri konusundaki çalışmaları sırasında elektronun karşıt parçacığının varlığını ileri sürdü. Bu çalışma, elektrik yükü dışında her yönüyle elektronun özdeşi olan bir parçacığın laboratuvarda üretilmesiyle sonuçlandı. Bu maddeye pozitron adı verildi.
    1930
    Plüton gezegeni keşfedildi. Astronom Clyde Tombaugh, Lowell gözlemevinde çalıştığı sıralarda çektiği bir dizi fotoğrafta küçük gezegenlerden daha yavaş hareket eden bir gökcismi saptadı. Bu gök cismi uzun süredir orada olduğundan kuşku duyulan Plüton gezegeniydi.
    1931
    Alman bilim adamı Ernst Ruska ilk elektronik merceği geliştirdi. Bu mercek elektronları ışık gibi odaklayan bir elektromıknatıstan oluşuyordu. Ruska, seri halde birkaç elektron merceği kullanarak ilk elektron mikroskopunu 1933 yılında yaptı.
    1931
    Avusturyalı fizikçi Wolfgang Pauli, nötrinoların varlığı tezini ileri sürdü. Pauli, nötrinonun varlığını, radyoaktif beta bozunumuna ilişkin varsayımla enerjinin ve momentumun korunumu yasalarının uyum içinde olmasını sağlamak amacıyla öngörmüştü. Nötrino adı bu parçacığa ünlü İtalyan fizikçi Enrico Fermi tarafından verildi.
    1931
    Karl Jansky, Güneş Sistemi'nin dışından gelen radyo dalgaları keşfetti. 1928 yılında New Jersey'de bulunan Bell Laboratuvarlarında çalışmaya başlayan Jansky, burada telefon haberleşmesini etkileyen çeşitli parazitlerin kaynağını araştırmakla görevlendirildi. Yönlendirilebilir doğrusal bir anten kurarak biri dışındaki tüm girişim kaynaklarını belirledi. Aylar süren çalışmalardan sonra 1931'de, bir türlü saptanamayan bu girişim kaynağının yıldızlar olduğunu buldu. Birkaç ay sonra da bu kaynağın Yay takımyıldızı doğrultusunda olduğunu keşfetti.


    1932 - 1939






    1932
    ABD'li birfizikçi olan Edwin Herbert Land, fotoğafların banyo ve baskı işlerinin tek aşamada yapılmasını sağlayan bir yöntem geliştirdi. Işığın kutuplanmasıyla ilgilenen Land, mikroskopaltı boyutlardaki iyodokinin sülfat kristallerini belirli bir doğrultuda yönelmiş halde dizmeyi ve bu dizileri ince plastik bir katman üzerine aktarmayı başardı. Bu çalışmaları sonucunda geliştirdiği ve Polaroid 3 kağıdı olarak adlandırdığı kutuplayıcı kısa sürede yaygın kullanım alanı buldu.
    1934
    ABD'li kimyacı Wallace Carothers naylonu buldu. 1938'de ticari üretimine geçilen naylon, bileşim yoluyla hazırlanan ilk sentetik polimer lifi olmuş ve yapay elyaf sanayisinin doğuşunu hazırlamıştır.
    1935
    Japon fızikçi Hideki Yukawa, atom çekirdeğindeki parçacıkları bir arada tutan kuvvetin taşıyıcısı olarak mezon adlı parçacığın varlığını öngördü ve bu parçacığın niteliklerini kuramsal olarak belirledi.
    1935
    Radarın bulunuşu. İngiliz bilim adamı Robert Alexander Watson-Watt, uçaklara radyo dalgaları gönderip, yansıyan dalgayı alarak ve dalgaların gidiş dönüş süresini ölçerek uçağın varlığını ve uzaklığını 110 km mesafeden belirleyebilen bir sistem geliştirdi. Bu, o güne değin yapılmış ilk pratik radar sistemiydi.
    1935
    ABD'li deprembilimciler Charles Richter ve Beno Gutenberg, deprem ve öteki sismik olayların büyüklüklerini belirlemek için bir öiçek hazırladı.
    1938
    Fisyonun bulunuşu. Otto Hahn, Strassman'la birlikte uranyumun ürünlerinden birinin, daha hafif olan radyoaktif baryum elementi olduğunu buldular ve bunun, uranyum atomunun daha hafif iki atoma bölündüğünü kanıtladığını anladılar.
    1939
    Igor Sikorsky, 1939 yılının başında yapımına başladığı VS-300 adlı helikopterin yapımını eylül ayında bitirdi ve ilk başarılı helikopter uçuşunu gerçekleştirdi.
    1939
    DDT (diklorodifeniltrikloroetan) ilk kez böcek ilacı olarak kullanıldı. İlk kez 1874 yılında üretilen DDT'nin böcek öldürücü etkisi ilk kez İsviçreli kimyacı Paul Hermann Müller tarafından keşfedilmiştir. Bu ilacın kullanımı ileriki yıllarda çevreye ve insanlara da zarar verdiği gerekçesiyle yasaklanacaktır.



    1940 - 1942






    1940
    Karl Landsteiner kandaki Rh faktörünü keşfetti. İlk kez tespit edildiği bir maymun türünün (Rhesus) adını taşıyan bu faktör, anne ve dölütün kanında bir dizi tepkimeye yol açarak düşük, ölü doğum ve yeni doğan bebekte öldürücü bir hastalığa neden oluyordu.
    1940
    ABD'de ilk renkli TV yayınları başladı.
    1940
    Millan ve Abelson, uranyumu nötron bombardımanına tutarak ilk yapay element olan neptünyumu elde ettiler.
    1940
    Fransa'da dört genç rastlantısal olarak Lascaux Mağarası'nı keşfetti. Mağaranın önemi binlerce yıl öncesinden kalma duvar resimleriyle dolu olmasıydı.
    Sonraları yapılan karbon-14 testi sonucunda bu magaranın MÖ 15 000-13 000 yıllarından kalmış olduğu anlaşılacaktı.
    1941
    Helene Taussig ve Alfred Blalock 'mavi bebek sendromu' olarak bilinen bozuklukla doğan bebekler için cerrahi tedavi yöntemi geliştirdiler. Bu bebeklerin cildi kanda yeterli oksijen olmadıgı için mavi-mor bir renk alıyordu. İlk ameliyatı 1944 yılında uygulayan Blalock, bu yöntemle birçok yaşam kurtardı.
    1941
    Albert Lipmann canlı hücrede enerji aktarımı kuramını açıkladı ve ATP(adenozintrifosfat)'nin oynadığı temel rolü kanıtladı. Buna göre canlı sistemlerdeki biyokimyasal tepkimeler, termodinamik yasaların dışında değildir, enerji yoktan var edilemez. Hücreler enerji bakımından zengin moleküller taşıdığı için enerji tüketen tepkimeler oluşur. Bu moleküllerin en bilineni de ATP'dir.
    1942
    Wernher von Braun ilk başarılı roket deneyini yaptı. Von Braun'un çalışmaları Almanya'da askeri amaçlı roketlerin yapımında kullanıldı. İleriki yıllarda ABD'de kurulan NASA da uzay çalışmaları için gereksinim duyduğu roket teknolojisini Von Braun'un çalışmalarından elde edecektir.
    1942
    3 Aralık'ta Enrico Fermi, Chicago Üniversitesi'nde atom pili adıyla tanınan uranyum- yakıtlı grafitli ilk nükleer reaktörü yaptı.
    1943
    Selman Waksman, verem hastalığının tedavisinde etkili ilk antibiyotik olan streptomisini buldu. Waksman aynı zamanda antibiyotik terimini kullanan ilk kişiydi.


    1944 - 1948






    1942
    ABD, atom bombası yapımına yönelik olarak gizli Manhattan projesini başlattı. Robert Oppenheimer'ın başkanlıgında yürütülen proje 1945 yılında sonuçlandı. İlk atom bombası 16 Temmuz 1945'te Albuquerque'te bulunan bir hava üssünde denendi. Ani bir şok dalgası, yoğun ışık yayılması ve sıcaklık dalgalarının ardından gelen mantar şeklinde bir duman bu patlamanın sonuçlarındandı. Bombanın açığa çıkardığı enerji 15 bin ton TNT'ninkine eşitti. Bu denemeden 1 ay sonra Japon kentleri Hiroşima ve Nagazaki'ye atom bombası atıldı.
    1944
    İsviçreli farmakolog Daniel Bovet, histamin etkisini engelleyerek vücudun alerji tepkilerini yatıştırabilen antihistaminik ilaçların ilk örneği olan prilamini elde etti.
    1945
    İngiliz Arthur C. Clarke, yereksenli uyduların Dünya'da birbirinden uzakta yer alan noktalar arasındaki iletişim için röle (aktarma) istasyonu olarak görev yapabileceklerini gösterdi.
    1945
    J. presper Eckert ve John W. Mauchly ilk otomatik elektronik sayısal bilgisayarı yaptılar. Ertesi yıl John Ragazzini ve yardımcıları ABD Ulusal Savunma Araştırma Komitesi için ilk genel amaçlı tümüyle elektronik prototipi geliştirdiler.
    1946
    ABD'li biyokimyacı Melvin Calvin, yeşil bitkilerin ışık enerjisini, karbondioksiti ve suyu büyümeleri içit gerekli olan bileşiklere dönüştürdükleri fotosentez olayındaki kimyasal tepkimeleri ortaya çıkardı.
    1947
    Frank Willard Libby, kazıbilimciler, insanbilimciler ve yerbilimciler için çok değerli olan radyoaktif karbonla (karbon-14) tarihleme yöntemini geliştirdi.
    1947
    John Bardeen, W. Brittain ve W. Shockley transistörü buldular. Elektrik sinyallerinin yükseltilmesini, denetlenmesini ya da üretilmesini sağlayan bu buluşlarından dolayı üç bilim adamı 1956'da Nobel Fizik Ödülü'nü aldılar. Artık seri halde üretilebilen ve daha az yer kaplayan elektronik aletler yapmak mümkündür.
    1947
    Sesduvarı aşıldı. ABD'li pilot Chuck Yeager, roketlerle takviye edilmiş Bell X-1 adlı uçağıyla saatte 1190 kilometreyi aşmayı başardı. Bu uçuşun ardından birçok havacılık firması sesten hızlı gidebilen uçaklar üretti. Sesten hızlı sivil uçakların ilkiyse uçuşlarına 1976 yılında başlayan İngiliz-Fransız ortak yapımı Concorde oldu.
    1948
    Macar asıllı bilim adamı Dennis Gabor, holografi düşüncesini geliştirdi. Mercek kullanmaksızın üç boyutlu bir görüntü oluşturma yöntemi olan holografi, uzun yıllar kuramsal olarak kalacak, ancak lazerin icadından sonra gerçekleştirilecektir.


    1948 - 1958






    1948
    Richard Feynman, kuantum mekaniği ve elektrodinamik kuramlar üzerine yaptığı çalışmalarını tamamladı. Feynman bu çalışmasıyla eski kuantum elektrodinamik kuramının kimi zaman anlamsız sonuçlara yol açan yanlarını da çözüme kavuşturmuş oldu.
    Aynı alanda çalışan ABD'li julian Schwinger ve Japon Tomonaga Siniçiro'yla birlikte 1965 yılında Nobel Fizik Ödülü'nü paylaştı.
    1952
    ABD'li doktor Jonas Salk çocuk felci aşısını geliştirdi.
    1952
    İlk hidrojen bombası denemesi yapıldı. Büyük Okyanus'taki Biikini atolünde gerçekleştirilen denemede atom bombasından çok daha fazla enerji açığa çıktı.
    Füzyonbombası, termonükleer bomba ya da H bombası olarak da bilinen bilinen bu bombayı Edward Teller geliştirdi.
    1953
    J. D. Watson ve F.H. C. Crick tarafından DNA'nın molekül yapısı tanımlandı. Bu modele göre DNA, birbiri çevresindesarılan iki merdivene benzer ikili sarmal biçimindeydi. Bu ikilı sarmal, birbiri çevresinde sarılan iki şeker-fosfat zincirinden ve bu zincirleri birbirine bağlayan baz çiftlerinden oluşuyordu.
    1954
    George G. Devol, programlanabilir bir robotun patentini aldı. 1961 yılında bu patentlere dayanarak Unimation firması Unimate adlı ilk sanayi robotunu hizmet soktu.
    1955
    Owen Chamberlain ve Emilio Segre karşıt protonu keşfetti. Varlığı kuramsal olarak bilinen karşıt protonu üretmek amacıyla güçlü bir parçacık hızlandırıcısı olan bevatron kullanan Chamberlain ve Segre, 1956'da karşıt nötronun varlığını da doğruladılar.
    1956
    Bilgisayarlar için bilimsel hesaplamaya yönelik ilk yüksek düzeyli dil olan FORTRAN (FORmula TRANslator) geliştirildi. Bunu 1960 yılında geliştirilen Algol 60 (Algorithmic Language) izledi. Algol 60 kesin olarak tanımlanmış ilk programlama diliydi. Aynı yıl, yönetim konusunda uzmanlaşmış bir dil olan COBOL (COmmon Business Oriented Language) ve liste işleme dili olan Lisp (List processor) de kullanılmaya başladı.
    1957
    Sputnik-1 uzayda. 4 Ekim 1957'de fırlatılan Sputnik-1, yörüngeye yerleştirilen ilk uydu olmuş ve uzay çağını başlatmıştı. Dünya çevresinde bir tam dolanımını 96 dakikada tamamlayan Sputnik-1, 1958 yılında atmosfere girerek yanmıştı.
    1958
    Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu. Rusların 1957'de Sputnik uzay aracını fırlatmasının ardından ABD kongresi tarafından 1915 yılında kurulmuş olan Ulusal Havacılık Danışma Komitesi çerçevesinde oluşturuldu.



    1959 - 1969






    1959
    Christopher Cockerell ilk hoverkraftı yaptı. Bir hava yastığı üzerinde yol almak üzere tasarlanmış bu araçlann hem karada hem de denizde gidebilme gibi bir avantajları vardı. Ne var ki, kullanımındaki bazı güçlüklerden dolayı hoverkraftlar kendilerinden bekleneni veremediler.
    1960
    T. H. Maiman, yakuttan bir çubuk kullanarak ilk lazer aygıtını yaptı. Bu konuda daha önceden de çalışmalar olmasına karşın bugün anladığımız anlamıyla yaplan ilk lazer Maiman'a aittir:
    1961
    ABD'li fizikçi Murray Gell-Man ve israilli fizikçi Yuval Ne'eman, parçacıkların sınıflandırılmasına ilişkin ve sekizli sınıflama ya da SU(3) denen bir sınıflama şeması önerdiler. Bu şema, kuvvetli etkileşime giren parçacıkların daha temel parçacıklardan oluştuğunu öngörüyordu. 1964 yılında Gell-Mann, bu şemanin fiziksel temeli olarak kuark kavramını ortaya attı. Fizikçi parçacıklara-bu adı verirken james-Joyce'un Finnegans Wake romanında geçen uydurma bir isimden esinlenmişti.
    1961
    İnsanlı ilk uzay uçuşu 12 Nisan'da SSCB tarafından gerçekleştirildi. Kozmonot Yuri Gagarin, Vostok-1 adlı uzay aracıyla Dünya'nın çevresini 108 dakikada dolaştı.
    1964
    Uluslararası uydularla telekomünikasyon örgütü Intelsat kuruldu. Bu tarihten sonra ilk uydusunu fırlatan Intelsat böylece 240 komünikasyon devresi ve 1 televizyon kanalının gereksinimini karşılayabiliyordu.
    1965
    Arno Penzias ve Robert Wilson, evrende 3 kelvinlik artık bir ısıl enerjiye karşılık gelen bir fon ışıması (Cosmic Backround Radiation) keşfettiler. Günümüzde bunun evrenin milyarlarca yıl önceki oluşumu sırasında gerçekleşen başlangıç patlamasından günümüze ulaşan bir artık fon ışınımı olduğu görüşünde birleşilmektedir.
    1967
    İngiliz gökbilimciler Antony Hewish ve Jocelyn Bell ilk pulsarı keşfettiler. Hewish ve Bell, bu buluşlarının radyo dalgalarındaki hızlı ve ani oynamaları kaydetmek amacıyla özel olarak tasarlanmış bir radyoteleskop yardımıyla gerçekleştirdiler.
    1967
    İlk kalp nakli gerçekleştirildi. Güney Atrikalı cerrah Christiaan Barnard, tedavi olanağı kalmamış ağır bir hastanın kalbini bir trafik kazasında ağır yaralanarak hastahaneye getirilen ve ölmek üzere olan birinin kalbiyle değiştirdi.
    1969
    ABD Savunma Bakanlıgı ARPANET (Advanced Research Projects Agency) projesini başlattı. 1965 yılında MIT Lincoln Laboratuvarlarında ilk kez iki bilgisayar birbirine bağlanmış ve karşılıklı veri alış verişinde bulunmuşlardı. ARPANET projesi kapsamındaysa dört üniversitenin bilgisayarları, araştırma, eğitim ve hükümet uygulamalarını yürütmek için birbirine bağlandı. Hükümet bu projeye başlarken olası bir düşman saldırısı ardından iletişimin kesilmesi durumunda klasik iletişim yollarına alternatif olacağı düşüncesini taşıyordu. Bu proje günümüzde kullanılan internetin başlangıcı niteliğindeydi.
    1969
    21 Temmuz'da ABD'li astronotlar Neil Armstrong ve Edwin Aldrin Ay'a ayak basan ilk insanlar oldular.


    1970 - 1976






    1970
    Kömür, petrol gibi fosil yakıtların kullanılmaya başlamasından sonra gösterilen ilginin azaldığı rüzgar enerjisi yeniden gündeme geldi. Tüm dünyada fosil yakıt rezervlerinin sınırlı ve gittikçe tükeniyor olması buna seçenek oluşturacak enerji kaynakları bulmayı gerektiriyordu. Binlerce yıldır insanlığın mekanik amaçlarla kullandığı rüzgar enerjisi artık enerji üretmek için de kullanılmaya başlıyordu.
    1971
    Amerikan sondası Mariner-9 Mars gezegeni çevresinde yörüngeye girdi ve yaklaşık bir yıl boyunca gezegenin yüzey haritasını çıkardı.
    1971
    İlk uzay istasyonu olan Salyut-1 Ruslar tarafından Dünya yörüngesine oturtuldu. Bilimsel gözlem ve araştırmalar yapacak olan Salyut uzay istasyonu, oldukça yakın bir yörüngeye oturduğundan giderek Dünya'ya yaklaştı ve altı ay sonra atmosfere girdi.
    1972
    İlk Mikroişlemci (Intel 4004) yapıldı. Bu, üzerine 2300 transistör yerleştirilmiş 7 mm x 7 mm boyutlarında, kare biçiminde silisyum bir plaktı. 4 bit değerinde kelime işleme gücü vardı.
    1972
    Elektronik posta (e-mail) geliştirildi.
    1973
    İlk mikrobilgisayar üretildi. Önceki bilgisayarlara göre daha küçük olduğu, tek bir kullanıcıya hizmet verdiği için bu bilgisayarlara mikrobilgisayar adı verilmişti. Fransız R2E şirketi tarafından piyasaya sürülen bu mikrobilgisayarın adı Micral'di.
    1974
    Amerikan sondası Mariner-10 Merkür gezegenine yaklaştı ve gezegenin yüzey haritasını çıkarttı.
    1975
    Apple-1 bilgisayarlar piyasada. Apple Inc. firmasından Steve Woznaik ve Steve Jobs'un tasarladığı
    Apple-1, 1976'dan itibaren insanlar tarafından benimsenerek önemli bir ticari başarı sağladı.
    1976
    Uzay sondaları Voyager-1 ve Voyager-2 fırlatıldı. Güneş sisteminin dış bölümündeki gezegenleri gözlemleyen ve bu gezegenler hakkında Dünya'ya bilgiler yolayan uzay araçları Güneş Sistemi'nin hiç bilinmeyen yönlerini de ortaya çıkardı.
    1978
    İlk tüp bebek dünyaya geldi.
    İngiltere'de yapay dölleme sonucu hamile kalan bir kadın doğum yaptı. Bu tarihten sonra yapay dölleme yoluyla doğan tüm çocuklara tüp bebek denmeye başlandı.
    1981
    IBM PC (Personal Computer) kişisel bilgisayarlar piyasada. Mikrobilgisayarların gündelik yaşama girmesi büyük ölçüde bu bilgisayarların ve Microsoft firmasının hazırladığı MS/Dos işletim sistemi sayesinde olmuştur.


    1981 - 1990






    1981
    ABD uzay mekiği programını başlattı. İlk uzay mekiği olan Columbia 12 Nisan 1981'de ilk yolculuğuna çıktı. Columbia aslında ilk mekik değildi. Uzay yolu adlı bilimkurgu dizisine atfen 1977 yılında yapılan deneme mekiği, Enterprise olarak adlandırılmıştı, ama bu mekik uzaya hiç çıkamadı.
    1983
    Bagışıklık yetersizliğine yol açan AIDS (Acquired Imnune Deficiency Syndrome) virüsü ilk olarak 1983'te Paris Pasteur Enstitüsü'nde, 1984'te ABD'de belirlendi. 1986'da Batı Afrika'da HIV 2 adı verilen benzer bir virus keşfedildi.
    1984
    Üst kuarkın varlığı deneysel olarak belirlendi. Üst kuark ön görülere uygun olarak +2/3 elektrik yüküne sahiptir. Bu kuarkın eşi olan alt kuarkın yüküyse -1/3'tür. ın kütlesinin 30 ile 50 milyuar elektronvolt (GeV) arasında olduğu tahmin edilmektedir. Böylece bu kuarkın en büyük kütleye sahip olan kuark anlaşılmaktadır.
    1984
    Apple firması ilk Macintosh bilgisayarları piyasaya sürdü. Bu makineler, her şeyin grafik olarak çözümlenmesinden dolayı bilişimle kolay uygulanabilirliğin bağrlaştırılabileceğini kanıtladı. Kullanılan küçük ikonlar yardımıyla istediği işlemi yapabilen kullanıcılar, ekran üzerindeki imleci, üzerinde küçük bir düğme bulunan 'fare' yardımıyla ikonlara ulaşabiliyorlardı. 1988 yılından itibaren IBM marka bilgisayarlar da benzer bir işletim sistemi olan Windows ve Presentation Manager gibi programlarla donatıldı.
    1985
    Paul Crutzen, Mario Molina ve Sherwood Rowlan ozon tabakasında delik olduğunu ortaya koydu. Güneşten gelen zararlı morötesi ışınları süzen ozon tabakası, deodorant yapımında ve soğutma sistemlerinde de kullanılan kloroflorokarbon gazlarının atmosfere karışması yüzünden en ince olduğu kuzey kutbu üzerinde delindi.
    1987
    Philips firması ilk kompakt diski (CD) tanıttı. Aslında 1979 yılından beri var olan diskler, başlangıçta yalnızca müzik ve diğer sesler için tasarlanmıştı. Günümüzdeyse CD'ler bilgisayar oyunları, filmler, müzik albümleri ya da bilgisayar programları gibi birçok değişik amaç için kulanılmaktalar.
    1989
    Amerikan uzay sondası Galileo, uzay mekiği Atlantis tarafından Jüpiter'i incelemek üzere uzaya gönderildi.
    1989
    Montreal Mc Gill Üniversitesi'nden Peter Deutsch, interneti indekslemek için ARCHI adında bir arşiv yarattı. Bu arşiv net üzerindeki FTP sitelerini kapsıyordu. Bir süre sonra Tim Berners internet üzerinde bilgiyi daha rahat dağıtma, kulanıcılara farklı yerlerde bulunan bir belgeden diğerine geçmede büyük kolaylıklar sağlayan World Wide Web'i (WWW) geliştirdi.
    1990
    Hubble Uzay Teleskopu uzaya gönderildi. İngiliz gökbilimci Edwin Hubble'ın adını taşıyan bu dev teleskop, NASA ve ESA'nın ortak projesi olarak yürütülmüştü. Teleskopun 15 milyar ışık yılı öteyi gözlemleyebilmesi hesaplanmıştı.


    1992 - 1999






    1992
    Büyük patlama kuramının kanıtları bulundu. Lawrence Berkeley Laboratuvarları ve California Üniversitesi'nin ortak yürüttüğü bir projede, George Smoot başkanlığındaki bir grup araştırmacı, COBE (Cosmic Backround Explorer) uydusunun evrendeki fon ışımasındaki ısı dalgalanmalarının büyük patlamadan kaldığını keşfettiler.
    1993
    En yaşlı dinozor bulundu. Arjantin'de And Dağları eteğindeki Ischigualsto doğal parkında bulunan bu dinozorun bir evoraptor olduğu açıklandı. 1 metre boyunda, 11 kilo ağırlığında olduğu anlaşılan bu dinozorun yaklaşık 225 milyon önce yaşadığı açıklandı. Arka ayakları üzerinde yürüyen evoraptorlar, etobur canlılardı.
    1994
    Jüpiter'e kuyrukluyıldız çarpışı gözlendi. 4.8 milyon kilometre uzunluğundaki kozmik dev kuyrukluyıldızın adı, onu keşfeden gökbilimcilere atfen Shoemaker-Levy 9'du. 16 Temmuz'da başlayan çarpışma günlerce sürmüş ve 21 Temmuz'da sona ermişti.
    1994
    Karadeliklerin varlığına ilişkin kanıtlar bulundu. Hubble uzay teleskopunun verilerine göre 52 milyon ışık yılı ötede bir karadelik gözlendi. Kardeliklerin varlıgı Albert Einstein tarafından genel görelik kuramı kapsamında öngörülmüştü. M87 adı verilen bu karadelik, Einstein'ın öngörüsünün bir kanıtı niteliği taşıyor.
    1995
    Bilim adamları gezegen sistemine sahip güneş benzeri yıldızlar keşfetti. İki grup gökbilimci üç ay arayla çevresinde gezegenler olan yıldızlar buldular. Aslında 1994 yılında Güneş sistemi dışında da gezegenler bulunmuştu. Ne var ki bunlar ölü yıldızların, pulsarların çevresinde dönüyorlardı. Dünya'dan 42 ışık yılı uzaklıkta bulunan yeni gezegenlerse güneşimiz benzeri yıldızların çevresinde dönüyorlar.
    1995
    İki ayağı üzerinde yürüyebilen insansıların en eski örneği bulundu. Prof. Mealakey ve çalışma arkadaşları Kenya'nın kuzeyinde yürüttükleri çalışmalarda Austrolopithecus anemensis adını verdikleri bir insansı kalıntısı buldular. 4,2 ile 3,9 milyon yıl önce yaşamış olan bu insansı, türün bilinenden 500000 yıl önce ayağa kalktığını gösteriyordu.
    1996
    Uzay Teleskopu milyarlarca yeni gökada keşfetti. Her gökadanın yaklaşık 50-100 milyar yıldız içerdiğini söyleyen gökbilimciler bunların bilinen gökada biçimlerinden farklı olduğunu da açığa çıkardılar. Bu bulgularda spiral ya da eliptik olmayan, daha önce görülmemiş şekillerde yeni gökadalar da vardı.
    1997
    Viking uzay sondalarından yıllar sonra Pathfinder, Mars'a inen ilk araç oldu. Dünya'dan 1996 yılında fırlatılan araç, yaklaşık 500 milyon kilomtre yol aldıktan sonra Mars'a 'düşürüldü.' Pathfinder, Vikinglerin kaldığı yerden Mars hakkında bilgiler iletti dünyaya
    1997
    İlk genetik kopyalama gerçekleştirildi. Bir grup İskoç bilim adamı Şubat ayında ergen bir memelinin genetik kopyasını yarattıklarını duyurdular. Bu, genetik alanındaki birçok uzmanın gerçekleştirilmesine olanaksız gözüyle baktıgı bir işlemdi. Dolly adlı koyunun kopyalanmasının başarıyla sonuçlandığının duyurulması beraberinde yeni tartışmaları da getirdi. Bunların en başta geleni de kopyalamanın ahlaki yanıydı. Bu teknikle insan kopyalamanın zararları üzerinde duruldu ve bunun yalnızca tarımsal ve tıbbi amaçlarla kullanılması gerektiği vurgulandı.
    1997
    Güneş sisteminde Dünya dışında bir yaşam olasılığı, Jüpiter'in 16 uydusundan biri olan Europa'da olabileceği bulundu. Galileo uzay sondasının gönderdiği ayrıntılı Europa yüzey görüntülerinde gezegende buz tutmuş bir okyanus gözlemlendi. Bu da yaşam için gerekli olan suyun varlığını gösteriyordu.
    1999
    Galileo uzay aracı Jüpiter'in uydusu lo'da bir volkan patlaması görüntüledi. Güneş sisteminde görülen en büyük volkan olduğu belirtilen dev volkan, 1,5 km yüksekliğinde lav püskürtüyordu.






  5. #35
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    6.TOPLUM İÇİN ÇALIŞANLAR



    SOSYAL TOPLUM ÖRGÜTLERİ

    SOSYAL YARDIM KURUMLARI




    Yurdumuzun her köşesinde birçok sosyal yardım kurumu hizmet vermektedir. Bu kurumların başlıcaları şunlardır:
    Kızılay
    11 Haziran 1868 tarihinde İstanbul'da kurulmuş bir sosyal yardım kurumudur. Geçmişte çeşitli adlarla anılmış olan bu kurum, 1935 yılında Kızılay Derneği adını almıştır. Derneğin amacı, savaşta ve barışta, yurt içinde, dışında, doğal afet ve felâketlere uğrayanlara yardım etmek, sağlık ve sosyal dayanışmayı desteklemektir. Ayrıca bu konudaki uluslar arası derneklerle iş ve amaç birliği yapmaktır. Kızılay, savaşta ve hükümetin ilân ettiği olağanüstü durumlarda silâhlı kuvvetlere yardımcı olur. Bulaşıcı hastalıklara karşı açılan mücadeleye katılır. Ülkemizde ve yabancı ülkelerde meydana gelen doğal afetlerde zarar görenlere yardım elini uzatır. Hükümetlerin belirttiği yerlerde hastahaneler açar. Barış döneminde, hemşire ve ilk yardım elemanı yetiştirir. Kan bulma hizmetlerini düzenler ve yürütür. Yoksullara yardım eder. Bu alanlarda çalışmak için gönüllü kuruluşlar oluşturur. Gerekli yerlerde aş evleri açarak yoksul ve öksüz çocuklara yardım eder. Kızılay'ın gelir kaynaklan, üyelerden topladığı aidatlar, dernek yayınları, pul ve rozetlerdir. Düzenlenen piyango, balo ile daha başka eğlencelerden elde edilen gelirler de kaynakları arasında yer alır. Ayrıca, vatandaşlar tarafından yapılan bağış ve yardımlar, bazı malların satışından ve kiralardan sağlanan gelirler Kızılay'ın, gelir kaynaklan arasındadır. Toplum içinde mutlu, huzurlu ve güvenli yaşayan insanların çeşitli konularda birbirlerinin yardımlarına ihtiyaçları vardır. Bu kadar yararlı hizmetler veren Kızılay'a yardım etmek, her vatandaşın en kutsal görevlerinden biridir.
    Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
    Temeli, Mithat Paşanın Tuna valiliği sırasında atılan bir yardım kurumudur. Bu kurum, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1935 yılında 'Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu ' adını almıştır. Bugün, derneğin adı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu dur. Bu kurumun amacı, korunmaya, bakıma, yardıma muhtaç çocuklara, özürlü ve yaşlılara bakmak ve onları topluma kazandırmaktır. Toplum olarak bize ihtiyacı olanlara ilgi göstermeli, onlara yardım etmeliyiz. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, yurdun birçok yerinde bakım evi, çocuk yuvası, hastahane ve dispanser açar. Şehitlerin eş ve çocuklarını, malûl ve gazileri korur. Onların toplumda, kendilerine yakışır bir hayat sürmelerini sağlar. Bu kurumun gelir kaynakları, halktan topladığı bağışlar ve devletin yaptığı yardımlardır.
    Yeşilay
    1920 yılında, İstanbul'da kurulmuştur. Amacı, Türkiye sınırları içinde, sigara, alkol ve bütün uyuşturucu alışkanlıklarını önlemektir. Alkollü içkiler, uyuşturucu maddeler ve sigara insan sağlığı için çok tehlikeli olan maddelerdir. Bunları kullanan kişilerde zararlı maddelerin etkisi kan ve solunum yolu ile bütün vücuda yayılır. Zamanla insan iradesini zayıflatır. İnsanı çok genç yaşta hasta eder. Gençleri içkiden ve benzeri zararlı alışkanlıklardan koruyan bu derneğin çalışmalarına yardımcı olmak başta gelen görevlerimizdendir.
    Türk Hava Kurumu
    Yurdumuzun kurtarıcısı, Büyük Önder Atatürk, 'İstikbâl göklerdedir.'diyerek havacılığa verdiği önemi belirtmiştir. 1925 yılında Atatürk tarafından kurulan bu kurumun başta gelen amacı, Türk gençlerine havacılığı sevdirmektir. Havacılığın sivil ve askerî alanlardaki önemini kavratmak ve gelişmesi için çalışmaktır. Türk Hava Kurumu, amacı doğrultusunda Türkkuşu Genel Müdürlüğüne bağlı olarak gençleri, havacılığın çeşitli dallarında yetiştirir. Uçak, planör, paraşüt ve model uçak kursları açar. Gençler arasında yarışmalar düzenler. Türk Hava Kurumu, gelirini vatandaşların bağış, fitre ve zekâtlarından sağlar. Yurt savunmasında büyük önemi olan bu kuruma gönülden yardım etmek görevlerimiz arasındadır.
    Millî Eğitim Vakfı
    Yurdumuzun kalkınmasında, çağdaş ve ileri ülkeler seviyesine yükselmesinde eğitimin rolü büyüktür. Yurdumuzda yaşayan vatandaşlarımızın en iyi eğitimi alması, millî eğitimin hedefleri arasındadır. Ancak, büyük yatırımlar gerektiren bu hizmetlerin tümünü devlet bütçesinden beklememek gerekir. 'Kendi okulunu kendin yap' kampanyası ile yurdumuzun her köşesinde olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Millî Eğitim Vakfı, hayırsever vatandaşların, kamu kurum ve kuruluşlarının katkılarım en iyi şekilde değerlendirmek için kurulmuştur (19 Şubat 1981). Vakıf, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulların her türlü eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Millî eğitimin gelişmesi için sosyal ve kültürel tedbirler alır.



    GÖNÜLLÜ YARDIM KURULUŞLARI




    Toplumların hayatında dayanışma ve yardımlaşmanın çok büyük önemi vardır. Yurdumuzda bu amaçla kurulmuş gönüllü yardım kuruluşlarının sayısı pek çoktur. Bu yardım kuruluşları, insan hakları, kimsesiz çocuklar ve yardıma muhtaç yaşlılar, özürlüler, doğal afetler vb. konularda mağdur olmuş vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapmaktadırlar. Böylece bu durumdaki vatandaşlarımızın sorunlarının kısa sürede çözülmesine önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bu kurumların çalışmasına bizler de maddî ve manevî yardımda bulunmalı, çalışmalarına her zaman destek olmalıyız. Unutmamalıyız ki bir gün yardıma muhtaç duruma gelmemiz hâlinde en büyük desteği bizler de bu kuruluşlardan göreceğiz.
    Ülkemizde bu amaçla çalışmalar yapan başlıca gönüllü yardım kuruluşları şunlardır:
    Türkiye Deprem Vakfı: Bu kuruluşların temel amacı, deprem öncesi ve sonrasında alınması gereken önlemler konusunda, ülke içinde ve dışındaki ilgili kuruluşlar ile iş birliği yapmak ve etkinliklerini desteklemektir. Ayrıca depreme karşı koruyucu önlemler konusunda topluma eğitim vermek, bu amaçla kurslar açmak, konferanslar düzenlemek, bilimsel araştırmalar yapmak ve depreme dayanıklı binaların yapımında danışmanlık hizmeti vermek de amaçları arasındadır. Arama Kurtarma Derneği (AKUT): Temel amacı, dağ ve doğa koşullarında meydana gelen kaza ve kaybolma olaylarında vatandaşlara yardımcı olmaktır. AKUT, deprem, sel gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda doğru arama ve kurtarma çalışmalarıyla başı dertte olan kişilere en kısa sürede ulaşmakta ve can kaybını en aza indirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalarını gönüllü olarak profesyonel bir yaklaşımla sürdürmekte ve kazazedelere temel ilk yardım desteğini de sağladıktan sonra onların emniyetli ortam koşullarına nakillerini de gerçekleştirmektedir. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı: Temel amacı, terkedilmiş, ihmâl edilmiş veya başka nedenlerle sokakta yaşayan çocuklara sahip çıkmaktır. Çalışmalarını bu çocukları, kötü alışkanlıklara veya suçluluğa itilme ve davranış bozukluklarına kapılma tehlikesine karşı koruma, onları barındırma, eğitme ve tedavi etme, ayrıca iş sahibi yaparak topluma kazandırma çerçevesinde yürütmektedir. İhtiyar Huzur Köşeleri Derneği: Amacı, kimsesi olsun olmasın, maddî ve manevî bakıma muhtaç yaşlıların insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Bu amaçla onların bakım ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarının son dönemlerini rahat ve huzurlu geçirmeleri ile ilgili çalışmaları gönüllü olarak sürdürmektedir. Türkiye Sağır ve Dilsizler Cemiyeti: Amacı, yurdumuzdaki duyma ve konuşma özürlü vatandaşlarımızı ülkeye yararlı birer kişi durumuna getirmektir. Bu amaçla bunlara yardımcı olacak kurslar açar, barındırma yurtları ve rehabilitasyon merkezleri kurar. Ayrıca onlara sosyal yardım ve destekte bulunur. Çocuk Sevenler Derneği: Amacı, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları vb. kurumlarda korunan veya buralarda korunamayan bütün yardıma muhtaç çocuklara çeşitli sosyal yardımlarda bulunmaktır. Ayrıca çocuk ıslah evlerinden çıkıp çeşitli nedenlerle çevresine dönemeyen, öğrenimlerini başarıyla sürdüren ve korunması gereken çocukları barındırmak, bunların yetişmelerini sağlamak da kuruluşun amaçları arasındadır. Bundan başka, yüksek öğrenim çabasında olup maddî olanakları olmayan gençlere burs vererek öğrenimlerini desteklemek, gerekirse bunları dernek evinde barındırmak da kurulusun amaçları arasında yer almaktadır. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı: Amacı, yurdumuzun iyi eğitilmiş vatandaşlara daha çok sahip olmasını sağlamaktır. Temel hedefi, eğitimde teknolojinin, bilgisayar vb. araçların daha yoğun kullanılması ve bilginin daha kalıcı olmasını sağlamaktır. Bu amaçla çeşitli çalışmalar yapmakta, eğitim parkları oluşturmaktadır



    SOSYAL YARDIM KURUMLARI






    Yurdumuzun her köşesinde birçok sosyal yardım kurumu hizmet vermektedir. Bu kurumların başlıcaları şunlardır:
    Kızılay
    11 Haziran 1868 tarihinde İstanbul'da kurulmuş bir sosyal yardım kurumudur. Geçmişte çeşitli adlarla anılmış olan bu kurum, 1935 yılında Kızılay Derneği adını almıştır. Derneğin amacı, savaşta ve barışta, yurt içinde, dışında, doğal afet ve felâketlere uğrayanlara yardım etmek, sağlık ve sosyal dayanışmayı desteklemektir. Ayrıca bu konudaki uluslar arası derneklerle iş ve amaç birliği yapmaktır. Kızılay, savaşta ve hükümetin ilân ettiği olağanüstü durumlarda silâhlı kuvvetlere yardımcı olur. Bulaşıcı hastalıklara karşı açılan mücadeleye katılır. Ülkemizde ve yabancı ülkelerde meydana gelen doğal afetlerde zarar görenlere yardım elini uzatır. Hükümetlerin belirttiği yerlerde hastahaneler açar. Barış döneminde, hemşire ve ilk yardım elemanı yetiştirir. Kan bulma hizmetlerini düzenler ve yürütür. Yoksullara yardım eder. Bu alanlarda çalışmak için gönüllü kuruluşlar oluşturur. Gerekli yerlerde aş evleri açarak yoksul ve öksüz çocuklara yardım eder. Kızılay'ın gelir kaynaklan, üyelerden topladığı aidatlar, dernek yayınları, pul ve rozetlerdir. Düzenlenen piyango, balo ile daha başka eğlencelerden elde edilen gelirler de kaynakları arasında yer alır. Ayrıca, vatandaşlar tarafından yapılan bağış ve yardımlar, bazı malların satışından ve kiralardan sağlanan gelirler Kızılay'ın, gelir kaynaklan arasındadır. Toplum içinde mutlu, huzurlu ve güvenli yaşayan insanların çeşitli konularda birbirlerinin yardımlarına ihtiyaçları vardır. Bu kadar yararlı hizmetler veren Kızılay'a yardım etmek, her vatandaşın en kutsal görevlerinden biridir.
    Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu
    Temeli, Mithat Paşanın Tuna valiliği sırasında atılan bir yardım kurumudur. Bu kurum, çeşitli aşamalardan geçtikten sonra 1935 yılında 'Türkiye Çocuk Esirgeme Kurumu ' adını almıştır. Bugün, derneğin adı, Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu dur. Bu kurumun amacı, korunmaya, bakıma, yardıma muhtaç çocuklara, özürlü ve yaşlılara bakmak ve onları topluma kazandırmaktır. Toplum olarak bize ihtiyacı olanlara ilgi göstermeli, onlara yardım etmeliyiz. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu, yurdun birçok yerinde bakım evi, çocuk yuvası, hastahane ve dispanser açar. Şehitlerin eş ve çocuklarını, malûl ve gazileri korur. Onların toplumda, kendilerine yakışır bir hayat sürmelerini sağlar. Bu kurumun gelir kaynakları, halktan topladığı bağışlar ve devletin yaptığı yardımlardır.
    Yeşilay
    1920 yılında, İstanbul'da kurulmuştur. Amacı, Türkiye sınırları içinde, sigara, alkol ve bütün uyuşturucu alışkanlıklarını önlemektir. Alkollü içkiler, uyuşturucu maddeler ve sigara insan sağlığı için çok tehlikeli olan maddelerdir. Bunları kullanan kişilerde zararlı maddelerin etkisi kan ve solunum yolu ile bütün vücuda yayılır. Zamanla insan iradesini zayıflatır. İnsanı çok genç yaşta hasta eder. Gençleri içkiden ve benzeri zararlı alışkanlıklardan koruyan bu derneğin çalışmalarına yardımcı olmak başta gelen görevlerimizdendir.
    Türk Hava Kurumu
    Yurdumuzun kurtarıcısı, Büyük Önder Atatürk, 'İstikbâl göklerdedir.'diyerek havacılığa verdiği önemi belirtmiştir. 1925 yılında Atatürk tarafından kurulan bu kurumun başta gelen amacı, Türk gençlerine havacılığı sevdirmektir. Havacılığın sivil ve askerî alanlardaki önemini kavratmak ve gelişmesi için çalışmaktır. Türk Hava Kurumu, amacı doğrultusunda Türkkuşu Genel Müdürlüğüne bağlı olarak gençleri, havacılığın çeşitli dallarında yetiştirir. Uçak, planör, paraşüt ve model uçak kursları açar. Gençler arasında yarışmalar düzenler. Türk Hava Kurumu, gelirini vatandaşların bağış, fitre ve zekâtlarından sağlar. Yurt savunmasında büyük önemi olan bu kuruma gönülden yardım etmek görevlerimiz arasındadır.
    Millî Eğitim Vakfı
    Yurdumuzun kalkınmasında, çağdaş ve ileri ülkeler seviyesine yükselmesinde eğitimin rolü büyüktür. Yurdumuzda yaşayan vatandaşlarımızın en iyi eğitimi alması, millî eğitimin hedefleri arasındadır. Ancak, büyük yatırımlar gerektiren bu hizmetlerin tümünü devlet bütçesinden beklememek gerekir. 'Kendi okulunu kendin yap' kampanyası ile yurdumuzun her köşesinde olumlu sonuçlar elde edilmektedir. Millî Eğitim Vakfı, hayırsever vatandaşların, kamu kurum ve kuruluşlarının katkılarım en iyi şekilde değerlendirmek için kurulmuştur (19 Şubat 1981). Vakıf, Millî Eğitim Bakanlığına bağlı okulların her türlü eğitim ve öğretim ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Millî eğitimin gelişmesi için sosyal ve kültürel tedbirler alır.



    GÖNÜLLÜ YARDIM KURULUŞLARI






    Toplumların hayatında dayanışma ve yardımlaşmanın çok büyük önemi vardır. Yurdumuzda bu amaçla kurulmuş gönüllü yardım kuruluşlarının sayısı pek çoktur. Bu yardım kuruluşları, insan hakları, kimsesiz çocuklar ve yardıma muhtaç yaşlılar, özürlüler, doğal afetler vb. konularda mağdur olmuş vatandaşlarımızla ilgili çalışmalar yapmaktadırlar. Böylece bu durumdaki vatandaşlarımızın sorunlarının kısa sürede çözülmesine önemli katkılarda bulunmaktadırlar. Bu kurumların çalışmasına bizler de maddî ve manevî yardımda bulunmalı, çalışmalarına her zaman destek olmalıyız. Unutmamalıyız ki bir gün yardıma muhtaç duruma gelmemiz hâlinde en büyük desteği bizler de bu kuruluşlardan göreceğiz.
    Ülkemizde bu amaçla çalışmalar yapan başlıca gönüllü yardım kuruluşları şunlardır:
    Türkiye Deprem Vakfı: Bu kuruluşların temel amacı, deprem öncesi ve sonrasında alınması gereken önlemler konusunda, ülke içinde ve dışındaki ilgili kuruluşlar ile iş birliği yapmak ve etkinliklerini desteklemektir. Ayrıca depreme karşı koruyucu önlemler konusunda topluma eğitim vermek, bu amaçla kurslar açmak, konferanslar düzenlemek, bilimsel araştırmalar yapmak ve depreme dayanıklı binaların yapımında danışmanlık hizmeti vermek de amaçları arasındadır. Arama Kurtarma Derneği (AKUT): Temel amacı, dağ ve doğa koşullarında meydana gelen kaza ve kaybolma olaylarında vatandaşlara yardımcı olmaktır. AKUT, deprem, sel gibi doğal afetlerde ve büyük kazalarda doğru arama ve kurtarma çalışmalarıyla başı dertte olan kişilere en kısa sürede ulaşmakta ve can kaybını en aza indirmeye çalışmaktadır. Bu çalışmalarını gönüllü olarak profesyonel bir yaklaşımla sürdürmekte ve kazazedelere temel ilk yardım desteğini de sağladıktan sonra onların emniyetli ortam koşullarına nakillerini de gerçekleştirmektedir. Türkiye Sokak Çocukları Vakfı: Temel amacı, terkedilmiş, ihmâl edilmiş veya başka nedenlerle sokakta yaşayan çocuklara sahip çıkmaktır. Çalışmalarını bu çocukları, kötü alışkanlıklara veya suçluluğa itilme ve davranış bozukluklarına kapılma tehlikesine karşı koruma, onları barındırma, eğitme ve tedavi etme, ayrıca iş sahibi yaparak topluma kazandırma çerçevesinde yürütmektedir. İhtiyar Huzur Köşeleri Derneği: Amacı, kimsesi olsun olmasın, maddî ve manevî bakıma muhtaç yaşlıların insan onuruna yaraşır şekilde yaşamalarını sağlamaktır. Bu amaçla onların bakım ve her türlü sosyal ihtiyaçlarını karşılayarak yaşamlarının son dönemlerini rahat ve huzurlu geçirmeleri ile ilgili çalışmaları gönüllü olarak sürdürmektedir. Türkiye Sağır ve Dilsizler Cemiyeti: Amacı, yurdumuzdaki duyma ve konuşma özürlü vatandaşlarımızı ülkeye yararlı birer kişi durumuna getirmektir. Bu amaçla bunlara yardımcı olacak kurslar açar, barındırma yurtları ve rehabilitasyon merkezleri kurar. Ayrıca onlara sosyal yardım ve destekte bulunur. Çocuk Sevenler Derneği: Amacı, çocuk yuvaları, çocuk yetiştirme yurtları vb. kurumlarda korunan veya buralarda korunamayan bütün yardıma muhtaç çocuklara çeşitli sosyal yardımlarda bulunmaktır. Ayrıca çocuk ıslah evlerinden çıkıp çeşitli nedenlerle çevresine dönemeyen, öğrenimlerini başarıyla sürdüren ve korunması gereken çocukları barındırmak, bunların yetişmelerini sağlamak da kuruluşun amaçları arasındadır. Bundan başka, yüksek öğrenim çabasında olup maddî olanakları olmayan gençlere burs vererek öğrenimlerini desteklemek, gerekirse bunları dernek evinde barındırmak da kurulusun amaçları arasında yer almaktadır. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı: Amacı, yurdumuzun iyi eğitilmiş vatandaşlara daha çok sahip olmasını sağlamaktır. Temel hedefi, eğitimde teknolojinin, bilgisayar vb. araçların daha yoğun kullanılması ve bilginin daha kalıcı olmasını sağlamaktır. Bu amaçla çeşitli çalışmalar yapmakta, eğitim parkları oluşturmaktadı






  6. #36
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    7.BİR ÜLKE BİR BAYRAK




    DEMOKRASİ VE DEMOKRASİNİN TÜRK TOPLUMU İÇİN ÖNEMİ





    1. Demokrasi: Halkın kendi kendini yönetmesine denir. Halk kendi yöneticilerini kendisi seçer. 2. Demokrasinin Temel İlkeleri: Milli egemenlik, hürriyet ve eşitlik, siyasi partiler. a. Milli Egemenlik: Demokraside egemenlik millete aittir. Millet bu hakkını temsilcilerini kullanarak seçer. Yönetenler, gücünü milletten alır. b. Hürriyet ve Eşitlik: Hürriyet , başkalarına zarar vermeden her şeyi yapabilmektir. Eşitlik, hiçbir ayrım yapmaksızın herkesin kanun önünde eşit olmasıdır. c. Siyasi Partiler: Siyasi partilerin çok olması demokrasinin daha iyi işlemesini sağlar. Farklı düşüncedeki insanlar kendi fikirlerine uygun partilere üye olabilir. Ve istedikleri partiyi destekleyebilirler. Atatürk demokrasinin tam anlamıyla gerçekleşebilmesi için çok partili hayata geçilmesinin şart olduğunu belirtmiştir.
    DEMOKRASİNİN KORUNMASINDA BİREYE DÜŞEN GÖREVLER
    Tarih boyunca, yönetimin bir kişide veya bir zümrede olduğu, baskıya dayalı yönetim biçimleri vardı. İnsanların yönetimde söz sahibi olmak için verdiği mücadele yüzyıllarca sürmüştür. Uzun mücadeleler sonucunda elde edilen demokrasiyi, birey olarak korumamız rahat ve huzurlu yaşamamıza imkan sağlar. Demokrasiyi korumak için öncelikle iyi bir vatandaş olmalıyız. Kendi haklarımıza sahip çıktığımız gibi, ödevlerimizi de yerine getirmeliyiz. Demokrasinin hoşgörü kuralına bağlı kalarak farklı düşüncelere de saygılı olmalıyız. Kısacası demokrasinin korunmasında birey olarak bize düşen en önemli görev demokrasinin kurallarına uymaktır.
    DEMOKRASİDE KAMUOYU VE BASININ ÖNEMİ
    Kamuoyu : Toplumu ilgilendiren her hangi bir konu hakkında halkın benimsediği ortak görüştür. Kamuoyunu Oluşturan Etkenler: a- Yapılan yollar (Ulaşım) b- Sinema ve Tiyatrolar (Bakış açısı kazandırır) c- Sivil Toplum örgütleri (dernekler, vakıflar, kulüpler, okul koruma derneği .. vs. ) Kamuoyunun Toplumdaki Yeri: Kamuoyu toplumun sorunlarının çözümünde önemli bir etkiye sahip olduğundan dolayı önemlidir. (Toplumun yaralarını sarar örnek Deprem felaketinde kamuoyunun etkisi)

    Basın ve Yayının Önemi : Basın: gazete kitap ve her türlü neşriyattır. Yayın: Bu yazılan eserlerin duyurulması olayıdır. Toplumdaki aksaklıkları dile getirdiği için basın ve yayın kamuoyunun oluşmasında önemli etkiye sahiptir. (Örnek: Depremin nerede kaç şiddetinde olduğunu neler yapılması gerektiğini bize bildirmesi .. vs. ) Kamuoyu Basın ilişkisi: Basın ve kamuoyu bir birine muhtaçtır. Basın, vermiş olduğu haberler vasıtasıyla kamuoyunu oluşturur, Kamuoyu da sorunlarının çözümü için basını kullanır.
    EĞİTİM VE DEMOKRASİ İLİŞKİSİ
    Eğitim vasıtasıyla demokrasinin gereklerini öğreniriz, demokrasi vasıtasıyla da eğitimimizi her zaman daha modern ve anlaşılır ve bir o kadar da kolay hale getiririz.
    MESLEK VE MESLEK SEÇİMİ
    Meslek Sahibi Olmanın Birey ve Toplum Hayatı için Önemi: Meslek: Bir kimsenin geçimini sağlamak için yaptığı, belli bir eğitimle kazanılan bilgi ve becerilere dayanılan etkinlikler bütünüdür. Meslek dalları insanın vücudundaki organlar gibidir.
    Nitelikli Eleman Yetiştirmenin Ülke Ekonomisi Açısından Yararları
    Nitelikli insanlar okullarda yetiştirilir. Ancak yaptığı işin de kalitesi bakımından, insanların yetenekli ve istekli olduğu dallarda eğitim almaları gerekir. Alanında uzman olmak zamandan, enerjiden ve malzemeden tasarruf sağlar. Bu durum, bizim gibi çok zengin olmayan ülkelerin ekonomilerine olumlu katkıda bulunur. Nitelikli eleman çalışma hayatındaki verimi artırır.

    DEVLET VE VATANDAŞ İLİŞKİSİ






    Devlet ve Devleti Meydana Getiren Öğeler:
    Devlet: Belirli bir ülkede yaşayan insan topluluğunun bağımsız ve düzen içerisinde yaşamak için oluşturmuş olduğu siyasi örgütlenmedir. Ulus: Aynı toprak üzerinde yaşayan insanların aynı dil, tarih, duygu , ülkü, gelenek ve görenek birliği olan insan topluluğudur. Yurt: Ulusun üzerinde yaşadığı toprak parçasıdır. Egemenlik: Devletin yönetebilme gücüdür. Devletin olabilmesi için Ulus, Yurt ve Egemenlik olması gereklidir. Devletin Temel Amaç ve Görevleri : Devletin Temel Amaçları: Türk devletinin temel amacı, Türk ulusunun bağımsızlığını, bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, cumhuriyeti ve demokrasiyi korumaktır. Ayrıca Kamu düzenini korur, Toplumun huzur ve mutluluğunu sağlar.
    DEVLETİN VATANDAŞA KARŞI GÖREVLERİ
    Sosyal ve Ekonomik Haklar
    Sosyal devletin temel görevlerinin başında ailenin korunması gelir. Ailenin sağlıklı olması ve korunması toplumun huzuru bakımından önemlidir. Bu bakımdan devlet, ailenin huzur ve refahı, aile planlamasının öğretilmesi ve uygulanması için gerekli önlemleri alır. Devlet, milletlerarası çalışma standartlarına göre çalışma şartlarını düzenler. Anayasamızın çalışma ile ilgili hükümlerinde çalışma hakkı, çalışma şartları ve dinlenme hakkı, sendika kurma ve sendikal faaliyetler düzenlenmiştir. Bu düzenlemeler şunlardır: A. Devlet, çalışanların hayat seviyesini yükseltmek, çalışmayı desteklemek ve işsizliği önlemek için ekonomik tedbirler alır. B. Kimse yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. C. İşçiler ve işverenler sendika kurma ve sendikalara üye olma hakkına sahiptir. Toplu iş sözleşmelerinin nasıl yapılacağı kanunla düzenlenmiştir. Çalışanların yaptıkları işe uygun, adaletli ücret almaları ve asgari ücretin tespitinde devlet görevlidir.
    Siyasi Haklar
    Anayasa, Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı herkesin Türk olduğunu belirtir. Hiç kimse vatan hainliği yapmadıkça vatandaşlıktan çıkarılamaz. Türk vatandaşı olan herkes 18 yaşına girdiğinde seçme, 30 yaşına girdiğinde ise milletvekili seçilme hakkına sahiptir. Ancak bu durumu da sınırIayan kanunlar vardır. Ayrıca her Türk vatandaşı kamu hizmetlerine girme ile istek ve şikayetlerini bildiren dilekçe verme hakkına sahiptir.
    Eğitim ve Sağlık Hakkı
    Devlet, ülkedeki tüm bireylerin günün ve toplumun ihtiyaçları doğrultusunda eğitim almalarını sağlar. Eğitim ve öğretim, Atatürk ilkeleri ve inkılapIarı doğrultusunda, çağdaş bilim ve eğitim esaslarına göre, devlet denetiminde yapılır.İlköğretim zorunlu ve devlet okullarında parasızdır. Yoksul öğrencilere burs yardımı yapılır. Devlet ayrıca, herkesin hayatını ruh ve beden sağlığı içinde sürdürmesi amacıyla sağlık kuruluşIarını tek elden planlayıp hizmet vermesini sağlar. Sağlık hizmetlerinin yaygınlaştırılması için gerekli çalışmaları düzenler.
    Tüketicinin Korunması
    Gelişmiş ülkelerdeki yaygın görüşe göre, tüketiciyi korumanın en iyi yolu bireyleri iyi bir tüketici olmaları için eğitmektir. Bu nedenle Milli Eğitim Bakanlığı okullardaki eğitici kollara ''Tüketicileri Koruma Kolu''nu ilave etmiştir. Üretimde standardı belirlemek ve kaliteyi artırıcı araştırma, kurs ve seminerler düzenlemek amacıyla Türk Standartları Enstitüsü kurulmuştur. Ayrıca üyeleri Sanayi ve Ticaret Bakanlığı'nca seçiIen Tüketici Konseyi ve Tüketici Mahkemeleri de tüketiciyi koruyan teşkilatlardandır.
    ANAYASAMIZIN DEĞİŞTİRİLEMEYECEK MADDELERİ
    1924 Anayasası'nda ''Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir'' maddesinin değiştirilmesinin veya kaldırılmasının teklif dahi edilemeyeceği belirtilmiştir. 1961 Anayasası'nda ise ''Devlet biçiminin Cumhuriyet olduğu değiştirilemez, değiştirilmesi teklif edilemez'' denilmektedir. 1982 Anayasası ise değiştirilemeyecek, değiştirilmesi dahi teklif edilemeyecek maddelerin kapsamını genişletmiştir. Anayasa'nın ilk 3. maddesi olan aşağıdaki maddelerin değiştirilmeyeceği 4. madde ile belirtilmiştir. Madde 1. ''Türkiye Devleti bir Cumhuriyet'tir.'' Madde 2. ''Türkiye Cumhuriyeti toplumun, huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, -Atatürk Milliyetçiliğine bağlı -Anayasa'nın başlangıcında belirtilen temel ilkelere dayanan -Demokratik -Laik ve sosyal bir hukuk devletidir.'' Madde 3. Türkiye Devleti ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür. Dili Türkçedir. Bayrağı, şekli kanunla belirtilen, beyaz ay yıldızlı al bayraktır. Milli marşı istiklal Marşı'dır. Başkenti Ankara'dır.
    VATANDAŞLIK HAK VE ÖDEVLERİ
    a. Seçme ve seçilme hakkı : Demokrasinin temelini seçim oluşturur. Halk kendini yönetecek insanları kendisi seçer, eğer uygun şartları taşıyorsa seçilmek için aday olur. Türkiye Cumhuriyeti yasaları gereği 18 yaşına giren her Türk vatandaşı seçme hakkına sahiptir. Ancak silah altında bulunan erbaş ve erler, askeri öğrenciler, tutuklular ve hükümlüler, akıl hastaları oy kullanamazlar. 30 yaşını dolduran ve kanunlarla belirlenen mahkumiyetlerinden dolayı siyaset yasağı olmayan ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan kişiIer seçilme hakkına sahiptir. b. Kanunlara uymak : Vatandaş olarak toplumun huzuru için düzenlenmiş kanunlara uymak mecburiyetindeyiz. Kanunlara uyulmaması durumunda yasalarla belirtilmiş cezalar verilir. c. Vergi vermek : Vergi, devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, vatandaşların devlete ödedikleri paradır. Vergi verilmemesi halinde devIet görevlerini yerine getiremez. Devletin en önemli gelir kaynağı vergidir. DevIet tarafından toplanan vergiler eğitim, sağlık, altyapı hizmetleri olarak vatandaşa geri döner. Kamu giderlerinin karşılanması için, herkes maddi gücüne göre vergi ödemekle yükümlüdür. d. Askerlik yapmak : Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her erkek kanunda belirtilen şartları taşıyorsa askerlik görevini yapmakla yükümlü- dür. Askerlik çağı, 20 yaşına girilen ocak ayının birinci gününde başlar, 41 yaşına girilen ocak ayının birinci günü sona erer. Askerlik çağı yoklama, muvazzaflık ve ihtiyatIık olmak üzere üçe ayrılır.


    DEVLET, DEMOKRASİ, ANAYASA, VATANDAŞLIK, VATANDAŞLIK HAKLARI VE SORUMLULUKLARI





    İnsan, toplum içinde doğar, yaşar ve ölür. Tek başına yaşayamaz. Topluluk halinde yaşarken, karışıklıkları önlemek için bir otoriteye ihtiyaç duyulmuştur. Bu otorite devlettir. Devlet, toprak bütünlüğüne dayalı, siyasal bakımdan örgütlenmiş, millet veya milletler topluluğunun oluşturduğu hukuksal bir varlıktır. Toplum yaşamı, örgütlenmeyi gerektirir. Örgütsüz toplumlar dağınıktır. Demokrasi halk iktidarı, halkın egemenliğine dayanan yönetim şeklidir. Kısaca, halkın kendi kendini yönetmesidir. Egemenliğin sahibi ulustur. Millet kendini yönetenleri seçerek, egemenliği kendi eliyle kullanır. Demokrasi, uygulama biçimlerine göre, Doğrudan Demokrasi, Yarı Doğrudan Demokrasi, Temsili Demokrasi olarak üç çeşittir. Anayasa temel kanundur. Anayasa toplumların en üst düzeyde ve siyasal nitelikte örgütlenmiş biçimi olan, kuruluşunu, yapısını, temel organlarının görev ve yetkilerini, sivil ve askeri örgütlenmeyi, iktidarın işleyiş ve el değiştirmesini, devlet iktidarı karşısında bireyin hak ve özgürlüklerini, bunların güvencelerini sağlamayı amaçlayan ilke ve kurallar bütünüdür. Anayasa devletin özüdür. Anayasamızda, 'Türk Devleti'ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk'tür.' denilmektedir. Demokrasi ile yönetilen ülkelerde vatandaşlıktan çıkma, veya vatandaşlığa girme yasalarca düzenlenmiştir. Kamu kavramı, toplumun tümünü ifade eden bir kavramdır. Devletlerin vatandaşlarına tanıdığı, sınır çerçevesini anayasa ve yasalarla çizdiği haklar da kamu haklarıdır. Devletler, kamu haklarının sınırlarını çizerken, sınırsız bir yetkiye de sahip değildir. Özellikle yaşama hakkı, devletler üstü haklardandır. Türkiye Cumhuriyeti'nin yönetim yapısı, merkezi yönetim, il yönetimi ve yerel yönetimler olmak üzere üçe ayrılır. Yönetim örgütleri, anayasaya göre, yasa ya da yasanın verdiği yetkiye dayanılarak kurulur. Sosyal haklar oldukça geniş kapsamlıdır. Ailenin korunması, eğitim ve öğrenim hakkı, tarih, kültür ve tabiat varlıklarının, sanatın ve sanatçının korunması hakları başlıca sosyal haklardandır. Türk kadını bugünkü yerine, cumhuriyetten sonra kavuşmuştur. Atatürk'ün önderliğinde yapılan inkılaplar, Türk kadınına yeni ufuklar açmıştır. Ekonomik haklar,devlete bir takım ödevler yükler. Devletin vatandaşlarına karşı görevlerini yerine getirebilmesi için, ekonomik yönden gelişmiş ve mali kaynakları yeterli olmalıdır. Kişilerin, insanca yaşamaları için devletten gerekli tedbirleri almasını isteme hakkı vardır. Kişiler bunu isterken, kendileri de devlete karşı görevleri ve sorumluluklarını eksiksiz yerine getirmelidirler. Kadınlar, çalışma hayatındaki başarıları ile Türk toplumunun üretimine, gelişmişliğine ve mutluluğuna katkıda bulunmaktadırlar. Bilim, sanat, kültür ve spor alanlarında da çağdaş dünyada Türkiye'yi temsil etmektedirler. İnsanların sosyal ve ekonomik haklarının yanında vatandaşlıktan doğan hak ve ödevleri vardır. Bu haklardan en önemlisi seçme, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkıdır. insanlar bu hak sayesinde yönetime katılır ve yönetimde söz sahibi olurlar. Günümüzde vatandaşlık, siyasal hakları kullanabilmenin ön koşuludur. Vatandaş olma bilincinde olan insanlar' sorumluluklarının farkında olarak davranırlar. Seçme ve seçilme, demokrasinin en önemli hak ve özgürlüklerindendir. Seçimler ve halk oylaması serbest, eşit, gizli, tek dereceli genel oy, açık sayım ve döküm esaslarına göre yargının gözetim ve denetimi altında yapılır. Vergi vermek vatandaşlık görevidir. Vergi, vatandaşların karşılığında, kişisel bir çıkar beklemeden, önceden belirlenmiş kurallara göre, devletin görevlerini yerine getirebilmesi için, devlete verdikleri paradır. Kanun ve kurallar, toplum içinde insanların rahat ve huzurlu yaşaması için düzenlenmiştir. Kanun ve kurallara uymak her vatandaşın görevidir. Özgürlükler sınırsız değildir. Görev ve sorumlulukların yerine getirildiği toplumlarda, huzur ve adalet vardır. Yurt sevgisi, sevgilerin en güzelidir. Biz Türkler yurdumuzu canımızdan çok severiz. Her karış toprağı atalarımızın kanı ile ıslanmış vatanımız için canımızı veririz de, bir karış parçasını vermeyiz. Dayanışmanın temelinde de sevgi ve saygı vardır. Bir aileyi, bir milleti bir arada tutan güç, baskı ya da zorlama değil, sevgidir, saygıdır. insanlar sevdikleri oranda sevilmekte, saygı gösterdikleri oranda saygı görmektedir. İnsanların oluşturdukları birliklerin sürekli olabilmesi için, karşılıklı sevgi ve saygının olması gerekmektedir. İnsanlar birbirlerine karşı hoşgörülü olmalıdır.





  7. #37
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    8.HEPİMİZİN DÜNYASI




    DÜNYA'NIN HARİKALARI


    Abu Simbel





    Eski Mısır firavunlarından Ramses II (M.Ö. 1301-1235) devrine ait en önemli eser olan Abu Simbel Tapınakları, Nil Nehri kıyısında, Nübya Çölü kenarındaki Abu Simbel Dağı'nın kayaları oyularak yapılmış biri büyük, diğeri daha küçük olan yeraltı tapınaklarıdır. Büyük tapınak, 55 metre kaya içine uzanır. Eski Mısır'ın üç büyük tanrısı Ra, Amon, Harakhkes'e ve firavunun kendisine sunulmuştur. Tapınak girişindeki kapının iki yanında, yükseklikleri 20 metre olan dört heykel vardır. Kaideleriyle birlikte yükseklikleri 33 metreyi bulur. Firavunu, firavunun annesini, eşi Nefertari'yi temsil eder. Ayrıca, firavunun çocuklarını temsil eden küçük heykeller de bulunmaktadır. Tapınağın girişinde 18 metre genişlikte büyük bir yeraltı salonu bulunmaktadır. Tavanı tutan sütunlara sırtını dayamış, hepsi de Ramses II'yi temsil eden ve tanrı Osiris'e benzetilerek yapılmış 8 adet heykel vardır. Büyük salondan hemen sonra daha küçük olan ikinci salona geçilir. Bu salonun en dibinde en büyük Mısır tanrısı ile karşılaşılır. Küçük tapınak, diğerinin yakınındadır. Tanrıça Hathor ve Kraliçe Nefertari'ye sunulmuştur. Cephede firavunu ve kraliçeyi temsil eden 6 büyük heykel vardır. Ayrıca Ramses II'yi at üstünde gösteren 10 metre yüksekliğinde bir heykel daha vardır. Her iki tapınağın duvarlarında ve heykellerin kaidelerinde, Ramses II'nin zaferlerini ve meziyetlerini anlatan hiyeroglif yazıları yazılıdır. Mısır tarafından yapılan Assuan Barajı'nın suları yükseltmesi sebebiyle, yaklaşık 300.000 ton ağırlığındaki Abu Simbel tapınakları 1970 yılında yerinden sökülerek, suların erişemeyeceği daha yüksek bir yere taşınarak yeniden kurulmuştur.





    Shwedagon (Altın Mabet)





    Birmanya'nın başkenti Rangun'da bulunan yüzlerce pagodanın (budist tapınağı) en büyüğü ve en ihtişamlısı Shwedagon (Şivdagon) adlı Altın Mabet'tir. Altın Mabet'in inşaasına 588 yılında başlanmıştır. Çevresine yapıların, bahçelerin ve heykellerin ilave edilmesi suretiyle inşaa işlemi yüzyıllarca sürmüştür. Mabet, 1871'de onarılmıştır. Ana pagodanın kalınlığı 113 metre, taban çevresi ise 433 metredir. Mabetin tümü 62.709 metrekarelik bir alanı kaplar. Dünyanın en yüksek mabedi olan Shwedagon, 3 mm kalınlığında altın levhalarla kaplıdır. Ana pagodayı bütünleyen yapılar da altınla kaplıdır. Mabetin kapılarında ve avlusunda Budha'nın heykelleri dışında büyük aslan heykelleri, yarı insan, yarı hayvan görünümlü olan ve 18 metre yükseklikleri olan heykeller de bulunmaktadır. Bunlara 'Kötü Ruhları Uzaklaştıran Muhafızlar' denir. Bu heykellerin bazıları ve Budha heykelleri de altınla kaplıdır. Büyük pagodanın muazzam kubbesinde eskiden saf altın kaplamanın dışında gerçek zümrüt, elmas, yakut gibi değerli taşlar da çoktu. Halkın refahının yüksek olduğu zamanlarda burayı ziyarete gelen halk buralara altın ve değerli taşlar yapıştırıp giderlerdi. Yeryüzünde gerçek altınla kaplı tek tapınak budur. Diğer yapılarda altın yaldız kullanılmasına rağmen Shwedagon'da gerçek altın kullanılmıştır. Çünkü Birmanya'da pagoda yaptıranın gerçek Nirvana'ya yani cennete ulaşacağına inanılır. Bu nedenle pagoda yapmak için hiçbir masraftan ve fedakarlıktan kaçınılmaz.



    Angkor Wat





    Kamboçya'nın kuzeybatısında bulunan ve Güneydoğu Asya'nın en önemli anıtı olan Angkor Wat, muazzam bir tapınak, türbe ve saraydır. Tapınağın tamamı 3 kilometrekarelik alanı kaplamaktadır. Eskiden bu bölgede hüküm süren Khmer krallarından Suryavarman II (1131-1150) tarafından, Hindu tanrısı Vishnu (Vişnu) adına yaptırılmıştır. Eski Khmer İmparatorluğu'nun başkenti olan ve Jayavarman VII tarafından kurulan Angkor-Thom'un yakınındaki bu tapınağın, içiçe kareler şeklinde üç büyük avlusu vardır. Her avlu yüksek ve kalın duvarlarla çevrilmiştir. Orta avluda yüksek bir piramit ve köşelerde daha küçük piramitler yeralmaktadır. Avlularda yapay göller de bulunmaktadır. 81 hektarlık bir alanı kaplayan tapınağın duvarları Khmer ve Hindu sanatının en güzel eserleriyle doludur. Duvarlar, piramitler ve dehlizler heykellerle, kabartmalarla ve Vişnu, Şiva ve Brahma'nın efsanelerini anlatan yazılarla süslüdür. Angkor-Thom ve tapınak, 3 asır sonra bilinmeyen bir sebeple terkedildi. Zamanla şehir yıkılıp yokoldu, tapınak ise gür ormanlar arasında kayboldu. Tapınak, 1858'de Fransız doğa bilimcisi Henry Mouhot tarafından tesadüfen bulunmuş ve böylece Khmer medeniyetinin ve Güneydoğu Asya'nın en önemli şaheseri meydana çıkarılmıştır. 1992 yılında tapınakla birlikte tüm Angkor şehri, UNESCO tarafından dünya mirası kabul edilmiştir.

    Artemis Tapınağı





    Bizanslı Philon 'Babil'in asma bahçelerini, Olimpos'taki Zeus Heykelini, Rodos Kolossusu'nu, yüksek piramitlerin kudretli işçiliğini ve Mausoleus'in mezarını gördüm. Ama bulutlara doğru yükselen Efes'teki tapınağı gördüğümde, diğerlerinin tümünün gölgede kaldığını hissettim.' diye yazmıştı. Tanrıça Artemis adına ilk türbe M.Ö.800'lü yıllarda Efes'teki nehrin yakınındaki bataklık kıyıya yapılmıştı. Bazen Diana da denen Efes tanrıçası Artemis, Yunan Artemis'iyle aynı değildi. Yunan Artemis'i av tanrıçasıydı. Efes Artemis'i ise belinden omuzlarına kadar birçok göğüsle resmedildiği gibi verimlilik, bereket ve doğurganlık tanrıçasıydı. Bu eski tapınakta muhtemelen Jüpiterden düşen bir meteorit olduğu düşünülen kutsal birtaş vardı. Tapınak, sonraki yüzyıllarda birkaç kez tahrip olmuş ve yeniden inşaa edilmiştir. M.Ö.600'lerde Efes şehri büyük bir ticaret limanı haline geldi ve Chersiphron adlı bir mimar yüksek taş kolonları olan yeni ve büyük bir tapınak inşaa etti. Lidya kralı Croesus, M.Ö.550'de Efes'i ve Anadolu'daki diğer Yunan şehirlerini fethetti. Bu savaş sırasında mabet tahrip oldu. Croesus, mimar Theodorus'a daha öncekilerin hepsini gölgede bırakan yeni bir mabet yaptırdı. Yeni tapınak öncekinin 4 katı büyüklükte 90 metre yükseklikte ve 45 metre genişlikteydi. Masif bir çatı, yüzden fazla taş sütunla destekleniyordu M.Ö. 356'da Herostratus adlı biri tarafından çıkarılan bir yangında yanarak tahrip oldu. Bundan kısa bir süre sonra o günün en ünlü heykeltraşı olan Scopas'lı Paros tarafından yeni bir mabet yapıldı. Romalı tarihçi Pliny'ye göre yeni tapınak, 130 metre uzunlukta ve 68 metre genişlikteydi. Tavanı, yükseklikleri 18 metre olan 127 adet sütun destekliyordu. İnşaat 120 yıl sürmüştü. Büyük İskender M.Ö.333'de Efes'e geldiğinde tapınağın inşaası hala devam ediyordu. M.S. 57'de St. Paul hristiyanlığı yaymak için Efes'e geldi. O kadar başarılı oldu ki bundan, şehrin demircisi ve tapınaktaki heykellerin sahiplerinden birisi olan Demetrius büyük bir korkuya kapıldı. Çünkü Demetrius tapınaktaki heykellerin bir kısmının sahibiydi ve her yıl tapınağa hacca gelenlerden iyi bir geliri vardı ve insanların dinini değiştirmesi demek onun geçimini kaybetmesi anlamına geliyordu. Birlikte ticaret yaptığı diğer kişileri de yanına alan Demetrius heyecan verici ve 'Yaşasın Efesliler'in Artemisi' diye biten bir söylev yaptı ve halkı galeyana getirdi. Hemen sonra St. Paul'un yardımcılarından ikisini tutukladılar. Bunu bir isyan takip etti. Sonuçta St. Paul, tutuklanan yardımcılarıyla şehri terketti ve Makedonya'ya geri döndü. 262'de Gotların bir akını sırasında büyük Artemis tapınağı yakılıp yıkıldı. Bir yüzyıl sonra Roma İmparatoru Constantine şehri yeniden inşaa ettirdi. Fakat hristiyan olduğu için tapınağı restore ettirmedi.Constantin'in çabalarına rağmen Efes eski günlerine dönemedi. Çünkü gemilerin demirlediği liman yokolmuştu. Nehrin taşıdığı alüvyonlar tarafından deniz şehirden uzaklaşmıştı. Zamanla şehir sakinleri kenti terkettiler. Mabetin kalıntıları başka yapıların ve heykellerin yapılmasında kullanıldı. British Museum'dan John Turtle Wood 1863'de tapınağı araştırmaya başladı. 1869'da 6 metre derinlikte, çamurların içinde tapınağın temellerini buldu. Bulduğu heykelleri ve bazı kalıntıları British Museum'a götürdü. 1904'de yine aynı müzeden D.G. Hograth'ın liderliğindeki bir ekip kazılara devam ettiler ve sitede birbirinin üzerine inşaa edilen 5 tapınak olduğunu keşfettiler. Bugün gelen ziyaretçilere tapınağın yerini belli etmek için, bataklık halinde olan bölgeye sadece bir tek sütun dikilmiştir.



    Ayasofya





    İstanbul'da bulunan ve 918 yıl kilise, 482 yıl cami ve 1935'den bu yana müze olarak kullanılan Ayasofya, 537 yılında Bizans İmparatoru Justinyan tarafından yaptırılmıştır. Bugünkü Ayasofya'nın bulunduğu yerde ilk kilise 12.05.360 yılında yapılmıştı. O zamanki Bizans'ın en büyük mabedi olan bu yapı 44 yıl sonra bir yangında yokoldu. 415 yılında onun yerine yapılan yeni kilise de 532'de yine bir yangında yokoldu. Bundan sonra İmparator Justinyan (M.S. 527-565), Hz. Adem'den beri görülmemiş ihtişamda, yangınlara ve depremlere direnebilecek, gelecek çağlara ulaşabilecek sağlamlıkta bir eser yaptırmaya karar verir. Bu büyük yapının inşaasına Aydın'lı Antonius ve Milet'li İsodoros adlı mimarları tayin eder. Eski mabedlerin en güzel malzemeleri toplanarak İstanbul'a getirilir. 8 sütun Efes'teki Artemis tapınağından, diğer sütunlar da Atina, Roma, Delf ve öteki şehirlerdeki mabedlerden toplanarak hepsinden ayrı bir yücelik kazandırılmak istendi. O zamanın meşhur mermer ocakları olan Prokonez'den beyaz mermerler, Eğriboz adasından açık yeşil mermerler, Karia'dan beyaz-kırmızı mermerler, Mısır'dan porfirler, Teselya ve Lakonya'dan yeşil mermerler ve Siga'dan damarlı pembe mermerler getirildi. Her gün 1.000 işçi çalıştırılarak 5 yıl süren inşaat 27.12.537'de açıldı. Ayasofya 77 metre uzunlukta, 71,70 metre genişlikte bir alanı kaplar. Mabede 9 büyük kapıdan girilmektedir. Kubbesi 33 metre çapında ve 55,60 metre yüksekliğindedir. Kubbenin kendi yüksekliği 13,80 metre, bütün binanın yüksekliğiyse 81 metredir. Kubbe hafif tuğlalardan yapılmıştır. Kubbe kasnağında 40 tane pencere vardır. Bunlardan dördü kapalı durur. Yapıyı ayakta tutan 107 sütundan 40 tanesi alt, 67 tanesi de üst kısımdadır. Bina zemininin altına geniş sarnıçlar yapılmış ve içine büyük fil ayakları dikilmiş, bu şekilde depremlere karşı esneklik ve mukavemet kazandırılmıştır. 2. Haçlı seferlerine kadar Ayasofya'nın içi benzersiz mozaikler, renkli mermerler, fildişi levhalar, altın, gümüş ve diğer değerli taşlarla, ağır işlemeli kumaşlarla süslüydü. Kubbenin altında, orta yerde fildişinden yapılmış ve değerli taşlarla bir kürsü vardı. Mihrabın önünde de altın yaldızlı gümüş bir bölme bulunuyordu. Tarihçilere göre Ayasofya'da bulunan gümüş kaplamalar ve süsler 20.000 kilo civarındaydı. 1204'te İstanbul'u işgal eden Haçlılar mozaiklerin çoğunu, altın, gümüş ve değerli taşlarla süslü olan herşeyi yağma ettiler. İstanbul'un fethinden sonra Fatih Sultan Mehmet'in emriyle camiye çevrilen Ayasofya'daki bazı freskler ve haçlar bozulmayacak şekilde badana ile örtüldü. Mabedin güneydoğu tarafı iki payanda ile takviye edildi ve aynı köşeye bir minare yapıldı. Mabede II. Beyazıt bir, Kanuni Sultan Süleyman da 2 adet minare daha ilave ettirmiştir. 1453'ten itibaren cami olarak kullanılan Ayasofya, 1 Şubat 1935'de müze haline getirilmiştir.

    Babil'in Asma Bahçeleri





    M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot 'Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar.' demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu. Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810 yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından yapılmıştır. Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı. Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu. Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeydi. Ninova'daki Asurbanipal kitaplığında bulunan çivi yazısı tabletlere göre Babil'de 53'ü büyük, 650'si küçük olan toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal vardı. Şehir dörtgen bir plana göre kurulmuştu. Biri iç, diğeri dış olmak üzere 16,5 kilometre uzunluğunda 2 surla çevriliydi. Surların dışında bütün şehri çevreleyen su hendekleri de vardı. İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6. yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.


    Babil Kulesi





    Eski çağların yedi harikasından biri sayılan Babil'in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Dağlık bölgelerden gelen Sümerliler, yükseklere taparlar ve yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına da inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5.000 yıl kadar önce yapmışlardır. Tevrat'a göre Babil Kulesi'ni Hz. Nuh'un torunları gökyüzüne ulaşmak, tanrının oturduğu yere varmak için yapmışlardır. Bu sebeple kule, Tevrat'ta insan gururunun utanç kaynağı olarak gösterilir. Babil Kulesi'nin temelleri 90 metre genişlikteydi. Kule, 90 metre yüksekliğinde ve 7 katlı idi. Birinci katı 33, ikinci katı 18, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı katları 6, en üst katı ise 15 metre yüksekliğindeydi. 85 milyon tuğladan yapılan kulenin çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila'ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardı. Esagila 20 metre yüksekliğinde, 450 metre eninde ve 550 metre boyundaydı. Babil'i işgal eden Tikulti-Ninurta, Sargon, Sanherip ve Asurbanipal kuleyi yıkmışlardı. Babil Kralları Nabopollasor ve Nabukadnasor ise yeniden yaptılar. Ancak M.Ö. 479'da Babil'i fetheden Pers kralı Xerkes kuleyi yıktıktan sonra tekrar onaran olmadı. Yalnız, Büyük İskender Babil'e geldiğinde harap haldeki kuleye hayran kalmış ve onu eski haline getirmeye karar vermişti. Bu sebeple 10.000 kişiyi iki ay boyunca çalıştırarak molozları temizletti. Fakat Büyük İskender ölünce kulenin onarımından vazgeçildi. Bugün, Tevrat ve İncil'de de bahsedilen Babil Kulesi'nden geriye birşey kalmamıştır.


    Çin Seddi





    Uzaydan bakıldığında ince, uzun bir dere gibi görülebilen, insan eliyle yapılmış tek eser olan Çin Seddi, Çin'in kuzeybatısı boyunca uzanan dünyanın en uzun savunma duvardır. Kalıntıları Po Hay körfezinde deniz kıyısında başlar. Pekin'in kuzeyinden geçerek batıya yönelir ve Huang-Ho nehrini ikiye bölerek güneybatıya uzanır. Gobi Çölü'nün güneyinden batıya yönelerek devam eder. İlk set, M.Ö.7. yüzyılda Chu Krallığı tarafından, günümüzdeki Henan eyaletinde yapılmış olup fazla uzun değildir. M.Ö.3. yüzyılda Hun, Tunguz ve Moğolların saldırılarını durdurmak ve ülkenin kuzey sınırlarını korumak için İmparator Qin Shin Huang (Çe-Huang-Ti), burayı boydan boya aşılmaz bir savunma duvarıyla kapatmaya karar verdi. M.Ö.221 yılında daha önceki krallıkların yaptırdığı duvarları birleştirek uzattı. M.Ö.3. yüzyıldan M.S.17. yüzyıla kadar Çinliler seddi uzatmaya devam etmişlerdir. Seddi onaran ve savunma amaçlı kullanan son hanedan Ming Hanedanı (1368-1644) olmuştur. Seddin yıkılmış olan kısımlarıyla birlikte uzunluğu 10.000 kilometreyi bulur. Bugün ayakta duran kısım Ming Hanedanı devrinden kalan 3.000 kilometrelik settir. Ancak asıl inşaat, M.Ö.221 ile M.S.608 yılları arasında yapılmıştır. Seddin kalınlık ve yüksekliği yer yer değişir. Genellikle duvarın yüksekliği 7-10 metre, taban kalınlığı 7 metre ve üst kalınlığı ise 6 metre civarındadır. Üzerinde atlar ve arabalar gidebilmektedir. Duvar boyunca siperlik ve okçu delikleri vardır. 200 metrede bir gözetleme kulesi veya kale ve 9 kilometrede bir fener kulesi bulunur. Duvar üzerinde yer yer saray ve tapınaklara da rastlanır. Bazı yerlerde setler, kademeli savunmaya imkan verecek şekilde bir kaç sıra halinde yapılmıştır. Çin Seddi, en uzun sürede yapılan ve en çok insan çalıştırılan yapıdır. M.S.555'te Beijing ile Datong arasındaki 500 km.lik duvarın yapımında 1.800.000 kişi çalıştırılmıştır. Badaling dağınınüzerinden geçen seddin sadece 200 metrelik kısmını yapmak için bile binlerce kişi çalıştırılmış ve bu kişilerin isimleri bir taşa yazılmıştır.



    Roma'daki Colosseum






    Colosseum, Roma'nın sembolü haline gelmiş bir anfitiyatrodur. Asıl adı Flavium Amfitiyatrosu'dur. Colosseum adı eskiden bu eserin yakınında bulunan Nero'nun çok büyük bir heykelinden dolayı verilmiştir. Colosse 'çok büyük' anlamına gelir. 70 yılında imparator Vespanianus tarafından başlatılan inşaa işlemi, 82 yılında Titus tarafından bitirilmiştir. Amfitiyatro, çevresi 527 metre olan bir elips şeklindedir. 4 katlı olan yapının yüksekliği 50 metredir. En alt katı yerden 4 metre yüksektir. Yapının, imparator için ayrılan ve diğerlerinden daha geniş olan dört ana giriş haricinde 80 adet girişi vardır. Colosseum 50 - 55.000 kişi alabiliyordu. Girişler bu kalabalığı 5 dakikada boşaltabilecek şekilde dizayn edilmiştir. Yapının dışında traverten, iç kesimindeyse tüf ve tuğla kullanılmıştır. İçerisi üç ana kısma ayrılmıştır. Bunlar, arena, podyum ve mahzen kısımlarıdır. Roma İmparatorluğu devrinde sirk oyunları, araba yarışları ve gladyatör gösterileri yapılan Colosseum, 19. yüzyıla kadar dünyanın en büyük anfitiyatrosu idi. Günümüzde bile modern stadyumların mimarilerinde örnek olarak alınmaktadır.


    Eiffel Kulesi





    Fransa'nın olduğu kadar Paris şehrinin de sembolü olan Eiffel Kulesi, 1889 Dünya Fuarının Paris'te yapılmasına karar verilmesi üzerine Gustave Eiffel tarafından 1887-1889 yılları arasında yapılmıştır. Fransız hükümeti fuarın sembolü olacak ve demir-çelik mimarisinin meziyetlerini gösterecek bir eser yapılmasını istemişti. Eiffel, bunu en iyi belirtecek eserin bir çelik kule olacağına karar verdi. Bu amaçla Seine Nehri yakınlarındaki Askeri okulun karşısında kaya temeller atıldı. Kulenin çeşitli parçalarının planları 40 desinatör tarafından hazırlandı . Planlar, Clichy'de bu amaçla kurulan fabrikaya gönderilerek imal ettirildi. Önce kulenin 4 büyük ayağı, sonra bunların üzerine birinci kat platformu yapıldı. Daha sonra da ikinci, üçüncü platformlar yapıldı. Üçüncü platform üzerine madeni bir kubbe oturtularak kule tamamlandı. Kulenin birinci platformu 57,63 metre, ikinci platformu 115,73 metre üçüncü platformu ise 276,13 metre yüksekliktedir. Kubbenin yüksekliği ise 300,51 metredir. 1959'da eklenen radyo - televizyon vericileriyle birlikte kulenin yüksekliği 320,75 metre olmuştur. Kulenin yapımında kullanılan demirlerin ağırlığı 7175 tondur. Tepesinden bütün Paris'in ayaklar altında görülebildiği Eiffel Kulesi'nin katlarında turistler için lokantalar ve hediyelik eşya dükkanları bulunmaktadır.


    Elhamra Sarayı





    İspanya'da Araplar tarafından kurulan Endülüs İslam Devleti'nin 13. yüzyıldan itibaren gerilemeye başlamasıyla birlikte Muhammed İbn'ül Ahmer adlı kumandan, devletin idare merkezini Kurtuba'dan (Cordoba) Gırnata'ya (Granada) nakletti ve 1232 yılında burada 'Beni Ahmer Devleti'ni kurdu. Bu devlete 'Beni Nasr Devleti' de denir. Bu devlet zamanında Endülüs'te yapılan en güzel eser Elhamra Sarayı'dır. Elhamra, Gırnata'ya hakim bir tepe üzerindeki düzlükte, savunma kalesi ve saray olarak yapılmıştır. Bu yüzden dışarıdan biraz hantal görünür. Fakat hantal kale duvarlarının içinde eşsiz güzellikte bir sarayla karşılaşılır. Duvarlarında kırmızı tuğla, damında kırmızı kiremit kullanıldığı için adına da Elhamra, yani 'Kırmızı' denmiştir. Nasri hükümdarları yeni yapılarla kaleyi büyüttüler. Böylece Elhamra, saray ve köşklerden kurulmuş bir topluluk haline geldi. Sarayların içi kadar avluları da güzeldir. Bunlardan en güzelleri uzun bir havuzla süslü olan El-Bürke Avlusu, döşemesi mermer kaplı Meksuar Avlusu ve Arslanlı Avlu'dur. Arslanlı Avlu, 1354-1359 yılları arasında hüküm süren V. Muhammed zamanında yapılmıştır. Avlunun ortasındaki 12 arslan, ağır ve yuvarlak bir havuz yalağını destekler. Havuzun ortasındaki fıskiyeden fışkıran sular, çevredeki revakların kemerlerine benzer kıvrımlar yaparak dökülürler. Birbirine dik olan Arslanlı Avlu ile El-Bürke Avlusu'nun etrafındaki salonlar eşsiz güzelliktedir. Birinci avlu 36 metre uzunluktadır. Bu avlunun iki büyük kenarı üzerine açılmış karşılıklı kapılardan yan salonlara geçilir. Avlunun kuzey ve güneyinde bulunan yedi kemerli galerinin süslemeleri gözkamaştırıcı güzelliktedir. Avlunun kuzey kenarındaki kapısından bir dehlize ve oradan da Elçiler Divanhanesine geçilir. Bu salonun kenarları 11,24 metre, yüksekliği 18 metre, duvarlarının kalınlığı ise 3 metredir. Bu kalınlık yüzünden pencereler birer oda görünüşündedir. Elhamra Sarayı, zarif ve zengin süslemeleri, bahçeleri ve havuzlarıyla bir şiir gibidir. Fakat Charles-Quint (Şarlken) Endülüs'ü zaptedince sarayın bir bölümünü yıktırdı ve yerine Rönesans üslubunda bir saray yaptırmak istedi. 1522'deki bir depremde, 1590'daki bir patlamada saray bir miktar daha hasar görmüştür. Ancak, 19. yüzyıl ortalarından itibaren korunmaya alınmış ve günümüze dek gelebilmiştir


    Empire State Building





    New York'ta bulunan 102 katlı bu bina dünyanın en ünlü gökdelenidir. Üzerindeki televizyon kulesi ile birlikte yüksekliği 448 metredir. İçinde her gün en az 25.000 kişinin bulunduğu bu bina, bankaların, satış merkezlerinin, her çeşit büroların, gazinoların, lokantaların olduğu bir ticaret merkezidir. En üst katında gözlem evleri ile televizyonların alıcı ve verici istasyonları bulunmaktadır. En alt katından en üst katına kadar 1860 basamaklı merdiveni vardır. Merdivenden iniş yarım saati bulur! Bazıları ekspres olan, 74 adet asansörü vardır. Bazen alt katların hizasına yağmur yağarken üst katların hizasına kar yağar. Gökdelenin inşaasına 1929 yılında başlanmış ve 18 ay kadar kısa bir sürede, 1931 Mayıs ayında bitirilmiştir. Yapının inşaasında 60.000 ton çelik kullanılmıştır. 1961 yılında bir avukat, 65 milyon dolar ödeyerek yapıyı 99 yıllığına kiraladı. O zamanki geliri yaklaşık 12 milyon dolar civarındaydı. Gökdelene 1945'te bir bombardıman uçağı çarpmış ve 13 kişinin ölümüne sebep olmuştu. 1960'da tepeye bir fener yerleştirilmiş ve gökdelenin 160 kilometre uzaktan görülmesi sağlanmıştır. İnşaası 18 ayda tamamlanan bu harika eser, günümüzdeki en yüksek bina değildir. Ancak çağımız inşaat teknolojisinin güzel bir örneği olarak hala ününü devam ettirmektedir.



    İshak Paşa Sarayı






    Ağrı Dağı'nın yakınında, Doğubeyazıt'ın 5 kilometre uzağında eski Doğubeyazıt yanında sarp kayalar üzerine kurulmuş, kartal yuvasını andıran 116 odalı bu saray aslında türbesi, camii, surları, iç ve dış avluları, divan ve harem salonları, koğuşları ile bir bey kalesidir. Sarayın yapımını 1685'de Doğubeyazıt Sancak Beyi Çolak Abdi Paşa başlatmış, oğlu Çıldır Valisi İshak Paşa ve onun oğlu Mehmet Paşatarafından 1784'te bitirilmiştir. 7.600 metrekarelik bir sahada yapılan sarayın inşaası 99 yıl sürmüştür. Türk mimarisinin en güzel örneklerinden olan İshakpaşa Sarayı, Türkistan, Selçuklu ve Osmanlı mimari özelliklerini birleştiren bir yapıdır. Camiinin kubbeleri Türkistan kubbeleri gibidir. Sarayı Topkapı Sarayı'nı andırır, kapıları ise Selçuklu stilindedir. 50x115 metre alanı kapsayan sarayın Harem Dairesi iki katlı, diğer bölümleri tek katlı idi. Günümüzde ikinci kat tamamen yıkılmış durumdadır. Saraya ancak doğudaki tepeden açılan bir kapıdan girilir. Diğer tarafları 20-30 metre yükseklikte sağlam duvarlarla çevrilidir. Kapıdan, önce dış avluya girilir. Dış avlunun etrafında uşak ve seyis odaları ve tavlalar vardı. Dış avludan iç avluya kemerli tak şeklinde büyük bir kapıdan girilir. İç avluda çeşitli odalar ve koğuşlar vardı. Ortadaki harem dairesinin duvarlarında İshak Paşa'yı öven yazılar bulunmaktadır. Kapının iki yanında iki aslan heykeli vardır. Divan odası (toplantı salonu) ise 20 metre genişlik ve 30 metre uzunluktadır. Ruslar, Doğubeyazıt'ı işgal ettiklerinde, burasını karargah olarak kullanmış ve saraya ait kıymetli eşyaları yanlarında götürmüşlerdir. Bugün, sarayın 13x6,5 metre ebatlarındaki som altından yapılan kapısı Moskova Müzesi'ndedir. Eskiden sarayın olduğu yer, sarayın tam ortada bulunduğu bir yerleşim merkeziydi. Ova tarafında evler, diğer yanlarda camiler, mezarlık ve diğer yapılar vardı. Fakat bu yapıların hepsi yıkılmıştır. Saray son yıllarda yapılan tamirat ile tamamen yıkılmaktan kurtarılmıştır.

    Paskalya Adası Heykelleri






    Okyanusya'da, Şili kıyılarının 3200 km. açığında, Polinezya adalarının doğusunda, 179 kilometrekarelik bir yüzölçümüne sahip küçük bir ada olan Paskalya Adası'nda tarihçileri zorlayan, turistleri hayran bırakan, ne zaman, kimler tarafından ve niçin yapıldığı bilinemeyen dev heykeller vardır. Ada, 1722 yılında Hollandalı denizci Jacop Roggeveen tarafından Paskalya gününde keşfedildiği için bu isimle anılmaktadır. 1888 yılından beri Şili'ye aittir. Bu adada çok sayıda bulunan, bazıları ayakta bazıları da yere yatmış şekilde duran, 12-25 metre yükseklikte, 50 ton ağırlıkta dev heykeller vardır. Volkanik kayalardan yontulmuşlardır. Bu heykellerin bazıları dövmeli insan büstleridir. Uzun kulaklı başların üzerinde ayrı taşlardan yapılmış silindir şeklindeki başlıklara rastlanmaktadır. Heykellerin hemen hepsi deniz ufkuna, boşluğa meraklı ve endişe dolu gözlerle bakmakta ve sanki meçhul bir şeyi beklemektedir. Fakat tarihçiler bu dev heykellerin sırrını hala çözememişlerdir. Bir varsayıma göre Polinezya kökenli bir kavim 4. yüzyılda buraya yerlemiş ve büyük bir medeniyet kurmuşlardır. Yerlilerin ada için kullandıkları 'Papa Nui' adı o eski devletin ve milletin adı idi. Bunlar 10. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar burada yaşamışlar ve bu dev heykelleri yapmışlardır. Başka bir görüş ise yerliler arasında anlatılan bir efsaneye dayanır. Buna göre adada biri uzun kulaklı, diğeri kısa kulaklı insanlardan oluşan iki ayrı kabile vardı. Bunlar arasında bilinmeyen bir sebepten dolayı amansız bir savaş başladı ve buradaki medeniyet çöktü. Bu teorilere rağmen buradaki medeniyete ne olduğu, bu dev heykelleri kimin, ne zaman ve niçin diktikleri tam olarak bilinemiyor. Paskalya Adası'na 1960 yılına kadar yılda sadece bir gemi uğrardı. Ancak dev heykeller artık turistlerin de ilgisini çekmekte ve uçaklar dolusu turist bu adaya akın etmektedir.




    İskenderiye Feneri





    Mısır'da İskenderiye Limanı'nın karşısındaki Pharos Adası üzerine yapılmıştı. Romalılar Mısır'ı ele geçirdikten sonra burada Ptolemaios (Batlamyus) olarak anılan bir devlet kurmuşlardı. İnşaası M.Ö. 285-246 yılları arasında süren Fener, bu devletin ilk iki kralı Ptolemy-Batlamyus-Soter ve Ptolemy tarafından yaptırılmıştı. Kaidesi ile birlikte 135 metre yüksekliğinde olan fener, beyaz mermerden yapılmıştı. Tepesinde bulunan, tunçtan yapılmış büyük bir ayna 70 kilometre uzaklıktan görülüyor ve limana giren gemilere rehberlik ediyordu. Üç bölümden oluşan fenerin mimarı Knidos'lu Sostratus'tur. Alt bölümü dikdörtgen şeklinde ve yaklaşık 55 metre yüksekliğindeydi. Orta bölüm, yukarıya doğru giden rampası olan bir silindir şeklindeydi. Yaklaşık 27 metre yüksekliğindeydi. Üst bölüm ise silindir şeklindeydi ve üzerinde alevin bulunduğu bir odası vardı. İskenderiye Feneri, antik çağın yedi harikası içinde günlük yaşam için kullanılan tek eserdir. Ayrıca yedi harikanın ve gelmiş geçmiş deniz fenerlerinin en yüksek olanı da bu fenerdir. Üst kısmı M.S. 955 yılında bir deprem ve fırtınada kopan fenerin gövde kısmı da 1302'de başka bir depremde yıkıldı. 1500 yılında ise bu yapıya ait kalıntılar tamamen yokoldu. Üzerinde inşaa edildiği adadan dolayı Pharos olarak anılmış ve bu kelime bir çok dile yerleşmiştir. İspanyolca, Fransızca ve İtalyancada Pharos, deniz feneri anlamına gelmektedir. Yıkılmadan önce yapılan resimleri, dünyadaki deniz fenerlerine yüzlerce yıldan beri örnek olmuştur.


    Chitchen Itza (Şişen İtza)





    M.Ö. 1000 yıllarında Meksika'nın kuzey kıyılarından Orta Amerika'daki Yucatan yarımadasına gelerek yerleşen Mayalar, burada çok parlak bir medeniyet kurmuşlardır. Yucatan'da bulunan ölü şehir Chitchen Itza, 11.-13. yüzyıllarda Maya-Toltek İmparatorluğu'nun başkenti olmuştur. Bu şehir, Kukulkan piramidi, Chac Mol tapınağı gibi büyük anıtların harabeleriyle doludur. Bu şehirde bulunan, gözlemevi ve tapınak olarak kullanılan Kukulkan piramidi 24 metre yüksekliktedir. Tepesindeki sunak yerinde yağmur ilahı Tlaloc için insan kurban edilirdi. Mayalar, Toltekler ve İnkalar demir medeniyetini bilmiyolardı. Kılıç ve kazmalarını camsı çok sert bir volkanik taştan, obsidiyenden yapıyorlardı. Tekerlekli araçları da yoktu. Buna rağmen, yüksek dağların tepelerine kurdukları tapınakların taşlarını uzaklardan getirmişler ve bunları taştan yaptıkları aletleriyle meydana getirmişlerdir. Bazı Maya eserlerinin harika olarak kabul edilmesinin sebeplerinden biri de budur.


    Keops Piramidi






    Dünyanın yedi harikasından günümüze kadar ulaşan tek eser, Mısır'daki Keops Piramididir. Mısır'ın başkenti Kahire yakınındaki Nil Nehrinin batısında bulunan Giza Yaylasında bulunmaktadır. Keops Piramidinin yanında biraz daha küçük olan Kefren ve Mikorinos piramitleri bulunmaktadır. Ayrıca, içlerinde prenseslere ve firavunun en yakın yardımcılarına ait mumyaların bulunduğu beş piramit daha vardır. Büyük Piramit de denen Keops Piramidi, M.Ö. 2800 yıllarına doğru hüküm süren Mısır'ın 4. Sülale devri hükümdarlarından Keops'un mezarıdır. İkinci büyük piramit, Keops'un kardeşi olan ve O öldükten sonra firavun olan Kefren'e aittir. Küçük piramit ise M.Ö. 2500'lü yıllarda hüküm süren Mikerinos'a aittir. Mısır piramitleri yeryüzündeki anıt-kabirlerin en eskileri ve en büyükleridir. Bunların en haşmetlisi olan Keops Piramidi dış görünüşü ile de 'Dünyanın Birinci Harikası' olma niteliğine hak kazanmıştır. Piramitler, firavunun mumyası ile hepsi birbirinden değerli eşsiz nitelikteki sanat eserlerini, kral, kraliçe, prens heykellerini de içlerinde saklıyordu ve bu eşsiz hazineleri saklamak için yapılmışlardır. Keops Piramidinin yüksekliği 138 metredir. Tepeden 10 metre kadar aşınmıştır. Bazıları 10-15 ton ağırlığında olan 2.300.000 adet blok taşın üst üste yığılmasıyla oluşturulmuştur. Bir kenarı 227 metre olan dörtgen tabanı 50.524 metrekarelik bir alanı kaplar. Piramidin iç ortasında, tepeden 100 metre kadar aşağıda ve tabandan 40 metre kadar yukarıda firavunun odası vardır. Firavunun mumyası, hazinesi ve özel eşyası bu odaya konmuştur. Oda 10,5 metre uzunlukta, 5 metre genişlikte ve 6 metre yüksekliktedir. Buraya 50 metrelik bir dehlizden girilir. Biri kraliçeye ait olan iki oda daha vardır. Tarihçi Herodot'a göre, ağır granit blokları, piramidin üst bölümlerine çıkarmak için 925 metre boyunda, 19 metre genişlikte bir rampa yapılmıştır. Sadece bu rampanın yapılması bile 10 yıl sürmüştür. Bu muazzam mezar, üç ayda bir toplanan 100.000 esirin çalışmasıyla 30 yılda tamamlanmıştır. Daha sonra da Keops'un ve eşinin mumyalanmış cesetleri bu mezara yerleştirilmiştir.





    Köln Katedrali






    Almanya'nın Köln şehrinde, Ren nehri kıyısında yeralan Köln Katedrali, dünyanın en önemli yapılarından biridir. 1248 yılında inşasına başlanan katedral 632 yıl sonra, 1880'de tamamlanmıştır. Katedralin uzunluğu 144, genişliği 86 metredir. Ana salon 43 metre yüksekliktedir. Cephedeki iki kule 157 metredir. Bunlardan daha yüksek katedral kulesi yoktur. Üst kısımdaki galeriye 509 basamaklı bir merdivenle çıkılır. Çan kulesinde 9 büyük çan vardır. Çanların biri 24 ton, bir diğeri 11,2 ton, bir diğeri de 6 ton ağırlıktadır. Katedral 8000 metrekarelik bir alanı kaplar. Kullanılan iç alan 6166 metrekaredir. Çatısının yüzölçümü 12.500 metrekareyi aşar. Gotik stilin bir harikası sayılan bu katedraldaki vitrayların yüzölçümü 10.000 metrekareyi aşmaktadır. Hepsi anlamlı desenlerle kaplı olan vitrayların bir kısmı Ortaçağa, bir kısmı Yeniçağa aittir. Fakat katedral bütünüyle bir ortaçağ eseri sayılmaktadır. Dünyanın en büyük katedrali olan eseri korumak için Almanlar devamlı olarak çalışan 70 kişilik bir ekip kurmuşlardır. Bunlardan 36'sı heykeltıraş ve mermer ustası, 10'u vitray ustası, 6'sı idareci, diğerleri de çeşitli uzmanlardır. Köln Katedrali her gece projektörlerle aydınlatılmaktadır.

    Karyalı Kral Mausoleus'un Mezarı





    Bu mezar, Kraliçe Artemis tarafından kocası Mausoleus (Mozoles) için yaptırılmıştır. Karia Kralı Mausoleus, o zamanki adı Halikarnas olan Bodrum (O zamanlar bu bölge Karia olarak anılıyordu) bölgesinde, M.Ö. 377-353 yılları arasında hüküm sürmüştür. Pythea adlı bir mimarın eseri olan bu mezar bugün ayakta değildir. Ancak, tarihçi Plinius'un anlattıklarına göre yapılan bir resmi vardır. Karia krallığından kalma bazı sikkelerin üzerinde de bu anıtın kabartmalarına rastlanmıştır. Mezarın kaidesi 25 x 30 metre idi ve İyon stilinde sütunlarla süslenmişti. Tepesinde 4 atlı bir zafer arabası bulunuyordu. Basamaklı bir piramit görünümündeydi. Anıtın tepesindeki savaş arabasında, Kral Mousoleus ve karısının yanyana oturmuş heykelleri vardı. Dörtnala sürdükleri atların çektiği o arabayla unutulmazlığa doğru yol alıyor gibiydiler. Anıtın, araba heykeliyle birlikte yüksekliği 45 metreyi geçiyordu. Duvarları kabartmalarla süslüydü. Sütunlar arasında birçok güzel heykel vardı. 150 yıl kadar önce Mozoleyi meydana çıkaran İngiliz arkeologları heykel ve kabartmaları alıp gitmişlerdir. Bu yüzden anıtın yeri bile zor belli olmaktadır. Şimdi bunlar British Museum'da sergilenmektedir. Bugün Batıda sanat değeri olan ve anıt niteliğinde bulunan mezarlara Karia kralı Mousoleus'un adı verilmektedir. Bu anıt bir depremde yıkılmıştır. Yıkılan sütun ve taşların bir kısmını, Rodos şövalyeleri başka bir yapıda kullandılar.


    Kremlin Sarayı ve Saint Basile






    Moskova'daki Kızıl Meydan'da bulunan ve Moskova'nın sembolü olan Kremlin Sarayı, Çar Korkunç İvan tarafından 1155'te yaptırılmıştır. Eski bir savunma kalesi olan Kremlin, 19 metre yükseklikte kırmızı bir duvarla çevrilidir. Bu duvarın çevre uzunluğu 2250 metredir. Duvarın giriş yerlerinde ve köşelerinde büyük kuleler vardır. En büyük kule 72 metre yüksekliktedir. Burada ilk yapı 14. yüzyılda yapılmış, daha sonra yeni ilavelerle büyümüştür. Kremlin'in içinde harika saray ve kiliseler vardır. Fakat bunların hepsi İtalyan ve Alman mimarları tarafından yapılmıştır ve Rus mimarlık sanatını yansıtmazlar. Kremlin Sarayı'nın hemen yakınında bulunan ve Aziz Basileios adına Korkunç İvan tarafından yaptırılan Saint-Basile Katedrali, yalnız Moskova'nın değil bütün Rusya'nın en orijinal eseridir ve dünyada buna benzeyen başka bir kilise yoktur. Çünkü bu yapı şark stilinde bir kilisedir. Kubbeleri İslami eserlerin kubbelerine benzer. Katedralin inşaatına 1555'de başlanmış, 1560'da bitirilmiştir. Yapının mimarı Barma adlı bir Rus'tur. 11 bölümü ve 8 kubbesi vardır. Kubbelerin yükseklik, süsleme ve renkleri birbirlerinden farklıdır. Fakat hepsi soğan başı gibi yuvarlak ve sarmal dilimlidir. Düz, gofre veya prizmatik çinilerle kaplanmışlardır. En yüksek kulenin kubbesi altın yaldızlıdır. Kremlin sarayı Rus hükümetinin residansı olarak hala kullanılmaktadır. Müze haline getirilmiş olan diğer saraylarda, çarlara ait mücevherler, mobilyalar ve diğer eşyalar sergilenmektedir ve bunlar hem sanat hem de maddi değer bakımından bir hazine sayılmaktadır.










  8. #38
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    İNSANLIĞIN ORTAK MİRASI





    A. KAVRAMLAR
    *İnsan Kavramı
    İnsan kavramının tanımı değişik şekillerde yapılabilir:
    *İnsan, doğan, büyüyen ve ölen canlı bir varlıktır.
    *İnsan, düşünme yeteneği olan akıllı bir varlıktır.
    *İnsan, duygusal yanı olan, bir tarihi olan ve geçmişini bilen bir varlıktır.
    *İnsan alet yapan, kullanan, bilim, sanat, düşünce ve edebiyatla uğraşan varlıktır. İnsanın, diğer canlılarla benzer tarafları da vardır: Doğmak, beslenmek, yaşlanmak ve ölmek gibi. İnsanı diğer canlılardan ayıran önemli özellikler ise: çevreyi kendine uydurması, aklını kullanması, duygusal değerlerinin (sevinç, üzüntü, barış, özgürlük, eşitlik, hak vb.) olmasıdır.
    *İnsanlık Kavramı
    İnsanlık, tüm insanları içine alan bir kavramdır. Bu kavramın içine, geçmişte yaşamış, bugün var olan ve gelecekte de yaşayacak bütün insanlar girmektedir.
    İnsanlık, bütün insanlar tarafından ortaklaşa paylaşılan bir niteliktir. İnsanlık kavramı, barış, hoşgörü, kardeşlik, dayanışma, özgürlük, yardımlaşma gibi düşüncelerin ortaya çıkışına temel olmuştur. İnsanlık, bütün insanların, insana yaraşır bir yaşam sürdürmeleri için ulaşılmak istenen bir amaçtır.
    *Ortak Miras Kavramı
    Miras, bir neslin kendisinden sonra gelecek kuşaklara bıraktığı her şeydir. Bu miras bir ev, bir sanat eseri olabileceği gibi: 'demokrasi' ve 'özgürlük' gibi bir düşünce ürünü ya da doğal güzellikler de olabilir.
    Ortak miras ise daha kapsamlıdır. Ortak miras, geçmişteki bütün insanlık tarihini ve geleceği de içine alan maddi ve manevi değerlerin tümüdür. Bilim, teknoloji, sanat ve edebiyat ürünleri ve düşünceler sadece üretildikleri toplumlarda değil, tüm toplumlarda bir değer taşır. Bu ürünler bütün insanlar için anlamlıdır ve bu nedenle de insanlığın ortak mirası olarak kabul edilir.
    B. İNSANLIĞIN SANAT, DÜŞÜNCE, EDEBİYAT VE BİLİM MİRASI
    İnsanlığın Sanat Mirası
    Bir duygunun, düşüncenin, doğal güzelliğin, yaratıcılık katılarak anlatılmasına sanat denir. Örneğin: mimarlık, heykel, müzik, tiyatro, roman, öykü vb. çeşitli sanat dallarıdır. İlk çağlarda insanların mağara duvarlarına yapmış oldukları resimler de ilk sanat ürünü olan eserlerdir. Çin, Hindistan, Mısır, Mezopotamya ve Anadolu'da kurulan uygarlıklar, bütün insanlık tarihi üzerinde etkili olan yeni uygarlıkların ortaya çıkışını hızlandırdı. İnsanlığın sanat mirasının temellerini bu eski uygarlıklar oluşturmuştur. Ayrıca, Amerika kıtasındaki İnka ve Aztek uygarlıklarının varlıkları da bilinmektedir. Bugün yurdumuzda örneklerini gördüğümüz bazı sanat eserleri, yüzyıllarca süren çabalar sonucu oluşturulmuştur. Bu eserleri korumak hem yurdumuz için, hem de insanlık için bir görevdir. Farklı kültürlerin sanat alanında ortaya koyduğu bütün eserler, insanlığın sanat mirasını oluşturmaktadır.

    İnsanlığın Düşünce Mirası
    İlk insanlar, başlangıçta çevrelerindeki olaylardan etkilenir ve bunlara bir anlam veremezken zamanla düşünmeye, doğayı gözlemlemeye başlamıştır. Çevresinde olup bitenleri anlamaya çalışmak, olaylar arasında ilişki kurmak, insan düşüncesini geliştirmiştir. İnsanlar, duygu ve düşüncelerini önceleri el, kol hareketleri, sesler ve yüz ifadeleriyle anlatmışlardır. Böylelikle 'dil' oluşmuş ve zamanla sözlü ifadeler yerini 'yazı'ya bırakmıştır. İlk Çağ'ın dünyaca ünlü başlıca düşünürleri: Kofüçyüs, Buda, Tales, Heraklit, Sokrat, Eflatun ve Aristo'dur. Orta Çağ'da ise Avrupa, karanlık bir dönem geçirirken, İslam dünyasında bilim ve düşünce alanında büyük ilerlemeler kaydedilmiştir. Biruni, Farabi, İbni Sina, İbni Rüşd, Harezmi, Cabir, İmam Gazali, Uluğ Bey, Nasreddin Tusi gibi bir çok bilim adamı ve düşünür çağa ışık tutmuştur. 15. ve 16. yüzyıllarda Avrupa'da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri insan düşüncesine yeni boyutlar kazandırmıştır. 17. ve 18. yüzyıllarda Hümanizm (insancıllık) fikri ön plana çıkmış, 1789 Fransız İhtilali ise özgürlük, eşitlik hareketleri tüm insanlığı etkilemiştir. J.J. Ruso, Makyavel Volter ve Monteskiyö fikirleriyle bu hareketlere hız kazandırmışlardır.

    İnsanlığın Edebiyat Mirası
    Olayların, düşüncelerin, duyguların ve hayallerin yazı dili aracılığıyla şekillendirilmesine edebiyat denir. Şiir, öykü, roman, tiyatro oyunları vb. edebiyat ürünleridir. Geçmişten günümüze dek uzanan ilk edbiyat ürünleri destanlardır. Gılgamış Destanı, Oğuz Kağan Destanı, İlyada ve Odesa gibi... Dünyaca ünlü bazı edebiyat eserleri şunlardır: William Shakespeare (Şekspir)'in Romeo ve Juliette, Servantes'in Don Kişot, Viktor Hugo'nun Sefiller, Balzac'ın Vadideki Zambak, Dante'nin Suç ve Ceza.... Tarih boyunca, nesillerden nesillere aktarılan bir kültür mirası vardır.Bu miras içinde edebiyattan sanata, bilimden müziğe dek herşey bulunur. Tüm bunlar ortak mirası oluşturur. Bize düşen görev bu mirası koruyup, bir sonraki nesle aktarmaktır.

    İnsanlığın Bilim Mirası
    Evreni ve evrende olan olayları konu edinen, deney ve gözleme dayanan, olaylar arasında neden-sonuç ilişkisi kurarak yasalara ulaşmaya çalışan, sistemli bilgiler topluluğuna bilim denir. İlk Çağ'da Babilliler, bilimsel çalışmaların ilk örneklerini vermişlerdir. Matematik ve astronomiyle uğraşmışlardır. Daha sonra bu bilgiler, tüm dünyaya yayılmıştır. İlk Çağ'ın ünlü matematikçisi Arşimet'tir. Yeni Çağ'da ise, Paskal, Dekart (matematik), Kopernik, Kepler, Galile (astronomi), Nevton (yer çekimi) ünlü bilim adamları olarak adlarından söz ettirmişlerdir. Tabi, İslam dünyasında da daha önce isimlerini verdiğimiz, Biruni, Harezmi, Cabir, İbni Sina, Farabi gibi pek çok alimden de burada bahsetmek gerekir. Günümüzde ise bilimsel alanda çok daha büyük ilerlemeler kaydedilmiş durumdadır. Bu gelişmeler sayesinde dünya sanki küçülmüş, herhangi bir yerde ortaya çıkan olay bir kaç dakika sonra tüm dünya insanlarınca duyulacak hale gelmiştir. Bizler, bizden önce yaşamış insanlardan daha çok bilgiye sahibiz. Bizden sonra gelecekler de daha fazla bilgiye sahip olacaklar.

    C. İNSANLIĞIN ORTAK MİRASININ ÖNEMİ
    1.Ortak miras, günümüz insanının çevre şartlarına egemen olmasını sağlamıştır.
    2.Ortak miras ürünleri, insan yaşamını kolaylaştırır.
    3.İnsanlar, ortak miras olarak kabul edilen doğal güzellikleri gezerek, görme, dinlenme, zevk alma ve güzel bir ortamda bulunma ihtiyaçlarını gidermiş olurlar.

    Ortak Mirasın Özellikleri
    1.Ortak miras, insanların yüzyıllar boyu süren birikimleri sonucu oluşmuştur.
    2.Ortak miras, tek bir ulusa ait değildir.
    3.Ortak mirasa katkıda bulunmak, tüm insanlığın yararınadır.
    4.Bütün insanlar, ortak mirasın ürünlerinden yararlanma hakkına sahiptirler.
    5.Ortak mirası korumak ve geliştirmek tüm insanların ve toplumların görevidir.

  9. #39
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    dυѕLєяfσяυм üує

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..5

    Emeğinize sağlık...

    Www.DuslerForum.ORG

    Not: Kontrol Panelinizden Bu Alanı Değiştirebilirsiniz.
    ( Facebook / Msn / RekLam / Video / Link / yaSaktır)
    ..bu maddelerden birini veya bir kaçını eklerseniz üyeliğiniz durdurulacaktır..


Sayfa 4/4 İlkİlk 1234

Sistem Bilgileri

Bu sistem vBulletin® alt yapısına sahiptir!
Telif hakları, Jelsoft Enterprises Ltd'e aittir. Copyright © 2024

Uyarı

5651 Sayılı Kanun'un 4.cü maddesine göre üyeler yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Yer sağlayıcı olarak hizmet veren sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler ile ilgili iletişime geçilmesi halinde size dönüş yapacaktır.

gaziantep escort bayan gaziantep escort deneme bonusu veren siteler bahissitelerivip.com deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler mjsanaokulu.com Maltepe Escort deneme bonusu deneme bonusu veren siteler maltepe escort kartal escort ataşehir escort pendik escort ankara escort sincan escort eryaman escort bayan ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort eryaman escort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort yetişkin sohbet kameralı sohbet aresbet casino siteleri Grandpashabet moldebet efesbet efesbet giriş getirbet efesbet deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2021 grandpashabet bahis siteleri bahis siteleri bonus veren siteler bahis siteleri canlı casino siteleri deneme bonusu En güvenilir bahis siteleri ankara olgun escort mimarsinanokullari.com