[Linkleri Görebilmek için ÜYE Olmalısınız!Hemen ÜYE OL!]


Maç günü erken kalkardı çocuk. Haftasonu olduğu için köyden inerlerdi çünkü. Önce ilçeye, ordan Trabzon'a.

Babasının elini sımsıkı tutardı. Öğlen olmadan Trabzon'a varırlardı. Babasıyla şöyle biraz dolaşırlar, meydanda bir lokantada yemek yerler, sonra her zaman gittikleri yere, beton helvacıya uğrarlardı. Çocuk için belki de çocukluğunun en önemli tatlarından biriydi beton helva. Sonra biraz daha dolaşır, oradaki akrabalara uğranır, dinlenilir ve maça yakın stadın yolu tutulurdu. Çabuk acıkırdı küçük çocuk. Babasını çekiştirip köfte-ekmek isterdi. Babası da içeri sokamayacağı bozuk paraları köfte-ekmeğe yatırırdı.

Sonra yavaş yavaş turnikeye yaklaşırlardı. Turnike onun için bir heyecandı. Korkardı tam onlar geçerken bozulacak veya babasının adımlarına yetişemeyecek diye. Turnikeye ikisi beraber girerler, babası bileti görevliye uzatır ve görevli bileti okutunca içeri girerlerdi. Babası adımlarını biraz büyük atardı ama onun koşması demekti bu. Hep onu maratona götürürdü babası. Çocuk gözlerinde büyük bir heyecanla izlerdi maçları. Berabere kaldıkları veya yenildikleri maçları sevmezdi. Hep ayağa kalkmak isterdi küçük çocuk. O direklere tırmanmak, sahaya oradan aşağı bakmak.

Gel zaman git zaman büyüdü çocuk. Gurbete çıktı, uzaklaştı oradan. Stattan, şehirden, maratondan. Bir gün geri geldi. Tıpkı ilk günkü gibi heyecanla geçti turnikeden. Bu kez yalnız girdi kale arkasına. Ordan baktı stada. Babasıyla durduğu yere, bağırdıkları tarafa.

Küçük çocuk büyüyüp de döndü yıllar sonra; ama büyümeyen ve hep çocuk kalan bir şey vardı içinde. O hep çocuk gözlerindeki sevgiyle sevdi Trabzon'u..Bembeyaz...