Vefat eden bir kimsenin cenazesinde toplanan cemâate, "Huzurunuzdaki bu mevtayı hayatında iken nasıl bilirdiniz?" diye sorulmasına ve bunu verilen cevaba "Tezkiye" adı verilmektedir Bazı kimseler, tezkiyenin yapılmaması fikrini savunmakta ve mahzurlarını şöyle sıralamaktadırlar:
a) Kötü olan bir kimse hakkında "iyi biliriz" demek yalancılık olur
b) Bir şahsı kötülükleri ile anmak gıybet olur Kendini müdafaadan aciz kalmış bir mevtayı hataları ile yâdetmek daha ağır bir suçtur
c) İyi kimseye "kötü" vasfını sıvamak ise iftiradır
d) İyi tarafları ile hataları da bulunan bir kimse hakkında "iyi biliriz" demek, itiraza müsait bir beyandır
Hal böyle olunca tezkiye yapmamak, ihtiyata uygun bir yol takip etmek olur Kötü halleri bulunan bir kimse hakkında, bilerek veya bilmeyerek, "iyi biliriz" demek yalan şahitliği gibi bir davranış olmaz mı? Allah Teâlâ o kimsenin Kötü yönlerini bilip dururken bizim hakikate ters düşen beyanımız neyi değiştirir?
Bu itirazlar ve sorular müvâcehesinde meseleyi şer'î ölçülere göre aklın huzuruna çıkaralım: Bir cenazede bulunup da yapılan tezkiyeye iyi biliriz demek, "Her işinin iyi olduğunu biliyoruz" mânâsında olmadığı için, yalan söylemiş olmayızVefat eden o mü'minin çoğunlukta bulunan iyi hallerini dikkate alarak onu hayırla anmış olmaktayız Ağzımızdan çıkan ve tezkiyenin sorusuna cevap teşkil eden cümlenin evvelin-de "her yönden" veya "her işini" tabirleri gibi kuşatıcı bir ifade, diğer bir tabirle edât-ı sûr, bulunmadığına göre "iyi biliriz" cümlesi, mantık kaidelerine göre, "KAZİYYE-İ MÜHMELE" olur Kaziyye-i mühmele, "mûcibei cüz'iye" kuvvetinde bir hüküm ifade eder Bu şaşmaz ve şa-şırtmaz mantık kaidesine göre verdiğimiz cevap: "Bazı hallerini iyi bili-riz" mahiyetinde bir açıklamadır Bu ifadeyi yalancılık olarak tavsif, ilmî ölçülerden ve insaflı anlayıştan uzak bir itham olur
Böyle bir soruya muhatap olan cemaat, yöneltilecek suale vereceği cevabın muhasebesini, daha önceden kendi vicdanında yapmalıdır Şayet vefat etmiş kimsenin iyi halleri çoğunlukta bulunuyorsa, o şahsın lehinde ifade kullanmalıdır Zira "ekseriyet için hükmi kül vardır" kaziyyesi, bu istikamette beyanda bulunmaya mesnet teşkil etmektedir Ölen kimsenin kötülükleri ekseriyette ise, "Allah taksirâtını affetsin" demelidir
Resûlüllah (sav), hayatta bulunan şahısların, ölmüş bir kimse hakkındaki konuşmalarını, o kişinin leh veya aleyhinde yapılmış şahitlik olduğunu haber vererek bizleri uyarmış bulunmaktadır Binâenaleyh, âhiret âlemine göç etmiş ve bizden hayırlı bir dua bekleyen mü'minler hakkında güzel sözler konuşmalı ve onların iyi yönlerini dile getirerek "Ölülerinizi ancak hayırla anın" (1) hadis-i şerifine uygun hareket etmelidir
Bu cihete ışık tutacak mahiyetteki bir hadis-i şerifi naklederek meseleye açıklık getirmek istiyoruz: Bir topluluk, taşıdıkları cenaze ile birlikte Rasûl-i Ekrem (s,av)'in bulunduğu yerden geçmişlerdi Huzurunda bulunan ashâp, vefat eden kimseyi hayırlı işleri ile övdüler Bu konuşmaları duyan Peygamber (sav), "Vâcip oldu" buyurdu Daha sonra oradan başka bir cemâat diğer bir mevta ile geçmişlerdi Ashâp, o cenazeyi (hayatta iken işlediği kötülükleri ile andılar Peygamberimiz, "Vâcip oldu" kelamını tekrarladı Bunun üzerine Hz Ömer; "Ne vâcip oldu?" diye sordu Resûlüllah (sav): "Şu hayırla övdüğünüz kimse-ye cennet vâcip oldu Kötülükleri ile andığınız şahsa da âteş (-i cehennem) vâcip oldu Zira siz, yeryüzünde Allah'ın şahitlerisi-niz"2) buyurdu
Dinî sahadaki muğlak meseleler, aklın eliyle değil, Allah Resûlü'nün diliyle çözülür ise ancak o zaman hakikat açığa çıkmış olur Akıl, dinî sahada hüküm vaz etmeye mezun değildir O, Allah tarafından konulan hükümleri ve Peygamber (sav)'in açıkladığı hakikatleri anlamaya memurdur Bu dinî ölçüyü umursamayıp oturduğu yerden ve akla dayanarak ahkâm üretmek, yanlış usulle doğruyu aramak olur
Akıl, düşünen ve araştırmalar yapan kıymetli bir elemanı andırır Vücut ikliminin işlerini tanzim için gayret gösteren bu eleman, bir şehrin valisi gibidir Kendi başına yapacağı işler olduğu gibi, müstakil hareket edemiyeceği meseleler de vardır Akıl, teşriî bir salâhiyetle değil, icrâî bir faaliyet çerçevesi içinde vazife görecektir Yani, Allah'ın vaz ettiği hükümlere göre hareket edecektir
Tezkiye meselesine bu açıdan yaklaştığımız zaman akl-ı selime ters düşen bir tarafın bulunmadığı daha kolay anlaşılmış olur
(1) Feyzü'l-Kadir, c 6, sh 394