porno escort diyarbakır iskenderun escort
Sayfa 1/3 123 SonSon
30 sonuçtan 1 ile 10 arası

Konu: SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

  1. #1
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    1.KENDİMİ TANIYORUM




    AİLEMİZ

    TOPLUMUN TEMEL UNSURU AİLE

    Aile; anne, baba ve çocuklardan oluşur. Toplumun en küçük birimi olan aile, erkekle kadının resmî nikâhla evlenmeleri sonucu kurulur. Çocukların katılmasıyla aile bireylerinin sayısı artar. Toplum ailelerden oluşur. Ailelerin mutlu bir yaşam sürmesi, içinde bulundukları toplumun mutlu ve huzurlu olmasını sağlar. Aile yapısı güçlü olan toplumlar zorlukları kolayca aşarlar. Bu nedenle ailenin toplumda önemli bir yeri vardır. Atatürk aileye çok önem vermiştir. Bu konudaki düşüncelerini şöyle belirtmiştir: “Sosyal hayatın kaynağı aile hayatıdır... Medeniyetin esası, ilerlemenin ve kuvvetin temeli, aile hayatındadır... Bu millet, esas terbiyesini aileden almaktadır.” Anayasamızda ailenin Türk toplumundaki yeri, “Aile, Türk milletinin temelidir.” biçiminde belirtilmiştir. Devletimiz, aile yapısının sağlıklı ve güçlü olması için gerekli anayasal önlemleri almıştır.

    AİLENİN YAPISI VE ÖNEMİ


    Toplumda birçok aile tipi vardır. Anne, baba ve evlenmemiş çocuklardan oluşan aileye çekirdek aile denir. Kadın ve erkekten oluşan çocuksuz aileler de vardır. Günümüzde çekirdek aile sayısı gittikçe artmaktadır. Özellikle şehirlerde çoğunlukla bu tip aileler görülmektedir. Büyük anne, büyük baba, çocuklar ve torunların bir arada yaşadığı aileye geniş aile denir. Bu tür aileler, daha çok tarımla uğraşan kırsal alanlarda görülmektedir. Geniş ailelerde akrabalık bağları çok güçlüdür. Ancak, ülkemizde sanayileşme ve şehirleşmenin gün geçtikçe artması, aile yapısını etkilemiştir. Buna bağlı olarak geniş aileler azalmış, çekirdek aileler çoğalmıştır. Toplumumuz için önemli sorunlardan biri akraba evlilikleridir. Amca, teyze, dayı ve hala çocukları yakın akrabadırlar. Akraba evliliklerinde engelli çocuklar doğabilir. Akraba evliliğinin getirdiği sorunlarla karşılaşmamak için toplum bilgilendirilmelidir. Aile ortamı, çocukların iyi yetişmesi için çok önemlidir. Uyumlu ailelerde yetişen çocuklar sağlıklı olurlar. Çevrelerindeki kişilerle uyum içinde yaşarlar. Sağlıklı ve uyumlu bireylerin oluşturduğu toplumun yapısı da güçlü olur. Çocuk ilk eğitimini aileden alır. içinde yaşadığı toplumun gelenek ve göreneklerini öğrenir. Örneğin büyüklere saygı, küçüklere sevgi gösterme gibi davranışlar edinir. Öğrendiklerini yaşamında uygular. Böylece, kültürel değerlerimiz yeni yetişen kuşaklar tarafından yaşatılır.



    AİLE BİREYLERİ ARASINDAKİ SEVGİ, SAYGI VE HOŞGÖRÜNÜN ÖNEMİ


    Aile Bireyleri Arasındaki Sevgi, Saygı ve Hoşgörünün Önemi Aile; karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü üzerine kurulur. Bireyleri birbirine yaklaştıran bu duygular yetiştiğimiz ailede edinilir. Sevgi, saygı ve hoşgörülü bireylerden oluşan aileler de mutlu olurlar. Ailede küçükler, büyüklere saygı gösterirler. Onların sözlerini dinler ve onları üzecek davranışlar yapmazlar. Büyükler de küçükleri severler. Çocuklarının sa€lıklı büyümeleri ve iyi yetişmeleri için çaba gösterirler. Zaman zaman aile bireyleri arasında görüş ayrılıkları olabilir. Görüş ayrılıkları hoşgörüyle karşılanmalı ve herkes düşüncesini açıkça söyleyebilmeli. Çünkü hoşgörü, ailedeki uyumu ve erinci sağlar. Ailede erinci sağlayabilmek için değişik görüş ve düşüncelere saygılı olunmalıdır. Sevgi, saygı ve hoşgörüyle büyüyen çocuklar, topluma iyi bireyler olarak katılırlar. Böyle bireylerden oluşan toplumlar da mutlu olurlar.

    AİLE BİREYLERİ ARASINDA DAYANIŞMA VE ÖNEMİ

    Ailenin başarı ve mutluluğunda bireyler arasındaki dayanışma önemli etkendir. Ailedeki iş bölümü, dayanışmanın en güzel örneklerindendir. Ailede anne, baba ve çocukların görev ve sorumlulukları farklıdır. Çağdaş Türk ailesinde kadın erkek eşitliği vardır. Anne ve baba, ailenin tüm gereksinimlerini karşılarlar. Çocukları yetiştirmek ve onların iyi eğitim almalarını sağlamak için uğraşırlar. Karşılaştıkları sorunları birlikte çözerler. Sorumlulukları eşit olarak paylaşırlar. Bunları yerine getirirken karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü içerisinde olurlar. Ev işlerinden aile bireyleri sorumludur. Çocukların da aile içinde görev ve sorumlulukları vardır. Örneğin odalarını düzenli tutmak, sofranın hazırlanmasında anne, babasına yardımcı olmak, çocukların yapabileceği işlerdendir. Çocuklar, varsa küçük kardeşlerinin bakımında da anne ve babalarına yardımcı olabilirler. Aileleriyle birlikte alışverişe çıkabilirler. Aile bireyleri üzüntülerini ve sevinçlerini paylaşırlar. Bu durum, ailedeki dayanışmanın en güzel örneğidir. Sevinçlerin aile bireyleriyle paylaşılması mutluluğu artırır. Üzüntülere ortak olunması ise sorunları azaltır. Her iki durum da aile bireylerini birbirine bağlar. Aile bireyleri arasındaki dayanışma ailenin güçlenmesini sağlar. Dolayısıyla toplum da güçlenir. Atatürk, aile bireyleri arasındaki dayanışmaya büyük önem vermiştir. Aile içinde olduğu kadar, toplum yaşamında da kadınla erke€in birlikte hareket etmesini istemiştir. Türk kadınının iş yaşamının her alanında yer alması gerektiğini şu sözlerle belirtmiştir: Daha esenlikle, daha dürüst olarak yürüyeceğimiz yol vardır. Bu yol; büyük Türk kadınını çalışmamıza ortak yapmak, hayatımızı onunla birlikte yürütmek, Türk kadınını ilmî, ahlâkî, sosyal, ekonomik hayatta erkeğin ortağı, arkadaşı, destekleyicisi yapmak yoludur.



    AİLEDE DEMOKRATİK HAYAT

    Demokrasi, insana değer veren ve onun kişiliğine saygı duyan bir yönetim biçimidir. Demokratik yönetimde insanlar düşüncelerini özgürce açıklayabilirler. İnsanlar arasında karşılıklı saygı ve hoşgörü önemli yer tutar. Demokratik yaşam ise, demokrasi kurallarına uygun yaşayış biçimidir. Demokratik yaşamı gerçekleştirmek için insanların demokrasi eğitimini almaları gerekir. Demokrasi eğitimi ilk önce ailede başlar. Ailede kararlar alınırken aile bireylerinin görüşleri sorulur. Ortak görüş doğrultusunda alınan kararlar uygulanır. Demokratik ailelerde çocuklar da düşüncelerini özgürce söyleyebilirler. Başkalarının düşüncelerine ve haklarına saygı duyarlar. Atatürk, bu konuda şunları söylemiştir: “Çocuklarımızı artık, düşüncelerini hiç çekinmeden açıkça ifade etmeye, içten inandıklarını savunmaya, buna karşılık da başkalarının samimî düşüncelerine saygı duymaya alıştırmalıyız. Aynı zamanda onların temiz yüreklerinde yurt, ulus, aile ve yurttaş sevgisiyle beraber doğruya, iyiye ve güzel şeylere karşı sevgi ve ilgi uyandırmaya çalışılmalıdır.” Ailede demokrasinin öğretilmesi ve yaşanması için iş bölümünün uygulanması gerekir. Böylece demokrasinin gereği olan dayanışma, katılım ve iş birliği ailede uygulanmış olur. Aile bireyleri demokratik davranışlar kazanırlar. Her konuyu özgürce tartışabilen, konuşabilen ailelerde yetişen bireyler, sosyal ilişkilerinde başarılı olurlar. Düşüncelerin özgürce ifade edilmesi, aile bireylerinin ve toplumun gelişmesine katkı sağlar. Demokratik ailelerde, bireyler iyi günlerde oldu€u gibi kötü günlerde de dayanışma içinde olurlar. Bu durum kişilerin kendilerine olan güvenlerini artırır. Onlara mutluluk verir. Aile bireylerinin ve toplumun birlik beraberlik içinde olmasını sağlar. Kişilere demokrasinin gereği olan paylaşma ve dayanışma duygusunu kazandırır.
    Hepimiz mutlu bir aile ortamında yaşamak isteriz. Ailemizin çevrede sevilip sayılmasını arzularız. Bunun için yapılması gereken, ailede demokratik yaşamın gereklerini yerine getirmektir. Baskı, dayak, yalan gibi olumsuz davranışlar, ailede demokratik yaşamı ortadan kaldırır. Sevgisizlik ve güvensizliğe neden olur. Böyle bir ortamda yetişen kişiler; ailelerine, ulusa, ülkeye ve insanlığa yararlı olamazlar.



    OKULUMUZ


    OKULUMUZU TANIYALIM




    Okul, eğitim ve öğretimin yapıldığı yerdir. Yurdumuzda çok sayıda okul vardır. Okulların derslik sayıları, çevrenin gereksinimi ve öğrenci sayısına göre belirlenir. Bu nedenle okul binaları çok katlı veya tek katlı yapılır. Bazı okulların geniş bahçesi vardır. Bu bahçenin içinde ağaçlar ve çeşitli oyun etkinlikleri için ayrılmış alanlar bulunur. Okul binaları içinde, öğrencilerin öğrenim gördükleri bölümlere sınıf ya da derslik denir. Okullarda müdürün, müdür yardımcılarının, öğretmenlerin, memur ve hizmetlilerin odaları bulunur. Bunların yanı sıra kütüphane, laboratuar, spor salonu gibi bölümler de yer alır. Okulun görünür bir yerinde Atatürk köşesi düzenlenir ve okul gazetesi panosu asılır.

    OKULUN ÖNEMİ

    Bir ülkenin ilerlemesi ve kalkınması, eğitim alanındaki başarısına bağlıdır. Toplum yaşamı hızla değişmekte, bilim ve teknoloji sürekli gelişmektedir. Bu nedenle insanların eğitimi daha da önem kazanmaktadır. Okul; bize yaşamımızda gerekli olan bilgi, beceri, iyi alışkanlık ve davranışları kazandırır. Ailemize ve topluma yararlı bireyler olmamızı sağlar. Kendi ulusumuzla birlikte diğer ulusları da sevmeyi öğretir. Okul, bizim iyi yurttaş olmamızı sağlar. Başkalarının duygu ve düşüncelerini anlamayı, onlara saygı duymayı öğretir. İyiyi kötüden, doğruyu yanlıştan, yararlıyı zararlıdan ayırt edebilme bilinci kazandırır. Karar verebilme ve sorunları çözebilme becerilerimizi geliştirir. Okullar yalnızca bilgi aktaran öğretim kurumları değildir. Bulundukları çevrenin bilgi ve kültür merkezleridir. Çevrede yaşayanlar, okulların etkinliklerine katılabilirler. Okullardaki kitaplık, spor salonu, laboratuar, işlik ve atölyelerden yararlanabilirler. Bu yolla okullar; çağdaş, lâik ve yenilikçi insan yetiştirmiş olurlar. Okul yaşamı yeni arkadaşlıkların kurulmasına olanak sağlar. Aynı dersliği, bazen de aynı sırayı paylaşan öğrencilerin arkadaşlıkları uzun yıllar sürer. Öğrenciler, bu arkadaşlık döneminde sevinç ve üzüntülerini paylaşırlar. Başka insanlara karşı da nasıl davranmaları gerektiğini öğrenirler.


    OKULDA UYULMASI GEREKEN KURALLAR





    Toplu yaşanılan her yerde olduğu gibi okulda da uymamız gereken bazı kurallar vardır. Bu kuralları şöyle sıralayabiliriz: • Öğretmenlerimizin sözlerini dinlemeliyiz. • Ödevlerimizi zamanında ve eksiksiz yapmalıyız. • Okulumuzu ve dersliğimizi temiz tutmalıyız. • Arkadaşlarımızla iyi geçinmeliyiz. • Okulda devamsızlık yapmamalıyız. • Okul koridorlarında ve dersliklerde gürültü yaparak başkalarını rahatsız etmemeliyiz. • Derslikte, bir başkası konuşurken sözünü kesmemeliyiz. • Okulumuzun ve arkadaşlarımızın eşyalarına zarar vermemeliyiz. • Okulda çalışanlara yardımcı olmalıyız. • Okul tuvaletlerini temiz kullanmalı, suları boşa akıtmamalıyız. İyi bir eğitim ve öğretim alabilmemiz için okul kurallarına her zaman uymalıyız.

    OKULUN VE OKUL EŞYALARININ KORUNMASI




    Öğrenciler, okullarını ve okul eşyalarını korumalı ve iyi kullanmalıdırlar. Her öğrenci, okulunu evi gibi sevmelidir. Okul içinde ve bahçesinde yerlere çöp atılmamalıdır. Kapı ve pencereler yavaş açılıp kapatılmalıdır. Gereksiz yanan ışıklar söndürülmelidir. İşi bitince musluklar kapatılmalıdır. Okulları ve okul eşyalarını yıpratmamalıyız. Bizden sonra da çocukların bu okullardan yararlanacaklarını düşünmeliyiz. Okulu ve eşyalarını korumak ulusal bir görevdir. Bu görevimizi yerine getirerek iyi bir yurttaş olmalıyız.

    OKULUN ÇEVRESİNİN GÜZELLEŞTİRİLMESİ VE KORUNMASI





    Okul, günümüzün önemli bölümünün geçtiği bir eğitim kurumudur. Okulun bahçesi ve çevre duvarları okul alanıdır. Okul bahçesinde çeşitli ağaçlar, çiçekler ile oyun ve spor alanları vardır. Bahçemizi güzelleştiren bitkiler ile oyun ve spor alanlarını temiz tutmalıyız. Teneffüslerde oynamak ve temiz hava almak için okulun bahçesine çıkarız. Temiz, bakımlı ve düzenli bir bahçede gereksinimlerimizi zevkle karşılarız. Bir sonraki derse mutlu ve dinlenmiş olarak gireriz. Bu da bizim başarımızı artırır. Ağaçsız ve çiçeksiz bir bahçe düşünülemez. Okulu güzelleştirme kolu, bahçeyi ve yakın çevresini ağaçlandırır. Çeşitli çiçekler ve süs bitkileri yetiştirir. Böylece okul ve çevresi daha güzelleşir. Okulu ve çevresini güzelleştirmek kadar korumak da önemlidir. Öğrenciler, oyun ve spor alanlarındaki araç ve gereçleri iyi kullanıp korumalıdırlar. Ağaç ve çiçeklere zarar vermemelidirler. Okulun temizliğinden sorumlu olan görevlilere yardımcı olmalıdırlar. Okul bahçesine çöp atmamalı, atılanları da toplayarak çöp kutularında biriktirmelidirler.

    TOPLUM HAYATIMIZ




    TOPLUM İÇİNDE YAŞAMANIN GEREĞİ VE ÖNEMİ





    İnsanlar, tarih boyunca topluluk hâlinde yaşamışlardır. İnsanları bir arada yaşamaya zorlayan nedenler vardır. İnsanlar; yeme, içme, barınma, giyinme gibi gereksinimlerini tek başlarına karşılayamazlar. Birlikte yaşayarak güçlükleri kolayca aşarlar. Başkalarıyla sevinç ve üzüntülerini paylaşmak isterler. Birbirleriyle iş, aile, arkadaşlık, dostluk ilişkileri kurarlar. İnsanların toplu yaşama istekleri bu gereksinimlerinden doğmuştur. Yakınımızdaki evlerde oturanlar bizim komşularımızdır. Komşular arasında, aynı çevrede yaşamaktan doğan ilişki vardır. Komşular; birbirlerine sevgi, saygı duyar ve yardım ederler. Sevinçlerini ve üzüntülerini paylaşırlar. Atalarımızın dediği gibi “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” En küçük bir gereksinimini karşılamamız bile komşumuzu mutlu eder. Örneğin, hastalanan komşumuza bir tas çorba götürmek onun için önemlidir




    ATATÜRK'ÜN KİŞİLİĞİ





    Mustafa Kemal Atatürk'ün yetişme süreci, O'nun dar anlamda 'kişilik özellikleri', geniş anlamda ' liderlik özellikleri'nin ortaya konulabilmesi bakımından önemlidir. Bilindiği gibi, bir liderin kişiliğinin oluşmasında, yetişmesinde şüphesiz, içinde yaşadığı 'çevre' etkin rol oynamaktadır. Liderin çevresi ise, ailesi, okuduğu okullar, meslek ortamı, yaptığı görevler ve insanlık idealleri ve birikimlerinden oluşur. Bu yazımda, Mustafa Kemal Atatürk'ün aile çevresi ve 'eğitim-öğrenim' ortamının yetişmesine, kişiliğine yaptığı etki ve katkı, Harp Akademisi sonu itibarıyla değerlendirilecektir. O, bir insandı...
    O, 1881 (Rumi 1296) yılında Selanik'te Koca Kasım Mahallesi Islahhane Caddesi'nde bugün müze olan üç katlı bir evde dünyaya geldi. Babası o sırada kereste ticareti yapan Ali Rıza Efendi, Annesi Zübeyde Hanım'dır. Baba tarafından dedesi, ilkokul öğretmeni olan Kızıl Hafız Ahmet Efendi, anne tarafından dedesi ise, Sofu-zade (Sofi-zade) Feyzullah Efendi'dir. Mustafa Kemal'in hem baba, hem de anne tarafından soyu 'Evlad-ı Fatihan', yani Rumeli'nin fethinden sonra buraların Türkleştirilmesi için Anadolu'dan göçürülerek, iskan edilen 'Yörük' veya 'Türkmenler'dendir. Baba soyu, Anadolu'dan gelerek Manastır Vilayeti'nin Debre-i Bala Sancağı'na bağlı Kocacık Köyüne yerleştiler. Aile sonradan 1830'larda Selanik'e göç etmiştir. Ali Rıza Efendi 1839'da Selanik'te dünyaya gelmiştir. Dedesi Ahmet ve dedesinin kardeşi Hafız Mehmet'in taşıdığı 'kızıl' lakabı ve yerleştikleri nahiyenin adı olan 'Kocacık''ın da gösterdiği üzere, Mustafa Kemal'in baba tarafından soyu Anadolu'nun da Türkleşmesinde önemli roller oynayan 'Kızıl-Oğuz Türkmenleri' nden gelmektedir. Anne soyu da Fatih Sultan Mehmet döneminde Anadolu'dan Rumeli'ye göçürülüp, iskan edilmiş olan yörüklerdendir. Bu sebeple aileye 'Konyarlar' da denilmektedir. Tamamen Türk olan Vodina Sancağı'na bağlı Sarıgöl Nahiyesi'ne yerleşen aile, sonradan Selanik yakınlarındaki Lankaza'ya geçmiştir. 1839 doğumlu Ali Rıza Efendi, 1857 doğumlu Zübeyde Hanımla 1870 veya 1871'de evlendi. Altı çocukları oldu: Fatma (1871/1872-1875), Ahmet (1874-1883), Ömer (1875-1883), Mustafa (Kemal Atatürk) (1881-1938), Makbule (Boysan, Atadan) (1885-1956) ve Naciye (1889-1901).
    Kardeşlerinden Fatma dört, Ahmet dokuz, Ömer sekiz yaşlarında, o senelerde Rumeli'yi kasıp kavuran salgın kuşpalazı (difteri) hastalığından çocuk yaşlarında ölmüşlerdir. En küçükleri Naciye on iki yaşında gözlerini hayata kapadı. Aile çevresi içinde şüphesizdir ki, Mustafa'yı etkileyen insanların başında babası ve annesi gelmektedir. Ali Rıza Efendi, bir öğretmen çocuğudur ve yıllarca Gümrük, Evkaf memurluklarında bulunmuştur. Bir ara askerlik mesleği ile ilgilenmiş, Gönüllü askerlere talim yaptırmıştır. Selanik'te kurulan 'Gönüllüler Taburu'nun da kurucuları arasında bulunmuştur. Memuriyeti bırakarak, kereste ticaretine başlayan Ali Rıza Efendi, bu işi sırasında haraç isteyen çetelerle de çatışmayı göze alabilecek yapıda bir insandı. Oğlu Mustafa'ya 'adam olmak için okumak, öğrenmek şarttır. Başka çare yoktur' diyen Ali Rıza Efendi, geniş görüşlü, modern düşünceli, yeniliklere açık aydın bir insandı. Mustafa'yı Mahalle Mektebi'nden alarak, çağdaş bir eğitim kurumu olan Şemsi Efendi Okulu'na vermesi de, onun yenilikçi, parlak kişiliğini göstermektedir. Zübeyde Hanım ise, Ali Rıza Efendi'ye göre daha muhafazakâr bir insandı. Fakat, aydın, bilge bir Türk anasıydı. Çocukları çok sever ve onların üzerine titrerdi. Zübeyde Hanım, doğuştan akıllı bir kadındır. Oğlu Mustafa, annesinin üzerindeki etkisini, fedakarlığını her zaman saygıyla anacaktır. Zübeyde Hanım, güçlü bir beden yapısına sahip olduğu kadar, güçlü bir iradeye de sahipti. Yeterince eğitim görmemiş, ama okumayı yazmayı öğrenmişti. 'Bilge' kişiliklerinden dolayı annesine 'Molla Hanım', kendisine de 'Molla Zübeyde' denilirdi. O, bir insandı...
    1887'de Mustafa, ilk okula gidecektir. Babasının istememesine rağmen, Zübeyde Hanım'ın ısrarları üzerine önce Mahalle Mektebi'ne törenle giren Mustafa, kısa bir süre sonra, Selanik'in şöhretli öğretmenlerinden ve eğitimcilerinden Şemsi Efendi'nin yeni metodlarla alfabe öğretimi yaptığı özel okula yazdırılmış ve esas öğrenimine burada başlamıştır. Mustafa okuyup yazmayı burada öğrenmiş, babasının ölümüne kadar, bu okulun sınıflarını düzenli olarak takip etmiştir. Bu dönemde Mustafa'yı olumlu yönde etkileyen ve onun Atatürk haline gelmesinde çok büyük katkıları olan öğretmenlerinin başında şüphesizdir ki, Şemsi Efendi gelmektedir. Şemsi Efendi, eğitim tarihimizde yeni pedagojik yöntem ve uygulamaları ilk deneyenlerdendir. Öğrencileri bir üst düzey olan Rüştiyedeki öğrencilerden daha bilgili yetişiyorlardı. Atatürk'ün dinde bağnazlığa karşı görüşlerinde, yenilikçi fikirlerinde, disiplin duygularının gelişmesinde Şemsi Efendi'nin öğretim ve uygulamalarının önemli bir payı vardır. Babası Ali Rıza Efendi, yakalandığı 'barsak veremi' hastalığından kurtulamayarak 28 Kasım 1893 tarihinde vefat edince, Mustafa için çiftlik günleri başlayacaktır. Zübeyde Hanım'ın çocuklarını alarak kardeşinin Langaza'daki çiftliğine gidişi, Mustafa'nın öğrenim hayatına kısa bir ara vermiştir. Mustafa Kemal'in kişiliğinin şekillenmesinde rol oynayan dönemlerden biri de onun dayısının çiftliğinde geçirdiği yaklaşık dört buçuk aylık süredir. Çiftlikte geçen bazı olayları bir pedagog gözüyle değerlendiren Prof. Dr. İsmail Hakkı Baltacıoğlu, Atatürk'teki 'yaratıcılık, ağaç ve hayvan sevgisi'nin çocukken yaşadığı bu 'yaratıcı çevre'nin eseri olduğu kanaatindedir. Çiftlik hayatından sonra Selanik'e gelen ve kısa bir süre Mülkiye Rüştiyesi'ne devam eden Mustafa, esasen çocukluğundan beri askerliğe büyük bir ilgi duyuyor ve asker olmak istiyordu. Nihayet asker olmasını istemeyen annesine haber vermeden Selanik Askeri Rüştiyesi'nin sınavlarına girerek başarılı olu. Mustafa, Nisan 1894'te Selanik Askeri Rüştiyesi'nin ikinci sınıfından öğrenimine başladı.
    Mustafa'nın bu okulu, düzenli ve disiplinli bir okuldu. Mustafa, çok kısa sürede öğretmenlerin ve komutanlarının dikkatlerini çeken seçkin bir öğrenci olarak kendisini çevresine tanıttı. Mustafa, Rüştiye'de Matematik dersine merak sardı. Bu derste sınıfın 'müzakerecileri' arasına girdi. Çok sevdiği bu dersin öğretmeni Yüzbaşı Üsküplü Mustafa Sabri Bey, öğrencisinin yeteneklerini sezip, ona 'Kemal' adını vermiştir. Böylece onun kendisinden ve arkadaşlarından farklı ve üstün durumunu tespit etmiş, ona, daha iyiye, daha güzele doğru gitmek için sürekli bir teşvik nedeni sağlamıştır. Ayrıca Mustafa Kemal Atatürk'ün bir lider olarak 'akılcı' ve 'hesap-kitap adamı' olmasında doğrudan rol oynayan bir faktör olarak Matematik sevgisi kabul edilecek olursa, Yüzbaşı Mustafa Bey'in üzerindeki yönlendirici etkisi daha da önem kazanır. Selanik Askeri Rüştiyesi'nde Mustafa Kemal'e özel ilgi gösteren öğretmenlerinden birisi de, Fransızca öğretmeni Yüzbaşı Nakiyüddin Bey'dir. Atatürk, 22 Eylül 1924'te Samsun'da öğretmenlerin verdiği bir çayda Nakiyüddin Bey'le karşılaşmış ve onun hakkında şunları söylemiştir: '...Bununla beraber hatırlamak gerekir ki, gerçek ve fedakar öğretmenler, eğitimciler eksik değildi. Onların bize verdikleri feyiz elbette esersiz kalmamıştır. Şimdi burada bir yüce kişiye rastladım. O, benim Rüştiye birinci sınıfında öğretmenim idi. Bana henüz ilk bilgileri öğretirken gelecek için ilk fikirleri de vermişti. Demek istiyorum ki, ilk ilham ana baba kucağından sonra okuldaki eğitimcinin dilinden, vicdanından, terbiyesinden alınır...' Selanik Askeri Rüştiyesi'nde 1908'e kadar yirmi yıl Fransızca öğretmenliği yapan Nakiyüddin Bey, genç M. Kemal'e bir taraftan geleceğe ilişkin fikirler verirken bir taraftan da, 'sen bu Fransızcanın peşini bırakma' öğüdünde bulunmuştur. Sonradan Mustafa Kemal'in Şam'da kurduğu Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'nin Selanik Şubesinin kuruluşunda, 31 Mart hadisesinin bastırılmasında öğrencisi M. Kemal ile birlikte çalışan Nakiyüddin Bey, Cumhuriyet döneminde Atatürk'ün isteği ile milletvekili adayı gösterilmiş ve üç dönem milletvekili de seçilmiştir. Hayatının sonuna kadar yanından ayrılmayacak olan Nuri (Conker), Salih (Bozok) ve Fuat (Bulca) ile arkadaşlıklarının da geliştiği Selanik Askeri Rüştiyesi'nde genç Mustafa Kemal, sadece okul çalışmalarıyla da yetinmemiştir. Onun bilgisini genişletmek, kültür seviyesini yükseltmek için o günün şartları içinde, çevresinde çıkan yayımları takip ettiği, yarışmalara katıldığı da görülmektedir. Mustafa Kemal, 1895 yılı sonunda, Askeri Rüştiyeyi, 43 aldığı biri hariç, diğer bütün derslerden geçme tam notu olan 45 alarak dördüncü bitirdi. O, bir insandı...
    Mustafa Kemal,1896 yılının 13 Mart günü Manastır Askeri İdadisi'nde lise eğitimine başlar. İdadi'de yatılı ve daha üstün dereceli bir okulun hayat ve öğretim şartlarına kısa sürede intibak eden genç M. Kemal için, artık ömrünün sonuna kadar sürecek olan 'aile yuvası dışındaki hayat' başlıyordu. Bundan sonra ev yaşantısı sadece izin ve tatillerde kısa süreli olabilecektir. Askerlik mesleğinin meşakkatli ve zorlu özelliklerinden de kaynaklanan bu durum, biraz da onun 'bağımsız yaşama' karakterine uygun düşecektir. Manastır'da sınıf arkadaşları sadece Selanik Rüştiyesi'ndekiler değildir. Manastır bölgesine bağlı olan, Üsküp, İpek, İşkodra, Yanya ve Manastır Askeri Rüştiyelerinden gelen gençler de vardır. Bu ortam içinde çeşitli karakter, mizaç ve seviyede genç insanlarla tanışmak, anlaşmak ve onlara kendini kabulettirmek hususunda M. Kemal'in üstün vasıflarının burada da büyük bir rol oynadığı şüphesizdir. Manastır İdadisi'nde Mustafa Kemal, Matematikten yine çok başarılı, Fransızca' dan ise biraz zayıftır. Burada Mustafa Kemal'i en çok etkileyen arkadaşlarından biri olan Ömer Naci, ona edebiyat ve şiir merakı aşılayacaktır. Sonradan İttihat ve Terakki'nin hatibi olacak olan ve genç yaşta Birinci Dünya Harbi sırasında hayatını kaybeden Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovularak, Manastır İdadisi'ne yollanmıştı. M. Kemal hatıralarında şunları anlatıyor: 'O zamana kadar edebiyatla çok temasım yoktu. Merhum Ömer Naci, Bursa İdadisi'nden kovulmuş, bizim sınıfa gelmişti. Daha o zaman şairdi. Benden okuyacak kitap istedi. Bütün kitaplarımı gösterdim. Hiç birini beğenmedi. Bir arkadaşın, kitaplarımdan hiç birini beğenmemesi gücüme gitti. Şiir ve edebiyat olduğuna o zaman muttali oldum. Ona çalışmaya başladım. Şiir bana cazip göründü. Fakat kitabet hocası diye yeni gelen bir zat beni şiirle iştigalden men etti. -Bu tarz iştigal seni askerlikten uzaklaştırır' dedi. Ne var ki, güzel yazmak hevesi ben de baki kaldı.' Bu ikazı yapan Kitabet öğretmeni Alay Emini Mehmet Asım Efendi'dir. Aynı olayı M. Kemal, daha sonraları Ali Fuat Paşa'ya şöyle anlatır: 'Eğer Kitabet hocamız imdadıma yetişmeseydi, ben de şair olup çıkacaktım. Çünkü hevesim vardı. Asım Efendi bir gün beni çağırdı. -Bak oğlum Mustafa dedi, şiiri filan bırak. Bu iş senin iyi asker olmana mani olur. Diğer hocalarınla da konuştum. Onlar da benim gibi düşünüyorlar. Sen Naci'ye bakma, o hayalperest bir çocuk. İleride belki iyi bir şair ve hatip olabilir, fakat askerlik mesleğinde katiyen yükselemez'. Hocamın ne kadar haklı olduğunu hadiseler ispat etti. Çok arzu ettiği halde Naci, erkanı harp (kurmay) zabiti olamadı.' Bu ikaz ve yönlendirmenin Atatürk'ün hayatını ve kaderini doğrudan etkilediğine şüphe yoktur. Fakat, Ömer Naci'nin de Mustafa Kemal'in fikri altyapısının oluşmasında diğer faktörlerle birlikte önemli bir rol oynadığı da kesindir. Nitekim, genç Mustafa Kemal'in dönemin 'vatan ve hürriyet' şairi Namık Kemal ile 'Türkçü' şairi Mehmet Emin Yurdakul'un şiirleri ile tanışmasında Ömer Naci'nin etkili olduğu bilinmektedir. İdadi'de, Namık Kemal'i tanımak, duymak, onun gizlice elden ele dolaşan vatan şiirlerini bulmak, okumak işini Hatip Ömer Naci sağlamıştır. Atatürk, sonradan 14 Eylül 1931'de yaptığı bir konuşmada Mehmet Emin Yurdakul ile ilgili şunları söylemiştir: '...Şair Mehmet Emin Yurdakul'un ilk kez Manastır Askeri İdadisi'nde öğrenciyken okuduğum -Ben bir Türküm, dinim, cinsim uludur' dizeleriyle başlayan manzumesinde bana milli benliğimin gururunu tattıran ilk anlatımı bulmuştum...'
    Tarih öğretmenleri Mehmet Tevfik (Bilge) Bey'in de etkileriyle, gençler Fransız İhtilali'nin temel ilkelerinden biri olan 'hürriyet' kavramı ile de burada tanışacaklardır. Topçu Kolağası Mehmet Tevfik Bey, o dönemin dar Osmanlı tarihçiliği görüşünden uzak, Türk tarihini bütün genişliği ve eskiliği ile kavramış ve öğrencilerine dersini sevdirerek, esaslı tarih bilinci ve kültürü veren bir öğretmendi. Ali Fuat Cebesoy'un, 'değerli ve milliyetçi bir Türk subayıydı. Türk tarihini iyi biliyor ve öğrencilerine tarih zevkini veriyordu. Atatürk, Türk tarihini bütün genişliği ve derinliği ile kavramış bulunan hocasından daima saygı ile söz etmiştir. Bir gün bana: -Tevfik Bey'e minnet borcum vardır. Bana yeni bir ufuk açtı' demiştir' şeklinde tanıttığı Kol Ağası Mehmet Tevfik Bey (1865-1945)'in Atatürk'ün derin tarih bilgisi ve bilincinin oluşmasında baş mimar olduğu kesindir. Atatürk, bu değerli öğretmenine beslediği şükran ve minnete, onu milletvekili adayı göstererek ve Beşinci Dönem Diyarbakır Milletvekili olarak Meclise girmesini sağlayarak karşılık vermiştir. Manastır İdadisi'nin ikinci sınıfına geçen Mustafa Kemal, 1897 yılında Mart'ın ilk günlerine kadar devam edecek izinden faydalanarak Fransızca'sını kuvvetlendirmeyi düşünür ve 1888'de kurulmuş olan Tophane semtindeki 'College des Freres de Salle' (Frerler Okulu)'in özel kurlarına kaydını yaptırarak dersleri düzenli olarak takip eder. Birinci sınıfta kendisini ikaz eden Fransızca öğretmeninin 'acı ihtarlarına' yeniden muhatap olmak istemez. Kendi hatıralarında, 'İki, üç ay gizlice Frerler Mektebi'nin hususi sınıfına devam ettim. Böylece Mektep derslerine nispetle fazla derecede Fransızca öğrendim' demektedir. Bu özel derslerde Mustafa Kemal'in öğretmenlerinden biri Frere Rodriquez (1849-1941)'dir. Bunun anlattığına göre, Mustafa Kemal gayet ciddi, zeki ve çalışkan, elinde daima kitap bulunan bir gençti ve subay olduktan sonra da zaman zaman kendisinden ders almaya geliyordu. Mustafa Kemal, gerçekten İdadi'den başlayarak gençlik yıllarında Fransızca öğrenmeye büyük önem vermiştir. O, 'bir kurmay subay mutlaka yabancı dil bilmelidir, bunun aksini düşünmek büyük hatadır' diyordu. O, bir insandı... Mustafa Kemal, Manastır Askeri İdadisi'ni ikinci olarak bitirip, Pangaltı'daki Harbiye Mektebi'nde yüksek öğrenimine devam etmek için İstanbul'a, Payitahta gelir. Böylece bütün çocukluğu ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Makedonya'dan ilk defa ayrılır. Birikimi ile yeni bir hayata atılacağı, kişiliği ve düşüncelerinin daha da olgunlaşacağı Harp Okulu'na girişi 13 Mart 1899, Apolet Numarası 1283'tür. 'Harbiyeli Mustafa Kemal', buradaki 'Künye Defteri' ne 'Selanik'te Koca Kasım Paşa Mahallesi Gümrük Memurlarından müteveffa Ali Rıza Efendi'nin mahdumu uzun boylu, beyaz benizli Mustafa Kemal Efendi Selanik 96' olarak kaydedilecektir.
    Mustafa Kemal Harbiye'de öğretime başladığı sırada, okul komutanı 24 yıl (1884-1908) bu kutsal yuvaya komutanlık yapmış olan Mustafa Zeki Paşa, öğretim başkanı, o zamanki ismi ile 'ders nazırı', daha sonra Çanakkale'de kendisine kolordu komutanlığı yapacak olan Esat Paşa'dır. Mustafa Kemal, Harp Okulu 1 nci sınıfında 635 mevcutlu Piyade sınıfında bütün derslerden 484 not almış ve 9 uncu olarak ikinci sınıfa geçmiştir. Mustafa kemal 2 nci sınıfta işse 420 arkadaşı arasında toplam 522 not alarak ve 11 nci olarak üçüncü sınıfa geçmiştir. Mustafa Kemal, 3 ncü sınıfta, 459 arkadaşı arasında üç yıllık notlarının toplamı üzerinden Harp Okulu'nu 8 nci olarak bitirmiştir. Mustafa Kemal'in Harbiye'deki arkadaşları öncelikle Manastır İdadisi'nden gelenlerdi. Bunlar arasında, Ahmet Tevfik ilk sırayı almaktadır. Çocukluk arkadaşı, Rüştiye ve İdadi'de de birlikte okuduğu Mustafa Nuri (Conker), Lütfi Müfit (Özdeş), Ali Fuat (Cebesoy), Arif (Ayıcı), Hayri (Tırnovacık), Kazım (Karabekir), Ömer Naci, İsmaik Hakkı (Pars), Kazım (İnanç), Kazım (Özalp), Ali Fethi (Okyar), onu takip eden arkadaşlarıydı. Bunların bazıları kendi devresi, bazıları da kendisinden önce veya sonraki devrenin öğrencileri idi. Mustafa Kemal'in bu arkadaşları arasında daha çok Ahmet Tevfik ile samimi olduğu görülmektedir. Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndaki öğretmenleri arasında, onun kişiliğini etkileyen ve onu hayata hazırlayan çok değerli öğretmenleri olduğunu görüyoruz. Bunlar arasında, sonradan İstanbul Üniversitesi'nde Profesör olan, Türk Tarih Kurumu kurucu üyesi ve Milletvekili olan Fransızca öğretmeni Necip Asım (Yazıksız) Bey, Talim Öğretmeni Rahmi Paşa ve onun maiyetindeki Binbaşı Fazıl Bey, sonra Korgeneral ve milletvekili olan Yüzbaşı Naci (İldeniz) Beyve Teğmen Osman Efendi bulunuyordu. Ali Fuat CEBESOY'un, öğretmenleri hakkında anlattıklarına göre Mustafa kemal, en çok Yüzbaşı Naci Bey'i sayar ve severdi.
    Harbiyeli Mustafa Kemal'in, bu dönemde hem Fransızca'sını geliştirdiği, hem de memleket meseleleri üzerindeki düşüncelerinin daha da olgunlaştığı görülmektedir. O Harbiye'de Namık Kemal ve Mehmet Emin Yurdakul gibi dönemin meşhur şairleri yanı sıra Abdülhak Hamit ve Tevfik Fikret'i de okuyordu. Zamanın felsefe ve fikri akımları ile meşgul oluyordu. Anlaşılmaktadır ki, Harp Okulu eğitimi ve öğrenimi dönemi, Mustafa Kemal'in hem 'vatan, millet, Türklük' fikirlerinin olgunlaşmasında, hem de Batıya dönük 'çağdaşlaşma' düşüncelerinin gelişmesinde önemli bir dönem olmuştur. Ayrıca bu fikirlerini arkadaşlarına da anlatması, okula bu fikirleri yaymak için bir gazete çıkarma girişiminde bulunması, onun daha o dönemde liderlik özelliklerinin gelişmeye başladığını da göstermektedir. O, yine bu dönemde özellikle ilk sınıfta İstanbul'un sosyal hayatı içinde kendisini bulmuş görünmektedir. Mustafa Kemal'in Harp Okulu'ndan 'neşet' tarihi olan 10 Şubat 1902 tarihi, Harp Akademisi'ne girdiği tarihtir. 1848 yılında Harp Okulu içinde 'Harbiye Sınıfları' adı ile kurulan Harp Akademisi, Esat Paşa'nın Harp Okulu Öğretim Başkanlığı'na atanması (1899) ndan sonra, yani Mustafa Kemal'in Harp Okulunda öğrenime başladığı sırada yeni bazı düzenlemeler yapılmıştır. 1902 yılından itibaren Erkan-ı Harbiye Sınıflarından 'Çok İyi' derecede başarı sağlayanlara '', ve 'derecede bitirenlere 'Mümtaz' ünvanı verilmeye başlanmıştır. Bu usul, 1909 yılına kadar devam etmiştir. Mümtazlar arasında '' ihtiyacını karşılamak üzere sonradan 'kurmaylıkları onananlar da çoktur. Mustafa Kemal Akademi'ye başladığı yıl sınıf mevcudu, topçu ve süvari okullarından gelenler ve değişik sebepler dolayısıyla bir üst sınıftan kalanlar ile birlikte 43 kişidir. Atatürk'ün Harp Akademisi'ndeki notları ve ders başarısı şu şekildedir: Sınıf mevcudu kırk iki kişi olan Akademi birinci sınıfta, toplam 580 olan ders notlarından Mustafa Kemal, toplam 479 not almıştır ve başarı sırası 8'dir. Mustafa Kemal'in, Akademi ikinci sınıfında kırk kişilik sınıf mevcudu içinde toplam 480 puan aldığı görülmektedir ve 6. sıradadır. Kurmay Yüzbaşı olarak yeminini 21 Ekim 1904 Cuma günü eden Mustafa Kemal, 11 Ocak 1905 Çarşamba günü Akademiden mezun olmuştur.
    57 nci Dönem Akademi mezunu toplam 37 kişidir. Bunların 13'ü 'Kurmay', 27'si de 'Mümtaz' olmuşlardır. Mevcut bilgi ve belgelere göre Mustafa Kemal Kurmay olarak Akademiyi bitiren 13 kişi arasında 5 nci olmuştur. Mustafa Kemal Atatürk'ün Akademi'deki öğretmenleri arasında kendisini derinden etkileyen öğretmenler vardı. Bu öğretmenler şunlardır: Topçu Feriki (Tümgeneral), Ahmet Muhtar, Kurmay Binbaşı Refık Bey, Kurmay Yarbay Nuri Bey, Pertev Paşa (Demirhan), Kurmay Albay Hasan Rıza Bey, Kurmay Albay Zeki Bey, Kurmay Yarbay Fevzi Bey. Sınıf arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'un anlatımına göre, Mustafa Kemal bu öğretmenlerinden en çok Tabiye derslerine giren Kurmay Yarbay Nuri Beysayıyor ve takdir ediyordu. Nuri Bey gerçekten geniş kültürlü, çağına göre aydın düşünceli, stratejide üstat sayılan bir kurmay subaydı. Aradaki uzaklığı korumakla beraber öğrencilerine karşı içten ve ağabeyce davranıyordu. Yalnız ders vermekle yetinmiyor, genç kurmay adaylarının çeşitli sorularını da cevaplamaktan zevk duyuyordu. Nuri Bey, 'bir kurmay subay, askerlik dışında kalan bilgilerle de donanmış olmalıdır. Yarın hepiniz birer kumandan olacak, sorumluluk yükleneceksiniz.' diyordu. Nuri Bey bir derste öğrencilerine 'Gerilla' hakkında bilgiler vermişti. Mustafa kemal 1911'de Trablusgarp'tan arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a yazdığı bir mektupta, 'Kurmay Yarbay Nuri Bey'in gerilla metotlarını başarıyla uyguladığını yazıyordu.' Gerek kendisinin, gerekse arkadaşlarının anılarından öğrendiğimize göre Mustafa Kemal Akademi'de kültürel çalışmalara çok önem veriyordu. Gazete çıkarmak işi burada Harbiye'den daha düzenli bir şekilde yürütülüyor, kürsüden 'konferans' niteliğinde konuşmalar yapıyor ve bunların metinlerini arkadaşlarına dağıtıyordu. Mustafa Kemal, Harp Akademisi'ne yeni başladığı sıralarda, 26 Haziran 1902 Perşembe günü Ali Fuat CEBESOY'un babası İsmail Fazıl Paşa'nın Kuzguncuk'taki köşkünde misafir ediliyor. O gece orada kalıyor, ertesi 27 Haziran Cuma günü köşke gelen Osman Nizami Paşa ile tanıştırılıyor. Osman Nizami Fransızca ve Almanca'yı (edebiyatı dahil) anadili gibi bilmekte, İngilizce'yi de yanlışsız konuşabilmektedir. O gün tanışıp görüşüyorlar. Osman Nizami Paşa, II. Abdülhamit'in baskı rejimini yumuşatacağına dair hiçbir belirti olmadığına işaret ettikten sonra şöyle diyor: 'İstibdat idaresi, bir gün elbette yıkılacaktır. Fakat onun yerine Batılı manada bir idare gelip memleketi her bakımdan acaba kalkındıracak mıdır? Ben buna inanmıyorum.'
    Mustafa Kemal kuşkuludur. Nizami Paşa Abdülhamit'in adamlarından biri olabilir mi? Kendisinin ağzını arayan bir hafiye midir? M. Kemal, bu olasılıklara karşın gene de düşüncelerini cesaretle söylemeye kararlıdır. Diyor ki: 'Paşa Hazretleri! Garplı manadaki idareler de zamanla gelişmişlerdir. Bugün uyur gibi görünen milletimizin çok kabiliyeti ve cevheri vardır. Fakat bir inkılap vukuunda bugün iş başında olanlar yerlerini muhafaza etmeye kalkarlarsa o vakit buyurduğunuzu kabul etmek lazım getir. Yeni nesiller içerisinde her hususta itimada layık insanlar çıkacaktır.' Osman Nizami Paşa susuyor, olumlu ya da olumsuz hiçbir cevap vermiyor. Aynı günün akşamı ayrılmak üzere veda eden Mustafa Kemal'e şunları söylüyor: ' Mustafa Kemal Efendi oğlum, sen, bizler gibi yalnız Erkân-ı Harp zabiti olarak normal bir hayata atılmayacaksın. Keskin zekân ve yüksek kabiliyetin memleketin geleceği üzerinde müessir olacaktır. Bu sözlerimi bir kompliman olarak alma. Sende, memleketin başına gelen büyük adamların daha gençliklerinde gösterdikleri müstesna kabiliyet ve zekâ emareleri görmekteyim. İnşallah yanılmamış olurum.' Evet, Osman Nizami Paşa yanılmamıştır. Çünkü Mustafa Kemal, gençlik çağlarından beri geleceğin Atatürk'ünden belirtiler ve ışıklar vermiştir. Çünkü O, hep 'yarınların adamı' olmayı hedeflemiş ve daima öyle yaşamıştır. Mustafa Kemal ve Harbiye'den arkadaşı Kırşehirli Lütfü Müfit Özdeş tayin oldukları ilk görev yerleri olan Şam'daki Beşinci Ordu'ya 1905 yılını ilk aylarında katılırlar. Burada iki stajyer kurmay yüzbaşıyı bir çok zorluklar beklemektedir. Görevli oldukları 29 ve 30 uncu alaylar Havran civarındaki bir isyanı bastırmak için Şam'dan hareket ederler. Fakat, esas yapılan iş, bazı personelin bu vesileyle soygun ve talan yapacak olmalarıdır. Bu iki genç kurmay subayı aralarına almak istemezler. Buna rağmen iki arkadaş bu harekata iştirak ederler. Kendi kurdukları düzenin bozulacağından korkan soygun ekipleri, kendi aralarındaki dalavereli hesaplardan bir miktar altını da Lütfü Müfit'e vermek isterler. Müfit, bu altınları almaz ve işi Mustafa Kemal'e haber verir. Ne yapması gerektiğini sorar. Mustafa Kemal Müfit'e, 'bugünün adamı olmak istiyorsan bu altınları al, eğer yarının adamı olmak istiyorsan bu altınları iade et, makbuzunu al ve sakla' der. İşte, tarihin altın sayfalarında kalan insanlar, 'yarının adamı' olmayı tercih edebilenler ve bu irade gücünü ortaya koyabilenlerdir.
    O, bir insandı...
    O, yarının adamı olmayı göze alabilen büyük bir insandı...
    O, Mustafa Kemal'di...

    O, arkadaşı Ali Fuat CEBESOY'a okula ilk geldiği gün, 'Sınıflarımız biraz karanlıktır, fakat, beyinlerimiz ve yüreklerimiz aydınlıktır.' diyen Harbiyeli Mustafa Kemal'di...
    O, yok olmak noktasına getirilmiş bir milleti yeniden var eden, akıl ve bilim temelinde, çağdaş uygarlık yolunda ona yeni ufuklar açan dahi bir asker, devlet ve düşünce adamı idi...
    O, bir Atatürk idi...
    Takdir edersiniz ki, Atatürk ve Onun önderliğinde kurduğumuz Millî (Üniter), Demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti'ni yaşatma ve yarınlara taşıma bilinci ancak, Atatürk'ü doğru anlamak ve doğru anlatmak ile oluşturulabilir, kökleştirilebilir. Büyük Önder'in aramızdan ayrılışının yıldönümünde aziz hatırası önünde saygıyla eğilirken, O'nu ve düşüncelerini daha iyi ve daha doğru anlama ve anlatma azminde olduğumuzu belirtir, saygılarımı sunarım. Dr. Ali GÜLER - Dr. Suat AKGÜL (10 KASIM 2001)







  2. #2
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    2.GEÇMİŞİMİ ÖĞRENİYORUM




    ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI

    ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI -1-




    Prof. Dr. Metin AYIŞIĞI
    Birinci Dünya Savaşı öncesi Osmanlı Devleti siyasal ve ekonomik bakımdan zor durumdaydı. Dıştan gelen saldırgan politik müdahalelere ilave olarak son yıllardaki savaşlar, iç isyanlar ve millî kaynakların tükenmesi, 'Hasta adam' diye nitelendirilmesine neden oluyor, her teşebbüsüne müdahale edildiği gibi, mevcut kapitülasyonlarla varlığı sömürülüyordu. Alman Genel Kurmayı sanayileşmiş, dünya pamuk pazarlarını ele geçirmiş İngiltere'yi yakalamak için '5B' planı yapmıştı. Bu plan: 'Berlin, Belgrat, Bosfor, Bağdat, Bombay'ı kapsayan ve sırasıyla bu B harfi ile başlayan şehirleri kazanarak Bombay'a, pamuk ülkesi Hindistan'a ulaşmayı hedef seçmişti. İttihat ve Terakki, Alman 5B planının gönüllü dişlisi oldu. Devletimiz cehalete teslim edildi. Enver Bey, Cemal Bey birbirlerine vekalet ederken birbirlerini paşa yaptılar. Almanya, Baltık-Türk Boğazları-Basra ekseninde kuracağı bir hatla, Akdeniz ve Hint Okyanusu'na çıkmak istiyor, Osmanlı Devleti'ni, Hint Denizi ve Asya'ya ulaştıran bir köprü olarak görüyordu. 0 yıllar Rusya tam bir sosyal buhran içerisindeydi. Almanlar Rus Marksistlerini finanse ediyor, özellikle Lenin Alman altınlarıyla oynayarak Rusya'daki komünist darbeyi planlıyordu. Buna karşı Fransa ve İngiltere Rusya'ya yardım ederek güç vermeye çalışıyordu. Çünkü Rus ordusu ihtiyacı olan malzeme ve silahtan mahrum bulunuyordu. İngilizlerin kaygısı ise, kuzey ve batıdan gelecek muhtemel tehditlere karşı Boğazların korunması ve kapalı tutulması konusundaki istekleri idi. Fransızlar da, İngilizlerin yanında olduğu gibi, Suriye ve Anadolu'nun güneydoğusuna göz dikmişlerdi. Yüzbinlerce insanın hayatına mal olan böyle muazzam bir savaşa Türkiye'nin katılmasında adeta birinci derecede rol oynayan İttihat ve Terakki Hükümetinin tutumu, savaşının sonunda 'vatana ihanet olarak' değerlendirilmiştir . Savaş sonrası, bu felaketin sorumlu ve suçlularını ortaya çıkarmak için işgal kuvvetleri bir çok tahkikat komisyonları ve mahkemeler oluşturdular. Birinci Dünya Savaşı'ndaki Çanakkale Cephesi, İngiliz ve Fransızların Osmanlı başkenti İstanbul'u ele geçirmek niyetinden dolayı açılmıştır. Böylece müttefikleri olan Rusya'ya Boğazlar yoluyla lojistik yardım sağlamayı, Osmanlı başkentini ele geçirerek Osmanlı'yı Almanya'dan ayırmayı ve Almanya'yı yalnız bırakmayı, henüz savaşa girmemiş Bulgaristan'ı da kendi yanlarına çekmeyi düşünmüşlerdi. Bu amaçla, önce donanmaları ile Çanakkale Boğazı'nı açmayı ve arkadan getirecekleri kara birlikleri ile İstanbul'u ele geçirmeyi planladılar. Türkiye'nin Almanya yanında savaşa girmesi, Kanal harekâtı, Boğaz kalelerinin bombardıman edilmesi ve Gelibolu Yarımadası'na çıkarma yapılacağı belli olunca Kahire, Sydney, Melburn, Wellington ve Londra gibi büyük şehirlerde yayınlanan bazı gazetelerde birden bire şu haberler yayılmaya başladı : 'Türkler Hırıstiyanları toptan öldürüyor. Kadınlara tecavüz ediliyor. Türk askerleri, savaş esirlerine çok kötü işkenceler uyguluyor..' Ancak kısa bir süre sonra tüm bu haberlerin, 'Atina, Selanik' ya da, 'İstanbul'daki güvenilir gizli kaynaklara' dayandırıldığı ortaya çıkınca, olayın aslı anlaşılacaktır. Kısacası bizim 'Komşu, Yunanistan', tıpkı günümüzde olduğu gibi, Türkiye aleyhine propaganda yaparak Avrupa ve Yeni Zelanda kamuoylarını etkileyip, Türklere karşı olumsuz düşünce ve yargıların gelişmesi için çaba harcıyordu . Şüphesiz bu haberler, Gelibolu'ya yollanacaklarını ve Türklerle çarpışacaklarını öğrenen Anzaklar ve özellikle de geride bıraktıkları aileleri üzerinde etkiler yapıp Türkler aleyhine olumsuz yargıların gelişmesine yol açıyordu. İngiliz binbaşı H. M. Alexandr da, 24 Nisan 1915 çıkarması öncesindeki son geceyi, Anzakların ruh halini ve gemilerin bir bayram şenliği içinde Mondros limanından ayrılırken nasıl uğurlandığını şöyle anlatıyor : '... Fransız ve İngiliz gemileri birbirinin yanından geçerken, özellikle çok nazik bir şekilde selamlaşıyorlardı. Ne de olsa ortak bir harekâta girişiyorlardı. Taraflar birbirinin değerlerini takdir etmeyi öğreneceklerdi. İngiliz gemileri geçerken baktım, birinin yan tarafına ve büyük harflerle şöyle yazılmıştı : 'Önce İstanbul'a, Sonra Haremlere Hücum ! ' . Çanakkale Cephesinin Açılma Nedenleri Bilindiği üzere Birinci Dünya Savaşının en yoğun çarpışmaları, Çanakkale Boğazı'nda cereyan etmiştir. Çanakkale Savaşlarına, işgal kuvvetlerini oluşturan askerler şu ülkelerden gelmişti : İngiltere, İrlanda, İskoçya, Avustralya, Kanada, Yeni Zelanda, Fransa, Sudan, Somali, Senegal, Cezayir, Mısır, Hindistan, Nepal, Filistin'den Yahudiler ve Ruslar.. Osmanlı Devleti safında ise, Alman teknik danışman ve subayları yanısıra, Yemen, Kerkük, Sivas, Adana, Tunceli, Edirne, Bursa, Bitlis, Rize, Ankara .. gibi ülkenin dört bir yanından gelen insanlar vardı. Bu yönüyle Çanakkale savaşları, daracık bir yarımadada, göğüs göğüse ve sekiz ay süren tam bir uluslar savaşıdır. Bu savaşlar, Türkler için meşru bir savunma, karşı taraf için tam manasıyla bir çıkmazdı. Çünkü İtilaf Devletleri cephesinde İngiltere ve Fransa kanadının, Rusya kanadı ile bir bağlantısı yoktu. Birbirinden ayrılmış olarak kalan bu iki müttefik grup arasında birleşmeyi sağlamak için en esaslı çare Osmanlı Hükümeti'nin daha tarafsız iken kapatmış olduğu Çanakkale Boğazı'nı ve onu müteakip de İstanbul Boğazı'nı zorlamaktı. Osmanlı İmparatorluğu'nun katılmasıyla geniş bir cepheye yayılan savaş bütün şiddetiyle sürmekteydi. Kendi için kolay bir düşman saydığı Osmanlı İmparatorluğu'nun Kafkas Cephesindeki direnişi, Rusya'yı son derece telaşa düşürmüştü. 19 Ağustos 1914'te Osmanlı Devleti'nin henüz tarafsız bulunduğu sırada Yunan Hükümeti, kuvvetlerini İngiltere'nin emrine vermek suretiyle bir Çanakkale cephesinin açılmasını teklif etti. İngiltere, başlangıçta bunu uygun bulduysa da, böyle bir hareketin Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesini çabuklaştıracağını, bunu Bulgaristan'n izleyeceğini, diğer Balkan devletlerinin aralarındaki anlaşmazlığı düşünen İngiltere, Yunan teklifini uygun bulmadı. Ancak Rusların içinde bulunduğu siyasal ve ekonomik sorunlar, bunların yanısıra Kafkas Cephesindeki Osmanlı taarruzunun önemli bir gelişme kaydetmesi, müttefiklerini hayli düşündürüyordu. Asıl yardım Çanakkale ve Baltık Denizi yoluyla olabilirdi. Öncelikle Çanakkale geçilerek Rusya'ya yardım eli uzatılacak, diğer yandan İstanbul düşünce, Osmanlı İmparatorluğu zayıflayacak , böylece Almanya erken bir yenilgiye mahrum edilecekti. İşte İngiltere-Fransa, sanayi ve açık deniz pazarları ile Rusya'yı birleştirecek tek yol Çanakkale ve İstanbul Boğazlarından geçiyordu. Bu kapıların başında ise vatan savunmasından başka bir düşüncesi olmayan Türk askeri bulunuyordu. Çanakkale savaşlarını iki kısımda ele almak mümkündür. Birincisi Çanakkale ve İstanbul Boğazını donanma ile geçmek isteyen İtilaf Devletlerinin başlattığı 'Deniz Savaşları', İkincisi ise, denizde harekâtında başarılı olmayan düşmanın Nisan ayında başlattığı 'Kara Savaşları' ydı. DENİZ SAVAŞLARI İtilaf Devletleri, bilhassa kilit adam olarak görülen Winston Churchill'in İngiltere Harp Meclisinde 25 Kasım 1914'te gündeme getirdiği Çanakkale Boğazını donanma ile geçme fikrini ortaya atarken gayesi, müttefiki Rusya'nın sıkışık durumunu kurtarmak, Osmanlı Devleti'ni saf dışı bırakmaktı. Ancak kağıt üzerinde zaferi bekleyen Churchill'in tek düşünmediği nokta Türk askerinin vatanı için can vermenin kutsallığını unutması olmuştur. Bu çerçevede İtilaf Devletleri donanmaları 3 Kasım 1914'te kısa bir hücum başlatmış, Türk savunma gücünü ölçmek istemişlerdir. Nihayet 13 Ocak 1915 tarihinde Londra'da toplanan İngiliz savaş meclisi, Çanakkale Boğazı'nın denizden donanma kuvvetiyle zorlanıp geçilmesine karar verdi. Bu aşamada her iki tarafın deniz gücünü ortaya koymaya çalışalım : Türk Deniz Gücü : Osmanlı Devleti I. Dünya Harbine girmeden önce paraları peşin verildiği halde İngiltere'ye ısmarladığı gemileri alamamıştı. Bunlar : Sultan Osman-ı Evvel ve Reşadiye zırhlıları idi. Çeşitli çapta topları ve 22 mil süratleri ile üstün vasıflara sahip olan bu savaş gemilerinin Osmanlı deniz kuvvetlerinde yer almayışı bu muharebelerde eksikliğini hissettirmiştir. Çanakkale Boğazı, savunmaya elverişli bir yapıya sahip olmasına rağmen savunma düzeni açısından çok yetersizdi. Ağır top mevzileri toprak ve taştandı. Ayrıca topların çoğu kısa menzilli ve eski idi. Cephane sınırlıydı. Bütün bu olumsuzluklara rağmen Çanakkale müstahkem mevki kumandanlığına getirilen Miralay Cevat (Çobanlı Paşa) Bey gerekli hazırlıkları süratle tamamlamaya çalışıyordu. 1914-1918 tarihleri arasında Osmanlı deniz kuvvetlerinde muharebe gemisi, 4 kruvazör, 2 torpido, 8 muhrip, 10 torpido botu, 18 gambot ve 17 çeşitli gemi ile toplam 62 adet idi. Buna karşı İtilaf Devletlerinden İngiltere'nin irili ufaklı toplam 101 gemisi, Fransa'nın 33 gemisi ve ayrıca Rusların da 41 gemisi bulunuyordu. Bu durumdan da anlaşılacağı gibi, Türk deniz gücü çok zayıftı. Nihayet, Çanakkale Boğazı toplanmaya başlayan önünde İngiliz ve Fransız filoları Limni, İmroz, Tenedos adalarını kendilerine üs yaptılar. Düşman savaş gemilerinin top atışları, başlangıçta Çanakkale Boğazı'nı kapayan Kumkale ve Seddülbahir bataryalarını yok etmek amacını güdüyordu. Bu sırada doğal olarak savaş gemilerinin uzun menzilli topları, eski ve kısa menzilli Türk kıyı bataryalarının etki alanı dışında kalıyor ve bunların atışlarından zarar görmüyordu. Bu çatışmalarda iki tarafın kullandığı araçlar çok farklı olduğundan, sonuç önceden belliydi. Atışlar kısa süre devam ettikten sonra, Türk kıyı bataryaları ve istihkâmları bir yıkıntı durumuna geldi. İşte 3 Kasım 1914'te başlayan saldırı ancak 19 Şubatta ciddileşti. Amiral Carden idaresinde 12 parçalık bir filo taarruza başlamış, akşama kadar süren bu saldırıda Türklerin giriş tahkimatı ateş yağmuruna tutulmuştur. Ertuğrul ve Orhaniye tabyaları, menzilleri dışındaki mesafeden şiddetli bir bombardıman altına alındı. Bu saldırıda yaklaşık 1100 top mermisi maruz kalan Türk siperleri, ayrıca havadan uçaklarla bombalandı. İkinci saldırı ise 25 Şubat 1915'te başladı. 8 İngiliz ve 4 Fransız muharebe gemisinin yoğun ateşi sonucu Türk tabyaları susmuş, Türk askeri geri çekilmek zorunda kalmıştır. Buna karşılık Ertuğrul tabyasının bir mermisi Fransızlar'ın 'Vengeance' zırhlısının arka tarafına indi. Türk topları, başta Agamemnon zırhlısı olmak üzere diğerlerini yaralayıp püskürtmüş olsa da, İngilizler bunu bir zafer gibi kabul etmişler ve artık Boğazlar'ı rahatça geçebileceklerini düşünmüşlerdir. Fakat tam bu sırada Türk tabyalarının isabetli atışları ve Barbaros ile Turgut Reis rıhlılarının cesaretli müdahaleleri ile İngilizlerin ünlü Agamemnon ve Goliath yara alarak geri çekilmiştir. Türk topçusu görevini büyük bir başarı ile sürdürerek isabetli atışlarına devam ediyordu. Bunun üzerine daha fazla ileriye geçemeyen düşman zırhlıları geri çekilmek zorunda kalmıştır. Düşmanın birkaç kere karaya asker çıkararak Seddülbahir'i baskınla ele geçirme girişimi başarıya ulaşmadı. Çünkü ağır bombardımanlara rağmen bir miktar Türk askeri mermilerin yetişemediği yerlerde kalıyor ve karaya çıkanları geri püskürtüyordu. 2 Mart 1915 günü yeniden saldırıya geçen düşman zırhlılarından 'Conwallis' zırhlısı aldığı ağır bir isabet yüzünden savaştan çekildi. Bu sırada 'Barbaros' zırhlımız da endirekt atışlar yaparak düşman donanmasının en güçlü zırhlısı olan 'Queen Elizabeth' i dövmeye başladı. Bu isabetli darbelere daha fazla dayanamayan İngiliz zırhlısı da geri çekilmek zorunda kaldı. Çağın en güçlü savaş gemilerinden oluşan düşman devletler donanması bütün gücüyle Çanakkale Boğazı'na yüklenmeye hazır durumda beklerken mayın-arama tarama gemileri de Boğaz ağzındaki mayınları temizlemekle meşguldüler. Bu sırada Almanya'dan Edirne'ye trenle ve oradan da güçlükle 2 Mart 1915 günü Çanakkale'ye getirilmiş olan 26 mayın, 7 Martı 8 Marta bağlayan gece küçük Nusret'in güvertesine yüklenmişti. İki gün önce kalp krizi geçiren Nusret'in komutanı yüzbaşı Hakkı Bey, sağlığı nedeniyle yerine bir başkasını görevlendirmeyi öneren Çanakkale müstahkem mevki komutanı Albay Esat Bey'in ısrarlarına rağmen harbin ve ülkenin sorumluluğunu omuzlarında hissederek Nara Burnu'ndan hareket eti. Gecenin zifiri karalığından yararlanan Nusret kalan son 26 mayını Boğaza döktü. Son mayının döküldüğü komutana rapor edilmişti ki, bu ulvî duygu ve manevi sorumluluğun yerine getirilmesiyle oluşan heyecana daha fazla dayanamayan yüzbaşı Hakkı Bey'in vatan için çarpan kalbi durdu. Bayrakları bayrak yapan üstündeki kandır. Toprak, eğer uğrunda ölen varsa vatandır. Tüm hazırlıklarını tamamladığına kanat getiren düşman donanması 17 Mart günü toplu saldırıya geçmiştir. Dünyanın en büyük ve güçlü savaş gemileri Türk tabyalarını cehennemi bir top ateşine tutmaya başlamıştır. Birleşik donanmanın 622 topuna karşılık Türk topçusunun 179 topu bulunduğu bu muharebede düşmanın atış menzili uzun olmasına mukabil Türk topçusunun toplarının kısa menzilli ve eski tip olması düşmana büyük avantajlar sağlamıştır. Türk topçusunun isabetli atışları ve Nusret mayın gemisinin döşemiş olduğu mayınlara çarpan birçok düşman zırhlısı ağır yaralar alarak saf dışı kalmışlardır. En ağır kayıp ise Bouvette olmuş 650 asker gemileriyle birlikte Boğazın karanlık sularına gömülmüşlerdir. Gün boyunca süren çarpışmalar neticesinde savaş gücünün 1/3 ünü kaybeden düşman donanması geri çekilmek zorunda kalmıştır. 9 Mart'taki savaşlar sırasında 'Lord Nelson' ve 'Bouvet' zırhlıları da Hamidiye tabyasından ağır isabetler alarak savaş meydanını terk ediyordu. 18 Mart 1915 Perşembe saat 10 sularında 18 zırhlı ve kruvazör, torpidobot ve mayın tarama gemilerinden oluşan İtilaf devletleri donanması Boğaz'a girdi. Vice Amiral de Robeck'in emrindeki donanma gemilerinden 'Triumph' zırhlısının ilk salvosuyla savaş başladı. Bunu 'Queen Elizabeth, Agamemnon, Lord Nelson, Inflexible' izledi. Albay Wehrle'nin raporuna göre, bu saldırıya 16 büyük savaş gemisi katılmıştır. Bunlar ilk sıra halinde Boğaz'a girmişler ve Boğaz Müstahkem Mevkii tabyalarını sabah saat 10.30'dan başlayarak akşamın 7.00'sine kadar bombardıman etmişlerdi. Sahil bataryaları, düşmanın bu cehennemi ateşine karşı cansiperane bir savunma yapmaya başladı. Şu Boğaz Harbi nedir ? Var mı ki dünyada eşi ? En kesif orduların yükleniyor derdi beşi, Tepeden yol bularak geçmek için Marmara'ya Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya Bu sırada toplarını açık ve savunmasız Çanakkale kasabasına çeviren Queen Elizabeth burasını yakıp yıktı. Türk siperleri ağır bombardıman altında birbiri ardına sarsılıyordu. Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer O ne müthiş tipidir, savrulur enkâz-ı beşer Yeni komutan, İngiliz amirali de Robeck, Türk savunmasının artık gücünü yitirdiğine ve kesin darbenin indirilme zamanın geldiğine karar vererek Fransız filosuna hücum emrini verdi. Birden Hamidiye ve Mecidiye tabyalarıyla, Baykuş ve Dardanos istihkâmları Fransız zırhlılarını ateş altına aldı. Aynı anda ağır bir isabet alan İngilizlerin 'Inflexible' zırhlısı geri çekildi. Hamidiye tabyasından üst üste birkaç salvo yiyerek sarsılan Bouvet, Nusret mayın gemisinin döktüğü mayınlardan birine çarparak battı. Biraz sonra 'Irresistible' da aynı akibete uğradı. Onun yarımına koşan 'Ocean' da Boğazın sularına gömüldü. Bir süre sonra mayına çarpan Inflexible zırhlısı İmroz açıklarında karaya oturdu. Cephaneliklerinden biri isabet alan 'Suffren' infilak ederek saf dışı kaldı. Bu muazzam çarpışmadan iki ay sonra 13 Mayıs 1915'te 'Muavenet-i Millîye' destroyeri İngilizlerin ünlü 'Goliath' zırhlısını batıracak, müttefiğimiz olan Alman denizaltıları da aynı ayın 25. Günü 'Triumph ve Majestic' zırhlılarını deniz dibine yollayacaklardı. Bu büyük yenilgi üzerine düşman donanması geri çekilmek zorunda kalacaktı . Sonuçta 18 mart zaferi, Türk askerinin, Türk topçusunun, mayın filosunun cesaret, azim ve şecaatinin ortak bir eseri olmuştur. Bu arada Muavenet-i Milliye Muhribi, Goliath zırhlısını batırdı. Yüzbaşı Ahmet Bey, gösterdiği cüretle denizcilik tarihine geçmiştir. İngiltere ve Fransa'nın dört denizaltısı,üç büyük zırhlı ve küçük gemileri battı. Büyük miktarda cephane harcamasına rağmen, düşman filosun fazla bir başarı elde edemedi. Kanlı savaşlar sonunda tabya ve bataryalardaki şehit sayısı, Müstahkem Mevki Komutanı Albay Cevat Bey'in raporuna göre 200'ü geçmiyordu. Buna karşılık düşman zayiatı ciddi ve ağırdı. Albay Wehrle ve emrindeki komutanların gözetlemelerine göre Bouvet, Irresistible ve Ocean zırhlıları batmış, pek çok savaş gemisi de yaralanmıştı. Kurtarma çalışmalarına katılan pek çok savaş gemisi de batırılmıştı. Özellikle Hamidiye Tabyası'nın Yüzbaşı Vassidla komutasındaki atışları çok etkili olmuştu. Türkiye'de torpil uzmanı olarak çalışan Üsteğmen Ceehel'in Erenköy Körfezi'ne 18 Mart'tan az önce yerleştirdiği mayınların da bu sonuçta rolü olsa gerektir. Bunun üzerine düşman filosu geri çekilmek ve bu girişimden vazgeçmek zorunda kaldı. 18 Mart, Çanakkale Müstahkem Mevki ve Boğaz Komutanlığı için bir onur günüdür ve öyle kalacaktır. Düşman, filo zorlamasıyla bu boğazı geçmeye bir daha girişmedi. Çanakkale müstahkem mevki Kumandanı Cevad Paşa'ya bu büyük zafer üzerine '18 Mart kahramanı' ünvanı verildi KARA SAVAŞLARI : İtilaf Devletleri deniz harekâtında uğradıkları büyük yenilgi üzerine, karadan taarruza geçerek 'Eceâbad' yarımadasını istila suretiyle Boğaz savunma mevzilerini düşürüp, donanmalarına deniz yolunu açmaya karar verdiler. Bu maksatla Akdeniz Birleşik kuvvetleri başkumandanlığına tayin edilen Ian Hamilton, Amiral Michael de Robeck'le görüşerek kara taarruzuna kara verdi. Bu harekât için 75.000 kişilik beş tümen ayıran İtilaf Devletleri, donanmalarını da 65'ten 95 parçaya çıkardılar. Osmanlı Devleti ise, düşmanın kara harekâtına girişeceğini sezmiş bulunduğundan 5. Orduyu kurmuş, komutanlığına da Alman generali Liman Von Sanders'i tayin etmişti. İşte bu ordunun 19. Tümen komutanlığına da yarbay Mustafa Kemal (Atatürk) Bey getirilmişti. Osmanlı ordusunun kara kuvvetleri başlangıçta 2 tümen iken, şiddetli saldırılar karşısında mevcudu 6 tümen ve bir süvari tugayına çıkarılmıştı. Deniz ve kale komutanlığına da Amiral Von Usedom tayin edildi. İtilaf Devletleri ise, önceleri mevcut küçük birliklerinin sayısını 500 bin askere kadar çıkarmışlardı. Bunların 400 bini İngiliz, 70 bini Fransız, geri kalanı da Avustralya, Yeni Zelanda ve Hint askerleri idi. Gece yapılması kararlaştırılan çıkarmanın tarihi de 25 Nisan olarak belirlendi. Nihayet hazırlıklarını tamamlayan düşman kuvvetleri Boğazın en dar yeri olan 'Seddülbahir' bölgesine çıkarma harekâtına başladı. Çok üstün ateş gücüne sahip düşmanın cehennemi bombardımanı karşısında, Türk tabyaları bir müddet sustu. Fakat birden hemen kıyıya yakın, denizdeki düşman toplarının dövemeyeceği kadar yakın bir tepenin ardından bir yaylım ateşi başladı. Bu, ilk çıkartma yapan düşmanın üç alayına, yani yaklaşık 6000 kişiye karşı 63 neferiyle karşı koyan Ezineli Yahya Çavuş bataryası idi. Düşman komutanına, 'Burası tam teçhizatlı bir tümenle korunuyor, buradan çıkartma yapmak, daha binlerce erimizin ölümüne neden olur, başka bir çıkış yeri arayalım' kararını verdiren bu insan üstü güçle yapılan direniş, sadece Yahya Çavuş ve 63 erinin eseriydi. Dünyada hiç bir insan, ölümünü düşmana bu kadar pahalı ödetmemiştir. Aziz hatıralarına dikilen anıtın kitabesinde şu satırlar yer almaktadır : Bir kahraman takım ve de çavuştular Tam üç alayla burada gönülden vuruştular. Düşman tümen sanırdı, bu bir avuç askeri Allah'ı arzu ettiler, akşama kavuştular Arıburnu Çıkarması ve Conkbayırı Savaşı : Beşinci ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa, çıkarmanın Saroz Körfezi kıyılarına yapılacağını düşünüyordu. Yarbay Mustafa Kemal Bey ise, çok isabetli bir sezgi ile çıkarmanın Arıburnu'na yapılacağını tahmin etmiş ve komutanlarını uyarmıştı. 24-25 Nisanda Arıburnu çıkarması yapıldığı zaman, buradaki Türk birliklerinin sadece bir gözetleme bölüğü vardı. Bunlar cephaneleri bitene kadar çok üstün kuvvetlerle çarpıştıktan sonra çekildiler. Düşmanın amacı, yarımadanın en yüksek ve stratejik önemi olan Kocaçimen tepesini ele geçirmekti. Bunu başardıkları takdirde Boğaz savunma sistemi çökebilirdi. İşte bu son derece kritik anda, 19. Tümen komutanı Yarbay Mustafa Kemal Bey, asıl tehlikenin nerede olduğunu anlamış, ihtiyatta bulunmasına rağmen, inisiyatif kullanarak Kocaçimen Tepesi yönünde hemen harekete geçti. Liman Von Sanders Paşa ise, Mustafa Kemal Bey'in kuzeye hareket etmesini emrediyordu. İşte Çanakkale harekâtının dönüm noktası bu andı. Mustafa Kemal Bey, ya emri uygulayacak ve general Hamilton'un planı başarı kazanacaktı, ya da emirlerin dışına çıkıp, inisiyatif kullanarak kendi yönünde hareket edecekti. Mustafa Kemal, çekilmekte olan gözetleme birliklerini durdurup düşmana karşı vaziyet aldırarak Anzakları durdurdu. Aynı anda 19. Tümene bağlı 57. Piyade alayını derhal o bölgeye kaydırdı. Karaya çıkan düşman 8 taburdan fazladır. Mustafa Kemal Bey'in elinde bu kadar kuvvet yoktur. Fakat derhal süngü taktırır. Bir dakika sonra orada tarihi taarruz emrini verir. '- Size ben taarruz emretmiyorum , ölmeyi emrediyorum. Biz ölünceye kadar geçecek zaman içinde yerimizi başka kuvvetler ve başka kumandanlar alabilir.' Nihayet şiddetli Türk taarruzuyla başlayan kanlı çarpışmaların sonunda düşman kıyıdaki son sırtlara kadar geri püskürtüldü. Bu savaşta en sıkışık anda ilk taarruza geçen 57. Alaydır. Onlardan bu gök kubbede bâki kalan bir hoş sadadır. Çünkü Çanakkale Savaşı'nda 57. Alayın tamamı şehit düşmüştür. Düşmanın kaybı ise 20.000 in üstündedir. Anafartalar Çıkarması Boğazı geçemeyen düşman kuvvetleri, verdikleri büyük kayıplar yüzünden savaştan vazgeçmeyi düşünmeye başlamışlardı. Ancak bu karar Dünya Savaşının sonucunu etkileyebileceğinden harekâtın canlandırılmasına karar verildi. 6 Ağustos 1915 gecesi İngiliz ve Fransız kuvvetleri Anafartalar bölgesine çıkarma yapmaya başladılar. Esad Paşa, Arıburnu kesimi, Kuzey Grubunun başında bulunuyordu. Anafartalar'daki Tümenler Grup Kumandanlığını ise Yarbay Mustafa Kemal üzerine aldı. Güney Grubunun başında da Esad Paşa'nın kardeşi Vehip Paşa bulunuyordu. Bu iki kesimde de aylarca devam eden çok şiddetli çarpışmalar oldu. Bu yeni düşmana karşı koymak için Saroz mıntıkasında bulunan Miralay Fevzi Bey komutasındaki 7. Ve 12. Tümenler getirildi. Fakat Fevzi Bey, bir gün önce kıtaların 40 kilometrenin üstünde yol yürümesi nedeniyle taarruzu 9 Ağustos gününe erteledi. Liman Von Sanders Paşa, hemen geceden hücuma geçilmesini emrettiyse de, Fevzi Bey, askerin çok yorgun ve dağınık bir halde bulunduğundan bahisle, geceleyin toplayıp dinlendirmek ve sabahleyin taarruza geçmek için izin istedi. Bunun üzerine Liman Paşa, Fevzi Bey'i görevden alarak yerine Mustafa Kemal Bey'i getirdi. Mustafa Kemal Bey, derhal tertibat alarak, gerekli emirleri verdi. Bu kumanda değişikliği son derece isabetli olmuş ve ertesi sabah yaptığı mukabil taarruzla düşmanı âdeta olduğu yere mıhlamıştır. O'nun sabaha karşı başlattığı âni taarruz karşısında düşman silahlarını bile kullanmaya vakit bulamadan ezilmiştir. İstediği sonucu almış olan Mustafa Kemal Bey, saldırıyı durdurup, birliklerini Conkbayırı ve Şahin Tepe'ye yerleştirdikten sonra, 16 Ağustos'ta Anafartalar'ın sağ yanından yapılan tehlikeli bir taarruzu da durdurmayı başardı. Böylece düşman 21 Ağustos'ta yenilgiyi kabul etmek zorunda kaldı. 7 Kasım 1915 tarihinde de Çanakkale'den tamamen çekilme kararı alan İtilaf Devletleri, 134.000 insan, 393 ton ve 500 hayvandan oluşan kuvvetini büyük bir ustalıkla aşamalı olarak geri çekmeyi başardı. Gelibolu Yarımadası üzerindeki düşman kuvvetleri 19/20 Aralık 1915 gecesi Anafartalar ve Arıburnu cephesinden, 8/9 Ocak 1916 gecesi de Seddülbahir'den çekilip gittiler. Bu harekât, İtilaf kuvvetlerinin yapmış oldukları ilk ve son başarılı harekât olmuştur. 134.000 asker geri çekilirken, 205.000 İngiliz, 47.000 Fransız askeri hayatını kaybetmişti. Türk birliklerinin kaybı ise 251.300 olarak verilmesine karşılık ATESE arşivi bilgilerine göre 306.882 dir. S O N U Ç İtilaf Devletleri'nin büyük bir hezimete uğramasıyla sonuçlanan Çanakkale Savaşları üzerine yapılan araştırmalarda, bütün dünyanın üzerinde ittifakla birleştikleri esas konu, Türk askerinin mükemmel bir idare altında gösterdiği emsalsiz müdafaa kabiliyetidir. Çanakkale geçilemeyince, bu büyük savaş bir yıpranma savaşı şeklini almış ve iki yıl daha devam etmiştir. Avrupa'nın ekonomi, sanayi ve birçok konudaki dünyaya nispeten var olan büyük üstünlüğü darbe yemiş, sömürgelerdeki halkların millî benlikleri harekete geçmeye başlamıştır. Asya ve Afrika'daki, sömürgelerinde yaşayan Müslüman uluslara, bu zaferle bağımsızlık ve özgürlük tohumları atılmıştır. Şüphesiz Çanakkale'de Türk askerinin kazandığı bu zafer yalnız Türk milleti için değil, yokluk ve esaret altında yaşayan diğer mazlum milletler için de kurtuluş umudu olmuş, mücadelelerini kamçılamıştır. Bu da ileride, dünya siyasal haritasının şeklini değiştirecek gelişmelere neden olmuştur. İngilizlerin gururunu kırmayı, İngiltere ve Fransa gibi iki büyük devleti tek başına, müttefiki Almanya'dan yardım almadan yenmeyi başaran, arkasından da dünya siyasal haritasının değişmesine neden olan Türk ulusudur. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Savaşları nedeniyle, Irak ve Filistin cephelerinde 1 milyona yakın İngiliz ve Fransız askeri, müttefik devletlerin ana cephelerinden uzak tutulmuştur. Yunanistan, Romanya ve İtalya'nın savaşa girmeleri geciktirilmiş ve Bulgarlar'ın müttefik devletler tarafında savaşa katılması sağlanmıştır. Ayrıca 18 Mart 1915'te kazanılan Türk zaferi ve bu zaferi takip eden aylarda kara savaşlarında da İngiliz ve Fransız kuvvetlerinin mağlûb olması, ekonomik ve siyasal buhran içinde olan Rus Çarlığı'nın yıkılmasına ve Türkiye'nin Kurtuluş Savaşı'ndaki büyük bir engelin ortadan kalkmasına neden olmuştur. Yani bir bakıma Türk Kurtuluş Savaşı Çanakkale'de kazanılmıştır. Çanakkale'de İtilaf Devletleri başarılı olup da Rusya yolu açılmış olsaydı, Rusya Karadeniz yoluyla büyük lojistik desteğe kavuşarak tarafsız Balkan Devletlerini zorunlu olarak kendi tarafına çekecekti. Böyle bir durumun ortaya çıkmasıyla savaş önceden bitebilir ve belki de bugün Avrupa haritası daha farklı olabilirdi. Deniz kuvvetleri açısından, Karadeniz'de Yavuz ve Midilli'nin Türk donanmasına katılmaları ile oluşturulmaya çalışılan kuvvet dengesi, Rusların sahip oldukları güçlü, fakat karaya bağımlı donanmaları ile Boğazlara yönelik harekât girişimlerini caydırmıştır. Böylece Osmanlı İmparatorluğu, iki cephede birden savaşmaktan kurtularak, kara kuvvetlerini Çanakkale'de toplama imkânı bulmuştur.


    ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE SONUÇLARI -2-




    Çanakkale savaşları ve sonucunda kazanılan büyük Türk zaferi için, aradan geçen 85 yılda çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunların için de Avrupalı siyasî tarih yazarlarının verdiği hüküm en doğru ve en isabetli olanlarından biridir: 'Malazgirt zaferinden beri Türklerin yaptıkları 254 savaşın en büyüğü Çanakkale'dir...' Bu hükme varan Batılı tarihçilerin değerlendirmeleri hiç şüphesiz Türklerin Avrupalı devletlere karşı kazandıkları zaferler açısından daha doğrudur. Çanakkale Zaferi'nden bir yıl önce Türk ordusu, tarihinin en büyük hezimetini yaşamıştır: Balkan Savaşı. Bu yenilgi sonucunda üç hafta içerisinde bugünkü topraklarımızın 1/5'inden daha fazla toprak 167.000 km2, 33 il, 158 ilçe, 6.5 milyon nüfus, bir başka ifadeyle Meriç Nehri'ne kadar Avrupa'daki toprakların tamamı kaybedilmiş ve ordu da elden çıkmıştı. İşte bu büyük darbeden sonra Türk ordusu gerçek anlamıyla ordu olabilmek için büyük bir çabaya girişti. Bir yıllık sürede, yüzüne sürülen kara lekeyi silecek duruma ve Çanakkale Zaferi'ni kazanacak güce erişti. Kazandığı zaferle Türk'ün gerçek kudret ve kabiliyetini ortaya koydu. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Gerçekten de bu savaşların da içinde bulunduğu Birinci Cihan Savaşı Türk İmparatorluğu topraklarının Batılı emperyalist güçler tarafından taksimi yolunda varılan antlaşma üzerine çıkmıştır. Savaş devam ederken ve Çanakkale dünyanın en güçlü dev donanmaları tarafından zorlanırken Rus çarına verilen teminat da bunu ispatlamaktadır. Rusların hariciye nazın Sazanof'un İngiltere ve Fransa'ya verdiği ve Çanakkale'de Türk zaferinden çok kısa bir müddet öncesinin tarihini taşıyan notanın şu ifadesi bunu göstermektedir. ' ... İstanbul ve Boğazlar meselesi kesin olarak ve Rusya'nın tarihî arzularına uygun bir surette artık çözülmelidir... Eğer İstanbul şehri, Boğaziçi'nin, Marmara denizinin ve Çanakkale boğazının batı sahili ve gene Midye-Enez çizgisine kadar Güney Trakya, daha başından, Rusya imparatorluğunun kısımları arasına sokulmazsa her türlü çözüm şekli yetersiz ve devamsız olacaktır. Gene, stratejik sebep ve lüzumdan ötürü Boğaziçi ile Sakarya ırmağı arasında ve İzmit Körfezi üzerinde tayin edilecek bir noktada Asya sahilinin bir kısmı, Marmara'daki adalar, İmroz ve Tenedos adaları da Rus imparatorluğunun parçaları arasına sokulmalıdır.' Bu notadan sonra Rusya'nın kesin teminat istemesi Üzerine İngiltere ve Fransa 12 ve 14 Mart 1915'de bütün Rus isteklerini kabul ederek Anadolu ve Balkanlar Türkiyesi'ni Rusya'ya vermeye razı olmuşlardır. Cihan savaşının son yıllarında Rusların yayınladığı 'Anadolu'nun Taksimi' adlı eserde bütün bu taksim belgeleri ve yapılan gizli ve açık antlaşmaların metinleri vardır. Ancak, 18 Mart 1915'-de kazanılan Türk zaferi ve bu zaferi takip eden aylarda kara savaşlarında da İngiliz ve Fransız kuvvetlerini unutamayacakları bir yenilgiler zinciri içinde mağlûp etmemiz, Rusya'da Çarlığın yıkılmasına ve Türkiye'nin İstiklâl Savaşındaki büyük bir engelin ortadan kalkmasına sebep olmuştur., yani bir bakıma Türk İstiklal Savaşı Çanakkale'de başlamıştır. Mehmetçik, 1915'te Çanakkale'de, vatanı işgale kalkışan güçlü düşmana karşı direnip destanlar yaratarak, ulusun kara yazgısını değiştirebilmiştir. Eğer dönemin süper güçleri amaçlarına ulaşsa ve Çanakkale geçilebilseydi, kuşkusuz modern tarihimiz çok farklı yazılacaktı. İtilaf Devletlerinin, Çanakkale mağlûbiyetinin nedenlerini araştırırken, savaş planının iyi hesaplanarak hazırlanmamış olması, istenilen cephanenin zamanında temin edilememesi, kumandanların birçoğunun tecrübesizliği, komuta merkezinin uzakta bulunması, arazinin tanınmaması gibi faktörlerde bulmaya çalışıyorlarsa da, esas neden Türk askerinin müdafaa sahasındaki üstün kabiliyeti ve kuvvetlerin mükemmel idare edilmeleri olmuştur. General Ian Hamilton 'Gelibolu Günlüğü' adlı hatıratında şöyle demektedir : 'Karaya çıkardığımız birliklerle eşgüdümlü çalıştığımız halde başarılı olamamamızın asıl sebebi, bizim işgal için savaşmamız, Türklerin ise vatanlarını canla başla savunmalarındandı. Temmuz ayı başında 400 metrelik bir arazi parçası 17.000 zayiatla ele geçirildi. Böyle kanlı bir başarı başka hiçbir cephede görülmemiştir.' Çanakkale savaşlarında, Churchill başta olmak üzere dönemin tüm sivil ve askeri yöneticileri tarafından Türklerin savaş gücü önemsenmemiştir. Bunda, iki yıl önce Balkanlar'daki yenilgisini hesaba katarak hemen dize getirileceği ve kolayca Çanakkale Boğazı'ndan geçeceklerini hesaplamışlardır. Ancak onların asıl unuttukları Türk askerinin diğer orduların askeriyle kıyas kabul edilemez olan yüksek manevi gücüydü. İtilaf Devletleri, Türk kuvvetlerinin son yıllarda, özellikle Balkan Savaşlarında gösterdiği başarısızlıklar nedeniyle karşılarındaki gücü küçümsemişler, bunun bedelini de çok ağır bir şekilde ödemişlerdir. Çanakkale Zaferi ile Türk askeri Balkan Savaşı sonundaki ezikliğini üzerinden atmış, can çekişen bir imparatorluk içerisinde kahraman bir milletin varlığını bütün dünyaya göstermiştir. Bu bakımdan Türk'ün Avrupa'da itibarının yeniden artması Çanakkale müdafaası ile başlar. Gerçek bir ibret tablosu ve Türk Milleti için de haklı bir iftihar destanı olan bu savaş, siyasal ve askeri yönlerden olduğu kadar inancın, moral gücün değeri bakımından ele alınarak, genç kuşaklara çok iyi anlatılmalı ve öğretilmelidir. Milletler savaşları, araç ve gereçleri zamanın teknolojisi ile kaynaştırarak yapmışlardır. Ancak bunları gerçekleştiren yine insanlar olmuşlardır. Yani muharebe meydanlarında savaşı kazanmak için biricik gücün teknolojik araç ve gereç üstünlüğü olmadığı ortaya çıkmıştır. İşte Çanakkale savaşları bunlara en güzel örneği teşkil etmektedir. Dünyanın en güçlü silah ve teknolojisine sahip birleşik düşman orduları, önce savaş gemileri desteğinde saldırılarını sürdürmeleri karşısında Türk milleti, şehit düşmek veya gazi olmak düşüncesi ile vatanına düşman ayağı bastırmamak için büyük fedakârlık ve cesaret örneği sergilemiştir. İstanbul'daki Amerikan büyükelçisi Henry Morgenthau'nun anılarında ifade ettiğine göre, İngiliz Deniz Bakanlığı, beş yüzden fazla Türk topunun ateş ettiğini sanmıştır. Oysa müttefiklerin gemi küpeştesinden seyrettikleri manzara, Türk dehasının tarihe intikalinden başka bir şey değildi. Düşmanı aldatabilmek için tabyalara yüzlerce soba borusu yerleştirilmiş ve ağızlarına konulan barut ateşlenmiştir. Barutun parlayışını, düşman filosunun kumandanları, hakiki top sanmışlardı. Ama İngiliz amirali de Robeck'in şaşkınlığı bir başka idi. Dünya savaş tarihinde müstesna bir yere sahip olan bu muazzam savaş, bir macera değil, bir 'nefs-i müdafaa',düşmanların değil işgal etmesine, geçmesine dahi izin verilmeyen, baştanbaşa Türk insanının kanıyla sulanan ve her metre karesinde bir kahramanlık destanı yazılan toprakların öyküsüdür. Bir milletin kaderini değiştirecek, dünyaya bir daha ender gelebilecek bir büyük kahramanın, Atatürk'ün milletiyle tanıştığı bir büyük savaş.. Binlerce şehidin kefensiz yattığı bu topraklar, Çanakkale'nin geçilmez olduğunun en yakın şahididir. Çanakkale destanını yazan 300.000 den fazla Türk evladı bu vatan toprağı uğruna kanlarını çekinmeden seve seve vermiş, şehit düşmenin gururunu taşıyan binlerce isimsiz kahraman gerçekleştirdiği bu zaferle askeri tarihimizin altın sayfalarındaki onurlu yerini almayı başarmıştır. Ancak kendisine karşı acımasızca saldıran düşmanı ise aziz Anadolu toprağının bu kutsal bölgesinde misafir etmenin şerefini Atatürk'ün şu sözleriyle bir kere daha ispatlamıştır. ' Bizim karşımızda kahramanca çarpışarak topraklarımızda can veren, şehit Mehmet ile koyun koyuna yatan Anzaklar, bu topraklarda huzur içinde uyuyunuz. Sizler artık bizim evlatlarımız olarak ebediyete kadar misafirimizsiniz.' Bazı yazarlar, Çanakkale Savaşlarını değerlendirirken, Türklerin de, Anzakların da inandıkları ilkeler ve kutsal bildikleri değerler için çarpışıp kan ve canlarını vermekten kaçınmadıkları şeklinde yorumlamaktadır . 0 zamanki düşmanlarımız çocuklarını asker ve milletin en asiline teslim ve emanet etmişler. Ama, neden bu macera? Onlar kem-küm diye laflarken, Gelibolu'da Fransız mezarlığını ziyaret eden bir Türk öğretmeni gerçeği dile getirivermiş: -Size biz mi gelin dedik ? Biz mi ülkelerinizdeki sevdiklerinizi azap ve gözyaşına boğmanızı istedik? Ya, bizim evlatlarımızın ne günahı vardı ? Onlar görevlerini vatanlarını müdafaa, sizler istila için yüklenmiştiniz. Artık müsterih uyuyunuz. Tarihe bakıldığı zaman görülür ki, Türk Milletinin savaş sırasındaki cesaret ve kahramanlığı, mağlûpları karşısındaki asilâne tavrı, itaati altına girenlere uyguladığı insanî davranışı, onların sadece kendileri için savaşmayıp, medeniyetten bütün dünyayı nasipli kılmayı amaçladıklarına işaret etmektedir. Gazi Mustafa Kemal Paşa da Çanakkale'deki Türk askerini Ruşen Eşref Bey'e şöyle tasvir etmektedir : 'Biz ferdi kahramanlık sahneleriyle meşgul olmuyoruz. Yalnız size Bomba Sırtı olayını anlatmadan geçemeyeceğim. Mütekabil siperler arasında mesafeniz sekiz metre, yani ölüm muhakkak ... Birinci siperdekiler, hiç biri kurtulmamacasına kâmilen düşüyor. İkincidekiler onların yerine gidiyor. Fakat ne kadar şâyân-ı gıbta bir itidâl ve tevekkülle biliyor musunuz ? Öleni görüyor, üç dakikaya kadar öleceğini biliyor, hiç ufak bir fütur bile göstermiyor, sarsılmak yok ! Okuma bilenler, ellerinde Kur'an-ı Kerim, cennete girmeğe hazırlanıyorlar. Bilmeyenler, Kelime-i Şahadet çekerek yürüyorlar. Bu, Türk askerindeki ruh kuvvetini gösteren şâyân-ı hayret ve tebrik misaldir. Emin olmalısınız ki Çanakkale muharebesini kazandıran bu yüksek ruhtur.' 5. Ordu komutanı Liman Von Sanders Paşa ise hatıratında şöyle demektedir : ' Çoğu zaman yarı çıplak, yarı açtılar. Haşlanmış buğday yiyorlar, sıhhi vasıflardan mahrum su içiyorlardı. Taş üzerinde yatıyorlar, fırtınaya, soğuğa yağmura karşı pek de korumalı olmayan siperlerde, çamur içinde yaşıyorlar,fakat dünyanın en ileri vasıta ve imkânlarına sahip düşmanlarını buldukları zaman arslanlar gibi dövüşüyorlardı. Çanakkale'yi bir asker olarak anlatmak imkânsızdır. Manevi kuvvetten ve vatan aşkından yoğrulmuş bir insan yapısı nasıl tarif edilebilir ki ? Türk askeri gösterişsiz, mütevazi, mütevekkil ve sessiz, hakiki bir Anadolu çocuğu.. Bu insanların kalplerinde sadece ve sadece yüce bir vatan sevgisi vardı. Bu ne gösterişsiz yurt sevgisiydi. Arkalarında fakir bir vatan toprağı bulunan bu insanlar savaş sırasında birer kahramandılar. Ölüme bunlar gibi gülerek giden bir başka millet yoktur. Bu hasletlerinden dolayıdır ki hürriyetlerini en ağır bedelle ödüyorlar, esaret bilmiyorlardı.' 86 yıl önce bugün, onlar 'Ağuşunu açan peygamberlerine' kavuştuklar ve 'Yedi kandilli Süreyyanın' üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu savaşlarda her iki tarafın insan kaybı 570 binin üstündedir. Türkiye'nin toplam kaybı gazi ve şehit olarak 255.000 civarındadır. Eskilerin 'Melhâme-i kübra' olarak adlandırdıkları Çanakkale muharebeleri âdeta bir subaylar savaşıdır. Kısa bir hesap: 259 günde verilen 570 bin zayiatı yine günlere bölerseniz, gün başına 2200 asker düşer. Bizim günlük kaybımız ise 969 kahramandır. Başka bir deyimle her gün 969 aileye kara haber ulaştırmışızdır.3,5 yıl süren Kurtuluş Savaşı'nda en güçlü olduğumuz dönem olan Büyük Taarruzda ancak 200.000 kişilik bir ordu yapabildiğimiz anımsanırsa Çanakkale Zaferi'nin bedeli daha iyi anlaşılır. Türkiye bu muazzam savaşta, yüksek tahsilli subay namzedi ve ihtiyat subaylarından 10.000 den fazlasını şehit verdiği gibi, 70.000 kadar da meslek sahibi rüştiye mezunu bu topraklar için canlarını feda etmişlerdir. Mektebi Sultani yani Galatasaray Lisesi'nin 1915 senesinde mezun olmuş talebesi yoktur. Zira Çanakkale'de şehid vermekten lisede mezun vermeye imkân kalmamıştır. Bu savaştaki her on şehidimizden biri asteğmendir. Demek ki Çanakkale'de 25 bin lise ve üniversite mezunu kaybetmişiz. Bizim kaybımız, doğu ve batı kültürüne hakim, Arapça, Farsça, Fransızca bilen (yahut İngilizce), meslek sahibi, yedek subayların şehadetiyle çok büyüktür. Türkiye'nin bugün bile yaşamakta olduğu yetişmiş insan sıkıntısının temelinde Çanakkale Savaşları vardır. İttihat Terakki'nin, cinayet çapında şuursuzlukla, yetişmiş insanları imha etmesi vardır. Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin ilanından sonra yıllarca sıkıntısı çekilen yetişmiş insan gücü, idareci, eğitimci ve diğer branşlardaki eleman noksanlığı ve bunun doğurduğu sonuçları, Çanakkale savaşlarında verdiğimiz şehitlerin sayısında aramak gerekir. Çanakkale Zaferi, dünyaya Türk'ün tükendiği sanılan gücünün henüz tükenmediğini, artık tarihsel işlevini tamamlandığını sandıkları Türk'ün, koşullar ne kadar zor olursa olsun, daha çok şeyler başarabilecek güç ve inanca sahip olduğunu göstermiştir. Karşımızdakiler bir devletin çöküşüyle ulusun inanç ve gücünün çöküşünün farklı şeyler olduğunu burada anlamışlardır. Türk'ün devleti çökebilir, ama kendisi çökmez. Dünya sahnesindeki rolünü bırakmaz. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, ümmetçiliği iflas ettirmiş, Panislamizm fikrini çökertmiş, söndürmüştür. Yerine, Türk ''milliyetçiliği'' fikrini alevlendirmiştir. Bunun uygulanabilir olduğunu, gerçek olduğunu kanıtlamıştır. O dönemde bugünkü Irak, Suriye, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri topraklarımız içindeydi. Savaş başlayınca cihad-ı mukaddes ilan edilir, ancak bunun olumlu hiçbir etkisi görülmez. Türk unsurunun dışındaki Osmanlı uyruğu olan öbür Müslüman unsurlara İngiliz altını ve İngiliz vaatleri Osmanlı'nın ilan ettiği mukaddes cihattan daha sıcak gelir ve Osmanlı Türk'ünü arkadan vururlar. Çanakkale muharebeleri sırasında da daha acısı yaşanır: İngiliz ve Fransızlar sömürgeleri Müslüman ülkelerden, Hindistan'dan yani bugünkü Pakistan'dan, Fas, Tunus ve Mısır'dan, Senegal ve diğerlerinden önemli sayıda Müslüman asker getirirler ve bunları Türklere karşı savaştırırlar. Hatta bizim cephelerdeki Mehmetçikleri etkilemek için yüksek sesle ezan ve Kuran bile okuturlar: İşte bu tablo gerçeği görmemizi sağlar. Böylece gerek Osmanlı devletinin son dönemine, gerekse T.C. Devletinin ulusal politikasına yön vermiş olur. Ayrıca bu zafer, bugün dahi bu hayalin peşinde koşanlara, İslam birliğini ideoloji olarak benimseyenlere, ulus gerçeğini inkâr edip ulusu ümmetleştirmeye çalışanlara, düşüncelerinin çürüklüğünü gösteren tarihsel bir kanıttır. İşte Çanakkale Zaferi bunun için önemlidir. Çanakkale Zaferi, Mustafa Kemal'in ordu içinde olduğu kadar tüm milletçe de tanınmasına vesile olmuştur. Bu suretle Türk milleti, 1699'dan beri makus istikamette gelişen tarihini yenecek olan liderlerini bulmuştur. Ordu ve millet, Anafartalar kahramanının bu işi başaracağına inanmış ve onun ardından gittikçe büyüyen bir kütle halinde yürümüştür. İşte bu güven, Atatürk'ün Milli Mücadele'yi zaferle sonuçlandırmasında, genç, dinamik ve yepyeni modern bir devlet kurmasında en büyük ilham ve kuvvet kaynağı olmuştur. Hafızalarda taze kaldığını ümid ettiğimiz bir diğer şaşılacak cesaret numunesi de o yiğit teğmenimizin bir gecede bir otomobil lastiği alacak kıymette sahte banknot imal ederek Musevi teb'a ile yaptığı alış-veriştir. Çanakkale'nin ruhunu hülasa eden sadelik içinde gizlenmiş muhteşem vak'alardan biri olan bu meşhur para menkıbesinin en dikkate değer tarafı merhum teğmenin taklid banknotun arkasına yazdığı ibaredir: 'Bedeli Çanakkale'de.' Devrin kâğıt paralarının arka yüzünde devlet teminatı olarak 'bedeli Dersaadet'te' klişesi bulunduğu için fedakâr asker de 'Bedeli Çanakkale'de' yazmıştır. Bizler bugünlerin nesli olarak aziz şehitlerimiz ve gazilerimizin şanlı hatıraları için neler yapabildik ? Çanakkale Zaferi ve Savaşları üzerine yazılmış kaç tane roman, senaryo sayabilirsiniz ? Nerede Çanakkale Zaferi üzerine çekilmiş filimlerimiz ? 86 yıl önce bugün, onlar 'Ağuşunu açan peygamberlerine' kavuştuklar ve 'Yedi kandilli Süreyyanın' üzerlerine nur serpiştirdiği Mehmetçiklerimizin o emsalsiz destanlarının başladığı gündür. Nice rahmet ve nice hesaba-kitaba sığmaz şükran ve fatiha borcumuzdur ki eda oluna... Ve de, şimdi. Bu zaferleri bizlere armağan eden kahramanları rahmet ve minnetle anıyoruz. Bugün güvenlik güçlerimizden şehit düşenlerin ailelerini, gazilerimizi unutmamalıyız. Onların geride bıraktığı maddi sıkıntılar içinde olan ailelerine sahip çıkmak bir vefa borcudur. Bu vefa borcunu yerine getirdiğimiz ölçüde, acıları bir nebze olsun dineceği gibi, gelecek nesillerin daha şuurlu hareket etmesi sağlanacağı muhakkaktır. Bu aziz vatanın topraklarını kanlarıyla sulamış, bayrak bayrak kutsallaştırmış şehit ve gazilerimizin ölümsüz hatıraları önünde bir kez daha saygı ve minnetle eğiliyoruz. Ayrıca bu muazzam muharebelerde tarih sahnesine çıkarak bir güneş gibi doğan eşsiz kahraman Gâzi Mustafa Kemal Atatürk'ün, bütün komutan ve silah arkadaşlarının da manevi huzurunda engin saygılarımızla eğiliyor, onları rahmet ve minnetle anıyoruz

    EL SANATLARIMIZ




    ÇİNİ SANATI






    Dr. Hatice Aksu
    Geleneksel Türk Sanatlarından olan çini, genellikle mimari yapıların, cami, köşk. saray, çeşme, türbe ve benzeri yapıların iç ve dış süslemelerinde kullanılmış bir seramik ürünüdür. Çinilerimiz tür olarak ikiye ayrılır.

    1- Duvar çinileri, batılıları Tile-Art dedikleri bu türe eskilerimiz Kaşi demişlerdir.
    2. Evani denilen bu tür tabak, vazo, kupa, kase, sürahi, bardak ve benzeri seramik ürünlerinden oluşmaktadır. Bu türe halen kullanma seramikleri demekteyiz.

    Türkler çok eski zamanlardan beri , binalarını, çinilerle süslemeyi tercih ediyorlardı. Özellikle İslamiyeti, kabul eden Karahanlılar (955) devleti döneminde mabetlerini çinilerle süslemeye başlamışlardı. Bu tercih Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçukluları Zamanında gelenek halini almış ve daha sonraları Osmanlılar döneminde de devam etmiştir. Selçuklu çinilerinin özelliklerinden kısaca bahsetmemiz gerekirse, bunların kare veya dikdörtgen, altıgen şekillerinde olduklarını ve bir yüzlerinin, mavi, lacivert, toprak sarısı, turkuaz, siyah, kahverengi gibi sırla karıştırılmış renklerle boyanıp pişirilmiş olduklarını ve alçı veya horasan harç üzerine aplike edilmiş, mozayik şeklinde yapılmış süslemeler olduklarını söyleyebiliriz. Zamanla geliştirilen bu mozayik tekniğine Kufi tarzı yazılar ve rumi motiflerde katılmıştır. Tarihi dönemlerde gelişme gösteren Türk çini Sanatı 16. yüzyılda İznik çinileri ile zirveye ulaşmıştır.

    Çini, ortaya koyduğu çok renkli geniş yüzey olanlarını kaplama özelliği ve kalıcılığı ile Türk süsleme Sanatının en önemli unsuru ve malzemesi olmuştur. Camiler, medreseler, türbeler ve özellikle mimarisine çini ile mimari ifadeler kazandırmıştır. Çini süsleme 3 ana özelliği ile önemi açıklanmaktadır.

    1 Çok renklilik: Çini süsleme ile renk unsuru çok renkli olarak mimari ifadeye katılan bir boyuttur.
    2. Geniş yüzey alanlarını kaplama özelliği Genellikle kare levhalar halinde yapılan çiniler süsleme materyalini verir. Birkaç metrelik panolar halinde hazırlanan düzenlemeler yanında özellikle tekrarlanan süslemenin yer aldığı geniş yüzey alanı kaplamıştır.
    3- Kalıcılık: 900°C dolaylarında bir ısıda fırınlarda pişirilen çini levhalar, çiniyi süslemenin en kalıcı unsuru haline getirmiştir. Çini üzerinde yer alan süsleme desen olarak sonsuzluğa uzanan bir süreklilik kazanır.

    Türk çini Sanatında yeni tekniklere geçme, form ve Sanat zevkini ve yetkinliğini bozmadan geri götürmeden sürekli artan isteği daha kısa sürede karşılayacak yeni üretim teknikleri ve imkanlarının araştırılması ve bunların uygulanması ile mümkün olmuştur.
    Uygulama teknikleri sırası ile:
    1- Mozaik çini tekniği.
    2- Renkli sır tekniği
    3- Sır altına boyama tekniği.
    1- Mozaik Çini Tekniği:
    Türk çini Sanatında yaygın olarak kullanılan en eski teknik olan bu tekniğin kaynağını sırlı tuğla süslemenin aldığı söylenebilir. Mozaik çini tekniği 13.yy da Anadolu Selçuklu çini Sanatına kişiliğini kazandıran ve Osmanlı döneminin varlığını 15.yy'ın sonuna kadar sürdüren bir çini tekniği olmuştur.
    2- Renkli sır tekniği:
    Ana teknik özelliği süslemenin, süsleme örneğinin doğrudan çinkolu saydam olmayan renkli sır ile yapılmasıdır. Bu teknikte levha üzerinde renkli sır ile boyama söz konusudur, renkli sır tekniğinde levha üzerinde süsleme örneğinde krom oksit bir bileşimle tekrar çizilmiş, kontür olarak verilmiş bu şekilde fırınlanan renkler birbiri içine akması önlenmiştir.
    3- Sır Altına Boyama:
    13.yy’da Anadolu Selçuklu'da kullanıldığı gibi, 16.yy'ın ikinci yarısında Osmanlı'da gelişmesini tamamlayan bir çini tekniğidir.
    4- Perdah Tekniği:
    Bir sır üstü tekniğidir. Beyaz astarlı renksiz saydam sırlı levhalar üzerine altın ve gümüş tozları ile süsleme yapılıyor ve fırınlanıyor.

    EBRU SANATI






    Dr. Hatice Aksu
    Ebru yoğunlaştırılmış sıvı üzerine renklerin sınırsız değişimlerle birbirleriyle kucaklaşması, kaynaşması, dansetmesidir. Ebru Sanatını yüzyıllar boyu gizemli kılan, Sanatçıyı ebru teknesinin başında dünyanın bütün gizlerini, kaoslarını aşmaya iten, akıcı tekniği, daima dinamik, değişken, kendini aşan sonsuz teknikleri deneme fırsatı veren bir kağıt boyama Sanatı olan ebru, tezhib ve hat ile birlikte kitap sayfalarında, murakka kenarlarında, ciltlerde, yazı boşluklarında ve koltuklarında kullanılmakla birlikte günümüzde başlı başına bir sanat eseri olarak düşünülmekte ve sergilenmektedir.

    Orta Asya Sanatı ve kağıt bezeme Sanatlarının en mühimlerinden biri olan ebruculuğun hangi tarihten beri bilindiğini kesinlikle söylemek bugün için imkansızdır Böyle bir belgeden mahrumuz. Eski tarihli kitap ciltlerinde bile yan kağıdı (kapak ile kitabı birbirine bağlayan kağıt) olarak ebruyu görmekteyiz. Yine eski bir murakkanın (albüm) içindeki yazı kıtalarının etrafında pervazlara yapıştırılmış ebru kağıtlarına da rastlamamız mümkündür Ancak, bu eserlerin yazıldıkları tarih bilinse bile, bizim için ebruya dair bir belge sayılmaz. Çünkü böyle eski yazmalar bir kaç defa tamir görüp yenilenmiştir. Tarihi en eski olan ebru kağıdı 962. H.(1554) yılına ait bir malik-i Deylemi yazısıdır. Yazı hafif ebru üzerine yazıldığı için yazı tarihinden ebru kağıdının tarihi öğrenilmiştir.

    Ebru Sanatı batıda Türk Kağıdı veya Türk Mermer kağıdı adını almıştır. Avrupalılar ebru kağıdına mermer kağıdı (pupier marbre, marmar pupier, marbled paper..) demektedirler. Ebru kağıdı üstünde buluta benzeyen renk kümeleri meydana gelmektedir. Bu yüzden bulutumsu, bulut gibi manasına gelen Ebri kelimesi kullanılmıştır. Tarihimizde bilinen meşhur ebrucular, Ayasofya hatibi Mehmet Efendi, (Nisan 1773) Şeyh Sadık Efendi (11 Temmuz 1846), Hezarfen Edhem Efendi (1829-1904) Necmeddin Okyay (1883-1976)...
    Ebruculukta Kullanılan Malzemeler
    Boyalar: Eskiden beri ebruculukta toprak boya dediğimiz tabiattaki renkli kaya ve topraklardan elde edilen madeni boyalarla, nebati asıllı bazı suda erimez boyalar kullanılmıştır.

    Kitre Üstüne boya serpilecek suyun içine lüzucet (yapışkan bir koyuluk) vermek için kullanılan bitkisel zamk.
    Sığır Ödü Kitreli suyun yüzeyindeki boyaların çökmeden yayılmasını temin için, Satıhta aktif (yüzde gerilim sağlayan) safra asitleri ihtiva eden hayvansal madde kullanılır Bozulmasına engel olmak üzere, öd suyu önceden kaynatılır ve bu şekilde saklanır.
    Ebrunun Çeşitleri
    Tarzı kadim (eski tarz) battal ebrusu, tarama ebrusu (gelgit ebrusu) , şal örneği, bülbül yuvası, somaki ebrusu, taraklı ebru (geniş taraklı ebru, ince taraklı ebru), hafif ebru, serpmeli ebru, kumlu ebru, kılçıklı ebru, hatip ebrusu ebrunun çeşitlerindendir.
    Ebru' nun felsefesi
    Bazı günler, şafak veya gurup vakti ufka bakarsanız, kırmızı, sarı, laciverd ve mavi renklerin en ilahi tonları ile, bulutlardan bir ebru'nun daha doğrusu ebri' nin şekillendiğini görürsünüz. Yine bazı gecelerde, bulutlu semalar kadar geniş bir ebru teknesine, mehtabın, usta fırçasıyla laciverd, mavi ve ışıklı beyazın bütün nüanslarını serpiştiriverdiğine elbet rastlamışsınızdır. İşte sanatkar dedelerimiz, bir anda değişip kaybolan bu semavi güzellikleri yeryüzüne aksettirerek, onların ağaç yeşiline ve toprak rengine olan hasretini giderdikten sonra, bu şahane tabloyu kağıt üstünde de ebedileştirmeyi bilmişlerdir. Bu anlayış içinde Rabbine boyun kesen sanatkarın benlik” ten uzaklaşan gönlü, sanki ebru teknesinde şekillenmiş gibidir. Artık o Zaman büyümeye başlayan ebru teknesi derya kadar genişler, genişler ve bir kainata döner Ebru'cunun gönlü gibi Hz. Ali ne güzel buyurmuş Sen kendini küçük bir cisim sanırsın, halbuki bütün alem sende dürülüp bükülmüştür” Ebru bir düştür, bir özlemdir. Ona bakan her gözde yeni anlamlar kazanan bir akıştır.



    HAT SANATI






    Dr. Hatice Aksu
    Hat sözlükte ince, uzun doğru yol, birçok noktaların birbirine bitişerek sıralanmasından meydana gelen çizgi, çizgiye benzeyen şeyler ve yazı gibi anlamlara gelir. Bu kelime özellikle İslam kültüründe, yazı ve güzel yazı (hüsnü'lhat, elhattu'lhasen) manalarında kullanılmıştır. Hüsni hat, estetik kurallara bağlı kalarak, ölçülü, güzel yazma sanatıdır, fakat İslam yazıları için kullanılan bir tabirdir. İslam yazılarını güzel yazma ve öğretme hünerine sahip Sanatkara hattat, bu Sanata da hattatlık denilmiştir. Hat, sözün veya ruhta cereyan eden fikir ve duyguların alfabe ve yazı vasıtaları ile resmedilmesidir. Nitekim büyük matematikçi Öklid de aynı manaya işaretle, ''Hat, her ne kadar maddi aletlerle meydana gelirse de o, ruha ait bir hendesedir'' demiştir.

    Abbasiler devrinde gelişen hat Sanatı onbeşinci yüzyılda ünlü Türk hattatı Şeyh Hamdullah (1429-1520) ile yeni bir tavır ve şive kazanmış ve o zamanki İslam dünyasının bütün hattatlarının üstadı olmuştur. Onun üslubu Osmanlı hat Sanatının gelişmesine geniş ölçüde yol açan bir temel oluşturmuştur. Onbeşinci yüzyılda yetişen sanatkarlardan biride İstanbul Fatih Camii kitabesiyle Topkapı sarayında Sultan Ahmed çeşmesine bakan dış kapının kitabesini yazan Ali bin Yahya Sofi'dir. Süleymaniye Camii kubbesinde yazıyı yazan Karahisari Osmanlı Sanatına güzel fakat süreli olmayan bir üslup getirmiştir. Onyedinci yüzyılda Hafız Osman'la Türk yazı üslubu yeni bir yükseliş devrine girmiştir. Zamanın bütün hattatları ondan ders alıp onun yazı Sanatını benimsemişlerdir Sultan III Ahmet ve Sultan II. Mustafa da onun öğrencileri arasında idi. Taş basmasıyla çoğaltılan Kur'an'larla Hafız Osman'ın şöhreti bugün Hindistan'a ve Cava'ya kadar bütün İslam alemine yayılmıştır. Bundan sonra Mustafa Rakım ve Mehmet Esat Yesari on dokuzuncu yüzyılda, Kadıasker Mustafa İzzet Efendi ve Yesarizade Mustafa İzzet efendi çok tanınmış üstadlardır.

    Yazı başlı başına bir Sanat olduğu gibi dekoratif Sanatların zenginleştirilmesinde ve mimaride çok büyük rol oynamıştır. Gerek Selçuklu, gerekse Osmanlı mimarisinden yazıyı çıkaracak olursak bunların pek fakir bir manzara göstereceğine şüphe yoktur. Dekoratif Sanatlar içinde aynı şey söylenebilir. Yazı Sanatının yanında tuğraları da gözden geçirmek lazımdır. Her sultanın adına arma şeklinde tuğra denilen bir kompozisyon oluşturulmuş ve fermanlar ile önemli vesikaların başına da tuğra çekilmiştir.


    MİNYATÜR SANATI






    Türklerin resim Sanatına ilişkin ilk örnekleri Türkistan'da VII-IX. yüzyıllar arasına tarihlenen Manihelst ve Budist manastır duvarlarında soylular, rahipler, öyküler ve salt doğa konularını içeren freskler ve konusu Buda ve Mani dininin rahipleriyle ilgili kağıt ve kumaş üzerine yapılmış tasvirlerdir Zengin renk düzenlemesi, dalgalı çizilere duyulan ilgi, uzun örgülü saçlı, çekik gözlü, yuvarlak yüzlü figürler, gölgelerin vurgulanmasıyla elde edilen kumaş ve yüz oylumluması, kimi Zaman yüzün ifadesini vermedeki ustalık ve salt doğa görünümlerinde derinlik izlenimi uyandıran ayrıntılar Türkistan resimlerinin özellikleridir.

    Anadolu Türklerinde resim Sanatına olan ilgi, Anadolu'da güç kazanan beyliklerin yöneticilerinin Sanat koruyucusu olarak varlığını göstermesiyle başlar. El yazmaları içinde yer alan ve günümüzde minyatür denilen bu Sanat faaliyeti çağında tasvir, resim ve nakış olarak Anadolu’da özellikle Selçuklular döneminde Konya'da XII. yüzyıldan başlayarak Sanat değeri olan kitaba ve resim Sanatına ilginin varlığı bilinmektedir. Hz. Mevlana'nın portresini yaptırması kaynaklarda belirtilen faaliyetlerdir. Kitap Sanatını koruyuculuğunu XIV. yy'da Karaman ve Germiyan beyleri, XV. yüzyıldan başlayarak da Osmanlılar yapmıştır.

    Osmanlılar'da padişahın yanı sıra vezirler, eyalet valileri, şehzadeler ve hanım sultanlar, yüksek rütbeli devlet adamları Sanatın koruyuculuğunu yapmış kişilerdir. Bu kişilerin zenginlikleri, ilgilerinin derecesi ve sonra sanatçının yeteneği üretilen eserlerin kalitesinde etkin rol oynamıştır. Osmanlılarda nakkaşhane denilen atölyelerin faaliyetinin XV. yüzyılın ilk yarısında Çelebi Sultan Mehmet, Sultan II. Murad ve devlet adamı Umur Bey' in koruyuculuğunda Bursa'da yoğun olduğunu kanıtlayan örneklerin olmasına rağmen tasvirlerle ilgili örnekler henüz bilinmemektedir.

    Osmanlı Devleti'nin imparatorluk haline gelmeye başladığı yıllardan sonra saray yönetimi, Osmanlı Saray teşkilatı içinde ehl-i hiref adı altında Sanatçı topluluğunu oluşturmuştur. Sarayın her türlü Sanat ve zenaat işlerini gören ve saraydan maaş alan bu topluluk imparatorluğun politik gücünün üst düzeye ulaştığı ve imparatorluk hazinesinin zengin olduğu dönemde kalabalık bir kadroya sahipti. Ehl-i hiref teşkilatı içinde katipler mücellitler ve nakkaşlar adı altında bölükler oluşturulmuştu. Türk minyatür Sanatı devletin bünyesinde olan eser verme geleneğini 19.yy'a kadar devam ettirmiş ve imparatorluğun çöküğü ile yeni akımlar durmuştur. Günümüzde ise geleneksel sanatların yaşatılması ile oluşan faaliyetler çerçevesinde yürütülmektedir.






  3. #3
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    TARİH BİLİMİNE GİRİŞ

    TARİHİN TANIMI: Tarih geçmiş zamanlarda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetlerini YER VE ZAMAN bildirerek, SEBEP-SONUÇ ilişkisi içinde anlatan bilim dalıdır. * Bütün yönleriyle insanlığın geçmişini inceler
    * Geçmişle gelecek arasında kurulan bir köprüdür
    * Tarih insanlığın ortak mirasıdır.

    Tarih, insan topluluklarının sosyal, ekonomik, siyasi, kültürel, dini faaliyetlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini, kültürlerini, yer ve zaman belirterek, olayların sebeplerini, gelişmelerini ve sonuçlarını birlikte inceleyen bir bilim dalıdır.
    * Tarih sadece geçmişi araştırmakla kalmamakta, geçmişle günümüz ve gelecek arasında bir köprü görevi görmektedir.
    * Tarihine sahip çıkmayan, tarihini unutmuş bir millet, hafızasını kaybeden bir insana benzer.
    TÜRK TARİHİNİ ÖĞRENME GEREKLİLİĞİ :
    Türk milleti tarihin en eski ve en köklü milletlerinden biridir. Türkler Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarına yayılan devletler kurmuşlardır. Bu bölgelerde Türk Dilinin, Türk Sanatının, Türk kültürünün izleri bugün bile sürmektedir.

    * MÖ III.YY da Hunlar'la başlayan Türk Tarihi günümüze kadar varlığını sürdürmüştür.

    Atatürk Türk Tarihine büyük önem vermiş ''Türk çocuğu ecdadını ( Atasını ) tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır'' demiş ve zengin Türk Tarihinin ortaya çıkarılabilmesi için 1932 yılında Türk Tarih Kurumunu kurdurmuştur.

    * Tarihimizi iyi öğrenmekle ,

    Vatan, Millet sevgimiz gelişecektir.
    Millet olarak geleceğe daha güvenle bakabiliriz.
    Tarihini tanımayan, iyi bilmeyen milletler dağılmaya yok olmaya mahkumlardır.

    TARİHİN KONUSU NEDİR? : Geçmiş zamanda yaşayan insan topluluklarının her türlü faaliyetidir.
    TARİH ANLATIMINDA YER VE ZAMANIN ÖNEMİ NEDİR?
    1)- Yer ve zamanın belirtilmesiyle olayın GERÇEK olup olmadığını anlarız.
    2)- Olayın geçtiği yer ile olayın meydana geldiği zaman dilimi o olayın sebep ve sonuçlarını belirlememizde gereklidir. Çünkü o yerin iklimi, yaşam şartları, madenleri, o zaman içindeki nüfusu, o zaman içindeki toplumsal değerler olayın meydana geliş sebeplerini oluşturabilirler.
    SEBEP-SONUÇ İLİŞKİSİNİN ÖNEMİ NEDİR?
    Bütün olaylar bir zincirin halkaları gibi birbirine bağlıdır. her olay kendisinden önceki olayın SONUCU, kendisinden sonraki olayın SEBEBİ'dir. Önceki olayı bilmezsek, sonraki olayı kavrayamayız.
    OLAY NEDİR? OLGU NEDİR?
    OLAY: İnsanları ilgilendiren sosyal, ekonomik, kültürel, dini ve benzeri alanlarda meydana gelen oluşumlardır.
    OLGU: Oluşum süreci içinde ya da başka bir şeyin belirtisi olarak gözlemlenmiş olaylardan ibarettir.
    Örnek: Anadolu'nun Türkler tarafından fethi OLAY'dır. Anadolu'nun Türkleşmesi OLGU'dur.

    TARİH FELSEFESİ NEDİR?: Tarihi tecrübeleri günümüz meselelerinin çözümü için yeniden yorumlamaya Tarih Felsefesi denir.
    TARİH YAZICILIĞININ EVRELERİ:
    -Kronik (Haberci) Tarihçilik: En ilkel şekli Anallardır.
    -Rivayetçi (Hikayeci) Tarihçilik: Sebep-sonuç ilişkisi üzerinde durmaz. (Herodut, Taberi)
    -Öğretici (Prağmatik, faydacı) Tarihçilik: Kişilerden ve olaylardan ders alınmasını sağlamak için )
    -Sosyal Tarihçilik: Öğretici tarihçiliğin hissi yönlerinden arındırılmış şekli.
    -Felsefi Tarihçilik: Değişik kültürleri inceleyerek biri birine etkileşimlerini inceler.

    -İlmi Tarihçilik: Neden-nasılcı tarihçilik
    -Materyalist, Kültürel, Pozitif (vs) Tarih çeşitleri....
    TARİHİN TASNİFİ (SINIFLANDIRILMASI)
    1)- Zamana Göre Sınıflandırma: (Örnek: Ortaçağ tarihi,15. yüzyıl tarihi gibi...)
    2)- Mekana(Yer) Göre sınıflandırma: (Örnek:Türkiye Tarihi,Avrupa tarihi gibi...)
    3)- Konuya Göre Sınıflandırma: (Örnek: Tıp Tarihi, Sanat tarihi gibi...)
    TARİHİ NEDEN SINIFLANDIRIYORUZ?
    Tarihi Zamana, Mekana ve Konuya göre sınıflandırmamızın nedeni öğrenmeyi,öğretmeyi,araştırmayı kolaylaştırmaktır.

    TARİHİN YÖNTEMİ: Tarihi olayları araştıran bir tarihçi sırasıyla aşağıdaki yöntemleri uygular.
    1)-KAYNAK ARAMA: Önce olayla ilgili kaynaklar aranır.
    Kaynaklar 2'ye ayrılır:
    1- Ana Kaynaklar(Birinci el kaynaklar): Olayın geçtiği döneme ait kaynaklardır.
    2- İkinci El Kaynaklar: Ana kaynaklardan yararlanılarak hazırlanan kaynaklardır.
    Ayrıca kaynakları YAZILI ve YAZISIZ kaynaklar diye de ikiye ayırabiliriz:
    1- Yazılı Kaynaklar: Kitabeler, fermanlar, kanunlar, mahkeme kayıtları, noterlik yazıları, gazeteler, dergiler vb...
    2- Yazısız(Sözlü) Kaynaklar: Evler, kaleler, tapınaklar, heykeller, silah, eşyalar, destanlar, efsaneler, fıkralar, atasözleri örf ve adetler vb...
    2)- VERİLERİ TASNİF, TAHLİL VE TENKİT ETME:
    a)- Tasnif(Sınıflandırma): Elde edilen bilgiler zamana, mekana ve konuya göre tasnif edilir.
    b)- Tahlil(Analiz=İnceleme) : Kaynaklardan elde ettiğimiz bilgiler güvenilir mi? Karşılaştırma yapılarak bilgiler bu yönde incelenir.
    c)- Tenkit(Eleştiri): Elde edilen bilgilerin işe yarayıp yaramadığı, hangi bilgilerin kullanılacağı belirlenir.
    3)- SENTEZ(BİRLEŞTİRME): Kaynaklardan elde edilen bilgiler düzenlenerek yazılması safhasıdır

  4. #4
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    ONUNCU YIL NUTKU





    TÜRK MİLLETİ!
    KURTULUŞ SAVAŞI'NA BAŞLADIĞIMIZIN ONBEŞİNCİ YILINDAYIZ. BUGÜN CUMHUTİYETİMİZİN ONUNCU YILINI DOLDURDUĞU EN BÜYÜK BAYRAMDIR. KUTLU OLSUN!
    BU ANDA BÜYÜK TÜRK MİLLETİ'NİN BİR FERDİ OLARAK BU KUTLU GÜNE KAVUŞMANIN EN DERİN SEVİNCİ VE HEYECANI İÇİNDEYİM. YURTTAŞLARIM! AZ ZAMANDA ÇOK VE BÜYÜK İŞLER YAPTIK. BU İŞLERİN EN BÜYÜĞÜ, TEMELİ TÜRK KAHRAMANLIĞI VE YÜKSEK TÜRK KÜLTÜRÜ OLAN TÜRKİYE CUMHURİYETİ'DİR. BUNDAKİ MUVAFFAKİYETİ TÜRK MİLLETİ'NİN VE ONUN DEĞERLİ ORDUSUNUN BİR VE BERABER OLARAK AZİMKÂRANE YÜRÜMESİNE BORÇLUYUZ. FAKAT YAPTIKLARIMIZI ASLA KÂFİ GÖREMEYİZ. ÇÜNKİ DAHA ÇOK VE DAHA BÜYÜK İŞLER YAPMAK MECBURİYETİNDE VE AZMİNDEYİZ. YURDUMUZU DÜNYANIN EN MAMUR VE EN MEDENî MEMLEKETLERİ SEVİYESİNE ÇIKARACAĞIZ. MİLLETİMİZİ EN GENİŞ REFAH, VASITA VE KAYNAKLARA SAHİP KILACAĞIZ. MİLLî KÜLTÜRÜMÜZÜ MUASIR MEDENİYET SEVİYESİNİN ÜSTÜNE ÇIKARACAĞIZ. BUNUN İÇİN, BİZCE ZAMAN ÖLÇÜSÜ GEÇMİŞ ASIRLARIN GEVŞETİCİ ZİHNİYETİNE GÖRE DEĞİL, ASRIMIZIN SÜRAT VE HAREKET MEFHUMUNA GÖRE DÜŞÜNÜLMELİDİR. GEÇEN ZAMANA NİSPETLE, DAHA ÇOK ÇALIŞACAĞIZ. DAHA AZ ZAMANDA, DAHA BÜYÜK İŞLER BAŞARACAĞIZ. BUNDA DA MUVAFFAK OLACAĞIMIZA ŞÜPHEM YOKTUR. ÇÜNKİ, TÜRK MİLLETİ'NİN KARAKTERİ YÜKSEKTİR. TÜRK MİLLETİ ÇALIŞKANDIR. TÜRK MİLLETİ ZEKİDİR. ÇÜNKİ TÜRK MİLLETİ MİLLî BİRLİK VE BERABERLİKLE GÜÇLÜKLERİ YENMESİNİ BİLMİŞTİR. VE ÇÜNKİ, TÜRK MİLLETİ'NİN YÜRÜMEKTE OLDUĞU TERAKKİ VE MEDENİYET YOLUNDA, ELİNDE VE KAFASINDA TUTTUĞU MEŞALE, MÜSPET İLİMDİR. ŞUNU DA EHEMMİYETLE TEBARÜZ ETTİRMELİYİM Kİ, YÜKSEK BİR İNSAN CEMİYETİ OLAN TÜRK MİLLETİ'NİN TARİHî BİR VASFI DA, GÜZEL SANATLARI SEVMEK VE ONDA YÜKSELMEKTİR. BUNUN İÇİNDİR Kİ, MİLLETİMİZİN YÜKSEK KARAKTERİNİ, YORULMAZ ÇALIŞKANLIĞINI, FITRî ZEKASINI, İLME BAĞLILIĞINI, GÜZEL SANATLARA SEVGİSİNİ, MİLLî BİRLİK DUYGUSUNU MÜTEMADİYEN VE HER TÜRLÜ VASITA VE TEDBİRLERLE BESLEYEREK İNKİŞAF ETTİRMEK MİLLî ÜLKÜMÜZDÜR. TÜRK MİLLETİ'NE ÇOK YARAŞAN BU ÜLKÜ, ONU, BÜTÜN BEŞERİYETE HAKİKî HUZURUN TEMİNİ YOLUNDA, KENDİNE DÜŞEN MEDENî VAZİFEYİ YAPMAKTA, MUVAFFAK KILACAKTIR. BÜYÜK TÜRK MİLLETİ, ON BEŞ YILDAN BERİ GİRİŞTİĞİMİZ İŞLERDE MUVAFFAKİİYET VAAD EDEN ÇOK SÖZLERİMİ İŞİTTİN. BAHTİYARIM Kİ, BU SÖZLERİMİN HİÇBİRİNDE, MİLLETİMİN HAKKIMDAKİ İTİMADINI SARSACAK BİR İSABETSİZLİĞE UĞRAMADIM. BUGÜN, AYNI İNAN VE KATİYETLE SÖYLÜYORUM Kİ, MİLLî ÜLKÜYE, TAM BİR BÜTÜNLÜKLE YÜRÜMEKTE OLAN TÜRK MİLLETİ'NİN BÜYÜK MİLLET OLDUĞUNU BÜTÜN MEDENî ÂLEM, AZ ZAMANDA BİR KERE DAHA TANIYACAKTIR. ASLA ŞÜPHEM YOKTUR Kİ, TÜRKLÜĞÜN UNUTULMUŞ BÜYÜK MEDENî VASFI VE BÜYÜK MEDENî KABİLİYETİ, BUNDAN SONRAKİ İNKİŞAFIYLA, ÂTİNİN YÜKSEK MEDENİYET UFKUNDA YENİ BİR GÜNEŞ GİBİ DOĞACAKTIR. TÜRK MİLLETİ! EBEDİYETE AKIP GİDEN HER ON SENE DE, BU BÜYÜK MİLLET BAYRAMINI DAHA BÜYÜK ŞEREFLERLE, SAADETLERLE HUZUR VE REFAH İÇİNDE KUTLAMANI GÖNÜLDEN DİLERİM.
    NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE! Mustafa Kemal ATATÜRK

  5. #5
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    ATATÜRK KRONOLOJİSİ





    Atatürk'ün kronolojisi, bir bakıma Türkiye'nin kurtuluş mücadelesine ve bu mücadeleden, hangi aşamalardan geçerek onurlu bir Türkiye Cumhuriyeti kurulduğuna işaret etmektedir.
    19 Mayıs 1881 - Mustafa'nın Selanik'te doğuşu. 1893 - Mustafa'nın Selanik Askeri Rüştiyesi'ne yazılması ve öğretmeni Mustafa Efendi'nin kendisine 'Kemal' adını takması. 1895 - Mustafa Kemal'in Selanik Askeri Rüştiyesi'ni bitirerek Manastır Askeri İdadisine girmesi. 13 Mart 1899 - Mustafa Kemal'in Manastır Askeri İdadisi'ni bitirerek İstanbul'da Harp Okulu'na girişi. 10 Şubat 1902 - Mustafa Kemal'in Harp Okulu'nu teğmen rütbesiyle bitirerek Harp Akademisi'ne geçmesi. 11 Ocak 1905 - Mustafa Kemal'in Kurmay Yüzbaşı olarak Harp Akademisi'nden mezun olması ve merkezi Şam'da bulunan Beşinci Ordu emrine verilmesi. Ekim 1905 - Mustafa Kemal'in bazı arkadaşlarıyla birlikte Şam'da gizli 'Vatan ve Hürriyet Cemiyeti'ni kurması. 20 Haziran 1907 - Mustafa Kemal'in Kolağasılığına ( Kıdemli Yüzbaşı ) yükseltilmesi 13 Ekim 1907 - Mustafa Kemal'in Selanik'te III. Ordu'ya atanması. 15-16 Nisan 1909 - Mustafa Kemal'in 31 Mart (13 Nisan) ayaklanması üzerine Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı olarak İstanbul'a hareket etmesi. 6 Eylül 1909 - Mustafa Kemal'in Selanik'te III. Ordu Piyade Subay Talimgahı Komutanı olması. (Aynı yıl içinde Kolağası rütbesiyle 38. Piyade Alayı komutanı olmuştur.) Mayıs 1910 - Mustafa Kemal'in Mahmud Şevket Paşa'nın kurmay başkanı olarak Arnavutluk harekatında bulunması. Eylül 1910 - Fransa'da yapılan manevralara Türk Ordusu temsilcisi olarak katılması. 13 Eylül 1911 - Mustafa Kemal'in İstanbul'a Genelkurmay'a nakledilmesi. 27 Kasım 1911 - Mustafa Kemal'in Trablusgarb'ta Binbaşılığa yükseltilmesi. 22 Aralık 1911 - Mustafa Kemal'in İtalyan - Osmanlı Trablus Savaşı'nda Tobruk Taarruzu'nu başarıyla idare etmesi. 25 Kasım 1912 - Mustafa Kemal'in Bahrısefid Boğazı ( Çanakkale ) Kuva-yı Mürettebesi Harekat Şubesi Müdürlüğü'ne atanması. 27 Ekim 1913 - Mustafa Kemal'in Sofya Ataşemiliteri olması. 1 Mart 1914 - Mustafa Kemal'in Yarbaylığa yükseltilmesi. 2 Şubat 1915 - Mustafa Kemal'in Tekirdağ'da 19. Tümeni kurmaya başlaması. (25 Şubat 1915'te tümen kuruluşunu tamamlayarak Maydos'a gelmiştir.) 25 Nisan 1915 - İtilaf devletlerinin Arıburnu'na asker çıkarmaları üzerine Mustafa Kemal'in tümeniyle düşmanı önleyerek durdurması. 1 Haziran 1915 - Mustafa Kemal'in Albaylığa yükseltilmesi. 8-9 Ağustos 1915 - Mustafa Kemal'in Anafartalar Grubu Komutanlığı'na atanması. 10 Ağustos 1915 - Mustafa Kemal'in bizzat idare ettiği taarruzla Anafartalar cephesinde düşmanı geri atması. 17 Ağustos 1915 - Mustafa Kemal'in Kireçtepe'de zafer kazanması. 21 Ağustos 1915 - Mustafa Kemal'in II. Anafartalar Savaşı'nı kazanması. 14 Ocak 1916 - Mustafa Kemal'in Edirne'de XVI. Kolordu Komutanlığı'na başlaması. 1 Nisan 1916 - Mustafa Kemal'in Mirlivalığa ( Tümgeneral ) yükselmesi. 7-8 Ağustos 1916 - Mustafa Kemal'in Bitlis ve Muş'u düşman elinden geri alması. 7 Mart 1917 - Mustafa Kemal'in Diyarbakır'daki II. Ordu Komutanlığı vekilliğine atanması. 16 Mart 1917 - Mustafa Kemal'in Diyarbakır'daki II. Ordu Komutanlığı'na asil olarak atanması. 5 Temmuz 1917 - Mustafa Kemal'in Halep'teki VII. Ordu Komutanlığı'na atanması. 20 Eylül 1917 - Mustafa Kemal'in VII. Ordu Komutanı sıfatıyla memleketin ve ordunun durumunu açıklayan tarihi raporunu göndermesi. 15 Ekim 1917 - Mustafa Kemal'in VII. Ordu Komutanlığı'ndan ayrılarak İstanbul'a dönmesi. 15 Aralık 1917 - Mustafa Kemal'in Veliaht Vahidettin ile Almanya'ya gitmesi. 16 Aralık 1917 - Mustafa Kemal'e 'Birinci Rütbeden Kılıçlı Mecidi Nişanı' verilmesi. 4 Ocak 1918 - Almanya gezisinden dönmesi. 7 Ağustos 1918 - Mustafa Kemal'in Filistin'de bulunan VII. Ordu Komutanlığı'na ikinci defa tayin olunması. 26 Ekim 1918 - Mustafa Kemal'in komta ettiği VII. Ordu Birlikleri tarafından düşman taarruzunun Haleb'in kuzeyinde bugünkü sınırlarımız üzerinde durdurulması. 31 Ekim 1918 - Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Grubu Komutanı olması. 13 Kasım 1918 - Mustafa Kemal'in Yıldırım Orduları Grubu Komutanlığı'nın lağvı üzerine İstanbul'a gelmesi. 30 Nisan 1919 - Mustafa Kemal'in 9. Ordu Müfettişi olması. 16 Mayıs 1919 - Mustafa Kemal'in Samsun'a gitmek üzere Bandırma Vapuru ile İstanbul'dan ayrılması. 19 Mayıs 1919 - Mustafa Kemal'in Samsun'a çıkması. 21-22 Haziran 1919 - Mustafa Kemal'in Amasya'dan yolladığı genelgeyle, milli kuvvetleri bir gaye ve bir teşkilat çevresinde toplamak amacıyla Sivas Kongresi'ni toplantıya çağırdı. 26 Haziran 1919 - Amasya'dan Sivas'a hareketi. 3 Temmuz 1919 - Mustafa Kemal'in Erzurum'a ilk gelişi. 8-9 Temmuz 1919 - Mustafa Kemal'in resmi görevinden ve askerlikten çekilmesi. 23 Temmuz 1919 - Erzurum Kongresi'nin toplanması ve Mustafa Kemal'in Erzurum Kongresi'ne Başkan seçilmesi. 4 Eylül 1919 - Sivas Kongresi'nin toplanması ve Mustafa Kemal'in Sivas Kongresi'ne Başkan seçilmesi. 11 Eylül 1919 - Mustafa Kemal'in Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Heyeti Temsiliyesi Başkanlığı'na seçilmesi. 20-22 Ekim 1919 - Mustafa Kemal'in İstanbul'dan gelen Bahriye Nazırı Salih Paşa ile Amasya'da görüşmesi. 7 Kasım 1919 - Mustafa Kemal'in İstanbul'da toplanması kararlaştırılan Osmanlı Meclisi için Erzurum'dan milletvekili seçilmesi. ( TBMM'nin birinci dönemi için yapılan seçimde ve ondan sonraki seçimlerde Ankara'dan milletvekili seçilmiştir. ) 27 Aralık 1919 - Mustafa Kemal'in Heyeti Temsiliye ile birlikte Ankara'ya gelmesi. 16 Mart 1920 - İstanbul'un İtilaf Devletleri tarafından işgali üzerine Mustafa Kemal'in durumu bütün devletlere ve Millet Meclislerine protesto etmesi ve Ankara'da yeni bir Millet Meclisi toplama teşebbüsüne geçmesi. 23 Nisan 1920 - Mustafa Kemal'in Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi'ni açması. 24 Nisan 1920 - TBMM'nin Mustafa Kemal'i başkanlığa seçmesi. 11 Mayıs 1920 - Mustafa Kemal'in İstanbul Hükümetince ölüm cezasına çarptırılması.( Bu karar 24 Mayıs 1920'de Padişah tarafından onanmıştır. ) 13 Eylül 1920 - Mustafa Kemal tarafından hazırlanan Halkçılık programının Büyük Millet Meclisi'ne sunuluşu. 5 Aralık 1920 - Mustafa Kemal'in İstanbul'dan gelen Osmanlı delegeleri İzzet ve Salih Paşa'larla Bilecik tren istasyonunda görüşmesi. 10 Mayıs 1921 - Mustafa Kemal tarafından Büyük Millet Meclisi'nde Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Grubu'nun kurulması ve kendisinin Grup Başkanlığı'na seçilmesi. 13 Haziran 1921 - Mustafa Kemal'in Fransız temsilcisi F. Bouillon ile Ankara'da görüşmesi. 5 Ağustos 1921 - Büyük Millet Meclisi tarafından Mustafa Kemal'e Başkomutanlık görevinin verilmesi. 23 Ağustos 1921 - Mustafa Kemal'in 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi'ni idareye başlaması. 13 Eylül 1921 - Mustafa Kemal'in Sakarya Zaferi'ni kazanması. 19 Eylül 1921 - Mustafa Kemal'e Büyük Millet Meclisi tarafından müşirlik
    ( mareşallik ) rütbesinin ve Gazi ünvanının verilmesi.
    26 Ağustos 1922 - Gazi Mustafa Kemal'in Kocatepe'den Büyük Taarruz'u idareye başlaması. 30 Ağustos 1922 - Gazi Mustafa Kemal'in Dumlupınar'da Başkomutanlık Meydan Savaşı'nı kazanması. 10 Eylül 1922 - Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'e girişi. 1 Kasım 1922 - Gazi Mustafa Kemal'in teklifi üzerine Büyük Millet Meclisi'nin saltanatın kaldırılmasına karar vermesi. 14 Ocak 1923 - Mustafa Kemal'in annesi Zübeyde Hanım'ın İzmir'de ölümü. 29 Ocak 1923 - Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'de Latife (Uşaklıgil) Hanım'la evlenmesi. ( 5 Ağustos 1925'te ayrılmışlardır.) 17 Şubat 1923 - Gazi Mustafa Kemal'in İzmir'de ilk Türkiye İktisat Kongresi'ni açması. 13 Ağustos 1923 - Gazi Mustafa Kemal'in ikinci defa Büyük Millet Meclisi Başkanlığı'na seçilmesi. 11 Eylül 1923 - Gazi Mustafa Kemal'in Halk Partisi'ni kurması. 29 Ekim 1923 - Cumhuriyetin İlanı ve Gazi Mustafa Kemal'in ilk Cumhurbaşkanı seçilmesi. 1 Mart 1924 - Gazi Mustafa Kemal'in Büyük Millet Meclisi'ni açışı ve Halifeliğin kaldırılması ile öğretimin birleştirilmesi gereğini konuşmasında belirtmesi. 23 Ağustos 1925 - Gazi Mustafa Kemal'in Kastamonu'da ilk defa şapka giymesi. 3 Ekim 1926 - İstanbul'da Sarayburnu'nda Mustafa Kemal'in ilk heykelinin dikilmesi. 1 Temmuz 1927 - Gazi Mustafa Kemal'in Cumhurbaşkanı sıfatıyla ilk defa İstanbul'a gelmesi. 15-20 Ekim 1927 - Gazi Mustafa Kemal'in CHP İkinci Kurultayı'nda tarihi büyük nutkunu söylemesi. 1 Kasım 1927 - Gazi Mustafa Kemal'in ikinci defa Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi. 4 Kasım 1927 - Gazi Mustafa Kemal'in Ankara Etnografya Müzesi önünde ve Yenişehir'de dikilen heykellerinin açılışı. 20 Mayıs 1928 - Afgan Kralı Amanullah Han'ın Gazi Mustafa Kemal'i Ankara'da ziyareti. 9-10 Ağustos 1928 - Gazi Mustafa Kemal'in Sarayburnu'nda Türk harfleri hakkındaki nutkunu söylemesi. 12 Nisan 1931 - Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Tarih Kurumu'nun kurulması. 4 Mayıs 1931 - Mustafa Kemal'in üçüncü defa Cumhurbaşkanlığı'na seçilmesi. 12 Haziran 1932 - Irak Kralı Emir Faysal'ın Ankara'da Mustafa Kemal'i ziyareti. 12 Temmuz 1932 - Gazi Mustafa Kemal tarafından Türk Dil Kurumu'nun kurulması. 4 Ekim 1933 - Yugoslavya Kralı Aleksandre'nin Gazi Mustafa Kemal'i İstanbul'da ziyareti. 29 Ekim 1933 - Gazi Mustafa Kemal'in Cumhuriyet'in onuncu yıldönümü dolayısıyla tarihi nutkunu söylemesi. 16 Haziran 1934 - İran Şehinşahı Rıza Pehlevi'nin Gazi Mustafa Kemal'i Ankara'da ziyareti. 24 Kasım 1934 - Büyük Millet Meclisi'nin Mustafa Kemal'e ATATÜRK soyadını veren kanunu kabul etmesi. 1 Mart 1935 - Atatürk'ün dördüncü defa Cumhurbaşkanı seçilmesi. 4 Eylül 1936 - İngiltere Kralı Edward VIII.'nin İstanbul'da Atatürk'ü ziyareti. 11 Haziran 1937 - Atatürk'ün, çiftliklerini Devlete ve bir kısım gayrimenkullerini Ankara Belediyesi'ne bağışlaması. 30 Mart 1938 - Atatürk'ün hastalığı hakkında Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreter- liğince ilk defa resmi tebliğ yayınlanması. 19 Haziran 1938 - Romanya Kralı Karol II'nin Atatürk'ü İstanbul'da ziyareti. 5 Eylül 1938 - Atatürk'ün vasiyetnamesini yazması. ( Açılış 28 Kasım 1938 ) 16 Ekim 1938 - Atatürk'ün hastalık durumu hakkında günlük resmi tebliğler yayımına başlanması. 10 Kasım 1938 - Büyük Atatürk'ün Ölümü 21 Kasım 1938 - Atatürk'ün cenazesinin Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabre törenle konulması. 10 Kasım 1953 - Atatürk'ün nâşının, Etnografya Müzesi'ndeki geçici kabrinden Anıtkabir'e nakledilmesi. 1981 - UNESCO'nun aldığı bir kararla Atatürk'ün doğumunun 100. yılının bütün dünyada ATATÜRK YILI olarak kutlanması.

  6. #6
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    I.İNÖNÜ SAVAŞI






    b) I.İnönü Savaşı (6-10 Ocak 1921)
    Nedenleri:
    Yunanistan'ın, taarruzu devam ettirerek İngiliz Hükümeti'nden yardım sağlamayı,
    Çerkez Ethem Ayaklanması'ndan faydalanmayı,
    Eskişehir'i alarak demiryollarının önemli noktalarını kontrol altına almayı,
    Sevr Barış Anlaşması'nı TBMM'ye kabul ettirmeyi istemesi.
    Gelişimi:
    Yunanlar, Çerkez Ethem'in isyanından faydalanarak Eskişehir'e ilerlemeye başlamıştır.
    İsmet Bey, ordusunu Çerkez Ethem'in karşısından çekerek Yunanlar'la çarpışmaya başlamıştır.
    Yunanistan geri çekilmek zorunda kalmıştır.
    Sonuçları:
    Düzenli Ordu'nun ilk zaferidir.
    Halkın Düzenli Ordu'ya güveni artmıştır.
    Milletin zafere olan inancı güç kazanmıştır.
    İsmet Paşa generalliğe yükselmiştir.
    Çerkez Ethem İsyanı bastırılmıştır.
    Zafer sonrası Afganistan Hükümeti ile Dostluk ve Yardımlaşma, Rusya ile de Moskova Antlaşması imzalanmıştır.
    İlk anayasa olan Teşkilât-ı Esâsiye kabul edilmiştir (20 Ocak 1921).
    İstiklâl Marşı kabul edilmiştir (12 Mart 1921).
    İtilaf Devletleri yenilgi karşısında, durumu görüşmek üzere Londra'da bir konferans düzenlemişlerdir.
    Londra Konferansı (23 Şubat-12 Mart 1921)
    Nedenleri:
    1.İngilizler'in, Rusya'nın TBMM ile Moskova'daki görüşmelerinden rahatsız olmaları.
    2.İngilizler'in Musul ve Kerkük'te direnişle karşılaşması.
    3.İngilizler'e karşı Revandiz'de ayaklanma çıkması.
    4.I.İnönü Savaşı sonucunun İtilaf Devletleri arasında görüş ayrılığına neden olması.
    5.Fransızlar'ın Güney Doğu Anadolu'da büyük bir direnişle karşılaşması.
    6.İtalyanlar'ın işgal planlarından memnun olmaması
    Gelişimi:
    İtilaf Devletleri İstanbul Hükümeti'ni konferansa davet etmiştir.
    M.Kemal veya onun gönderdiği birinin İstanbul Hükümeti'nin yanında gelmesini istemişlerdir.
    İtilaf Devletleri Bu hareketleriyle, TBMM'yi tanımadıklarını göstermişlerdir.
    İstanbul ve Ankara anlaşamadıklarından Londra Konferansı'na iki ayrı delege göndermişlerdir:
    İstanbul Hükümeti adına Sadrazam Tevfik Paşa,
    Ankara Hükümeti adına Bekir Sami Bey Londra'ya gönderilmiştir.
    Londra Konferansı, İstanbul Hükümeti, TBMM Hükümeti, İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan arasında gerçekleşmiştir.
    İstanbul Hükümeti'ni temsil eden Tevfik Paşa, söz hakkını TBMM temsilcisine bırakmıştır.
    İtilaf Devletleri şunları teklif etmiştir:
    İzmir Türk Devleti'ne iade edilecek, ancak şehirde Yunan güçleri bulunacak.
    İzmir'in valisi Hristiyan olacak ve Milletler Cemiyeti tarafından tayin edilecek.
    Doğu Trakya Yunanlar'a kalacak.
    Doğu Anadolu'da Ermenistan kurulacak.
    Ordunun sayısı arttırılacak, fakat kapitülasyonlar devam edecek.
    Sonuçları:
    1.İtilaf Devletleri TBMM'yi hukuken tanımıştır.
    2.Avrupa'da 'Türkler barışa yanaşmıyorlar' türünde çıkan propagandalara engel olunmuştur.
    3.Sevr Barış Antlaşması'ndaki bazı maddeler tartışma konusu olmuştur.
    4.Konferans sonunda TBMM temsilcisi İngiltere, Fransa, İtalya ile ikili anlaşmalar yapmıştır.
    5.Konferansın başarısız olması nedeniyle Yunan saldırısı yeniden başlamış, II.İnönü Savaşı gerçekleşmiştir.
    TBMM-Afganistan Dostluk ve Yardımlaşma Antlaşması (1 Mart 1921)
    Afganistan ile TBMM arasında imzalanmıştır. Antlaşmaya göre:
    TBMM Afganistan'ın bağımsızlığını tanıyacak.
    İki taraf da birine saldırı yapıldığında kendine saldırı yapılmış sayacak.
    TBMM, Afganistan'a subay ve öğretmen gönderecek.
    Önemi :
    İlk kez bir İslam devleti TBMM'yi tanımıştır.
    Moskova Antlaşması (16 Mart 1921)
    Rusya'da 1917 Bolşevik İhtilali çıkmıştır.
    Rusya, imzaladığı Brest-Litowsk Antlaşması ile I.Dünya Savaşı'ndan çekilmiş ve gizli antlaşmaları açıklamıştır.
    İtilaf Devletleri Rusya'ya karşı birlik olmuştur.
    TBMM ile Rusya birbirine yakınlaşmıştır
    Antlaşmaya göre:
    Sovyet Rusya, Misâk-ı Millî'yi tanıyacak.
    İki taraftan birinin tanımadığı devletlerarası bir anlaşmayı diğeri de tanımayacak.
    Sovyet Rusya, kapitülasyonların kaldırıldığını kabul edecek.
    Batum, Gürcistan'a iade edilecek.
    İki ülkenin ekonomisini geliştirmek için yeni iktisadî anlaşmalar yapılacak.
    Karadeniz'e kıyısı olan devletler ile Boğazlar'ın ticaret gemilerine açık kalması için konferans düzenlenecek.
    Önemi:
    Sovyet Rusya, Misâk-ı Millî'yi ve TBMM'yi tanıyan ilk Avrupa devleti olmuştur.
    İlk kez büyük bir devlet TBMM'yi tanımıştır.
    Sovyet Rusya, Sevr Barış Anlaşması'nı tanımadığını açıklamıştır.
    Yeni Türk Devleti'nin diplomasi sahasında kazandığı büyük bir zaferdir.
    Her iki ülke de kendilerinden önce imzalanan antlaşmaları geçersiz saymıştır.
    Batum Gürcistan'a, Kars ve çevresi de Türk Devleti'ne ait olmuştur.
    Doğu sınırımız büyük ölçüde belirlenmiş ve doğu sınırının güvenliği sağlanmıştır.
    Sakarya Savaşı'ndan sonra Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması imzalanmış ve doğu sınırı kesinlik kazanmıştır (13 Ekim 1921). Not : Batum, Misâk-ı Millî'den verilen ilk tavizdir

  7. #7
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    II.İNÖNÜ SAVAŞI





    c) II.İnönü Savaşı (23-31 Mart 1921)
    Nedenleri:
    Londra Konferansı tekliflerinin TBMM tarafından kabul edilmemesi.
    İngilizler'in Yunanlar'ı kışkırtması.
    Sevr Barış Antlaşması'nın TBMM'ye kabul ettirilmek istenmesi.
    Yunanlar'ın düzenli ordunun teşkilatlanmasına fırsat vermeden Ankara üzerine yürüyerek TBMM'yi dağıtmak istemesi.
    Gelişimi:
    Yunan ordusu İnönü mevkiinde durdurulmuştur.
    Türk ordusu Aslıhan ve Dumlupınar'da çarpışmış, birliklerin aşırı yorulması ve fazla kayıp verilmesi ile istenilen sonuç tam olarak alınamamıştır.
    Bu durum Türk ordusunun tam olarak taarruz gücüne ulaşamadığını göstermiştir.
    Sonuçları:
    Düşman oyalanmış ve Kurtuluş Savaşı için zaman kazanılmıştır
    Yunanlar Türk ordusunun gücünü kabul etmiştir.
    Halkın TBMM'ye olan güveni artmıştır.
    İtilaf Devletleri'nin İstanbul'daki yüksek komiserleri TBMM ile Yunanistan arasında taraf olmadıklarını açıklamışlardır.
    İtalyanlar, işgal ettikleri toprakları boşaltmışlardır (5 Temmuz 1921).
    M.Kemal, zafer sonunda İsmet Paşa'ya, 'Siz yalnız düşmanı değil, milletin makus talihini de (ters alınyazısını da) yendiniz' diye telgraf çekmiştir.

  8. #8
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    3.YAŞADIĞIMIZ YER




    YÖN BULMA VE KROKİ




    YÖNLER





    Yön, belli bir noktaya göre, bir yerin bulunduğu taraftır. Evimizin, okulumuzun, mahallemizin hangi tarafta olduğunu, bulunduğumuz noktaya göre yönünü söyleyerek tarif ederiz. Örneğin, evimizin okulun neresinde olduğu sorulduğunda, 'Okulun güneyindedir.' diye cevap veririz. Ayrıca, ilimizin, bölgemizin, yurdumuzun, komşularımızın bulundukları yerleri belirtirken de yönlerden yararlanırız. Demek ki yönler, bir yerin bilinen başka bir yere göre, hangi tarafta olduğunu bilmemize yaramaktadır. Yönler, ana yönler ve ara yönler olmak üzere ikiye ayrılır. Aradığımız yer, tam olarak ana yönün gösterdiği yerde olmayabilir. O zaman, iki ana yönün arasındaki açıyı ikiye bölerek, ara yönleri buluruz. Ana ve ara yönler yardımıyla, aradığımız yerin tam yönünü saptarız. Dört ana yön vardır. Bunlar kuzey, güney, doğu ve batıdır. Ara yönler ise kuzeydoğu, kuzeybatı, güneydoğu ve güneybatıdır. Bu yönler sayesin de herhangi bir yerin tam olarak nerede olduğunu saptamaktayız.



  9. #9
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    DEPREM

    DEPREM





    Deprem Hakkında Teknik Bilgiler
    Deprem Nedir '
    Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yeryüzeyini sarsma olayına 'DEPREM' denir. Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır. Depremin nasıl oluştuğunu, deprem dalgalarının yeryuvarı içinde ne şekilde yayıldıklarını, ölçü aletleri ve yöntemlerini, kayıtların değerlendirilmesini ve deprem ile ilgili diğer konuları inceleyen bilim dalına 'SİSMOLOJİ' denir.
    Depremin Oluş Nedenleri ve Türleri
    Dünyanın iç yapısı konusunda, jeolojik ve jeofizik çalışmalar sonucu elde edilen verilerin desteklediği bir yeryüzü modeli bulunmaktadır. Bu modele göre, yerkürenin dış kısmında yaklaşık 70-100 km. kalınlığında oluşmuş bir taşküre (Litosfer) vardır. Kıtalar ve okyanuslar bu taşkürede yer alır.Litosfer ile çekirdek arasında kalan ve kalınlığı 2.900 km olan kuşağa Manto adı verilir. Manto'nun altındaki çekirdeğin Nikel-Demir karışımından oluştuğu kabul edilmektedir.Yerin, yüzeyden derine gidildikçe ısının arttığı bilinmektedir. Enine deprem dalgalarının yerin çekirdeğinde yayılamadığı olgusundan giderek çekirdeğin sıvı bir ortam olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Manto genelde katı olmakla beraber yüzeyden derine inildikçe içinde yerel sıvı ortamları bulundurmaktadır. Taşküre'nin altında Astenosfer denilen yumuşak Üst Manto bulunmaktadır.Burada oluşan kuvvetler, özellikle konveksiyon akımları nedeni ile, taş kabuk parçalanmakta ve birçok 'Levha'lara bölünmektedir. Üst Manto'da oluşan konveksiyon akımları, radyoaktivite nedeni ile oluşan yüksek ısıya bağlanmaktadır. Konveksiyon akımları yukarılara yükseldikçe taşyuvarda gerilmelere ve daha sonra da zayıf zonların kırılmasıyla levhaların oluşmasına neden olmaktadır. Halen 10 kadar büyük levha ve çok sayıda küçük levhalar vardır. Bu levhalar üzerinde duran kıtalarla birlikte, Astenosfer üzerinde sal gibi yüzmekte olup, birbirlerine göre insanların hissedemeyeceği bir hızla hareket etmektedirler. Konveksiyon akımlarının yükseldiği yerlerde levhalar birbirlerinden uzaklaşmakta ve buradan çıkan sıcak magmada okyanus ortası sırtlarını oluşturmaktadır. Levhaların birbirlerine değdikleri bölgelerde sürtünmeler ve sıkışmalar olmakta, sürtünen levhalardan biri aşağıya Manto'ya batmakta ve eriyerek yitme zonlarını oluşturmaktadır. Konveksiyon akımlarının neden olduğu bu ardışıklı olay taşkürenin altında devam edip gitmektedir. İşte yerkabuğunu oluşturan levhaların birbirine sürtündükleri, birbirlerini sıkıştırdıkları, birbirlerinin üstüne çıktıkları ya da altına girdikleri bu levhaların sınırları dünyada depremlerin oldukları yerler olarak karşımıza çıkmaktadır. Dünyada olan depremlerin hemen büyük çoğunluğu bu levhaların birbirlerini zorladıkları levha sınırlarında dar kuşaklar üzerinde oluşmaktadır. Yukarıda, yerkabuğunu oluşturan 'Levha'ların, Astenosferdeki konveksiyon akımları nedeniyle hareket halinde olduklarını ve bu nedenle birbirlerini ittiklerini veya birbirlerinden açıldıklarını ve bu olayların meydana geldiği zonların da deprem bölgelerini oluşturduğunu söylemiştik. Birbirlerini iten ya da diğerinin altına giren iki levha arasında, harekete engel olan bir sürtünme kuvveti vardır. Bir levhanın hareket edebilmesi için bu sürtünme kuvvetinin giderilmesi gerekir. İtilmekte olan bir levha ile bir diğer levha arasında sürtünme kuvveti aşıldığı zaman bir hareket oluşur. Bu hareket çok kısa bir zaman biriminde gerçekleşir ve şok niteliğindedir. Sonunda çok uzaklara kadar yayılabilen deprem (sarsıntı) dalgaları ortaya çıkar.Bu dalgalar geçtiği ortamları sarsarak ve depremin oluş yönünden uzaklaştıkça enerjisi azalarak yayılır. Bu sırada yeryüzünde, bazen gözle görülebilen, kilometrelerce uzanabilen ve FAY adı verilen arazi kırıkları oluşabilir. Bu kırıklar bazen yeryüzünde gözlenemez, yüzey tabakaları ile gizlenmiş olabilir. Bazen de eski bir depremden oluşmuş ve yerüzüne kadar çıkmış, ancak zamanla örtülmüş bir fay yeniden oynayabilir. Depremlerinin oluşumunun bu şekilde ve 'Elastik Geri Sekme Kuramı' adı altında anlatımı 1911 yılında Amerikalı Reid tarafından yapılmıştır ve laboratuvarlarda da denenerek ispatlanmıştır. Bu kurama göre, herhangi bir noktada, zamana bağımlı olarak, yavaş yavaş oluşan birim deformasyon birikiminin elastik olarak depoladığı enerji, kritik bir değere eriştiğinde, fay düzlemi boyunca var olan sürtünme kuvvetini yenerek, fay çizgisinin her iki tarafındaki kayaç bloklarının birbirine göreli hareketlerini oluşturmaktadır. Bu olay ani yer değiştirme hareketidir. Bu ani yer değiştirmeler ise bir noktada biriken birim deformasyon enerjisinin açığa çıkması, boşalması, diğer bir deyişle mekanik enerjiye dönüşmesi ile ve sonuç olarak yer katmanlarının kırılma ve yırtılma hareketi ile olmaktadır. Aslında kayaların, önceden bir birim yerdeğiştirme birikimine uğramadan kırılmaları olanaksızdır. Bu birim yer değiştirme hareketlerini, hareketsiz görülen yerkabuğunda, üst mantoda oluşan konveksiyon akımları oluşturmakta, kayalar belirli bir deformasyona kadar dayanıklılık gösterebilmekte ve sonrada kırılmaktadır. İşte bu kırılmalar sonucu depremler oluşmaktadır. Bu olaydan sonra da kayalardan uzak zamandan beri birikmiş olan gerilmelerin ve enerjinin bir kısmı ya da tamamı giderilmiş olmaktadır. Çoğunlukla bu deprem olayı esnasında oluşan faylarda, elastik geri sekmeler (atım), fayın her iki tarafında ve ters yönde oluşmaktadırlar. FAYLAR genellikle hareket yönlerine göre isimlendirilirler. Daha çok yatay hareket sonucu meydana gelen faylara 'Doğrultu Atımlı Fay'denir. Fayın oluşturduğu iki ayrı blokun birbirlerine göreli olarak sağa veya sola hareketlerinden de bahsedilebilinir ki bunlar sağ veya sol yönlü doğrultulu atımlı faya bir örnektir. Düsey hareketlerle meydana gelen faylara da 'Egim Atımlı Fay'denir. Fayların çoğunda hem yatay, hem de düsey hareket bulunabilir.
    Deprem Türleri
    Depremler oluş nedenlerine göre degişik türlerde olabilir. Dünyada olan depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az miktarda da olsa başka doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır. Yukarıda anlatılan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle 'TEKTONİK' depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla levhalar sınırlarında oluşurlar.Yeryüzünde olan depremlerin %90'ı bu gruba girer. Türkiye'de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir. İkinci tip depremler 'VOLKANİK' depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar.Yerin derinliklerinde ergimiş maddenin yeryüzüne çıkışı sırasındaki fiziksel ve kimyasal olaylar sonucunda oluşan gazların yapmış oldukları patlamalarla bu tür depremlerin maydana geldiği bilinmektedir. Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler ve önemli zarara neden olmazlar. Japonya ve İtalya'da olusan depremlerin bir kısmı bu gruba girmektedir. Türkiye'de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler olmamaktadır. Bir başka tip depremler de 'ÇÖKÜNTÜ' depremlerdir. Bunlar yer altındaki boşlukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli arazilerde erime sonucu oluşan boşlukları tavan blokunun çökmesi ile oluşurlar. Hissedilme alanları yerel olup enerjileri azdır fazla zarar getirmezler. Büyük heyelanlar ve gökten düşen meteorların da küçük sarsıntılara neden olduğu bilinmektedir. Odağı deniz dibinde olan Derin Deniz Depremlerinden sonra, denizlerde kıyılara kadar oluşan ve bazen kıyılarda büyük hasarlara neden olan dalgalar oluşur ki bunlara (Tsunami) denir. Deniz depremlerinin çok görüldüğü Japonya'da Tsunami'den 1896 yılında 30.000 kisi ölmüstür.
    Deprem Parametreleri
    Herhangibir deprem oluştuğunda, bu depremim tariflenmesi ve anlaşılabilmesi için 'DEPREM PARAMETRELERİ' olarak tanımlanan bazı kavramlardan söz edilmektedir. Aşağıda kısaca bu parametrelerin açıklaması yapılacaktır.
    ODAK NOKTASI (HİPOSANTR)
    Odak noktası yerin içinde depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır.Bu noktaya odak noktası veya iç merkez de denir.Gerçekte , enerjinin ortaya çıktığı bir nokta olmayıp bir alandır , fakat pratik uygulamalarda nokta olarak kabul edilmektedir.
    DIŞ MERKEZ (EPİSANTR)
    Odak noktasına en yakın olan yer üzerindeki noktadır.Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli larak hissedildiği noktadır.Aslında bu , bir noktadan çok bir alandır.Depremin dış merkez alanı depremin şiddetine bağlı olarak çeşitli büyüklüklerde olabilir. Bazen büyük bir depremin odak noktasının boyutları yüzlerce kilometreyle de belirlenebilir.Bu nedenle 'Episantr Bölgesi' ya da 'Episantr Alanı' olarak tanımlama yapılması gerçeğe daha yakın bir tanımlama olacaktır.
    ODAK DERİNLİĞİ :
    Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanınyeryüzünden en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak adlandırılır. Depremler odak derinliklerine göre sınıflandırılabilir.Bu sınıflandırma tektonik depremler için geçerlidir.Yerin 0-60 km.derinliğinde olan depremler sığ deprem olarak nitelenir.Yerin 70-300 km.derinliklerinde olan depremler orta derinlikte olan depremlerdir.Derin depremler ise yerin 300 km.den fazla derinliğinde olan depremlerdir.Türkiye'de olan depremler genellikle sığ depremlerdir ve derinlikleri 0-60 km.arasındadır.Orta ve derin depremler daha çok bir levhanın bir diğer levhanın altına girdiği bölgelerde olur.Derin depremler çok genis alanlarda hissedilir , buna karşılık yaptıkları hasar azdır.Sığ depremler ise dar bir alanda hissedilirken bu alan içinde çok büyük hasar yapabilirler.
    EŞŞİDDET (İZOSEİT) EĞRİLERİ :
    Aynı şiddetle sarsılan noktaları birbirine bağlayan noktalara denir. Bunun tamamlanmasıyla eşşıddet haritası ortaya çıkar. Genelde kabul edilmiş duruma göre, eğrilerin oluşturduğu yani iki eğri arasında kalan alan, depremlerden etkilenme yönüyle, şiddet bakımından sınırlandırılmış olur. Bu nedenle depremin şiddeti eşşiddet eğrileri üzerine değil, alan içerisine yazılır.
    ŞİDDET :
    Herhangi bir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Diğer bir deyişle depremin şiddeti, onun yapılar, doğa ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Bu etki, depremin büyüklüğü, odak derinliği, uzaklığı yapıların depreme karşı gösterdiği dayanıklılık dahi değişik olabilmektedir. Şiddet depremin kaynağındaki büyüklüğü hakkında doğru bilgi vermemekle beraber, deprem dolayısıyla oluşan hasarı yukarıda belirtilen etkenlere bağlı olarak yansıtır. Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan 'Şiddet Cetvelleri'ne göre değerlendirilmektedir. Diğer bir deyişle 'Deprem Şiddet Cetvelleri' depremin etkisinde kalan canlı ve cansız herşeyin depreme gösterdiği tepkiyi değerlendirmektedir. Önceden hazırlanmış olan bu cetveller, her şiddet derecesindeki depremlerin insanlar, yapılar ve arazi üzerinde meydana getireceği etkileri belirlemektedir. Bir deprem oluştuğunda, bu depremin herhangibir noktadaki şiddetini belirlemek için, o bölgede meydana gelen etkiler gözlenir. Bu izlenimler Şiddet Cetveli'nde hangi şiddet derecesi tanımına uygunsa, depremin şiddeti, o şiddet derecesi olarak değerlendirilir. Örneğin, depremin neden olduğu etkiler, şiddet cetvelinde VIII şiddet olarak tanımlanan bulguları içeriyorsa, o deprem VIII şiddetinde bir deprem olarak tariflenir. Deprem Şiddet Cetvellerinde, şiddetler romen rakamıyla gösterilmektedir. Bugün kullanılan batlıca şiddet cetvelleri değiştirilmiş 'Mercalli Cetveli (MM)' ve 'Medvedev-Sponheur-Karnik (MSK)' şiddet cetvelidir. Her iki cetvelde de XII şiddet derecesini kapsamaktadır. Bu cetvellere göre,şiddeti V ve daha küçük olan depremler genellikle yapılarda hasar meydana getirmezler ve insanların depremi hissetme şekillerine göre değerlendirilirler. VI-XII arasındaki şiddetler ise, depremlerin yapılarda meydana getirdiği hasar ve arazide oluşturduğu kırılma, yarılma, heyelan gibi bulgulara dayanılarak değerlendirilmektedir.
    MAGNİTÜD :
    Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi olanağı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri'nden Prof.C.Richter tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü olan 'Magnitüd' tanımlanmıştır. Prof .Richter, episantrdan 100 km. uzaklıkta ve sert zemine yerlestirilmis özel bir sismografla (2800 büyütmeli, özel periyodu 0.8 saniye ve %80 sönümü olan bir Wood-Anderson torsiyon Sismografı ile) kaydedilmiş zemin hareketinin mikron cinsinden (1 mikron 1/1000 mm) ölçülen maksimum genliğinin 10 tabanına göre logaritmasını bir depremin 'magnitüdü' olarak tanımlamıştır. Bugüne dek olan depremler istatistik olarak incelendiğinde kaydedilen en büyük magnitüd değerinin 8.9 olduğu görülmektedir(31 Ocak 1906 Colombiya-Ekvator ve 2Mart 1933 Sanriku-Japonya depremleri). Magnitüd, aletsel ve gözlemsel magnitüd değerleri olmak üzere iki gruba ayrılabilmektedir. Aletsel magnitüd, yukarıda da belitildiği üzere, standart bir sismografla kaydedilen deprem hareketinin maksimum genlik ve periyod değeri ve alet kalibrasyon fonksiyonlarının kullanılması ile yapılan hesaplamalar sonucunda elde edilmektedir. Aletsel magnitüd değeri, gerek hacim dalgaları ve gerekse yüzey dalgalarından hesaplanılmaktadır. Genel olarak, hacim dalgalarından hesaplanan magnitüdler (m), ile yüzey dalgalarından hesaplanan mağnitüdler de (M) ile gösterilmektedir. Her iki magnitüd değerini birbirine dönüştürecek bazı bağıntılar mevcuttur. Gözlemsel magnitüd değeri ise, gözlemsel inceleme sonucu elde edilen episantr şiddetinden hesaplanmaktadır. Ancak, bu tür hesaplamalarda, magnitüd-şiddet bağıntısının incelenilen bölgeden bölgeye değiştiği de gözönünde tutulmalıdır. Gözlemevleri tarafından bildirilen bu depremin magnitüdü depremin enerjisi hakkında fikir vermez. Çünkü deprem sığ veya derin odaklı olabilir. Magnitüdü aynı olan iki depremden sığ olanı daha çok hasar yaparken, derin olanı daha az hasar yapacağından arada bir fark olacaktır. Yine de Richter ölçeği (magnitüd) depremlerin özelliklerini saptamada çok önemli bir unsur olmaktadır. Depremlerin şiddet ve magnitüdleri arasında birtakım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu bağıntılardan şiddet ve magnitüd değerleri arasındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi verilebilir. Siddet IV V VI VII VIII IX X XI XII

    Richter Magnitüdü 4 4.5 5.1 5.6 6.2 6.6 7.3 7.8 8.4

    DEPREMİN DİĞER ÖZELLİKLERİ :
    Bazen büyük bir deprem olmadan önce küçük sarsıntılar olur. Bu küçük sarsıntılara 'ÖNCÜ DEPREMLER' denilmektedir. Büyük bir depremin oluşundan sonra da belki birkaç yüz adet küçük deprem olmaya devam etmektedir. Bu küçük depremler 'ARTÇI DEPREMLER' olarak isimlendirilir ve büyük depremin oluş anına göre bunların şiddetinde ve sayısında azalım görülür.
    DEPREM ŞİDDET CETVELİ :
    Şiddet cetvellerinin açıklamasına geçmeden önce, burada kullanılacak terimlerin belirtilmesine çalışılacaktır. Özel bir şekilde depreme dayanıklı olarak projelendirilmemiş yapılar üç tipe ayrılmaktadır: A Tipi : Kırsal konutlar, kerpiç yapılar, kireç ya da çamur harçlı moloz taş yapılar. B Tipi : Tuğla yapılar, yarım kagir yapılar, kesme taş yapılar, beton biriket ve hafif prefabrike yapılar. C Tipi : Betonarme yapılar, iyi yapılmış ahşap yapılar. Siddet derecelerinin açıklanmasında kullanılan az, çok ve pekçok deyimleri ortalama bir değer olarak sırasıyla, %5, %50 ve %75 oranlarını belirlemektedir. Yapılardaki hasar ise beş gruba ayrılmıştır : Hafif Hasar : İnce sıva çatlaklarının meydana gelmesi ve küçük sıva parçalarının dökülmesiyle tanımlanır. Orta Hasar : Duvarlarda küçük çatlakların meydana gelmesi, oldukça büyük sıva parçalarının dökülmesi, kiremitlerin kayması, bacalarda çatlakların oluşması ve bazı baca parçalarının aşağıya düşmesiyle tanımlanır. Ağır Hasar : Duvarlarda büyük çatlakların meydana gelmesi ve bacaların yıkılmasıyla tanımlanır. Yıkıntı : Duvarların yarılması, binaların bazı kısımlarının yıkılması ve derzlerle ayrılmış kısımlarının bağlantısını kaybetmesiyle tanımlanır. Fazla Yıkıntı : Yapıların tüm olarak yıkılmasıyla tanımlanır. Şiddet çizelgelerinin açıklanmasında her şiddet derecesi üç bölüme ayrılmıştır. Bunlardan: a) Bölümünde depremin kişi ve çevre, b) Bölümünde depremin her tipteki yapılar, c) Bölümünde de depremin arazi üzerindeki etkileri belirtilmistir.
    · MSK Siddet Cetveli :
    I- Duyulmayan
    (a) : Titreşimler insanlar tarafından hissedilmeyip, yalnız sismograflarca kaydedilirler.
    II- Çok Hafif
    (a) : Sarsıntılar yapıların en üst katlarında ,dinlenme bulunan az kişi tarafından hissedilir.
    III- Hafif
    (a) : Deprem ev içerisinde az kişi, dışarıda ise sadece uygun şartlar altındaki kişiler tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen hafif bir kamyonetin meydana getirdiği sallantı gibidir. Dikkatli kişiler, üst katlarda daha belirli olan asılmış eşyalardaki hafif sallantıyı izleyebilirler.
    IV- Orta Şiddetli
    (a) : Deprem ev içerisinde çok, dışarıda ise az kişi tarafından hissedilir. Sarsıntı, yoldan geçen ağır yüklü bir kamyonun oluşturduğu sallantı gibidir. Kapı, pencere ve mutfak eşyaları v.s. titrer, asılı eşyalar biraz sallanır. Ağzı açık kaplarda olan sıvılar biraz dökülür. Araç içerisindeki kişiler sallantıyı hissetmezler.
    V- Şiddetli
    (a) : Deprem, yapı içerisinde herkes, dışarıda ise çok kişi tarafından hissedilir. Uyumakta olan çok kişi uyanır, az sayıda dışarı kaçan olur. Hayvanlar huysuzlanmaya başlar. Yapılar baştan aşağıya titrerler, asılmış eşyalar ve duvarlara asılmış resimler önemli derecede sarsılır. Sarkaçlı saatler durur. Az miktarda sabit olmayan eşyalar yerlerini değistirebilirler ya da devrilebilirler. Açık kapı ve pencereler şiddetle itilip kapanırlar, iyi kilitlenmemiş kapalı kapılar açılabilir. İyice dolu, ağzı açık kaplardaki sıvılar dökülür. Sarsıntı yapı içerisine ağır bir eşyanın düşmesi gibi hissedilir. (b) : A tipi yapılarda hafif hasar olabilir. (c) : Bazen kaynak sularının debisi değişebilir.
    VI- Çok Şiddetli
    (a) : Deprem ev içerisinde ve dışarıda hemen hemen herkes ratafından hissedilir. Ev içerisindeki birçok kişi korkar ve dışarı kaçarlar, bazı kişiler dengelerini kaybederler. Evcil hayvanlar ağıllarından dışarı kaçarlar. Bazı hallerde tabak, bardak v.s.gibi cam eşyalar kırılabilir, kitaplar raflardan aşağıya düşerler. Ağır mobilyalar yerlerini değiştirirler. (b) : A tipi çok ve B tipi az yapılarda hafif hasar ve A tipi az yapıda orta hasar görülür. (c) : Bazı durumlarda nemli zeminlerde 1 cm.genişliğinde çatlaklar olabilir. Dağlarda rastgele yer kaymaları, pınar sularında ve yeraltı su düzeylerinde değişiklikler görülebilir.
    VII- Hasar Yapıcı
    (a) : Herkes korkar ve dışarı kaçar, pek çok kişi oturdukları yerden kalkmakta güçlük çekerler. Sarsıntı, araç kullanan kişiler tarafından önemli olarak hissedilir. (b) : C tipi çok binada hafif hasar, B tipi çok binada orta hasar, A tipi çok binada ağır hasar, A tipi az binada yıkıntı görülür. (c) : Sular çalkalanır ve bulanır. Kaynak suyu debisi ve yeraltı su düzeyi değişebilir. Bazı durumlarda kaynak suları kesilir ya da kuru kaynaklar yeniden akmaya başlar. Bir kısım kum çakıl birikintilerinde kaymalar olur. Yollarda heyelan ve çatlama olabilir. Yeraltı boruları ek yerlerinden hasara uğrayabilir. Taş duvarlarda çatlak ve yarıklar oluşur.
    VIII- Yıkıcı
    (a) : Korku ve panik meydana gelir. Araç kullanan kişiler rahatsız olur. Ağaç dalları kırılıp, düşer. En ağır mobilyalar bile hareket eder ya da yer değiştirerek devrilir. Asılı lambalar zarar görür. (b) : C tipi çok yapıda orta hasar, C tipi az yapıda ağır hasar, B tipi çok yapıda ağır hasar, A tipi çok yapıda yıkıntı görülür. Boruların ek yerleri kırılır. Abide ve heykeller hareket eder ya da burkulur. Mezar taşları devrilir. Taş duvarlar yıkılır. (c) : Dik şevli yol kenarlarında ve vadi içlerinde küçük yer kaymaları olabilir. Zeminde farklı genişliklerde cm.ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Göl suları bulanır, yeni kaynaklar meydana çıkabilir. Kuru kaynak sularının akıntıları ve yeraltı su düzeyleri değişir.
    IX- Çok Yıkıcı
    (a) : Genel panik. Mobilyalarda önemli hasar olur. Hayvanlar rastgele öte beriye kaçışır ve bağrışırlar. (b) : C tipi çok yapıda ağır hasar, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda yıkıntı, B tipi az yapıda fazla yıkıntı ve A tipi çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Heykel ve sütunlar düşer. Bentlerde önemli hasarlar olur. Toprak altındaki borular kırılır. Demiryolu rayları eğrilip, bükülür yollar bozulur. (c) : Düzlük yerlerde çokça su, kum ve çamur tasmaları görülür. Zeminde 10 cm. genişliğine dek çatlaklar oluşur. Eğimli yerlerde ve nehir teraslarında bu çatlaklar 10 cm.den daha büyüktür. Bunların dışında, çok sayıda hafif çatlaklar görülür. Kaya düşmeleri, birçok yer kaymaları ve dağ kaymaları, sularda büyük dalgalanmalar meydana gelebilir. Kuru kayalar yeniden sulanır, sulu olanlar kurur.
    X- Ağır Yıkıcı
    (b) : C tipi çok yapıda yıkıntı, C tipi az yapıda yıkıntı, B tipi çok yapıda fazla yıkıntı, A tipi pek çok yapıda fazla yıkıntı görülür. Baraj, bent ve köprülerde önemli hasarlar olur. Tren yolu rayları eğrilir. Yeraltındaki borular kırılır ya da eğrilir. Asfalt ve parke yollarda kasisler olusur. (c) : Zeminde birkaç desimetre ölçüsünde çatlaklar oluşabilir. Bazen 1 m. genişliğinde çatlaklar da olabilir. Nehir teraslarında ve dik meyilli yerlerde büyük heyelanlar olur. Büyük kaya düşmeleri meydana gelir. Yeraltı su seviyesi değişir. Kanal, göl ve nehir suları karalar üzerine taşar. Yeni göller olusabilir.
    XI - Çok Ağır Yıkıcı
    (b) : İyi yapılmış yapılarda, köprülerde, su bentleri, barajlar ve tren yolu raylarında tehlikeli hasarlar olur. Yol ve caddeler kullanılmaz hale gelir. Yeraltındaki borular kırılır. (c) : Yer, yatay ve düşey doğrultudaki hareketler nedeniyle geniş yarık ve çatlaklar tarafından önemli biçimde bozulur. Çok sayıda yer kayması ve kaya düşmesi meydana gelir. Kum ve çamur fışkırmaları görülür.
    XII- Yok Edici (Manzara Değişir)
    (b) : Pratik olarak toprağın altında ve üstündeki tüm yapılar baştanbaşa yıkıntıya uğrar. (c) : Yer yüzeyi büsbütün değişir. Geniş ölçüde çatlak ve yarıklarda, yatay ve düşey hareketlerin yön miktarları izlenebilir. Kaya düşmeleri ve nehir versanlarındaki göçmeler çok geniş bir bölgeyi kaplarlar. Yeni göller ve çağlayanlar oluşur. Aşağıdaki teknik bilgiler Kandilli rasathanesinden alınmıştır.
    Depremle İlgili Sıkça Sorulan Sorular
    Dünyada kaydedilen en büyük deprem hangisidir'
    1900 den bu yana kaydedilen en büyük deprem, 22 Mayıs 1960'ta Şilide olmuştur (magnitude 9.5 Mw). Yeryüzünde en az sallanan kıta hangisidir'
    Depremi en az olan kıta Antartikadır. Magnitüd ve Şiddet arasındaki fark nedir'
    Magnitüd depremin kaynağında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü, şiddet ise depremin yapılar ve insanlar üzerindeki etkilerinin bir ölçüsüdür. Depremin Magnitüdü Nedir'
    Depremin Magnitüdü, belli bir zaman diliminde kaydedilen sismogram üzerindeki deprem dalgalarının genliğinin logaritması olarak tanımlanır. Artçı Deprem (Aftershock) nedir'
    Ana depremi izleyen daha küçük sarsıntılar dizisidir. Artçı Depremler (Aftershocklar) ne kadar süre ile devam eder'
    Belli bir süresi yoktur, 1 ay da olabilir 2 yıl da... Depremin Şiddeti Nedir'
    Depremin yer yüzeyindeki etkileri depremin şiddeti olarak tanımlanır. Şiddetin ölçüsü, insanların deprem sırasında uykudan uyanmaları, mobilyaların hareket etmesi, bacaların yıkılması ve toplam hasar gibi çeşitli kıstaslar göz önüe alınarak yapılır. Şiddeti tanımlamak için birçok ölçek geliştirilmiştir. Bunlardan en yaygın olarak kullanılanı Değiştirilmiş Mercalli Şiddet Ölçeğidir (Modified Mercalli (MM) Intensity Scale). Bu ölçek, Romen rakamları ile belirlenen 12 düzeyden oluşur. Hiçbir matematiksel temeli olmayıp bütünü ile gözlemsel bilgilere dayanır Depremler önceden belirlenebilir mi'
    Var olan koşullarda depremin önceden belirlenmesi olanaksızdır. Fay nedir'
    Yerkabuğunu oluşturan kayaçların bir yüzey boyunca kırılması ve oluşan iki parçanın birbirine göre göreceli olarak yerdeğiştirmesidir. Kuzey Anadolu Fay Hattı nedir'
    Doğuda Karlıova ile batıda Mudurnu vadisi arasında doğu-batı doğrultusunda bir yay gibi uzanır. Dünyanın en aktif ve en önemli kırık hatları arasında yer alan Kuzey Anadolu fay zonunun uzunluğu yaklaşık 1200 km dir, genişliği ise 100 m ile 10 km arasında değişir. Deprem nerelerde oluşur'
    Deprem herhangi bir yerde ve herhangi bir zamanda oluşabilir. Genel olarak depremlerin kaboğu oluşturan levhaların sınırlarında oluştuğu söylenebilir. Dünyanın çeşitli yerlerinde benzer nitelikte depremlerin tekrarlandığı gözlenmiştir ve bu kesiler hep levha sınırlarıdır. Depremlerin yoğun olarak gözlendiği bölgeler yeryüzünde üç ana kuşak oluşturur. 1. Kuşak (Pasifik Deprem Kuşağı): Şiliden kuzeye doğru Güney Amerika kıyıları, Orta Amerika, Meksika, ABD nin batı kıyıları ve Alaskanın güneyinden Aleutian Adaları, Japonya, Filipinler, Yeni Gine, Güney Pasifik Adaları ve Yeni Zelandayı içine alan en büyük deprem kuşağıdır. Yeryüzündeki büyük depremleri %81'i bu kuşak üzeride gerçekleşir. 2. Kuşak (Alpine): Endonezyadan (Java-Sumatra) başlayıp Himalayalar ve Akdeniz üzerinden Atlantik okyanusuna ulaşan kuşaktır. Yeryüzündeki büyük depremlerin %17'si bu kuşakta oluşur. 3. Kuşak (Atlantik): Bu kuşak Atlantik Okyanusu ortasında yer alan levha sınırı (Atlantik Okyanus Sırtı) boyunca uzanır.

  10. #10
    UYARI:
    Kullanıcıların Profil Bilgileri Misafirlere Kapatılmıştır. Görmek için KAYIT olmalısınız.~
    fσяυм ρяєηѕєѕ

    Standart ---> SOSYAL BİLGİLER-ders notları..4

    5.İYİ Kİ VAR



    20.YÜZYILDA BİLİM VE TEKNOLOJİDE MEYDANA GELEN BAZI ÖNEMLİ GELİŞMELER



    1900 - 1903






    1900
    Mendel yasalarının doğruluğu deneylerle kanıtlandı. 1822'de Avusturya'da doğan Gregor Mendel 1856 yılında kalıtımla ilgili çalışmalarına başlamıştı. Bezelyelerle yaptığı deneyler sonunda kalıtımın yasalarını ortaya atan Mendel, kalıtımbilimin (genetiğin) doğmasına olanak sağlamıştır.
    1900
    İlk radyonun yapılışı. Elektromanyetik dalgaların varlığını 1864 yılında James Clerk Maxwell ortaya koymuştu. Guglielmo Marconi'yse dalgaları ilkin 9 m, sonra da 275 m ve 3 km'lik uzaklıklara iletmeyi başardı. 1901'de de Atlas Okyanusu'nun ötesine ilk mesajını ulaştırdı.
    1900
    Günümüzde Planck Sabiti olarak adlandırılan eylem kuantumunu, Alman fizikçi Max Planck buldu. Işıma olgusunda enerjinin sürekli biçimde değil, enerji paketleri biçiminde kesikli olarak ortaya çıktığı varsayımını yapan Planck, herbiri belirli bir enerji miktarını içeren paketlere kuantum adını verdi ve bir kuantumun enerjisinin ışınımın frekansıyla orantılı olduğunu öne sürdü. Bu teori fizikte bir devrim niteliği taşıyordu ve 20. yüzyıla damgasını vuran kuantum mekaniğinin başlangıcı oldu.
    1901
    Emekli bir Alman subayı olan Ferdinand Zeppelin'in tasarladığı hava gemisi 'Zeplin'lerden ilki 2 Temmuz'da Almanya'da Friedrichshafen yakınlarında bir göldeki yüzer hangardan havalandığı Sivil havacılıkta ve yolcu taşımacılığında büyük başarılar elde edecek olan bu araçlar, uçaklarla rekabete dayanamayıp gelecekte göklerden silinecekti.
    1901
    Karl Landsteiner, alyuvarlarda hücre zarının dış katmanına yapışan antijen adlı bir maddenin türüne bağlı olarak insanda en az üç temel kan grubu olduğunu gösterdi, bu grupları A, B ve 0 olarak adlandırdı. Bir yıl sonra da A ve B artijenlerinin ikisini birden taşıyan AB grubu bulundu.
    1902
    ABD'li genetik bilgini Walter Sutton, Columbia'da öğrenciliği sırasında kromozomların kalıtsal bilgiyi taşıdıgını ve ayrı çiftler halinde bulunduğunu ilk kez ortaya koymuş. Sonraki yıllarda yaptığı çalışmalarla kalıtımla ilgili kromozom kuramının temelini atmıştır.
    1903
    Motorlu ilk uçuş yapıldı-Orville Wright'ın pilotluğunu yaptığı Flyer adındaki ilk uçak 17 Aralık 1903'te havalanıp yerden üç metre yükseldi, 12 saniye havada kalan uçak sonra sert bir biçimde yere indi. Wilbur ve Orville Wright kardeşler aynı gün iki uçuş daha yaptılar. En uzun uçuş 59 saniye sürdü 260 m'lik bir uzaklığı aştı.
    1903
    Bayliss ve Starling, sindirime yardımcı pankreas sıvısının salgılanmasında uyarıcı maddeyi bularak ilk kez hormon kavramını ortaya attılar. Sekretin adını verdikleri bu madde gibi salgılandığı organdan uzakta başka bir organı uyaran bu tür kimyasal maddeleri 'uyarmak' anlamındaki Yunanca hormon sözcüğünden türetilmiş hormon terimiyle adlandırmayı da Bayliss ve Starling yaptı.





Sayfa 1/3 123 SonSon

Sistem Bilgileri

Bu sistem vBulletin® alt yapısına sahiptir!
Telif hakları, Jelsoft Enterprises Ltd'e aittir. Copyright © 2024

Uyarı

5651 Sayılı Kanun'un 4.cü maddesine göre üyeler yaptıkları paylaşımlardan sorumludur. Yer sağlayıcı olarak hizmet veren sitemiz hakkında yapılacak tüm hukuksal Şikayetler ile ilgili iletişime geçilmesi halinde size dönüş yapacaktır.

gaziantep escort bayan gaziantep escort deneme bonusu veren siteler bahissitelerivip.com deneme bonusu deneme bonusu veren siteler deneme bonusu veren siteler mjsanaokulu.com Maltepe Escort deneme bonusu deneme bonusu veren siteler maltepe escort kartal escort ataşehir escort pendik escort ankara escort sincan escort eryaman escort bayan ankara escort ankara escort bayan escort ankara ankara escort eryaman escort ankara escort çankaya escort ankara otele gelen escort eryaman escort adana escort eryaman escort yetişkin sohbet kameralı sohbet aresbet casino siteleri Grandpashabet moldebet efesbet efesbet giriş getirbet efesbet deneme bonusu deneme bonusu veren siteler 2021 grandpashabet bahis siteleri bahis siteleri bonus veren siteler bahis siteleri canlı casino siteleri deneme bonusu En güvenilir bahis siteleri ankara olgun escort mimarsinanokullari.com