Yalnız yaşayan yaşlıların evi hep aynı kokar. Zamanı evvel neşeli yemeklerin
yenildiği ahşap, kaplaması dökülmüş yemek masalarının üzerinde rengarenk
ilaç kutuları ve zamana yenik düşerek saydamlığını yitirmiş cam kapaklı
sürahiler vardır. El dokuması, artık bir zar inceliğinde halılar tozdan ve
güneşten rengini yitirmiş hatta bazı yerlerinden parçalanmıştır. Bir zafer
gibi durur ahşap ve boyasız cam çerçeveleri pimapenlerle örülmüş binada.
Kirli camın üzerinde solmuş bir yazı vardır,"SATILIK"diye ve hiçbir zaman
satılamayacağı belli eski evde. Posta kutusuna ençok o dairede oturan bakar,
en ucuz gazete mutlaka o daireye bırakılır, üç günde bir tuzsuz ekmek asılır
o eski kapıya ve bayram sabahları en erken o evden çıkılır mezarlık
ziyaretine. Dağa çıkanlar bilir, zirveye yaklaştıkça yükseklik korkusu sarar
insanı ve kuraldır uçuruma doğru bakılmaz. Yalnız bir yaşlıda geçmişini
düşünmez,çünkü uçuruma yuvarlanacağını bilir.

Saat, radyo, komposto ve teklik bir rakı kadehi ile ölmüş eşinin resmi
yalnız gecelerin değişilmez arkadaşıdır.aynalar ise en büyük düşman. İnsan
traş olurken bile eliyle hissetmek ister eskisi kadar sert çıkmayan
sakalını.Gençliğinde ölüme meydan okuyanlar kadar anlamsız vakti iyi
değerlendirmek.Saat ızdırapdır.Akreple yelkovanın sağa doğru her hareketi
kefenin ucuna biraz daha sarılmak anlamına geliyordur ve hayat, bardağa
defalarca atılıp şekere doyan bir çay kadar kadişinas değildir.Siz
bilmezsiniz radyodaki fasıl vakitlerini, şarkılardan fal açmayı ve şeftali
kompostosu ile rakı içmeyi.Hele hüzzam ile içilen rakılar kadar sarhoş edeni
yoktur fasıllar içinde.Hüzzam, hüzündür. Hüzne karşı ağlayamazsınız bile,
çünkü göz çukurunuz yaş kalmamıştır artık.Fasıl biter, ajans haberleri
başlar.Spiker yıllardır değişmeyen mutsuzluk haberlerini okur.Bu ülkede
nekadar yaşlanırsanız yaşlanın haberler değişmez,insanlarda.Değişen yalnız
günün tarihi ve değişmeyen makus talihimizdir.Haberlerden önce Harbiye marşı
çalıyorsa ihtilal olmuştur,ısa süren haberler oldumu bilin ki bir futbol
maçı vardır.Eskiler bilir,belli bir yaşın üzerindekilerin ekseriyesi ya
fenerlidir yada Beşiktaşlı.Eski dönemlerde gesenin esamesi bile yoktur.
*
Fasılla bitirdiği kompostosu ve bir tek rakısının ardından haber özetlerini
dinledi. Kısa Samsunu elektrik sobasının üzerinden aldı ve sehpanın üzerinde
yuvarladı çıtır,çıtır.Spiker maça bağlanmıştı ve tribünleri anlatıyordu,
henüz maç başlamamıştı.Bir bayrak gibi dalgalandı gözlerinde kapalı tribün
anıları.Halkalar çıkarıp sigarasını tüttürmeye başladı hakemin başlama
düdüğüyle birlikte.Oysa rakı,sigara ve Beşiktaş'I yasaklamıştı doktor.Ama
umursamazlıktan değil,bilhakis karşı durmaktan hiçe sayıyordu sağlığını,bir
o kadarda korkuyordu ölmekten.Maç dinlemek yerine seyretmeyi tercih ederdi
ama Beşiktaştaki evinden stada gidecek ne enerjisi vardı,nede taksiye
verecek parası.

Maçın üçüncü, sigaranın ortalarına doğru gıcık tuttu. Öksürürken
ciğerlerinden parçalar kopuyordu sanki, bir an nefessiz kalakaldı.Suya zor
yetişti,kana kana bir bardak suyu içti.Su o kadar tatlıydı ki kendi bile
şaşırdı.Hazır kalkmışken işemeyi düşündü.Aklında maç vardı ama bir
prostadlının çişini tutması nedemektir bilirmisiniz.Soğuk koridordan
yürüyüp, tuvaletin ışığını yaktı, uzun uzun çişini yaptı.Ellerini
yıkadı,havluyla kurularken aynaya baktı.Korktu.Aynada gençlik hali
vardı.Musluğu açtı,yüzüne su çaldı.Tekrar bakmaya korka korka kafasını
kaldırdı.Yine aynı gözler bakıyor ona doğru.Ellerini aynanın iki yanına
koydu.Kalbi taşlı yolda dört nala giden bir at arabasını andırıyordu,her an
yerinden çıkabilirdi.Aynadaki gençlik görüntüsünün yanına bu sefer karısının
yüzü aksetti.Arkasına döndü kimsecikler yoktu.Sonra babası,annesi,dedesi ve
tüm ölmüşleri belirdi aynanın üstüne.Vitrayı andırıyordu artık
ayna.Yorulmuştu.Ağlamaya çalıştı,olmadı.Hayalmiydi bütün bunlar,düşmü
görüyordu,uyanmaya çalıştı,uyanıktı zaten.Yoksa, yoksa ölmüşmüydü.
-Evet, öldün dedi arkasından bir ses.
Aynadaki yüzler kaybolmuş, arkasında duran adam ve o kalakalmıştı banyoda.
-Kimsin sen, dedi yaşlı adam.
-Kim olduğum ne farkederki. Ben oyum, yada şuyum desem hatırlayacakmısın
beni. Farzet ki ben senim.Senin hayatın,anlayabilirmisin?
Yaşlı adam sustu. Adını hiç aklından düşürmediği ölüm yanı başında
duruyordu. Pijamasının cebinden gözlüklerini çıkardı.
-Bunlara ihtiyacın yok artık dedi adam. Hatta nefes almaya, yutkunmaya
bile.Seninle biraz dolaşacağız bir süre.Bu yolculuğumuz sana saatler
sürecekmiş gelebilir ama aslında bir yada iki saniye sürer dünya
zamanında.Son nefesin için tekrar kaldığın yere döneceksin ve
bitecek,sonrası malum.
Yaşlı adam anlam veremiyordu olan bitene.adam sözlerine devam etti,
-Eeevet, bugün ayın 20 si .Sende Beşiktaşlısın değilmi.
-Evet nerden bildin?
-Mezar taşına baktım, kartal resmi vardı.Zaten bu burçta öyle çok Beşiktaşlı
varki inanamazsın.1914 yılının bu burcunda ölen binlerce Beşiktaşlı var,
Çanakkaleden gelen.
-Ölüm burcu da ne demek oluyor,diye sordu yaşlı adam.
-Efendim, dünyaya geldiğiniz güne atfen bir hayat boyu aynı fala
bakmıyormusunuz?Benim burcum şu demiyormusunuz.Eee öldüğünüz güne atfende
bir burcunuz oluyor buna niye şaşırıyorsunuz?
-Doğru, dedi yaşlı adam içi kıyılarak.
Kapıdan çıktılar. Yağmur yağıyordu. Adam döndü ve sordu,
-Nerelere gitmek istersin dostum.
-Bilmemki dedi yaşlı adam.
-O zaman programa uyalım, önce gömüleceğin yere gidelim.
Yokuşu çıkmaya başladılar.İki adımda ciğerleri kesilen yaşlı adam ceylan
gibi sekiyordu.Yağmur daha hızlı yağmaya başladı.
-Yağmurda dolaşmayı sevdiğin için yağmur yağıyor .İstersen güneşli bir bahar
günü yürüyelim,dedi adam.
-Olur ama böyle daha iyi.Ben hep cenazemin güneşli bir havada kaldırılmasını
isterdim,kimseye eziyet vermiyeyim diye.Bu teklifini, o zaman değerlendirsek
olurmu? Deyince yaşlı adam derin bir kahkaha bozdu sessizliği.
-Bakarız,dedi adam.
Mezarlığa vardılar. Aile efradının mezarları toplu halde Çeliktepe
tarafındaydı.Hiç konuşmadan yürüdüler. Yaşlı adam içinden içinden
söyleniyordu, durumu idrak etmişti artık. Ölümde yaşam gibi sıradan
birşeymiş diye düşündü mezar taşlarına bakarak. Mezar taşlarının üzerlerinde
yazan sıfatların o an toprağın altında yatanlar için ne ifade ettiğini
düşündü. Mevki, makam, resim, güller, çiçeklerle benzenmiş mezar
taşları.Aşkla, kinle, mutlulukla, ihanetle yoğrulmuş ve şu an toprağın
altında başkalaşan insan bedenleri.. Birbirlerine ne kadar yabancılardı ve
birbirleriyle ne kadar çelişiyorlardı.
-İşte burası, manzaralı bir yer,dedi adam.
-Manzarayı ne edeyim ben, kolay gelinsin, kolay bulunsun yeter, manzaraymış
pehh! Dedi yaşlı adam.
-Çok espirilisin be amcacığım, güldürdün yine beni. Evet şimdi
napalım,nereye gidelim,top sende vaktini iyi değerlendir dedi adam.
Yaşlı adamın gözlerinde bir şimşek çaktı.
-Herşey serbest mi ,dedi.
-Her yol mübah bu ana özel, ama suyunu çıkarmadan. Sen yaz senaryonu, ben
bir prodüksiyon hazırlıyım sana özel, emret .
*
Beraber Beşiktaş Balık Pazarına indiler.İki kilo hamsi ve orta boy bir
kalkan aldılar.Hasbiye girdiler.Balıkları garsonlar kaptı ellerinden.Üst
kata çıktılar.Cumbanın olduğu masaya geçtiler.Masa
donatılmıştı.Salatalar,mezeler,rakılar..
-Şeftali kompostosu da yaptırıyorum ortaya,dedi adam.
Beraberce dakikalarca güldüler bu espiriye. Gözlerinden yaşlar
geliyordu.Evet ağlıyordu,ağlayabiliyordu.Doya doya ağladı,doya doya güldü
saatlerce.Doya doya yedi balıkları,mezeleri,salataları.Doya doya içti
rakıyı,birayı,sigarayı.Doya doya dinledi fasılı,tangoyu,ince sazı.Yalandan
hesap için kavga bile ettiler.Aşağıdan gelen Beşiktaş tezahüratları
eşliğinde aşağı indiler.Stadın yolunu tutular.Yol üzerinde bir ırmak gibi
insan akıyordu stada doğru.Duvar yanındakiler siyah, park tafındakiler
beyaz.Öndekiler en büyük, arkadakiler şampiyon.Ve yalnız başına,bir
başına,yaşlı bir adam tüm sesleri bastıracak şiddette "BEŞİKTAŞ"bağırarak
eriştiler Dolmabahçeye.