Neden tam zamanıdır? Yüzyıl boyunca, sosyo-ekonomik, kültürel uygulamalarla Batı, bütün gücüyle üzerimize geldi. Bir Doğu sorunu ****ü yarattı, bir hasta adam imajı yarattı; ve bu işi kökünden kazımaya karar verdi. En sonunda da Birinci Dünya Savaşı ve Sevr'i gündeme getirdi, ama bu Sevr hayalleri, Anadolu'nun bağrından çıkan, "Ya bağımsızlık, ya ölüm" haykırışıyla kâbusa döndürüldü ve bu Sevr projesi yırtılıp, suratlarına çarpıldı, bu iş burada bitti. Bittiğini sandık, aslında bitmedi. Bitmedi; çünkü Sevr; Batılıların her zaman kafasında vardı ve İkinci Dünya Savaşı'nın getirdiği soğuk savaş ortamında çeşitli yöntemlerle tekrar üzerimize gelmeye başladılar ve son on yılda, artık bunlar dayanılamaz hale geldi. Bu kabul edilemez ısrarlar ve istekler, dayatmacı politikalar karşısında Türkiye, yine aynı Sevr projesine benzer duruma geritirilmeyolunda, sosyo-ekonomik, kültürel birtakım dayatmacı isteklere hedef oldu. Maalesef bunların birçoğu da "Yes man'ci yönetimler" tarafından kabul de edildi.
İşte geldiğimiz noktada artık, bu Sevr dayatmalarına, nasıl Mustafa Kemal Atatürk "dur" dediyse; onun kuşakları olarak "dur" deme aşamasındayız. "Dur" deme aşamasındayız, çünkü "Sevr yine geliyor?" dediğimiz zaman, içimizde Erol Manisalı hocanın dediği gibi, "İçimizdeki Danimarkacılar" değil, ama "İçimizdeki Brükselciler" bize dediler ki; "Siz saçmalıyorsunuz, rüya görüyorsunuz." İşte, dün Sayın Rektörümün de vurguladığı gibi, Jack Tubo adlı bir Fransız parlamenter, Türkiye Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyonu'nda "Siz, artık Sevr'i tanımalısınız" demeye kalktı. Sevr geliyor muymuş, gelmiyor muymuş; yoksa tehlikeli gören bizler hayal mi görüyormuşuz, gerçekleri mi konuşuyormuşuz bu böylece ortaya çıktı. Tabii, patronu Chirac, "Türkler artık tarihiyle barışsın" diye bir önergeyi ortaya atarsa, biz tarihimizle hiçbir zaman küs olmadık. Tam tersine, tarihimizle gurur duyduk. Bizim iki bin yıllık şanlı tarihimiz var. Orada kimsenin bize öğreteceği de yok. Eh, onun parlamenteri de böyle der. O öyle konuşunca yalnız mı kaldı, Matsakiz ortaya çıktı dedi ki; "Türkler Ermenileri, Rumları kestiler, şimdi de Kürtleri kesiyorlar." Bakınız, hemen legolar birleştiriliyor ve Türklere karşı bir kompozisyon, bir saldırı; planlı bir biçimde devreye sokuluyor.
İşte onun için bu toplantı, artık bu Sevr istemlerine, "Dur, ne yaptığını bil" deme toplantısıdır. O nedenle ben uzatmadan sayın konuşmacılara hemen konuyu aktaracağım. Konuşmacılar, hepimizin tanıdığı saygın kişilikler. Emekli Büyükelçi Sayın Gündüz Aktan, ülkemizi dışarıda yıllarca, onurla temsil etmiş bir diplomatımızdır ve kendisi Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanıdır. İlk sözü kendilerine vereceğim; konuşma planımız şöyle; 15'er dakika. Gönül isterdi ki saatlerce bu konuyu tartışalım, ama önce ilk turda 15 dakika vereceğiz, sonra belki unutulmuş ilaveler söz konusu olabilir, 5'er dakika daha ilave edeceğiz ve tüm konuşmalar bittikten sonra da kalan süre içinde sınırlı olarak bir soru-cevap periyodu yapacağız ve gönül rahatlığı içinde buradan dağılacağız.
Evet, Sayın Büyükelçim; ilk söz sizde. Buyurun efendim.
GÜNDÜZ AKTAN (Avrasya Stratejik Araştırmalar Merkezi Başkanı)- Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Önce Başkent Üniversite'sini bu toplantıyı tertiplemiş olmaktan ve bu konuyu seçmiş olmaktan dolayı içten kutlarım.
Sayın Rektörün söylediği gibi gecikmiş bir toplantı bu; çok gecikerek bu konuyu ele alıyoruz. Bunu çok çok öncesinden ele alıp, tartışmamız gerekirdi, ama bunun nedenleri var. Bu nedenleri sizlere anlatmaya, görüşlerimi paylaşmaya çalışacağım.
Olay, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılış döneminde ortaya çıkıyor. Gerileme ve yıkılış döneminde bu süreçte, bir yandan Balkanlar, öte yandan Kafkaslar'dan Türk ve Müslümanlar, o bölgenin Hıristiyan toplumları ve devletleri tarafından Anadolu'ya doğru itiliyorlar. Balkanlar'daki Hıristiyanların isyanlarını ve bağımsızlık yolundaki mücadelelerini biliyoruz. Kafkaslar'da ise; Rus faktörü var, Rus Çarlığı faktörü var. Bu 1821 Yunan İsyanın'dan alınıp 1922, yani Büyük Taarruz'un sonuna kadar geçen 100 yıllık dönemde ne kadar insanımız bu mücadelelerde öldü, -sivillerden bahsediyoruz- ne kadarı Anadolu'ya sürüldü? Ne yazık ki burada bir Türk tarihçinin değil, İrlanda asıllı bir Amerikalı'nın yazdığı kitaptan bu rakamları size vereceğim. Batılılar arasında belki de, tek dürüst ve onurlu kişi Justin McCarty. Rakam Yunan isyanı ile başlıyor, 1920'ye geldiğimizde 5 milyon ölü ve 5 milyon 300 binin üzerinde Müslüman ve Türklerin Anadolu'ya göç zorunda bırakılması var. Bunu, dünyanın en büyük soykırımı diye kabul edilen Yahudi soykırımıyla mukayese edersek; -daha geçenlerde çıktı biliyorsunuz- 60" ıncı yıl dolayısıyla Auschwitz'in 5 milyon 100 bin Yahudi burada, bu ölüm kamplarında öldürüldü. Ama Yahudi soykırımı bu olaylardan, bazılarından 100-150 yıl sonra, yani zaman içerisindeki nüfusun artışını da göz önüne almamız lazım. O zaman şöyle bir durumla karşılaşıyoruz; 5 milyon ölü. 5 milyon insanın Anadolu'ya gelişi ki, bugünkü nüfusumuzun yüzde 40'ının kaynağını oluşturuyor bunlar.
Dünyanın en büyük; soykırımsa soykırım, katliamsa katliama ve en büyük exodus yani göçünü oluşturuyor. Bu sürekli olarak gözümüzden kaçtı. Bizi topraklarımızdan, ki bu topraklar, yani biz şimdi Anadolu'yu vatanımız olarak biliyorduk, fakat Balkanlar da, Kafkaslar da bizim vatanımızdı. Hiç kimse oraya fetih için gidip, sonra sömürgeymiş gibi bırakıp, gelmek amacını gütmedi. Oradan bizi geriye atanların bazen telaffuz ettikleri, fakat bazen söylemedikleri bir doktrin var. Bu, restitüsyon ( restituon ) doktrini, yani malı gerçek sahibine iade etme. Bu topraklar Türk toprağı değildir, Müslüman toprağı değildir, bunlar Hıristiyanların topraklarıdır, bunlar eski sahiplerine iade edilmelidir. Bu nedenle, Türkler ve Müslümanlar bu topraklardan atıldıklarında; uluslararası toplum bu vahşeti, hiçbir zaman hukuken suç olarak saymamıştır. Bunlar suç değildir, restitüsyondur, sahibine iade edilmektedir. Yine bu nedenlerle, buradan atılan insanların geriye dönme hakkı tanınmamıştır.
Şimdi bu iki yönüyle, bugünkü durumla mukayese et. Kıbrıs'ta Rumlar malum nedenlerle 1974 Harekatı'ndan sonra Güney'e gittiler. "Hepsi Kuzey'e geçecek, çünkü onların evleri, arsaları, işyerleri oradadır, buraya gidecekler" Yine restitüsyon var burada. Asıl sahibi o, oraya gidiyor. Yunan İsyanı'ndan sonra da aynı oldu, Kafkaslardan da. Bizden geriye giden yoktur, geriye gitme hakkı tanınmamıştır. Dolayısıyla tek yanlıdır. Bunun sonunda bir Yunan milliyetçiliği "Helenizm" doğdu. Hepiniz biliyorsunuz, bu Osmanlı aleyhine genişledi, Cumhuriyet aleyhine de genişlemek için çabaladı ve bu milliyetçiliğin bir sınırı olmadı. Yani hedef olarak "Ben şuraya kadar gideceğim demedi" niye? Çünkü, restitüsyon denilen şeyin sınırı belli değildi. Anadolu da onların sayılabilirdi, Anadolu'nun da tümünü alabilirlerdi, yani bu yaklaşım karşı tarafta genişleme sınırları belli olmayan bir milliyetçilik yarattı.
Şimdi Türk ve Müslümanları yerlerinden etmekte uygulanan yönteme geçiyorum. Bu yöntemi 1991-1995 arasında Bosna-Hersek'te gördük. Orada ne yapıldıysa, burada Türk ve Müslümanlar'a da aynısı yapılmıştır. Nedir bu? Evvela militanların, çetelerin yerleşik yerlere saldırmaları, oradaki insanları, sivilleri öldürmeleri, oradan atmaya çalışmaları. Ama belli bir aşamadan sonra, hele hele savaş da kazanılmışsa, ordular bu işi yapmışlardır. Kasabaları, köyleri yıkmışlardır, arazileri, tarlaları yakmışlardır, öldürmüşlerdir ve itmişlerdir belli bir istikamete doğru. İnsanlar, malını mülkünü, çoluğunu çocuğunu bile tam alamadan Güneye, Türkiye'ye doğru kaçmak zorunda kalmışlardır. Şimdi bu Bosna-Hersek'te mahkemesi görülen, -çeşitli davalardan ortaya çıkıyor- General Karadziç, Srebrenitsa'da yapmış olduklarından dolayı giymiş olduğu hüküm; soykırım hükmüdür. Lahey'de biliyorsunuz bunun davası görülüyor. Demek ki Türkleri bu şekilde, vatanlarından atarken işlenen suç aslında soykırım suçudur. Bunu katiyen hafif olarak söylemiyorum; soykırım suçunu 1948 Sözleşmesinin 2 inci maddesindeki tanımına göre söylüyorum.
Tabii bunun dışında o, uzun yol boyunca bunları koruyacak hiçbir güç olmamıştır. Yani onlara, devletleşmekte olan bu ülkelerin silahlı güçleri veya çarlık Rusya'sı; tüm devlet ve savaş hukuku sorumluklarından mahrum olarak, yoksun olarak cezalandırmak üzere, öldürerek göndermiştir Türkiye'ye doğru. Ondan sonra da Osmanlı zulmünü, yaptıklarını mazur göstermek için kullanmıştır ve bundan dolayı da bugün Türkiye'nin imajı, bütün Avrupa'da tahrip olmuş, bozulmuştur.Bizim imaj bozmamız bizim, aslında 1800'lerin başından itibaren bugüne kadar devam etmektedir.
Bizim bunlara karşı tepkimiz ne olmuştur? Bizim tepkimiz, Cumhuriyet kurulduktan sonra geçmişi unutmak şeklinde olmuştur. Bunu yaparken de şöyle dedik: "Yani, büyük trajediler geçti, facialar geçti başımızdan, ama bu vatanı kurtardık. O zaman geçmişe bakmayalım. Çünkü, bu insanlarla yaşayacağız, bu devletlerle yaşayacağız. Bunlara karşı kin gütmeyelim. Buradaki tarihi varlığımızı, tarihimizi unutalım, geçen geçmiştir. Biz, ileriye bakalım" ve bütün kuşaklar birbiri arkasından böyle yetiştirildi. Yani bu kuşaklarda intikam duygusu yoktu, intikam duygusu bu kuşaklara verilmedi. Bunun verilmemesinin başka nedenleri de var, "Biz canımızı zaten zor kurtardık bu mücadelede."
Kuvvet dengesi, bizim bir kez daha oralara gitmemize, vatan saydığımız, yurt saydığımız yerleri tekrar almamıza veya almasak dahi, sivil insanlar halk olarak yerleşmemize imkân vermiyordu, böyle bir hayal yoktu. Bu Türk gerçekçiliği denen şeyin dışındaydı, ama karşımızdakiler böyle değildi. Onlar zaten yeni kurulmuş, genişliyor, genişleme imkânına sahip Batı toplumu uluslararası toplum tarafından, zaten destekleniyorlar. Bu destekle onlar hâlâ elimizde bulunanları alma eğilimini içlerinde muhafaza ettiler, çocuklarına bunu okutmaya devam ettiler. Burası, Anadolu; tarihi bakımımdan onların; bir tarafta Rumlar, bir tarafta Ermeniler; onlara aitti. Tarih uzundu, yarın öbür gün şartlar değiştiğinde ne olacağı bilinemezdi.
Bu yenilmiş ve yılgın psikoloji, bizim unutkanlığımızın, unutmamızın nedenlerinden birini oluşturuyor. Ama bunun dışında bir başka neden daha var, o da şu; Türkiye'de tabii karizma sözcüğü biliyorsunuz, en fazla istismar edilen, yanlış kullanılan sözcüklerden biridir. Karizma kelimesi, siyasi bilimlerde Max Weber tarafından ortaya atılmıştır. Max Weber, büyük liderin o olağanüstü karizmasıyla toplumu büyük bir felaketten, büyük bir başarıya bir tür anesteziyle geçirdiğini anlatır. Yani acılar, kayıplar unutulur ileriye bakarsınız. Yeni insan, yeni devlet, yeni toplum, yeni değerler yaratacaksınız; bu size büyük bir umut verir ve oraya geçersiniz. Atatürk'ün belki de, -bu konuda Max Weber inceleme imkânına sahip olsaydı- bu olağanüstü örneği bizi ileriye, geleceğe, Cumhuriyete çevirdi; geriye, arkaya bakmamıza yol açtı. Bu aslında belli ölçüde sağlıklı bir toplum da yarattı.
Fakat psikolojide bir kural vardır, "Büyük kayıplarınızın yasını tutmanız lazım." Bu ailelerde de böyledir, toplumlarda da böyledir. Türk milleti büyük kayıplarının yasını tutmamış bir millettir. Belki bizim bugün, bunca seneden sonra bu konuya eğilmemiz, işte bu yas sürecinin başlangıcı olacaktır. Tabii bu yas sürecine de başlamamızın nedenini unutmayalım. Eğer Ermeniler bizi rahat bıraksalardı, soykırım isnatları olmasaydı; hiçbir zaman bu işe geriye dönüp bakmayacaktık. Şimdi geriye dönüp bakıyoruz. Evet, Türk milleti tarihiyle yüzleşmemiştir, ama sorun Ermeni sorunu değildir. Kendi büyük acılarıyla yüzleşmemiştir Türk milleti, büyük kayıplarıyla yüzleşmemiştir. Böyle bir yüzleşmeye eğer, bu toplantı ve bunun vesile olacağı yazılar, kitaplar yol açacaksa unutmamamız gerekir ki; bu çok zor bir yoldur, çok tehlikeli bir yoldur.
Ben, kaybın ne olduğunu ilk kez Yunanistan'da hissettim. Benim ailem Yunanistan'ın Arnavutluk sınırından geliyor, yani Yanya'dan. Ailemizin içinde, tabii tahmin edeceğiniz gibi bir Yanya nostaljisi her zaman olmuştur, ama o nostaljinin bana etkisi doğrusunu isterseniz olmamıştı. Ne zaman ki Yanya'ya gittim, ne zaman ki oradaki yıkılmakta olan Türk eserlerini gördüm; işte o korkunç bir duygu. Yani bu duyguyu hissetmek, bunun yasını, yani büyük bir kaybı hissetmek; hem çok zor, hem de çok açıkçası sizde hemen "Burası bizimdi, bizimdir" duygularını uyandırıyor. Bugünün dünyasında bu çok tehlikeli bir şey, tehlikeli, fakat Türkiye'nin normalleşmesi için yasını tutması lazım. Türkiye kayıplarının yasını tutmadığı, kayıplarıyla yüzleşmediği için, bugün Türkiye'den çok kolay toprak alınabileceğini zannedenler var. Türkiye'nin içinde de çok kolay toprak verileceğini umanlar ve sananlar var.
Bunların aşılması için, doğrudur Ermenilerin söylediği, Türkler tarihleriyle yüzleşmemişlerdir, yüzleşmeleri gerekir.