Hidayetin kaynağı yalnız ALLAH’tır

Allahu Teâlâ’nın insana bahşettiği en büyük nimet, akıldır, ondan sonra iman gelir. Bu hususta, Hz. Hasan’ın (ra) şöyle güzel bir kıssasını hatırlayalım:
İran’dan gelen bir heyet Hz. Hasan’a üç kilo altın hediye getirir. Heyet daha oradayken bir dilenci gelir, yardım talep eder. Hz. Hasan ona, “Üç sual soracağım, bilirsen bu üç kilo altın senin olsun.” der ve sorar: “En büyük nimet nedir?” Dilenci cevap verir: “Akıl...” “Akıldan sonra?...” “İman...” “İmandan sonra?” “Sıhhat-i beden...” “Ondan sonra?” “Say sayabildiğin kadar. Allah’ın nimeti bitmez...”
Bu cevap üzerine Hz. Hasan, “Al bu üç kilo altın senin olsun.” der.
İman, akıldan sonraki en büyük nimet ve bu dünyadaki en muhteşem güzelliktir. Ama nasıl bir iman?.. Allah’a iman, ama Allah’ı bin bir ismiyle, sıfatlarıyla, Zât’ına mahsus ve bizim anlayamayacağımız hal ve fiilleri ifade eden şuunatıyla birleyerek iman... Allah’ın gönderdiği bütün peygamberlere iman.... O’nun bütün kitaplarına iman... Bütün kütüb-ü mukaddeseyi de nesheden Kur’an’ı Azimüşşan’ın bütün hükümlerine iman... Bedenle yeniden haşrolup diriltileceğimize iman. Peygamber Efendimiz’i (sas) peygamber kabul etmeyen, Kur’an-ı Kerim’i hak kitap bilmeyen, haşri kabul etmeyenlerinki iman değil, inkârdır ve bundan dolayı Kur’an’ın ifadesiyle ebedî cehennemliktirler.
İman Allah vergisidir. İman öyle bir nurdur ki, bir insanın içine girdiği anda, bütün âlemi bir tek Zât’ın (cc) tasarrufunda görür. Bu âlemi ebedî âlemin numunesi olarak müşahede etmeye başlar. Hâdi isminin tecellisinden gelen iman öyle bir güzelliktir ki, insan o iman sayesinde bütün âlemi bir idamhâne olarak görmekten kurtulur. Hâdi isminin tecellisiyle kalbine gelen iman sayesinde, bütün kâinatı ebedî saadete akım yapıp giden bir misafir olarak görmeye başlar.

İmansız ise, her yeri mevcudatın başının kesilip atıldığı bir mezbaha olarak görür.
İmanlı bir kimse, kendini Allah’ın aziz bir misafiri, âlemin sultanı olarak; imansız ise kendini dünyanın en dertlisi, en aptal mahluku olarak görür.
İnsanı iki cihanda azîz olma mertebesine çıkaran iman, Allahu Teâlâ’nın “Hâdi” isminin tecellisidir. “Hâdi” ismi Allah’ın bir ismidir. Cenab-ı Hak güzeldir, kemaldedir. O’nun sıfatı olan, “hidayet vermek sıfat” var. O güzeldir. Hâdi O’nun ismidir. O isim de çok güzeldir. Fakat hidayet vermek sıfatı nerede tecelli ediyor? Güzelliği nerede görünüyor? Hidayet bir kalbe girdiyse, imanla... Bu imanın mükafatı nedir? Cennet... Kim cenneti yapmışsa, hidayeti o veriyor. Hidayet ki İlâhî bir tevfikle kalbe gelip giriyor. Onun cüz’î bir fiili nerede başlıyor? İnsanda. İnsan iradesini kullanır, batılı haktan ayırır. Kur’an ve sünnetten gelen bütün emirlerin ve yasakların Allah’tan geldiğine inanır ve bunları kabullenir. İşte iman budur.
Peygamber Efendimiz (sas) Allah’tan ne getirmişse hepsine iman ederiz. Buna iman denir. Bunun tercümanı da “Lâ ilâhe illallah Muhammedün Resulullah” “kelimesidir. Bu kelimenin lafzan tekrarlanması dünyevî münasebetlerde tesirlidir. Kalben tasdik ise insanı cehennemden kurtarır.
İman bir güzelliktir. Öyle bir güzelliktir ki sahibini cennette sultan eder. İnsana ebedî bir gençliği kazandırır. İnsanı ebedî bir saadete götürür. Bu tevhid kelimesinin o kadar güzelliği var ki, sebepleri araştır bakalım, hangi şey imanı verebilir?.. “İnneke lâ tehdi men ahbepte velâkinnellahe yehdi men yeşâ...” İlâhi hükmünü hatırlayalım. Hâdi ismine âzamlık mertebede kim mazhar olmuş? Resul-i Ekrem (asm)... Cenab-ı Hak O’na mealen ne diyor: “Ey Habibim, senin en sevdiğin kişi ve sana en fazla menfaati dokunan Ebu Talip seni korudu, muhafaza etti. Seni Peygamber olduğun için korumadı. Kardeşi oğlu olduğun için korudu. Sen ona kesin olarak hidayet veremezsin.”