Kûfelilerden Ümeyye oğulları tarafını güdenler, Kûfe Vâlisi Numân’ın bu hâle bir çare bulamayacağını, çetin birinin Kûfe’ye Vâli olarak gönderilmesini Yezîd’e bildirdiler. Yezîd bunun üzerine Ubeydullah İbn-i Ziyad’ı Kûfe’ye Vâli tâyin etmişti. Ubeydullah Kûfe’ye vardığının ertesi günü, halkı mescide toplayıp; “Kimin evinde Yezîd’e isyân eden biri bulunursa onu, evinin kapısında astıracağını” söyledi; onları korkuttu. “Kendisine yardım edenlere para-pul vereceğini” söylemeyi de ihmal etmedi.
Kûfe’de bulunan Müslim Akiyl, bunu duyunca Muhtar’ın evinden çıkıp, Urve oğlu Hânî’nin evine gitti. Hânî, Ali dostlarındandı. Ubeydullah’ın adamları ise her yerde Müslim’i arıyorlardı. Sonunda Müslim’i “Ehl-i Beyt” dostlarından bir kadın evine aldı. Kadının oğlu ise gizlice bu haberi Ubeydullah’a ulaştırdı. Ubeydullah, hemen Eş’asoğlu’nu yetmiş kişiyle gönderdi, evi kuşattılar. Müslim Akiyl kaldığı evden çıkıp tek başına onlarla savaşa başladı, karşısına çıkanlardan vurduğunu düşürüyordu. Bu savaşta Müslim Akiyl’in yardımcısı da yoktu. Bu arada Müslim Akiyl yaralar almış, kan içindeydi, yine de savaşıyordu. “Ehl-i Beyt” düşmanları damlara çıkmışlardı; Müslim Akiyl’e taş yağdırıyorlardı. Sonunda Müslim Akiyl’i tuttular ve Ubeydullah’ın yanına götürdüler. Ubeydullah’ın adamları Müslim Akiyl’i Hükümet konağının damına çıkardılar.
Müslim Akiyl; “Allahım” buyurdu; “Bizi aldatan, bize yalan söyleyen bu toplumla aramızda sen hükümcü ol.” Sonra Hicâz’a döndü; “Selâm sana yâ Hüseyin” dedi. Bu sözlerden sonra Müslim Akiyl Hazretlerini orada şehit ettiler. Müslim Akiyl Hicretin 60.yılı Zilhicce ayının 8. günü şehit edildi.
Hz.İmâm Hüseyin’de o gün “Ehl-i Beyt’i” ile Irak’a doğru yola çıkmışlardı. Hz.İmâm Mekke’de kan dökülmemesini istiyordu. Biliyordu ki; Yezîd kan dökmekten çekinmeyecekti. Bunu kardeşi Muhammed’e de anlatmıştı.
Kardeşi Muhammed; “Peki” dedi; “Bari bu çoluğu-çocuğu götürme.”
Hz.İmâm Hüseyin, kardeşine:
“Rüyada Hz.Peygamber’i gördüğünü, Irak’a gitmesini emrettiğini, Allah’ın kendisini kana bulanmış, çoluğunun çocuğunun esir edilmiş olarak görmek istediğini” bildirdiğini söyledi. Hz.İmâm bu konuda diğer yakınlarının ricâlarına da aynı cevabı verdi.
Hz.İmâm Hüseyin, Yezîd’e bey’at etmemeyi ve bu zâlim iktidara karşı gelmeyi, îmanı ve İslâm’ı korumayı kendisine farz bilmişti.
Hz.İmâm Hüseyin; Cuma hutbelerinde, Hz.Ali’ye ve “Ehl-i Beyt’e” hâşâ sövmeyi ve zulmü âdet edinen bu toplumun haksızlığını; kendine, evlâdına ve ayâline yapılan bu zulümleri; Müslümanlara yaymak, gerçeği-hakikatı gözü açık olanlara, gönüllerinde îman bulunanlara bildirmek; izzetle ölmenin, zilletle yaşamaktan çok üstün olduğunu İslâm ve insanlık tarihine kanıyla yazmak istiyordu.
Hz.İmâm Hüseyin, Kûfe’ye hareketlerinden önce topluluğa şu kısa hutbeyi beyân buyurmuşlardı:
“Hamd Allah’a, Allah neyi dilerse o olur; güç kuvvet, ancak onunla elde edilir. Salât-ü selâm Resûl’üne.
Ölüm, genç kızın boynuna takılan gerdanlık gibi Âdem oğullarının boyunlarına takılmıştır; onlara ezelden yazılmıştır. Yâkub, nasıl Yûsuf’u özlediyse ben de geçmişlerimi öylesine özlemişimdir ve ulaşacağım şehâdet yerini Allah benim için hazırlamıştır. Allah’ın kudret kalemiyle yazılmış olan ölümden kurtuluş yoktur. Biz «Ehl-i Beyt», Allah’ın rızâsına uymuşuz; ondan râzıyım; belâsına sabrederiz; sabredenlerin ecirlerine ereriz. Hz.Resûlullah’ın bedeninden bir parçanın ondan ayrılmasına imkân yoktur; o kutluluk yerinde cennette onunla beraberdir; onun gözü, bizimle aydınlanacaktır; vaadine, bizimle vefâ edecektir. Bize canını fedâ etmeye, bizimle can vermeye hazır olanlar, Allah’a kavuşacaklarına tam inançla inanmış bulunanlar, bizimle gelirler; ben Allah dilerse sabahleyin hareket ediyorum.”
Bütün bunlardan anlaşılıyor ki; Hz.İmâm Hüseyin bu kıyâmın –karşı duruşun- sonunda, kendilerinin de, kendilerine uyanların da şehit olacaklarını kesin olarak biliyorlardı.
Burada özetle şunu arz edelim ki; Hz.İmâm Hüseyin bu kıyâmıyla –karşı duruşuyla-; dîni ihyâ etmiş –yeniden diriltmiş- ve “Ehl-i Beyt’e” karşı yapılan zulümleri, dîne karşı olanların zâlimliklerini gözler önüne sermiştir.