BABA UNUTUR


>Eleştiri zararlı bir kıvılcımdır, öyle bir kıvılcımdır ki övünç denilen
>cephane deposunun patlamasına yol açar. Acımasız eleştiriler ünlü bir
>İngiliz yazarın roman yazmaktan vazgeçmesine yol açmıştır. İnsanları
>suçlamaktansa onları anlamaya çalışalım. Neden böyle davrandıklarını
>bulmayı deneyelim. Bu yol, eleştiriden çok daha yararlı olan sempati,
>hoşgörü ve sevecenlik doğurur. Çocuklarınızı eleştirmek istiyorsanız
>eleştirmeden önce Amerikan gazeteciliğinin klasiklerinden biri olan
>aşağıdaki yazıyı okuyun. Unutmayalım ki,
>" Tanrı bile insanları yaşamının son gününe dek yargılamaz."
>
>Dinle oğlum, bunları sana sen uyurken söylüyorum. Küçücük elini yanağının
>altına sokmuşsun, nemli alnındaki sarı lülelerin yapış yapış ıslak. Odana
>bir hırsız gibi süzülerek girdim. Birkaç dakika önce kütüphanede
>oturmuş gazetemi okurken vicdan azabım nefes kesen bi dalga gibi üstüme
>geldi. Bir suçlu gibi yatağının başucuna geldim.
>Neler mi düşündüm oğlum? Sabah sabah kızmıştım. Okula gitmek üzere
>giyinirken seni azarladım, çünkü yüzünü ıslak havluyla öylesine
>silivermiştin. Ayakkabılarının kirli olduğunu görünce sana onları
>temizlettim. Bazı eşyalarını yere attığında sana öfkeyle bağırdım.
>
>Kahvaltı ederken bir sürü kusurunu buldum. Yiyecekleri etrafına saçıyordun,
>lokmalarını çiğnemeden yutuyordun, ekmeğine çok fazla tereyağı sürmüştün.
>Sen oyun oynamaya gidiyordun, bense trenime yetişmek zorundaydım. Bana
>baktın elini salladın ve “Güle güle babacığım” dedin. Ben ise kaşlarımı
>çattım ve “Dik dur!” dedim sana.
>Akşam üzeri de durum farksızdı. Eve gelirken seni yere çömelmiş
>arkadaşlarınla bilye oynarken buldum. Çorapların yırtılmıştı.
>Arkadaşlarının önünde seni küçük düşürdüm ve
>kolundan tutup eve ***ürdüm. Bu çoraplar çok pahalıydı ve giymek istiyorsan
>dikkatli olmalıydın. Düşün oğlum bunları sana baban söylüyordu!
>
>Hatırlıyor musun? Sonra çalışma odama girdin.Gözlerinde incinmiş bir ifade
>vardı. Kağıtlarımın üzerinden sana baktığımda bir an için çıkmaya
>yeltendin. “Ne istiyorsun?” diye bağırdım sana.
>
>Hiç bir şey söylemeden koşup boynuma sarıldın ve beni öptün. Hem de büyük
>bir sevgiyle. Sonra koşarak dışarı çıktın.
>Kağıdım elimden düştü. Bana neler oluyordu? Sürekli senin hatalarını
>buluyordum. Seni böyle ödüllendiriyordum. Seni sevmediğim için değil bu;
>senden çok şey beklediğim için. Seni kendi çağımın değer yargılarına göre
>değerlendiriyorum çünkü.
>Oysa ki senin pek çok güzel özelliğin var. Kalbin öylesine yüce ki! Bu gece
>gelip beni öpüşün de bunu kanıtlıyor.Bu gece başka hiçbir şeyin önemi yok
>oğlum. Karanlıkta, yatağının yanında
>diz çöktüm ve çok utanıyorum.Bunları sana uyanıkken anlatsam da anlamazsın
>biliyorum. Ama yarın gerçek bir baba olacağım. Seninle oynayacağım. Sen acı
>çektiğinde acı çekecek, sen güldüğünde güleceğim. Dilimin ucuna kötü şeyler
>geldiğinde dilimi ısıracağım. Kendi kendime sürekli, “O bir çocuk!”
>diyeceğim.
>Ben seni büyük bir adam gibi gördüm. Oysa ki sen daha küçük bir çocuksun.
>Daha dün annenin kolları arasındaydın, başını onun omzuna dayamıştın. Ah,
>senden çok şey bekledim oğlum, çok şey bekledim.
>İnsanları eleştirmek yerine onları anlamaya çalışalım. Ne yapmak
>istediklerini anlayalım. Sempati, hoşgörü ve nezaket eleştiriden çok daha
>yararlıdır. “Bilmek affetmektir.” Dr. Johnson’ın da söylediği gibi, “Tanrı
>bile insanı son gününe kadar yargılamaz.” O halde neden biz yargılayalım?
>
>Eleştirmeyin, kınamayın ve şikayet etmeyin!
>
>(*) W. Livingtone Larned' in "Baba
>Unutur" adlı yazısı bir anda içten gelen duyguların kaleme aktarılmasıyla
>ortaya çıkmıştır. 17 yıl önce ilk yayınlandığı günden beri yüzlerce dergi
>ve gazetede tekrar yayınlanmış olan yukarıdaki yazı "Reader's Digest " adlı
>dergide yayınlanan özetin aslıdır.