İslâm hukukunda temel hak ve hürriyetler fikri, modern siyasi düşüncenin geçirdiği safhaları yaşamamıstır. Zira İslâm hukukunun kabul ettiği hak ve hürriyetler, başlangıçtan beri vardır ve tabiî bir haktır. Ancak bu hak ve hürriyetler, uygulamada iktidarlara göre bazı farklılıklara ma'ruz kalmıştır.

Günümüzde bilinen ve öğretilenin tersine insan hak ve hürriyetlerinin tarihî gelişimi açısından Batı ile Doğu yani İslâm aleminin durumu, % 100'e varan nisbette birbirinden farklıdır. Kamu hukukunda anlatılan ve öğretilen hak ve hürriyetlerle ilgili tarihî gelişmeler ve hatta İngiliz Magna Carta'sı ile Fransız 1789 tarihli inkılâbının bu açıdan arzettiği önem, sadece Batı için sözkonusudur. Zira İslâm aleminde, Batı'da çok zor şartlar altında elde edilen insan hak ve hürriyetleri, ta Asr-ı saâdet'ten beri vardır. Batı'da insan haklarıyla ilgili ilk bildiri tarihi en fazla 1215'e çıkarılabilirken, İslâm aleminde, Hz. Peygamber devrinde yani milâdi VII. asırda hazırlanan Medine Anayasası, ilk insan hak ve hürriyetleri bildirisi diyebileceğimiz Veda Hutbesi ve de Kur'an ile sünnet beyanları, günümüzdeki anlamıyla insan hak ve hürriyetlerini tesbit ve tayin etmiştir.

İslâm Hukukundaki temel hak ve hürriyetler fikri, Batı'daki safhaları yaşamamış ve geçirmemiştir. Zira İslâm Hukuku'nun kabul ettiği ve biraz sonra önemlilerini zikredeceğimiz hak ve hürriyetler, 14 asırdan beri vardır ve tabii bir haktır. Uygulamada görülen aksaklıklar bir tarafa bırakılırsa, umumi hak ve hürriyetlerin tamamı, Kur'an'da, sünnet'te, Veda Hutbesi'n de ve Medine Anayasası'nda açıkça belirtilmiştir. Müslüman devletler ve özellikle Osmanlı devleti'ndeki gayr-i müslimlere ait ma'betler, mektepler ve mülkler, binlerce sayfa tutan eski mahkeme kararlan yani şer'iyye sicilleri bunun canlı şahididir. Hukukçuların.

Türk hukuk tarihinde ilk yazılı anayasa olarak vasıflandırdıkları 1876 tarihli Kanun-i Esasi, bu hak ve hürriyetleri ilk defa kabul etmemiş, belki eskiden beri var olan bu hak ve hürriyetleri sadece yazılı hale getirmiştir. Bu husus çok önemlidir. (16)

Bu kısa girişten sonra şimdi de hürriyet ve hak mefhumlarına dikkat edelim:

Batı'daki hürriyet mefhumu, İslâm hukukundakinden çok farklıdır ve bu fark hâlâ da kendini muhafaza etmektedir. Batı'da ciddi manada hürriyetten ilk defa 1789 Fransız İnsan Hakları Beyannamesi'nde bahsedilmiş ve hürriyet «başkasına zarar vermeyen her şeyi yapabilmektir» şeklinde tarif edilmiştir. (17) İslâm Hukuku'nda ise 14 asırdır bütün insanlar için kabul edilen hürriyet şu şekilde tarif edilmektedir: «Ne kendisine ve ne başkasına zarar vermemek şartıyla dilediğini yapmaktır.» Uyuşturucu madde kullanmak İslâmî manada hürriyetin kapsamına girmez. Hürriyet odur ki, âdil kanunlar dışında bir kimse kimseye tahakküm etmesin. Herkesin hakları mahfuz kalsın ve meşru dairede her şey serbest olsun. İslâm'a göre insanlar hürdürler, ancak Abdullah'dırlar. İslâmi hürriyet iki esası emreder : 1) Tahakküm ve istibdat ile başkasını zillet altında bırakmamayı ve 2) Zâlimlere boyun eğmemeyi. İslâm Hukuku, insanın her aklına geleni ve arzu ettiğini yapması demek olan «mutlak hürriyeti» hürriyet olarak kabul etmemekte, belki hayvanlık, şeytanın istibdadı ve nefsin esareti olarak vasıflandırmaktadır. (18)

İslâm'ın nazarında hak mefhumunun ne olduğunu kısaca görelim : «İslâm'a göre, Allah katında hak, hakdır. Hakkın küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilemez. Kur'an bir ma'sumun hayâtını ve kanını, hatta bütün insanlık için de olsa, rızası olmadıkça heder etmez. (19)

Konu ile ilgili ayrıntılı bilgiyi bütün kaynaklarıyla birlikte, örnek İslâm Anayasası'nın ilgili maddelerinde görmek mümkün olduğundan ayrıntıya girmiyoruz.