MİR’AÇ NEDİR VE HZ. MUHAMMED’İN
MİR’ACI NASIL OLMUŞTUR?Hz. Muhammed’in Mi’rac’ı ile ilgili pek çok şey söylenebilir. Kuran’da İsra Süresinin 1. ayetinde: “Bir gece, kendisine ayetlerimizden bir kısmını göstereleim diye (Muhammed) kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren Allah, noksan sıfatlardan münezzehtir. O, gerçekten işitendir, görendir” buyurulmuştur. İsra, kelime anlamıyla; geceleyin yürümek manasına gelir. Mir’aç ise, merdiven, yükselme, göğe çıkma anlamındadır. Mi’raç olayı da İsra Süresi’nin 1. ayetinde ve Necm Süresi’nin 1-18 ayetlerinde verilmiştir.

Bu ayetle anlatılmak istenen şudur: Zahiri anlamda Mescid-i Haram, Mekke şehrinde bulunan Kâbe’dir. Bâtıni anlamda ise Hz. Muhammed’in kendisidir, O’nun gönlüdür. Mevlâna Hazretleri, “Kâbe, Hazzerin oğlu Halil’in yaptığı taştan topraktan bir binadır. İnsanın gönlü olan gerçek Kâbe ise Allah’ın kendi yaptığı gönül Kâbesidir” diyor.

Yunus Emre’de: “Gönül mü yeğ Kâbe mi yeğ ayıt bana aklı eren.”

Gönül yeğdir, zira kim gönüldedir, dost durağı” diyerek, bunu tasdik ediyor. İşte bundan dolayıdır ki, gerçek Kâbe, Hz. Peygamber’in gönlüdür.

Çevresi bereketli kılınan Mescid-i Aksa ise zahiri anlamda Kudüs’tür. Bâtıni anlamda ise Şudur: Aksa demek, çok uzakta olan, erişilmesi güç olan mabet, sonsuzluk anlamındadır. Burası da gerçekte “Tanrı” katıdır.

Bilindiği gibi Mirac yolculuğunda, Hazret-i Muhammed’e Cebrail önderlik etti. Cebrail, akıldır, yani Hz. Muhammed’in aklıdır. Hz. Muhammed, Miraç yolculuğu sırasında Cebrail ile birlikte hareket etti. Söylendiğine göre bu seyahatini Burak adı verilen bir vasıta ile yaptı. Burak, yıldırımdan daha hızlı bir vasıtadır. Bu şu demektir: Hz. Hızır, bir kulunu bir yerden bir başka yere götürmek istediğinde “yum gözünü-aç gözünü” der. Gidilmek istenilen yere varılmıştır, bu zaman içersinde zamandır. Hz. Muhammed’in bu seyahati da böyle olmuştur.

Hz. Peygamberimiz, Stret-tül Münteha denilen yere kadar Cebrail ile birlikte gitti. Cebrail akıl olduğuna göre akıl şuur ve maddeye bağlıdır. Böyle olunca da insan şuur ve akıl ile belli bir noktaya kadar ulaşabilir. Bundan dolayıdır ki, Cebrail-i Emin, “benim iznim buraya kadar, buradan sonrasına ben gidemem, gidersem yanarım. Sen yoluna yalnız devam edeceksin” diyerek, Ahzap Suresi 56. ayeti okuyarak Hz. Muhammed’i Hakk’a teslim etti. Bu ayet, “Teslima” âyetidir.

Hz. Muhammed’in buraya kadar yaptığı yolculuk, şuur ile akıl ile olduğundan bu makam, “Kabe Kavseyn” makamıdır. Kabe Kavseyn, Ay’ın iki ucuna veya iki kaşa benzetilir ki, farktır, varlıktır, hayattır ve devrandır. Akıl ve şuur madde de, yani vücutta bulunduğundan yine maddeye göre tefekkür edebilir, maddi varlığın sınırını aşamaz. Buna göre akıl ve şuur da maddidir, bu sebepten de sınırlıdır. İşte. Hz. Muhammed de seyranını maddi aklının son sınırına kadar aklı ve şuur ile yaptı, fakat daha ileri gidemedi. Ancak daha ileri gitmek ve hakikati görebilmek için, bu sefer akıl ve şuurunu bırakıp, şuur altına geçti. Akıl ve şuur yerine “Ruh”una sarıldı ve ruh yoluyla, gönül yoluyla, sezgi yoluyla seyrana devam etti. Buna da “Ref-ref”, yani “Aşk” atı deniyor. Burada artık akıl ve şuur yok, şuur altı vardır ve bu makam, zât ile zât olmak, derya ile derya olmak, yani tikelin tümelle (parçanın bütünle) birleşmesi makamıdır; kısacası, “Ev Edna” makamıdır, Hz. Muhammed’in Hakk ile Hakk olduğu makamdır.

Burada artık akıl ve şuurdan söz edilemez, burada “aşk ve cezbe” vardır. Aşk ve cezbe öyle bir şeydir ki, insanın bir an için madde âlemden mana âleme geçmesini sağlar, bir an için insanı Tanrı ile bütünleştirir, bir an için insanı vuslata kavuşturur, bir an için zerreden bütüne doğru öyle bir akış olur ki, insan bir damla misali deryaya karışır ve bu aşk deryasında yok olur. Bu yokluk, zat ile zat, derya ile derya, yani tanrı ile bütünleşerek, kendisini yok etme makamıdır. Buna yukarıda söylediğimiz gibi “Ev Edna Makamı” denir.

İşte Hz. Muhammed’in maddi şuurdan kurtulup, şuur altına inerek yaptığı bu seyran sırasında, önüne bir Aslan çıktı. Muhammed yüzüğünü Aslana verip yoluna devam etti. Ancak daha sonra Kırklar Cem’inde yüzüğün Hz. Ali’de olduğunu gördü. buradan da şunu anlıyoruz ki, Hz. Muhammed ile Hz. Ali, maddi varlıktan kurtulup, şuur altına inerek, tefekkür halinde ruhen birbirleriyle birleşerek bu yolculuğu beraber yapmışlardır. Bu Mir’aç yolculuğundan sonra Hz. Peygamber Efendimizin oturduğu minderin soğumadığı söylenir, bu da doğrudur.