"Nam*i Müstear" Veya "Muvazaa" Savi • Kanitlama Yöntemi YAZILI KANIT
(5.2.1947 Gün ve 20/6 Sayılı YİBK.)
Özet: Bir taşınmazın tapu kaydında gö*rünen mülkiyet durumunun gerçek olmadığı*na, başka bir anlatımla mülkiyet olgusunun arkasında gizlenen başka bir işlemin bulun*duğuna yönelik olan ve uygulamada "Muva*zaa" veya "Nam*ı müstear" başlıkları altında nitelendirilen savların yazılı kanıt ile kanıt*lanması gerekir.(*)
Taraflar arasında görülen davada;
Davacı, kayden maliki bulunduğu 1286 parsel sayılı taşınmazın hak*sız olarak davalı kullanımında olduğunu ileri sürerek, elatmanın önlen*mesi ve ecrimisil isteğinde bulunmuştur.
Davalı, davanın reddini savunup maliki olduğu çekişmeli taşınmazı*nı teminat karşılığı bedelsiz olarak dava dışı A’ya satış suretiyle devretti*ğini, A’nın H’ya, H’nın S’ye, S’nin de davacıya temlik ettiğini, işlemlerin muvazaalı olduğunu belirtip tapu iptali ve tescil isteğiyle karşı dava aç*mıştır.
(*) Gön.: Av. Hulki ÖZEL (Mersin Barosu)
Mahkemece, asıl davanın reddine, karşı davanın kabulüne karar ve*rilmiştir.
Karar, davacı (karşı davalı) ŞA vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 27.12.2005 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avu*kat AHY ile temyiz edilen vekili Avukat ŞM geldiler, duruşmaya başlandı, süresinde verilen ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabu*lüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı bilahare Tetkik Hakimi A. Sevil Çalıkoğlunun raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi ge*reği görüşülüp düşünüldü:

KARAR
Dava, elatmanın önlenmesi ecrimisil; karşı dava tapu iptal*tescil is*teklerine ilişkindir.
Mahkemece, tapu iptal*tescil isteğinin kabulüne, elatmanın önlen*mesi isteğinin reddine hükmedilmiştir.
Dosya içeriği ve toplanan delillerden; kayden davacıya ait 1286 par*sel sayılı taşınmazın 14.7.1997 tarihli akitle satış yoluyla dava dışı Ab*dullah'a temlik edildiği, daha sonra anılan yerin iki el daha değiştikten sonra 13.10.1999 tarihinde davalı Şermin'e satış yoluyla intikal ettirildi*ği anlaşılmaktadır.
Kayıt maliki davacı taşınmazın davalı (karşı davacı) Avni'nin işgalin*de bulunduğunu ileri sürerek elatmanın önlenmesini isterken karşı da*vasında taşınmazın dava dışı Abdullah'tan aldığı borç karşılığı inançlı iş*lemle devrettiğini savunmuş, mahkemece bu savunmaya değer verilmek suretiyle hüküm kurulmuştur.
Oysa, inanç sözleşmesi, inananla inanılan arasında yapılan, onların hak ve borçlarını belirleyen, inançlı muamelenin sona erme sebeplerini ve devredilen hakkın, inanılan tarafından inanana geri verme (iade) şartları*nı içeren borçlandırıcı bir muameledir. Bu sözleşme, taraflarının hak ve borçlarını kapsayan bağımsız bir akit olup, alacak ve mülkiyetin naklinin hukuki sebebini teşkil eder.
Taraflar böyle bir sözleşme ve buna bağlı işlemle genellikle, teminat teşkil etmek veya idare olunmak üzere, mal varlığına dahil bir şey veya hakkı, aynı amacı güden olağan hukuki muamelelerden daha güçlü bir hukuki durum yaratarak, inanılana inançlı olarak kazandırmak için baş*vururlar.
Diğer bir anlatımla, bu işlemle borçlu, alacaklısına malını rehin ede*cek, yani yalnızca sınırlı ayni bir hak tanıyacak yerde, malının mülkiye*tini geçirerek rehin hakkından daha güçlü, daha ileri giden bir hak tanır.
Sözleşmenin ve buna bağlı temlikin, değinilen bu özellikleri nedeniy*le, taşınmazı inanç sözleşmesi ile satan kimsenin artık sadece, ödünç al*mış olduğu parayı geri vererek taşınmazını kendisine temlik edilmesini is*temek yolunda bir alacak hakkı; taşınmazı, inanç sözleşmesi ile alan kimsenin de borcun ödenmesi gününe kadar taşınmazı başkasına satma*mak ve borç ödenince de geri vermek yolunda yalnızca bir borcu kalmış*tır.
Diğer bir bakış açısıyla taşınmazın mülkiyeti inanılana (alacaklıya) geçmiştir. Taşınmazda inanarak satanın (borçlu) mülkiyet hakkı kalma*dığı gibi, alıcının bu mülkiyet hakkı üzerinde kurulmuş olan bir rehin hakkından da söz edilemez.
Bu durumda; gayrimenkul rehini bakımından geçerliliği olan MK’nın 873. maddesinin inanç sözleşmelerine dayalı temlike konu taşınmazlar bakımından uygulama yeri olmadığı da kuşkusuzdur. Nitekim bu düşün*ce [Linkleri Görebilmek için ÜYE Olmalısınız!Hemen ÜYE OL!] Genel Kurulu’nun 23.5.1990 gün ve 1990/1*202*315 sayılı ka*rarında da aynen benimsenmiştir.
Bilindiği gibi, inanç sözleşmeleri, tarafların karşılıklı iradelerine uy*gun bulunduğu için, onlara karşılıklı borç yükleyen ve alacak hakkı ve*ren geçerli sözleşmelerdir. (Borçlar Kanunu mad.81) Anılan sözleşmeler*de, taraflar, sözleşmenin kendilerine yüklediği hak ve borçlan belirlerken, inançlı işlemin sona erme sebeplerini; devredilen hakkın inanılan tarafın*dan inanana iade şartlarını, bu arada tabii ki süresini de belirleyebilirler. Bunun dışında, akde aykırı davranışın yaptırımına da sözleşmelerinde yer verebilirler. Buna dair akit hükümleri de Borçlar Kanunu’nun 19 ve 20 maddelerine aykırılık teşkil etmediği sürece geçerli sayılır.
İnanç sözleşmesine ve buna bağlı işlemle alacaklı olan taraf, ödeme günü gelince alacağını elde etmek için dilerse; teminat için temlik edilen şeyi "ifa uğruna edim" olarak kendisinde alıkoyabileceği gibi; o şeyi, açık artırma yoluyla veya serbestçe satıp satış bedelinden alma yoluna da baş*vurabilir. Bu sonuçlar kendine özgü bu akdin tabiatında mevcuttur. Söz*leşme ile öngörülen ifa süresi içerisinde, sırf sözleşmeyi imkansız kılmak amacıyla muvazaalı olarak yapılan temliklerin yasal koruma altında tu*tulamayacağı izahtan varestedir. Meri hukuk sistemimizde her hangi bir düzenleme olmamasına karşın; inanç sözleşmelerinin, yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde uygulama yeri bulan kendine özgü bir müessese ol*duğu, öğreti ve uygulamada kabul edilegelen bir olgudur.
İnanç sözleşmelerinin tarafları arasında, onların gerçek iradelerini ve akitten amaçladıklarını yansıtması bakımından geçerli olduğu; taraf*larına Borçlar Kanunu çerçevesinde nisbi haklarını talep etme olanağını verdiği tartışmasızdır.
Burada üzerinde durulması gereken husus, taşınmaz mallar yada şekle bağlı akitlerde inanç sözleşmelerinin ne gibi hukuki sonuç doğura*cağıdır. Diğer bir anlatımla, sözleşmede öngörülen koşulların gerçekleş*mesi halinde, taşınmaz mülkiyetinin naklinin sebebini oluşturup oluş*turmayacağıdır.
Bilindiği üzere; uygulamada mesele, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararı ile ilişkilendirilip, bu karar dayanak yapıl*mak suretiyle çözüme gidilmektedir.
Söz konusu kararda; eski hukuka göre mümkün ve geçerli olan mu*vazaa ve nam*ı müstear iddialarının, Medeni Kanunun yürürlüğünden sonra taşınmaz mallar hakkında dinlenip dinlenemeyeceği tartışılmıştır.
Anılan kararda; çeşitli sebep ve amaçlarla bir taşınmaz kaydına ger*çek malik yerine başka bir nam ve bir sözleşmede akitlerden biri yerine üçüncü bir şahsın gösterilmesinin mümkün olduğu, bu gibi hallerde ve*kilin kendi namına ve müvekkili hesabına yaptığı tasarruflarda olduğu gi*bi hukuki bir durum veya herhangi bir maksatla üçüncü şahıslardan ger*çeği gizleme gayesi güdülebileceği, "kötüniyetli ve haksız gizlemeler" dı*şında, belirtilen olasılıklara göre açılacak bir davanın, gerçekten, ya mev*cut bir hakka dayanarak bir el değiştirme veya bir hakkın korunması ni*teliğini taşıyacağı; bu durumun da, temsilciye vekalet ilişkisinde, mülkî*yette halefiyet esası olarak kabul edilmiş bir husus olup, halefiyeti düzelt*me amacıyla öncelikle mülkiyetin vekile aidiyeti düşünülse bile, temsil hükümlerine aykırı olduğundan bunun korunması ve devamına hükmo*lunamayacağı, zira Borçlar Kanunu’nun "müvekkil vekiline karşı muhtelif borçlarını ifa edince vekilin kendi namına ve müvekkili hesabına üçüncü şahıstaki alacağı müvekkilin olur" hükmünün bu düşünceyi doğruladığı, öte yandan gerek taşınır, gerek taşınmaz mallara ilişkin olsun nam*ı müstear hadiselerinde, meselenin bir istihkak ve mülkiyet davası niteli*ğini geçemeyeceğinden, ne resmi senet, ne de şekil meselesinin bahse ko*nu olamayacağı, meselenin akitte ve isimde muvazaayı kapsamına alan Borçlar Yasasının 18. maddesi kapsamında düşünülmesinin kanunun amacına uygun düşeceğine, değinildikten sonra sonuçta, nam*ı müstear davalarının dinlenebilir ve yazılı delil ile ispatının mümkün olduğuna, hükmolunmuştur.
İçtihadı Bileştirme kararlarının konularıyla sınırlı, sonuçlarıyla bağ*layıcı bulunduğu tartışmasızdır. Nam*ı müstear için düzenleme getiren 1947 tarihli kararın, teminat amacıyla temlike dair inanç sözleşmelerini kapsadığı da kuşkusuzdur. Uygulamada anılan sözleşmeler gerek özü, gerek işleyişi açısından, genelde muvazaa, özelde ise nam*ı müstear baş*lıkları altında nitelendirile gelmektedir.
Belirtilen İçtihadı Birleştirme Kararında da değinildiği üzere; inanç sözleşmeleri bir yandan mülkiyeti nakil borcu doğurması bakımından ta*rafları bağlayıcı, diğer yandan, mülkiyetin naklinin sebebini teşkil etme*si açısından tasarruf işlemlerini bünyesinde barındıran sözleşmelerdir. Bu durumda koşulların oluşması halinde taşınmaz mülkiyetini nakil özelliğini taşıdığı kabul edilmelidir.
İçtihadı Birleştirme kararının sonuç bölümünde ifade olunduğu üze*re, inançlı işleme dayalı olup dinlenilirliği kabul edilen iddiaların ispatı, şekle bağlı olmayan yazılı delildir. İnanç sözleşmesi olarak adlandırılan bu belgenin sözleşmeye taraf olanların imzasını içermesi ve en geç sözleş*me konusu işlem tarihinde düzenlenmiş olması gereklidir. Bunun dışın*daki bir kabul, hem İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamının genişletil*mesi, hem de taşınmazların tapu dışı satışlarına olanak sağlamak anla*mını taşıyacağından kendine özgü bu sözleşmelerle bağdaştırılamaz.
Somut olaya gelince; davalı (karşı davacı) tarafından dosyaya sunu*lan tarihsiz belgenin yukarda sözü edilen 5.2.1947 tarih 20/6 Sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörülen inançlı işlemin belgesi niteli*ğinde olduğu kabul edilemez.
Hal böyle olunca, kanıtlanamayan tapu iptal*tescil davasının reddi*ne, kayda değer verilmek suretiyle elatmanın önlenmesi davasının kabu*lüne, ecrimisil isteği bakımından da gerekli araştırmanın yapılarak ecri*misile de karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulma*sı doğru değildir.
Davacı ( karşı davalı) ŞA'nın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK'un 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 4.12.2005 tarifesinde yürürlüğe giren Avukat Ücreti Ta*rifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 450,00 YTL duruşma Avukat parasının temyiz edilenden alınmasına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.12.2005 tarihinde oybirliğiyle karar verildi