70’lerde ve 80’lerin başında doğanlar bilir. 80’lerin ucuz efektlerle ve zevklerle sarılı dünyasında bir de aksiyon ekolü vardı. Schrwarzenegger, Stallone, Van Damme, Lundgren ve sonradan Bruce Willis ve Mickey Rourke gibi isimler, kaslı kahraman tiplemeleriyle herkesi döverek öldürürler ve esprili yaklaşımlarıyla da kendilerine bir kitle yaratırlardı. Ancak aradan geçen 20 senede aksiyon değişti ve hatta koreografi, estetik ve melez oluşumlarla sınıf atladı. Stallone’nin yönetip bu kadrodan Van Damme hariç hepsinin bir araya geldiği, araya da Jet Li ve Jason Statham gibi onların veliahtlarının eklendiği bir kast ile çıkagelen “Cehennem Melekleri” de o dönemin duygusunu yeniden alevlendirme peşinde. Sinemasal olarak 20 sene geride kalmış bir B filmi. Ancak özellikle şu anda 25-40 yaşları arasında olan ve o zamanın filmlerine tapan kült kitleyi memnun edecek cinsten bir eser karşımızdaki!

Aslında çok fazla uzatmaya gerek yok. Sinema dünyasında belli dönemlerde yapılan şeyler, 20 sene sonra çok farklı bir boyutta olabiliyor. Bu sebeple de en son o yıllarda film çeken bir yönetmen, o senenin geleneklerine göre oynayan oyuncular veya türe öyle yaklaşımı olan bir eser ortaya çıkınca, herhangi bir başarıdan söz etme şansına kavuşamıyoruz.

Bir fanteziyi gerçekleştirmek için üretilmiş

“Cehennem Melekleri”nin (“The Expendables”, 2010) durumu da böyle işte. Nasıl günümüzde halen 1938 model “Rüzgar Gibi Geçti” (“Gone with the Wind”) modunda destansı aşk filmleri veya sessiz sinemadaki Charlie Chaplin geleneğini kullanan kaba komedi filmleri birebir kopyalanınca iğreti ve eski duruyorsa bu filmin de sorunu o.

Ancak buna daha farklı bir açıdan bakmak lazım. Öyle ki karşımızdaki proje biraz da bir ‘fantezi’yi yerine getirmek için üretilmiş bir şey. Böyle filmler tarihte vardır. Belli bir dönemin yıldızlarını bir araya getirmek, popülarite yakalama ve kült mertebesine erişme şansını doğurabilir.

Kalibresinin farkında…

İngilizcesinden tam çevirisiyle ‘harcanabilirler’ (expendables) de işte öyle bir film. O adlı bir timin ya da çetenin hikayesini anlatıyor temelde. 80’lerde devreye girip 90’ların sonuna kadar süren, o dönemde ise kendini saf örneklerinde ‘hız’a bırakan aksiyon, 2000’lere gelindiğinde tamamen bilimkurgu ve fantastiğin içine girmişti. Buradaki da o taa 20 yıl önceki hali.

Ancak olaya biraz da filmin potansiyeli ve kalibresi açısından bakmak lazım. Zira o günlerin aksiyon mantığını uyarlarken kendini son derece ciddiye alan, bunun sonucunda düştüğü açmazlarla ‘trajik’ duran birçok eser var günümüzde. Bakınız Jet Li ile Jason Statham’ı bir araya getiren “Suikastçi” (“Rogue Assassin”, 2008)…

Ancak neyse ki “Cehennem Melekleri”, B filmi olduğunun farkında. Öyle ki günümüzde artık safkan aksiyon kalmadı. Öylesi olunca da “12 Tuzak” (“12 Rounds”, 2009), “Paris’ten Sevgilerle” (“From Paris with Love”, 2010) gibi örnekler şirketlerin içinde ancak ‘B filmi’ kategorisinde yer alabiliyorlar. Ya da ‘Zor Ölüm’ (Die Hard) serisinin dördüncüsü çekilince ultra abartı devreye girip hafif ‘fantastik’ takılmak şart oluyor.

“Robin Hood” ve “Son Hava Bükücü”nün düştüğü duruma düşmüyor

Stallone’nin filminin bu durumdan bihaber olmaması belki de tek önemli artısı. Zira şu anda stüdyoların içinde B filminin ne olduğunu bilmedikleri için ‘çöp’ seviyesinde seyreden “Son Hava Bükücü” (“The Last Air Bender”, 2010) ve “Robin Hood” (2010) gibi trajik örnekler gördük bu yaz…

Bunun da ana sebebi aslında yönetmenlik koltuğunda Sylvester Stallone’nin oturması. Onun da 80’lerin o ucuz numaralarla, kitsch (bayağılık) estetikle ve görkemsiz bir görsellikle örülü, şimdi bakınca bile ‘pespaye’ duran sinemasını devreye sokması. Zaten o dönemin aksiyon filmlerinin genelde ‘kitsch’ durdukları bilinir.

Günümüz aksiyon sinemasının gerisinde olduğunu kabul ederek yaklaşmak lazım

Arnold Schwarzenegger ve Sylvester Stallone’nin kaslı ve tek boyutlu kahraman figürleri, günümüzün doğaüstü güçlere sahip süper kahramanlarının yenilmezliğinin dahi üzerindedir. Adeta bir Cüneyt Arkın kıvamındadır. Zaten daha çok dövüş sahnelerindeki üstünlükleriyle öne çıkıp hayran kitlesi yaratmışlardır. Stallone de burada belki o zamanın iyi bir yönetmenle çalışılmadıkça ‘çöp’ gibi dursa da mizah dozajı, aksiyon tonu ve başrol oyuncusunun sahne kimliğiyle zevk veren anlayışını birebir kullanmış.

Bunun sonucunda aksiyon açısından günümüz sinemasının gerisinde bir eser var belki. Ancak “Cehennem Melekleri”nin bu konudaki bilinci, durumu biraz olsun bertaraf ediyor ve keyifli anlar geçirmenize olanak tanıyor. Filmin bu konuda bir hayli mütevazı olduğunu da eklemek lazım.

Yakın plan manyağı olabilirsiniz!

Zira bu ucuzluğu derinden hissettirmemek için herhangi bir önlem aldığı söylenemez. Bizi yakın plan manyağı yapması, sinemaskop teknolojisine göre (ki Stallone “John Rambo” dışındaki filmlerini 1.85:1 oranıyla, yani geniş ekran formatıyla çekmişti) nasıl sahneler çekileceğini bilmemesi, araba takip sahnesini kurgulayamayarak olayın tansiyonunu hissettirememesi, birçok düello sahnesi barındırmasına karşın herhangi bir koreografi içermemesi, özellikle de kurgusu ile kitsch durması da aslında o yıllara bağlılığına verilecek bir şey.

Öyle ki “Cehennem Melekleri”nin Amerikan klasik sinemasının gramerini bilmemesi konusunda herhangi bir ‘yuh!’ çekmiyorsunuz. Çünkü aksiyonda koreografi John Woo, Michael Bay, Brian De Palma gibi yönetmenlerin 90’ların sonundaki filmleri ile başladı. Hız ise Jan De Bont, Renny Harlin, John McTiernan gibi şu sıralar film üretmeyen isimlerin yolunda…

Orman sana yakışır dostum!

Yani o dönemden bir sonraki kuşak dahi piyasadan çekilmiş durumda şu sıralar. Ancak Stallone, daha önce Rocky serisine parmak bastıktan sonra buraya da el atmış. Üzerine gittiği senaryo ise Schwarzenegger filmlerindeki bilimkurgu öğeleriyle sarılı konseptlerden değil de kendisine uygun orman mekanında (Bkz. “Rambo”) ilerliyor ve ‘macera’ türüyle haşır neşir oluyor. Zaten filmin bir yerinde Schwarzenegger’in gelip Stallone’ye ‘Orman sana yakışır!’ demesi de bu durumu kanıtlıyor. Schwarzenegger’in niye kameo (cameo) seviyesinde kaldığını açığa çıkarıyor.

Tabii bu sahne dışında filmin mizah anlayışının da üç boyutlu karakterlerden beslenmekten ziyade 80’lerin o ‘one-liner’ yani tek cümlelik espri mantığıyla işlemesi de sürpriz değil. Bu açıdan da aslında Stallone, Mickey Rourke, Jet Li, Jason Statham, Bruce Willis ve Dolph Lundgren’ın etrafında bir hayli keyifli ve samimi diyaloglar dönüyor.

Stallone’nin veliahtı Statham mi?

Aslında Stallone’nin Statham’ı kendi veliahtı olarak seçip filmde sürekli onunla bir ‘kuşak çatışması’na girmesi de olumlu bir hareket. Bunun yanında o dönemin ‘koreografisiz aksiyon’ mantığının yani ‘harala gürele’ ilerleyen ‘kaslı adamların zaferiyle sonuçlanan’ iskeletinin filmin kapanış jeneriğinde ortaya çıktığı da söylenebilir. Zira koreografici kullanan tek oyuncu Jet Li’ymiş “Cehennem Melekleri”nde. Diğerleri dublörlerle ‘rastgele’ çalışmış.

Lafın özü filmin aksiyona çağ dışı yaklaşımını böyle bir detayla da vurgulamak mümkün. Ancak kim ne derse dersin; o dönemin dokusu, güdüsü, temaları, karakterleri, espri anlayışı, türe yaklaşımı ve her şeyiyle bir nostaji kokusu yayılıyor.

Amacı nostalji duygusunu yakalamak

Zaten elbette bir “Başlangıç”taki (“Inception”, 2010), bir “Yüzüklerin Efendisi”ndeki (“Lord of the Rings”, 2001), bir “Hepsini Vur”daki (“Shoot’em Up”, 2008), bir “Wanted”daki (2008) veya bir “Son Ultimatum”daki (“The Bourne Ultimatum”, 2008) aksiyonu izleyeceğiz diye gitmiyosunuz filme. Amacınız bu nostalljiyi alevlendirmek. “Cehennem Melekleri” de kendisinin çöp olduğunu kabul ederek sözünü ettiğimiz duyguyu aşılamayı başarıyor.

Mickey Rourke’un dövmeci, Bruce Willis’ın CIA ajanı, Stallone’nin tim müdürü, Lundgren’ın arkadan bıçaklayan arkadaş, Jason Statham’in yeni kahraman, Jet Li’nin yedek tim elemanı işlevi gördüğü bir başka film daha bulmak mümkün mü? En azından 70’lerin sonunda ve 80’lerin başında doğan bir jenerasyon için zor evet! Zaten “Cehennem Melekleri” de daha çok bu kuşağın arayışına hitap ediyor. Kapanış jeneriğini ‘The Boys are Back in town’ (Çocuklar geri döndü!) şarkısıyla noktalaması da bu durumun bir göstergesi.