Son gülün karşısında son bülbül ah ederken,
Sırma saçlaım bu sabah bahçeme geldi erken,
Taş oluktan dökülen bir su başında durdu.
Her geçen yolcu için başka bir söz bulurdu,
O, her dalı bir başka meyve veren bir ağaç,
Ben onun gölgesinde göğüs geçiren bir aç..
Önce yorgun bir âmâ çıktı yolun ucundan,
Değneğiyle tutarak toprağın avucundan,
Köye vuran yokuşun aştı en dik yerini..
Sırma saçlım, süzerek ışıklı gözlerini,
Dedi ki:_ Kaldı gönlüm ebedi bir hüzünde..
Yaşamaktan kastı ne bu körün yeryüzünde?
Dedim:_ Ne aşka erme, ne gönül kaydı,
Daha bedbaht olurdu, seni görmüş olsaydı!
Sonra yollar uzaktan bir yalvarış işitti
Her yanı parçalanmış bir köylü geçti gitti..
Dinledim bir ağızdan bin açın türküsünü,
Sırma saçlım süzerek kat kat ipek süsünü,
Dedi:_ Ko, sürtedursun kendi elemleriyel,
Bu kadar giyinilir ancak alın teriyle..
Bahtı açık olmalı yolun ki dertten yana,
Gördük bir ayaksızın çıktığını meydana,
Son cenkten arta kalmış bir adsız olsa gerek..
Sırma saçlım, bir onu bir kendini süzerek,
Dedi:_ Yandım bu işe, daha pek çok yanarım,
İnsan, ölüm dururken, yaşar mı böyle yarım?
Dedim:_ Ona değil kendi hayatına yan,
Ey göğsünün altında kalbi yokken yaşayan!